Düşünce ve Kuram Dergisi

Ortadoğu Buhranında Özgürlük ve Umut Meşalesi: Kürdistan Devrimi

Bawer Çewlik

 

“Avrupa uygarlığının giderek gelişen son iki yüzyıllık hegemonyası altına giren Ortadoğu kültürü, iflasın da ötesinde bir intihar çizgisinde seyretmektedir. Bu, bir abartma değildir. Hindistan, Çin ve Afganistan’dan Atlas Okyanusu kıyılarına kadar bu kültürün etki alanlarında günlük intihar eylemlerinin yaşandığı bir gerçektir. Eylemlerin azlığı veya çokluğundan ziyade, temellerindeki kültürün çözümlenmesi ancak olup biteni izah edebilir. Geleneksel kültürel izahlar (tek tanrılı İbrahimî dinler) ve Batı uygarlığının oryantalist açıklamaları, bu kriz ve intihar olgusunu izah edecek güçte değildir. Kaldı ki, kendileri, bu kriz ve intiharın hem nedeni hem de sonuçları rolündedirler, parçasıdırlar.”
 Abdullah Öcalan

 

Ortadoğu toplumları bugün, yaşadığı sorunlarla boğuşmakta ve bu sorunların içinde kendini adeta tüketmektedir. Toplumsal sorunların sınıflaşma, iktidar ve devlet gibi sömürü ve baskı aygıtlarıyla birebir ilişkisinin mevcudiyeti tartışma götürmeyen bir gerçektir. Ortadoğu kültüründe günümüzde yaşanan toplumsal sorunların tümünü son yüzyıllarda yaşanan gelişmelere bağlamak ve onunla ifade etmek gerçek durumun anlaşılmasını zorlaştırmaktan öte bir anlam ifade etmeyecektir. Mezopotamya, toplumsallığı ve doğal toplum kültürünü geliştirdiği gibi, toplumsal sorunların esas nedeni ve kaynağı olan iktidar ve devlete de beşiklik etmiştir. İktidarın ilk biçimlerinden başlamak üzere, devletin erken ya da ilk adımlarından olan şehir-site devletlerinden en gelişmiş merkezi hegemonik devlet biçimlerine, imparatorluklara kadar giden devlet ve iktidar biçimleri de yine bu kadim coğrafyada gelişmiştir. Başlangıçta Güney Mezopotamya’da ve daha çok da Semitik kültür öğeleriyle beslenip gelişmiş olsa da, zaman içinde tüm bölgeyi bu iktidar ilişkileriyle etkilemiştir. Dolayısıyla Ortadoğu toplumlarının yaşadığı sorunların kaynağının içsel yanını daima göz önünde bulundurmak gerekir.

Toplumsal sorunların dışsal yönü ise daha çok askeri fetihler, işgal, istila ve günümüzde kapitalist modernitenin gizli ya da aleni, zor ya da rıza üreterek kendisine benzeştirdiği iktidar güçleriyle yarattığı toplumsal sorunlardır. Yabancı karakterli olması itibariyle sonuçları bakımından toplum ve birey üzerinde daha tahripkâr olmaktadır. Bunun en açık örneğini kapitalizmin bölgeye sızmaya başladığı 1800’lü yıllarda gözlemlemek mümkündür. Günümüze doğru ise tam bir kördüğüm haline gelen toplumsal sorunlar, aynı zamanda sistemin krizli karakteriyle birleşince tam anlamıyla kaotik bir durumun yaşanmasına yol açmaktadır. Ortadoğu’yu toplumsallığın “döl yatağı” olarak değerlendirmek, tarih bilimince de doğrulanan bir gerçekliktir. Kapitalizm ise anti-toplumdur. Toplumsallığı oluşturan ve geliştiren kültürün toplumcu özelliği ile kapitalist modernitenin anti-toplumcu karakterinin çatışması, yaşamın her alanında bir mücadele halindedir. Bu mücadele toplumda yaşandığı kadar bireyde de yaşanmaktadır. Manevi olanda yaşandığı kadar maddi olanda da yaşanmaktadır. Modernist-hegemonik güçlerin tüm benzeştirme çabalarına karşılık Ortadoğu toplumları köklerinden vazgeçmemektedir. Olay, bu yönüyle ontolojiktir; varoluşsaldır. Bu toplumlar, kadim kültürler bu şekilde kendilerini var etmişlerdir. Bunun dışında “var olma”sının koşulları ortadan kalkmış olur. Gerek merkezi iktidar güçlerine, gerekse günümüz kapitalist modernite güçlerine karşı sergilenen direnişin ardında yatan bu kültürel yapıdır. Kendi yaratımı olan bu kültürden neden vazgeçsin? Direnişi anlamlı kılan da budur. O nedenle de toplum kendisinin oluşturduğu kültürden, anlam dünyasından kopmak istememektedir.

İnsan ve topluma dair tüm yaratımların ilk biçimlerinin yaratıcısı olan bu kültürün oluşturucusu toplumlar, devlet ve iktidar karşısındaki direnişlerini onların tarih boyunca yarattığı toplumsal sorunlara karşı geliştirdikleri çözümlerle ortaya koymuşlardır. Direniş, salt kaba yöntemler ve fiziki direniş şeklinde olmamıştır. Toplumun ahlaki ölçülerini koruyup geliştirmeyi önceleyen bu direnişler, anlam dünyasını geliştirerek hem iktidarlara karşı mücadele etmiş hem de buradan kaynaklanan toplumsal sorunlara karşı çözümler geliştirmiştir. Dinsel-felsefi temellerde gelişen zihniyet ve anlam direnişi ile toplumun kabile ve aşiretler biçimindeki direnişleri günümüze dek süregelmiştir. Peygamberlik geleneği, Ortadoğu’nun ve genel olarak da Doğu kültürünün toplumsal sorunlara karşı geliştirdiği çözümleri ve direnişleri olmaktadır. Ortadoğu’da birçok din, mezhep, tarikat ve tasavvufi grubun bulunmasının bu gerçeklikle bağı vardır. Sosyal dokunun günümüzde bile klan ve kabile kültürünü yaşıyor olması, hem toplumsallığın ilk ve esas biçimlerinden olması hem de bu yapının direniş içinde, tekrar tekrar kendini oluşturmasıyla ilgilidir.

Dinler ve özünde felsefi akımlar olan tasavvufi grupların anlam ve zihniyet dünyası üzerindeki çalışması ile kabile ve aşiretlerin sosyolojik yapısının iktidardan uzak olması, ahlak ilkelerine uygun özgür bir hayatı yaşamalarını mümkün kılmaktaydı. İktidarlar, toplumun anlam dünyası üzerinde etkide bulunarak zihniyet dünyasını kontrol etmek amacıyla dinleri kendilerine yedeklemeyi hiçbir zaman ihmal etmemişlerdir. Hem Semitik kültürde hem de Aryenik kültürde dinlerin, peygamber ve izleyicilerinin direnişleri oldukça görkemlidir. Bu direnişler bazen yüzyıllarca sürmüştür. Bazen de daha ilk çıkışında fiziki katliamlarla karşılaşmıştır. Yine de tümü toplumun ortak hafızası olarak yaşamış, bir gelenek şeklinde varlığını bugüne taşımıştır. Toplumsal sorunların başladığı yer olarak Ortadoğu kültürü ve toplumları, hiçbir dönem bu sorunlar karşısında çözümsüz kalmamıştır. Çözümün esası da öz yaratımı olan toplumsallığı olmuştur.

Ortadoğu’nun Krizi

Merkezi iktidarlar da toplumun bu durumunun farkında olarak, anlam dünyası ve zihniyet üzerinde etkide bulunarak varlıklarını meşrulaştırma yoluna gitmişlerdir. Devletin en zorba biçimleri bile buna daima ihtiyaç duymuştur. O, fiziki katliamlarla toplumu denetleyemeyeceğinin farkında olarak dinlerin iktidar yorumunu geliştirmek isterken, aşiretlerin etkili kesimlerini de etkileri altına almaya çalışmıştır. “Zihniyet parçalanması ve fethi” diye tanımlanan bu saldırı, özelikle kapitalist modernitenin gelişimi ve Ortadoğu’ya yönelik müdahalesiyle daha da belirginlik kazanmıştır. Ortadoğu’nun yaşadığı temel kriz, sorunlarına çözüm gücü olmaktan yoksun bırakılmasıdır. Çözüm gücü olarak ortaya çıkan, kendi dönemlerinde zihniyet inşasında büyük toplumsal gelişme sağlayan dini ve farklı inançlar, hegemonik güçlerin yedeği durumuna gelmiştir. Şu an Ortadoğu’da hegemonik güçlerin karşıtı olduğunu söyleyen ve din kisvesi altında tanımlanan güçler, hem en büyük modernist uşaklık rolünü oynuyor hem de her şeyi anlamsız kılan yıkıcı ve nihilist bir felsefeye hizmet ediyorlar. Bölgede tüm inanç ve halklar arasında nefret tohumları ekmek kapitalist modernitenin son iki yüzyıllık bölge perspektifiydi. Şu an bölgenin kültürüne, tarihine ve toplumsal yapısına yabancı ve karşıt olan kim? Bu sorunun cevabı oldukça basit. Şöyle sıralamak mümkün:

  • Bölgedeki ulus-devlet yapılarıdır: Bunlar, bölgenin tarihsel, toplumsal ve kültürel gerçekliğiyle uyuşmuyor. Bu uyumsuzluk sürekli kriz halidir, yani çözümsüzlükte boğulma ve güçten düşüp her türlü sömürüye açık hale gelmedir.
  • Oryantalist öğretilerle bölge gerçekliğini çözme yaklaşımıdır: En trajik durum bu yaklaşım oluyor. Buna, zihinsel sömürü hali demek daha doğru bir ifade olacaktır. Kendini, toplumunu ve kültürünü anlamaktan aciz bir zihniyetten bölge halkları için çözüm beklemek tarihsel bilinçten yoksun, gaflet durumu olmaktadır. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın belirttiği üzere: “Ortadoğu kültürü Avrupa modernitesinin pozitivist ideoloji ve bilimleriyle çözümlenemez. Çözümlendiği idea edildiğinde ortaya çıkan sonuç oryantalizmdir. Son iki yüz yıldır uygulanan bu paradigmanın ortaya çıkardığı, görünür kıldığı şey, Ortadoğu toplumunun ne tarihsel gerçeklikleriyle ne de güncel somutluklarıyla bağdaşmaktadır. Aralarındaki fark, tek kelimeyle uçurumdur. Oryantalizmin derin etkisi altında yeniden oluşan geleneksel yaklaşımların (başta İslamcı akımlar olmak üzere her türlü kültüralist yaklaşımlar) hakikat algısı daha da gerçekdışı olup, kuru bir edebiyattan öteye gidememektedir.”

PKK ve Kürdistan Devrimi

Ortadoğu’nun tarihsel ve güncel sorunlarını bu temelde ortaya serimledikten sonra, çözüm oluşturmada Kürdistan’ın demokrasi ve özgürlük iradesinin rolünü ve önemini açımlamak gerekir. 21. yüzyılda eğer devletçilik zihniyetinden kopmadan, demokratik siyaset araçlarını devreye sokmadan kalınırsa, tek başına Kürt sorunu dahi Ortadoğu’yu bir yüzyıl daha geleneksel hegemonik güçlerin çıkar alanı halinde tutmaya yeterlidir. Tersi de geçerlidir. Ortadoğu’da demokratizmin, dolayısıyla tüm toplumsal sorunların demokratik çözümündeki kilit rolü, Kürdistan’daki demokratik çözüm deneyiminden geçmektedir. Mevcut Kürdistan statüsü bölgenin temel komşu ulusları olan Türk, Arap ve İran ulusları ile daha iç unsurları olan Ermeni, Süryani, Türkmenlerin varlığıyla yaşadığı tarihsel kader birliği, buradaki demokratik çözümün domino etkisiyle tümüne yayılmasını olası kılmaktadır. Yani, “Demokratik Kürdistan çözümü, demokratik Ortadoğu çözümünü doğurmaktadır.”

Bu analiz ışığında PKK öncülüğünde Kürdistan Devrimi’nin Ortadoğu açısından önemi ve anlamı daha iyi anlaşılır hale gelmektedir. Kürdistan ve Ortadoğu açısında PKK başarısının özü ve farkı neydi, bunları tarihsel gelişim içinde nasıl ele almak gerekir?

PKK’nin tarih sahnesine çıktığı 1970’ler Ortadoğu’sunda sol ve özgürlük değerlerinin savunucusu olan çok sayıda anti-emperyalist siyasi yapı söz konusuydu. Türkiye, İran, Irak, Suriye ve Filistin’de önemli toplumsal hareketlilikler vardı. Bunlar, aynı zamanda uluslararası güçlerin çok yoğunca karşıt faaliyet içinde bulunduğu ülkeler konumundaydı. Tüm sol-devrimci hareketler önemli darbeler aldı ve çoğunluğu ya marjinal konuma düştüler ya da karşıt olduğu güçlerin yedeğine düştüler. Her boyutuyla yaşananlar, trajikti. Ve bu durum sol-demokratik muhalif aktörlerce doğru tahlil edilmekten uzaktı. Ortadoğu’da yaşanan trajediye son vermek için yola çıkan örgütler, aynı trajik sonu yaşamaktan kurtulamadılar. Çünkü sol ve devrimci güçler, yaşadıkları coğrafyanın tarihsel-toplumsal gerçekliğini idrak etmekten uzaktılar. Şabloncu bir düşünce yapısı ve öz güç perspektifine uzak bir duruşları vardı. Özgürlük ve kurtuluşları için mücadele ettikleri halkların zihin ve duygu dünyalarından kopuktular. Dil ve kullandıkları argüman, bölge halklarının tarihselliğine olan yabancılığı gösteriyordu. Bu özellikleri, karşılarındaki gücü tanımakta yanılmalarına neden oluyordu. Evet, demokratik ve özgürlük değerleri çerçevesinde köklü toplumsal değişimler gerekliydi, ama bu potansiyel coğrafyanın kendi tarihinde aranmalıydı, çünkü öz buradaydı. Zihin, dil ve yaşam bu gerçekliğin idraki ile mümkündür. Bu anlamda PKK, yaşanmışlıklardan ciddi dersler çıkaran bir özelliğe sahiptir. Kuruluşundan itibaren kendi öz gücünü esas alması ve bölgenin tarihsel-kültürel dokusuna duyarlılığı temel karakteristik özeliği olmuştur. Toplumun derin inancı, muhteşem söz ve eylem ahenginde gizliydi. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın, “Tarih günümüzde, biz tarihin başında yaşıyoruz,” belirlemesi, Kürdistan Devrimi’nin içinde bulunduğu an ve mücadele ettiği güçlerin daha doğru tahlil edilmesini ve yanılgılardan sıyrılmayı sağlıyordu.

Bölgede trajediyi en derinden yaşayan Kürdistan coğrafyasıydı. Kürdistan tarihi, başarısız kalmış isyanların mezarlığını andırıyordu. Artık bölge ve Kürdistan’da yaşanan şey; umutsuzluk, teslimiyet ve kendine yabancılaşmaydı. Ortadoğu’da en derin çıkmaz ve kendi olmaktan çıkma durumu, Kürdistan’da ve Kürt toplumunda yaşanıyordu. Zagros silsilesinde başlayan büyük toplumsal devrimin en kadim ülkesi ve halkı, varoluş tarihinin en büyük düşüşünü yaşıyordu. Öyleyse çelişkinin en gelişkin yerinde özgürlük tohumu ekmek en doğru yöntem olmaktaydı. Ana vatan gerçekliği, parçalanan ve halk olma gerçekliğinden çıkarılmış bir olguydu Kürdistan’daki durum. Ve kapitalist modernitenin zihniyet kalıpları içinde en kötüsünden bir taklit olarak işbirlikçilik temelinde beslenip şekillenen bölgedeki ulus-devletler ve fundamentalist yapılar, Kürdistan’daki durumun nedeniydi. Bölgenin bu durumdan çıkarılıp kendi tarih ve kültürel gerçekliğine uyumlu hale getirilmesi, direkt Kürdistan’daki durumun değiştirilmesine bağlıydı. Bu gerçeklik, PKK öncülüğündeki Kürdistan Devrim gerçekliğinin neden böylesine büyük etki yarattığını ve küresel güçlerin korkularını depreştirdiğini açıklıyor.

Türkiye’nin de Gladio yapılanması ile her türlü şiddet aracını Kürdistan Devrimi’ne karşı devreye koyması ve KDP öncülüğündeki işbirlikçi çizgiyi tüm imkânları devreye sokup palazlandırması, Kürdistan devriminin bölgedeki etki gücünden ötürüdür. İran İslam Devrimi’nde ABD Tahran elçiliğinde ortaya çıkan CIA belgelerinde şöyle bir ibare geçiyor: “Kürdistan’da APOCULAR adlı bir grup var, diğer tüm örgütlerden farklı, çok tehlikelidir.” Bu belgeden de anlaşıldığı üzere, Kürdistan Devrimi, ilk oluşumundan bu yana egemen sistemler açısından sürekli olarak ciddi ve tehlikeli bir güç olarak görülmüştür. Bu nedenle de uluslararası komplo ile Kürt Halk Önderi Öcalan’ın esir alınması, aslında Kürdistan Devrimi somutunda yaşanan Ortadoğu’da bağımsız ve özgürlükçü çizginin tasfiye edilmesidir. Küresel güçlerin planı, komplonun hemen arkasından işbirlikçi KDP çizgisinin öncülüğünde tüm Kürtleri birleştirip kendi çıkarları doğrultusunda kullanma yönündeydi. Çünkü Kürdistan’ın jeo-stratejik, jeo-politik konumu ve bölge içindeki önemi, küresel güçlerin olağanüstü duyarlı olmalarını beraberinde getiriyordu. Kürdistan’da hakim olacak çizgi, Ortadoğu’nun şekillenmesinde belirleyici olacaktı. O nedenle de Ortadoğu’nun yitirdiği anlam ve umut gücünü yeniden sağlayarak kaotik durumdan çıkışı, Kürdistan Devrimi’nin durumuna bağlıydı.

“Arap Baharı” ve Rojava Devrimi

“Arap Baharı” olarak başlayan halkların başkaldırısı, mevcut sistemlerin yaşadığı krizlik durumun dışa vurumuydu. Ortadoğu tarihsel gerçeğinden yoksun, düşünsel perspektiften ve bu paralelde de öncü bir örgütsel güçten mahrum olma durumu, bu halk isyanlarının istenilen sonucu almamasında en temel nedendi. Kürt Halk Önderi’nin İmralı’da geliştirdiği tarihi, felsefi ve politik çizgi komplocu güçlerin Kürdistan ve Ortadoğu halkları üzerinde geliştirmeye çalıştığı planları önemli oranda darbeledi.

Ortadoğu’da tüm inançların ve etnik yapıların özgürce kendini ifade etmesi üzerine kurulan felsefi ve politik yaklaşımı, Kürdistan Devrimi’nin Ortadoğu’nun özgürlük umudu olma iddiasını gittikçe büyütüyordu. Özelikle Rojava’da yaşanan demokratik ulus perspektifli devrim, farlılık içinde birlik-eşitlik diskuru, tüm farklılıkları ortak yaşam doğrultusunda kenetliyordu. Kürdistan Devrimi, Rojava’da Ortadoğu halklarının umudunu büyütüyor; böylece halklar, tarihte hep özlem duydukları kökleriyle buluşuyordu. Yaşanan bu durum Kürdistan Devrimi’nin Ortadoğu halkları için öze dönüş rolünü oynadığını gösteriyor. Öyle ki Kürdistan Devrim perspektifi, öze dönüş felsefesiyle dinamik ve iç içeydi. Kürdistan Devrimi’nin en temel özeliği, düşünsel ve eylemsel şekillenmesinde var olan özgür kadın rengi ile Ortadoğu’nun özgürlük umudu olmasıdır.

Ortadoğu’da Kadının Konumu ve Devrim

Tarihte insanlığa yön veren devrimlerin (Neolitik) öncüsü olan kadın, yaşamın tüm alanlarında etkisiz ve anlamsız hale getirilmiştir. Aslında kadın şahsında yaşanan anlamsızlık, insanlığın kendi özüne yabancılaşma ve yaşamın anlamsız kılınmasının işaretidir. Bu durum, en çok Ortadoğu’da yaşanmaktaydı. Ortadoğu’da yaşamın değer yitimi ve zihni köleliğin had safhaya ulaşması, kadının yok sayılarak etkisiz bırakılmasındandır. Ataerkil, iktidarcı sistemin zihniyet yapılanması, kadını etkisiz bırakarak yaşamı zehirliyordu. Devletçi zihniyetin dini yapıları özünden boşaltarak kendi yedeği haline getirmesi, tüm sömürüsüne meşruluk kazandırmak için önemli bir araçtı. Ortadoğu’da köklü bir değişim ve devrim perspektifinde kadının nasıl ele alınması gerektiği konusunda Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın belirlenimi hayati önemdedir: “Köklü bir kadın devrimi, dolayısıyla erkeğin zihniyet ve yaşam değişikliği yaşanmadan yaşamın kurtuluşu olanaksızdır. Çünkü yaşamın başat kendisi olan kadın kurtulmadan, yaşam hep bir serap olarak yaşanacaktır. Erkeğin yaşamla ve yaşamın kadınla barışması sağlanmadıkça, mutluluk da boş bir hayal olacaktır. Kadın ve özgür yaşam için toplumsal gerçekler sınırsızdır. Ortadoğu toplumu ve kadını, yaşadığı uygarlık ve fethine uğradığı moderniteyle düşürüleceği kadar düşürülmüş, kendisi olmaktan çıkarılmış, nesne konumuna getirilmiştir. Toplumsal sorunun kadın üzerinde çözümlenmesi ve çözümüne aynı olgu üzerinden gidilmesi doğru bir yöntemdir. Sorunların anasına, ancak çözümlerin anası olan kadın devrimi dayatılarak hakikate doğru adımlarla varılabilir.”

Ortadoğu’da özgürlük bilinci ve eylemi, kadın öncülüğünde yaşamın tanımlanması ile mümkündür. Kürdistan Devrimi aynı zamanda bir kadın devrimidir. Yaşamın özgürlük-demokratik inşası ve anlam kazanması bu temelde Rojava’da yaşanıyor. Rojava Devrimi’nin büyük heyecanı ve farklılığı bu gerçeklikte açığa çıkıyor.

Bu temelde Ortadoğu’da yeni bir umut ve anlam gücü olarak Kürdistan Devrimi’ni tanımlamak tarihsel bir doğru olarak önümüzde duruyor. Kürdistan Devrimi, Ortadoğu’nun özgürlük bilinci ve özgür yaşam arayışının ifadesi olmaktadır. Ortadoğu’da özgürlük tohumları, Kürdistan Devrimi öncülüğünde her yere serpiştiriliyor. Bu tohum, özgür ve demokratik Ortadoğu’yu müjdelemektedir.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın belirttiği üzere, “Ortadoğu’da denenmesi gereken model devlet-ulusuyla, demokratik ulusun varlığını ve özerkliğini esas alan demokratik anayasal çözümdür.” Bu çerçevede, Öcalan’ın dikkati çektiği “Demokratik Uluslar Birliği”nin zarureti ortadadır:

“[…]Ortadoğu, tarihte çok uzun sürmüş evrensel rolünü ancak Demokratik Uluslar Birliği çatısı altında yeniden ele geçirip oynayabilir. […] Kürdistan Devrimi her zamankinden fazla bir Ortadoğu Devrimi’dir. Kürt demokratik uluslaşması da Ortadoğu Demokratik Uluslar Birliği’dir.”

 

 

 

 

Kaynakça ve Dipnot
 
  • Öcalan, Abdullah. (2011). Demokratik Uygarlık Manifestosu: Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık. IV. Cilt. Hawar Yayınevi.
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.