Düşünce ve Kuram Dergisi

Ortadoğu’da Yaşam

Seyit Oktay

“Yaşam nehir misali”

Yaşam çözülmemiş muammadır.

Üç milyar yıllık geçmişinde de, atom altı parçacıkların sırlı dünyasında da, ölümle kıyaslandığında da, varlıkyokluk ikileminin izdüşümlerinin tezahüründe de…

Bilimde de, felsefede de, dinde de, mitolojide de.

Cevabı sonsuz çoklukta ontolojik bir sorudur;

Yaşam nedir?

Basitçe, doğumdan ölüme kadar geçen süre olarak da tanımlanabilir. Ancak hakikat değeri olmayan sıradan bir cevap olmaktan öteye geçmez.

Bileceğimiz nedir o zaman? İzafiliğidir, anlamla yoğun ilişki içinde olduğudur, hakikatle kuvvetli bağlar içerdiğidir, ölümle gerçek anlamına yaklaştığıdır, arayıştır.

Olmak ve varolmak ya da yaşam

Felsefede ayrı bir alan olarak hızla ilerlediğimizi fark ederiz “yaşam” muammasıyla uğraşmaya başladığımızda. Buna rağmen anlama çabamız en az soyumuzun geçmişi kadar eskidir.

Yaşam anlamlı olanın peşinden koşmak mıdır? Süregiden döngüde özgürlük arayışı mıdır? Hakikatin peşinden aşkla koşmak mıdır? Varlığını ölümsüz kılma arayışı mıdır? Evrenin bize bahşettiği hem kutsalımız hem de lanetimiz olan mıdır? Sonlu ama çoklu evrende özne olmanın arayışı mıdır yaşam?

Ya da,

Tanrının veya doğanın bahşettiği bir hediye midir? Belki de hepsi ya da hiçbiri…

Yaşama anlam vermeye çalışırken, yeni bir kavşağa çıkıyoruz: Yolumuz “Nasıl yaşamlı?”, “Ne yapmalı?”, “Nerden başlamalı?” sorularıyla kesişiyor. Bu sorular bizi yaşamla hakikati buluşturma sınırlarına taşıyor.

Yaşamı anlama çabamızı ucu açık sorularla devam ettirirken, bu sorular ışığında mutlak olarak cevaplayabileceğimiz bir gün biteceği, ölümle tanışacağımız gerçeği, ona hakkını vererek içini doldurmak sorunsalıyla baş başa bırakıyor bizi…

Mutlak olan; farkına vararak yaşayacağımızın bir sınırı ve süresi olduğudur.

Varlık, zaman ve yaşam

Bütün bu sorularda ve sorgulamalarda insan var, insanın varlığını ve “yaşam”ını anlamlı farklı kılan ise; toplum ilişkisinde yaşam daha güçlü bir anlama kavuşuyor.

Zeka, kültür, tarih, yaşam dediğimizin içini toplumla dolduruyor.

İnsan ve toplum, yaşamı kuruyor, inşa ediyor, anlamlandırıyor, biriktiriyor, geleceğe çıkartıyor.

Bilgi yaşama, yaşam bilgiye akıyor. Ne çok benziyor nehire; nehir dağların kuytuluk gözelerinde doğuyor, akıyor, biçimleniyor, biçimlendiriyor, dallanıp-budaklanıyor, akmaya devam ediyor, yaratıyor, yıkıyor, azalıyor, çoğalıyor, gürleyip-esiyor, susup-siniyor, rengarenk oluyor, matlaşıyor, upuzun bir “olma” ve “oldurma” macerasından sonra bir denize dökülüyor ve artık nehir olmaktan çıkıyor…

Nehir; dağda başlıyor, denizde bitiyor.

Yaşam nehir misali…

Nehir yaşam misali…

Nasıl? Hakikatin izindin gitmeli

Nereden başlamalı? Anlam ve hakikatin doğduğu topraklardan.

Varlık, zaman, yaşam ve mekan

Kadim topraklar yaşam kokuyor. Kadim toprakların meselleri, masalları, destanları muhteşem yaşam anlatır.

Anlam Doğu’da, Ortadoğu’da, Mezopotamya’da ilk olarak hakikate büründü.

Yaşam dağda yeşerdi, ovada çeşitlendi, şehirde yenildi.

Kelam; anlamın resmi, hakikatin şiiri, kadınla başladı.

Doğu, kadın, Ortadoğu ve hepsi birden yaşamın sonsuz ve muazzam anlatısı.

Kadın, yaşamın en güzel tarifi, anlamı, hakikati. Papirüsten, tabletten, levhadan, kitaptan önce sözü yaratan.

Doğu-Ortadoğu yaşamın cennetinin yapıcısı. Güzelliğin, mutluluğun, sevincin, hüznün, kederin, cümle duyguların aktığı ve vücut bulduğu yer. Aklın, yaratıcılığın, yapıcılığın, kurmanın cümle akli melekelerin öğütlediği değirmen. Toprağın, bitkinin, suyun, hayvanın, cümle mahlukatın dahil olduğu verimli hilal. Şiirin, şarkının, sözün, dilin, dinin, yerin ve göğün ritminin ahenge kavuştuğu büyük destan. Kadim zamanların kadim toprakları. Yaşamın ve hakikatin sonsuz ama trajik aşkının başladığı kutsal beşik. Gılgameş’in peşinden koştuğu ilk yanılgı, ölümsüzlük arayışının, esasında yaşamı anlamlandırma gayreti…

İlk iktidarın, devletin kentin üzerinde yaşamı soldurduğu: Kadın’ın, Tiamat’ın çığlığında yitişiyle, yitenin yaşam olduğu gafletin sonsuz bir lanet gibi peydahlandığı, zulüm, zalim ve zulmetmenin meşrulaştığı, katillerin kahraman, kahramanların katil olduğu, hakikatin ters-yüz edilerek ağulu bir içeceğe dönüştüğü, tanrıçaların öldürülüp tanrıların kutsandığı, kendi elleriyle kendi katillerinin büyütülüp, beslendiği, erkeğin en tepeye kadının silik bir gölgeye indirgendiği, katil bilgisinin en temel bilgiye dönüştüğü, insanlığın cennetinin insanlığın çölüne evrildiği, ölümün sonsuz biçimlerde devşirilip inşa edildiği, kavganın, çatışmanın, boğazlamanın geçer akçe haline geldiği ve sonsuz ve açık bir yara olarak bu güne kadar durmadan kanayan, kanamaya devam eden “Kadim Topraklar”…

Korkunç, güzel, ihtişamlı, yenik, mağrur, kendi bedeni altında çocuklarını boğan koca gövdeli yaşlı ana.

Vakanüvislerin yazdıklarıyla azalan, gizledikleri ve yazmadıklarıyla çığlığa dönüşen hikaye. Doğu, Ortadoğu’da yaşamın hülasası Bu hikayenin günümüzde aldığı mecra; “doğal toplum” ile “iktidarcı ve devletçi” toplumun kıyasıyla kavgaya tutuştuğu kaos hali ya da araf.

Yaşam bu savaşın orta yerinde duruyor. Kazananın biçimlendireceği muamma,

Kadim topraklar şu anda bu bocalamanın bin türlü versiyonunun çarpıştığı arenaya dönmüştür.

Devletçi, iktidarcı, yapının onun ulus-devletinin en konvansiyonel ve en berbat haliyle abandığı; doğal, batin, tasavvufi ve özgürlük esaslı doğal yaşamdır.

Çıldıran ve cinnet geçiren, “tecavüzcü erkek medeniyet” bu nedenle; klanlardan, bugünün direnen demokratik komünlerine kadar ve son nefesini vermemeye çalışan “yaşam”ı hedefine koymuştur.

Bugün Ortadoğu kadir-i mutlak ölümdür Ama yaşam çok uzakta değildir. Direnmenin her anına ve her biçimine sirayet etmiştir. Yeniden doğuş mümkündür. Yaşamı hakikatle buluşturmak ona hak ettiği değeri yeniden vermektir. Ölüm bir nihayettir ama yaşam ona varana dek anlamlı kılınabilir. Ortadoğu; zamana yenilmeden büyük doğuşunu kendi küllerinden yaratma kudretine sahiptir. Kökleri-kültürü; yaşamı yeniden yaratma, üretme ve anlamlı kılma konusunda gerekli imkanları sunabilecek güçtedir.

Yaşam bu toprakların damarlarında hala güzel, hala hakikat yüklü ve çeşitliliğe akmaya devam etmektedir. Gerekli olan; üstü kalın örtülerle örtülmüş bu gerçeği güneşin doğduğu bu diyarda yeniden gün yüzüne çıkarabilmektir.

Yaşam ve hakikat, Kaf Dağı’nın ardında değil, hemen gözlerimizin önündedir.

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.