Düşünce ve Kuram Dergisi

Küreselleşmenin Bugününde Kürt Mücadelesi

Ahmet Soysal

Küreselleşme döneminde her yerel (bölgesel) sorun, küreselleşme düzeninin bütününün yansıdığı bir çelişki düzlemini ortaya koyar. Birkaç ülkeyi birden kapsayan, dolayısıyla oldukça geniş bir bölgesel sorun olarak Kürt Sorunu, en başta Kürt gruplar olmak üzere bu bölgede yaşayan çeşitli birey gruplarının küreselleşmenin belirlenimleriyle karşı karşıya kaldığı bir ortamı tanımlamaktadır.

Küreselleşme çağında politik analiz, iki ters çizgiyi bir araya getirmeli, kesiştirmelidir: Bu çizgilerden birincisi, en genelden, öyleyse küreselleşmenin ilkesinden; ikincisi tabandan, öyleyse bölgenin genel toplumsal, ekonomik, kültürel koşullarından yola çıkacaktır.

Bugün küreselleşme, Lenin’in teorileştirdiği tarzda 20. yüzyıl başında kapitalizmin aldığı yeni biçim olan emperyalizmin oldukça biçim değiştirmiş durumunu ortaya koymaktadır. Kapital’in bütün yeryüzüne dayattığı üretim, dolaşım, tüketim şekli, tekno-bilimsel gelişmelerin almış olduğu hızla beraber, bireylerin ve birey gruplarının Kapital tarafından genel bir araçlaştırılmasından oluşmaktadır. Yeni küresel emperyalist sistemde, Kapital yeryüzünün tek merkezi konumundadır. Bu, içinde, yerkürenin çeşitli bölgelerinde konumlanmış finans ve üretim odaklarının “jeneratör” ve “transformatör” işlevini gördüğü, yaygın, akış durumunda, genel (felsefî terimle “içkin”) bir merkezdir. Kapital’in küresel yaygınlığı, ona bağlanmış olan ve bugün bilişimsel devrimin icatlarından yararlanan medyatik sistem tarafından bireylerin beyinlerine ve bedenlerine işlenmektedir.

Bireylerin genel araçlaştırılması, bütün bireylerin, sistemin zorunlu tüketicisi olarak, Kapital’in bir yeniden üreticisi durumuna sokulmasıdır. Bu tarihsel durum, kökeni ta Rönesans’a dayanan Batı modernitesinin bugün vardığı noktadır. Küreselleşmenin tarihsel belirleniminde ekonomik, tekno-bilimsel ve kurumsal (politik) düzlemler, gerçekliğin (ve modernite’nin) diğer iki oluşturucu ögesi olan düşünsel ve biçimsel (sanatlar) düzlemlerin önünde gelmektedir (bütün bu düzlemlerin çeşitli tarzlarda bir araya geldiğini göz önünde bulundurmak gerekir).

Somutlaştırırsak, bugün küresel Kapital’in başat odağı ABD, ve onun ağırlığını yansıtan finans ve üretim odakları ile medyatik sistemdir. Oysa, küreselleşme, tek bir ekonomik-politik odağın (ABD) rakipsiz hegemonyası anlamına gelmemektedir. Başka ekonomik-politik odaklar (Rusya, Çin, Avrupa Birliği, Japonya, ve son dönemde Brezilya, Hindistan vs), küreselleşme kapsamında hegemonik çekişme içindedir. Henüz, ilk emperyalist savaş olan 14-18 savaşı gibi hegemonik savaşın yaşanılmış olmaması, bunun gelecekte yaşanılmayacağı anlamına gelmez.

İkinci analiz çizgisi tabandan yola çıkmaktadır. Geniş bölgesel sorun olarak Kürt Sorunu, Türkiye, Irak, Suriye ve İran devletlerinin coğrafyasını kapsamaktadır. Bugün Kürt mücadelelerinin varmış olduğu noktanın bir yansıması, Türkiye’de Kürt kimliğinin hiç değilse söz düzeyinde “tanınmış” olmasıdır. “Kürt” sözcüğü, öncelikle tarihsel ve coğrafyasal bir aidiyeti, öyleyse bir kimliği belirtmektedir. Bir insan grubunun tarihsel, coğrafyasal, dilsel, kültürel varlığı onu belli bir homojenliği, tutarlığı, birliği olan bir toplum (ya da halk) olarak tanımlar. Kürtlerin, modernitenin 20. yüzyıl dönemecinde ve onun devamında dört ayrı ulus-devletin sınırları içine bölünmesi, onların ortaklığının homojenliğini, tutarlığını ve birliğini kaçınılmaz olarak aşındırmış olsa da, bugün biraz aklı başında olan hiç kimse artık bir Kürt toplumunun (halkının) aidiyetini, kimliğini söz konusu edemez. Bilindiği gibi ulus terimi, bu tarz bir aidiyetin ve kimliğin modern kökenli adlandırmalarından biri olmuştur. Oysa tarihsel gerçekliğinde ulus sorunsalı, bu terim altında kurulan ve tarih sahnesinde burjuvazinin (ve onun temsil ettiği Kapital’in) egemenliğini ifade eden, eşitlik ve kardeşlik mitos’u altından oligarşik bir yapıyı ortaya seren ve çoğunluk etnisitesinin dilsel, dinsel ve kültürel belirlenimlerini standart yapan (dolayısıyla buyuran, dayatan) devlete işaret etmektedir.

Tarihsel Kürt mücadeleleri, Kürt halkının sınıfsal olduğu kadar kimliksel mücadelelerini kapsar. Bu iki mücadele boyutu, değişik dönemlerde değişik biçimlerde bir araya gelmiştir. Sınıf mücadelesi düzleminde, feodal yapının mevcudiyeti, mücadelenin kimi zaman Kürtler arasında olmasını da kaçınılmaz kılmıştır.

Küreselleşmenin bugünkü aşamasında Kürt Sorunu ve Kürt mücadelesi, devrim düşüncesi açısından özgün teorik ve pratik soruları gündeme getirmektedir. Marksist-Leninist çizginin ilke olarak öne sürdüğü proletarya diktatörlüğü fikrini tarihsel gelişme işlevsiz kılmıştır. 20. yüzyılda, sömürgeci emperyalizme ve onun işbirlikçilerine karşı yürütülmüş halk savaşları (Çin’de, Vietnam’da, Küba’da, Afrika’da vs), Marksizm-Leninizm’in başka bir ilkesinin -enternasyonalizmin- sınırlarını da ortaya koymuştur. Doğrudur ki sömürge karşıtı halk savaşları, ulus fikrinin sınıfsal ve etnisist olmayan bir tasarımını gündeme getirmiştir. Bu açıdan, ulus terimi halk terimiyle eş anlamlı olabilmiştir. Böyle olmakla birlikte, sömürge karşıtı savaşların sonucunda, askerî diktatörlükler, burjuva eşitlik ve kardeşlik mitos’unun “sosyalist” versiyonuna yaslanan yeni oligarşik yönetimlerin (devletlerin) ortaya çıkmasına, dolayısıyla yeni baskılara, adaletsizliklere yol açmıştır.

İşte devrimci olma iddiasını taşıyan Kürt mücadelesi bugün devrim olgusunun bu tarihsel bağlamını hesaba katmak durumunda ve belki de aşamasındadır. Kürt devrimci mücadelesi, hem devrimin bu tarihsel bağlamını, hem de emperyalizmin, dolayısıyla Kapital’in bugün almış olduğu yeni biçimi göz önünde bulundurarak sınıfsal ve kimliksel nitelikleri bir araya getirme durumundadır. Bugün sınıf mücadelesi, artık bir ülkede ya da bütün dünyada proletarya diktatörlüğünü gerçekleştirmek hedefiyle tanımlanamaz. Yeni sınıf mücadelesinde söz konusu olan, küreselleşmiş emperyalizm ile toptan mücadeledir. Bu, hegemonik ekonomik-politik odaktan başlayarak, hegemonik çekişme içinde olan bütün kapitalist odaklar ve bunların uzantıları ile mücadele anlamına gelmektedir. Sosyalist geçmişin, yeni oligarşilerin yararına oluşmuş otoriter, merkeziyetçi, bürokratik parti-devlet örgütlenmesinin tekelci ekonomik düzeni yerine özyönetimsel yapılı ve sınırlı boyutlu birimleri kapsayan çoğul bir üretici ağının kurulması yaşamsaldır. Ekonomi ile birlikte politik yönetimin ve kültür praksis’inin halkın bireylerinin ve gruplarının egemenliğine geçişinin koşulları sağlanmalıdır. Kimliksel nitelik, halkın ekonomik, politik ve kültürel egemenliğinin gerçekleşmesi ile ilgili bir sorudur. Halkın eksiksiz (tam) egemenliği, halkın içindeki farklı birey grupların eşit egemenliğidir. Aslında, herhangi bir bireyin, aynı an’da farklı gruplara ait olduğu unutulmamalıdır (örneğin Kürt, Alevi, kadın vs).

Yukarıda de değindiğimiz gibi, Kürt kimliği, tarihsel, coğrafyasal, dilsel, kültürel bir aidiyet toplamını tanımlar. Halkın bütününün eksiksiz egemenliğinin gerçekleştiği yeni tip anti-otoriter sosyalist toplumda, geniş bir azınlık grubu olan Kürtler, hem çoğunluk grubu ya da gruplarıyla, hem de daha küçük azınlık gruplarıyla eşit egemenliğe, dolayısıyla özgürlüğe sahip olacaklardır (burada “geniş azınlık grubu” terimi, Türkiye Kürtlerini belirtmektedir; Kuzey Irak gibi, Kürtlerin çoğunlukta olduğu konumların olduğu da elbette hesaba katılmalıdır).

Bugün Kürt mücadelesi, sınıfsal ve kimliksel boyutların birleştiği bir mücadele olarak, hem halkın bütününün (ya da bütün halkların, birey gruplarının) eksiksiz egemenliği için, hem de Kürt halkının eşit egemenliği için mücadeledir. Bu iki mücadele, birbirine bağlıdır. Somut güncel sorun, küreselleşmenin bugününde, dört bölgesel devletin ayrı ayrı durumları bağlamında ne yapılması gerektiği ile ilgili sorundur. Politikler, bu soruya çeşitli yanıtlar aramakta, bulmakta ve sınamaktadır. Bu noktada teorik yaklaşımın görevi, kavramsal araçlar sunmak, anlamak, ve sürekli olarak, olanaklı olan en kesin terimlerle, saptamaktır. Kürt sorunu karşısında, teori de pratik de kendini zorlamak, deyim yerindeyse kafa yormak, denemek, iş yapmak zorundadır. Bölgedeki politik gelişmelerin önemi, bölgeyi tanımlayan özsel olguların belki de başında gelen Kürt olgusunu temel bir teorik ve politik soru yapmaktadır. Bu soru o kadar önemlidir ki, bunun politik düşüncenin ve pratiğin geleceğini ilgilendirdiğini söylemek abartılı olmaz. Sorunun boyutlarından biri, bölgedeki ve en başta Türkiye’deki devrimci çizgilerin Kürt mücadelesi ile kuracağı bağ boyutudur. Bu, diyalog ve ortak tutum arayışı anlamına gelmektedir. Türkiye’nin ve bölgenin de ötesinde, dünyadaki anti-otoriter yeni tip sosyalist grupların ve komünist çizgideki anarşist grupların küresel çapta birbiriyle diyalog, yardımlaşma ve ortak mücadele arayışını geliştirmeleri devrimci koşuldur. Reel politika zorunluluklarının buna her zaman yeterli derecede izin vermeme olasılığı devrim düşüncesini zayıflatmamalıdır. Devrim düşüncesi, kendi hedeflerinden şaşmaz; o, sabırla, merakla, açık görürlükle, kesinlik çabasıyla somut özgürlüğün, eşitliğin gerçekleşmesi için kendine düşen sorumluluğu her koşulda, bazen yalnız kalmak pahasına da olsa, üstlenir.

 

 

 

Kaynakça ve Dipnot
 
  • Soysal, Ahmet. (2008). Devrim Düşüncesi, Versus yayınları,
  • Soysal, Ahmet. (2010). İlke Olarak Yaşam Üstüne Notlar ya da Mini-Etika, Monokl Yayınları, Soysal, Ahmet. (2011). Birlikte ve Başka I ve II, Monokl yayınları.
  • Kolektif Yayın. (2013). Direnişi Düşünmek: Gezi, Monokl Yayınları.
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.