Düşünce ve Kuram Dergisi

Ortadoğu da Dinsel ve Edebi Metinler

Turan Uysal - Murat Türk

Toplumun ortak hafızası, tikelliğin ve evrenselliğin besleyici ilişkisiyle esas anlamına kavuşur. Kapitalist sistem, toplumun ortak algısını çarpıtarak onu kendi gerçekliğinden koparmıştır. Kapitalizmin dini pozitivizm, her açıdan evrensel bütünlüğü parçalayıcı rol oynamıştır. Parçalama, kapitalizm açısından hem araç hem amaç durumundadır. Hakikat parçalandıkça kapitalizm büyümekte, ömrü uzamaktadır. Oysa evrensel hakikat bir bütündür, bütün bağlamlarından koparıldığı zaman dağılarak çürümeye başlar. Pozitivist anlayışta, olay ve olgular tarihsel bağlamlarından koparılarak ele alınır, bölünür, parçalanır. Tek amaç pragmatizmdir, kardır. Bu metot sonucunda toplumun ortak hafızası olan evrensellik derin bir yara almıştır.

Dinsel ve edebi metinlerin oluşturduğu evrensel külliyatı incelediğimizde, bu birikimin aynı kaynaklardan beslendiğini farkederiz. Günümüzde birçok eserde karşımıza çıkan temel kurgu ve motifleri, hatta imgeleri, insanlığın yazıyı icat ettikten sonra belgelediği ilk metinlerde görebiliyoruz. Evrene, doğaya ve insana dair temel öğelerinin çoğu bu eski eserlerde mevcuttur. İnsanlığın uzun süre biriktirdiği metafizik kültür ilk nüveleri bu metinlerde karşımıza çıkmaktadır.

Genelde dinsel ve edebi metinlerin ilk haline Sümerler de rastlamaktayız. Sümerler, hafızalarındaki sözlü kültür birikimini kayıt altına almadan önce, sözü sayısız defa ritüel süreçlerden geçirerek önemli bir tecrübe edinmişlerdi. Bu miras daha sonra insanlığın evrensel kültürüne temel kaynak oldu. Ardından yazılar, metinler bir şekilde bu temel kaynaklardan beslendi. Bu metinlerin orijinalliği, her kültürün ideolojik üretimine olanak tanıyan çok katmanlı yorumlara açık olmasındadır. Semboller, imgeler, motifler mükemmel bir kurgu içinde, hassas denge gözetilerek zekice örülmüştür. Bu nedenle filizlenmeye yatkın, güncele kolaylıkla uyarlanabilecek bir yapıya sahiptir. Ortadoğu’nun kutsal, büyüleyici yaşamını izah etmeye çalışan tek tanrılı dinlerin manifestosu niteliğindeki metinler de bu ilk kaynaklardan beslenmiştir. Tufan’dan Yaratılış mitosuna, cennet/cehennem kavramlaştırılmasından Âdem ile Hava’nın cennetten kovuluşuna kadar birçok tarihsel olayın ana kaynağına bu metinlerde rastlamaktayız. Sonraki metinlerde ise orijinal bir üretim bulamıyoruz fakat orijinal metne katkılarını sunup döneme uyarlanmaları bakımından bir özgünlükten de bahsedilebilir.

Bilinen ilk destan olan Gılgamış Destanı, Sümer Uruk sitesinin kuruluşuyla sembolize edilen devletin kuruluş hikâyesini anlatır. Gılgamış destanı, daha sonra yazılan metinler için temel bir kaynak durumundadır. Homeros’un İlyada’sı, Virgulus’un Aenas’ı, Dante’nin İlahi Komedya’sına kadar birçok eserde bu destanın etkilerini görebiliriz. Kutsal kitapların temel motiflerinden Tufan, Yaratılış ve benzeri mitosların orijinal haline bu destanlarda rastlıyoruz. Bu anlatılar, toplumlar için ideolojik bir işleve sahip olduğundan, mevcut sisteme dair de temel zihni formları içermektedirler. Toplumsal bunalımın yoğunlaştığı dönemlerde bu tarz soluklandırıcı yorumlar toplum acısından anlamlı sonuçlara yol açmıştır. Dağılmayla yüz yüze kalan toplumsal hafıza bu öyküler aracılığıyla toparlanmış, tazelenmiştir. Ayrıca yeni bir kimlik ve paradigmanın oluşturulması için toplumun inandırılması gerekmektedir. Dinsel metinlerinden İlyada, Ramayana, Kalavela, Şahname ve Mem û Zin’e kadar birçok edebi metin, kalıcı inanç geleneğinin çarpıcı örneklerindendir. Toplum öz duygularını, bu metinlerde bulmakta, kendisiyle yüzleşmekte ve geleceğe yürümektedir.

 

Aryenik Kültür Motifleri

Sümerleri özellikler de Zagros merkezli AryenikMazdeik geleneği hesaba katmadan Eski Ahit’i düşünmek mümkün değildir. Eski Ahit’te işlenen birçok motif Aryenik kültürden devşirilir. Örneğin, tek tanrılı dinlerde de karşılaşılan ‘aracı melek’ motiflerine ilk olarak Zerdüşt’te rastlanmaktadır. Tevrat ve Kuran’ın eskatolojisi de bu gelenekten etkilenmiştir. Zerdüşt’te Cinvat köprüsü Kuran’da Sırat köprüsüne dönüşür. Yine iman getirme sözü olan “ben kendimi Mazda’nın tapıcısı ve Zerdüşt’ün takipçisi olarak açıklıyorum”, İslamiyette kelime-i şahadete dönüşür. Ortadoğu Aryenik kültürün bir orijinal tezahürü olan Zerdüştlüğün evrensel mecraya katkısı hayli zengin ve pozitiftir. Zerdüştlük en genel anlamıyla insanlığın cennet ütopyasının maddi dünyada yaşanabileceği düşüncesini geliştirmiştir. Zerdüştlük, doğayla bir uyumu esas almış, canlılara büyük saygı gözetmiş, hayvan kurban etme ritüeline de son vermiştir. Zerdüştlük, Grek felsefesine giden yolun taşlarını döşemiş, Ortadoğu merkezli dinsel kültürü devrim niteliğindeki reformlarla yumuşatıp felsefi düşünceyle harmanlayarak köprü olma işlevini üstlenmiştir.

Bütün dinsel ve edebi metinler, dönemlerinin sosyal-kültürel ve sanatsal tarzı hakkında da temel bilgiler sunar. Metinlerin dili, şiirseldir. Lirik söylem oldukça büyüleyicidir. Özellikle dinsel metinlerin ritmi onları ezberlemeye daha yatkın kılmaktadır. Metinlerin şiirselliği onların rahatlıkla akılda tutulmasını ve yayılmasını da kolaylaştırmaktadır. Dildeki etkinin kalıcı hale gelmesi için olaylar, kısa hikâyelerle anlatılır. Tevrat’taki Neşideler Neşidesi bölümü şiirsel bir üslupla yazılmıştır. Kur-an’da da, ayetlerin çoğu şiirin harika örneklerini vermiştir, vecize ve belagat sanatı bakımından da zengin ve etkileyicidir. Metinlerdeki şiirselliğin ilk örneklerine yine Sümer ve Aryenik kültürde rastlıyoruz.

İlk destansı eserler Sümer orijinlidir. Gılgamış ve Enuma Eliş bunun ilk örnekleridir. Mitolojik edebiyatın ilk örnekleri olan bu orijinal destanlarda sınıf ve cins çatışmaları çarpıcı bir biçimde işlenmektedir. Çok boyutta yorumlara açık olsa da bu destanlarda giderek erkek egemen sistemin zaferini görüyoruz. Aynı çekişme Eski Ahit’te Habil-Kabil çatışmasında da görülür. Sümerlerde kadın, İnanna şahsında toplumsal rolünü korumaya çalışsa da, Habil-Kabil mitosunda biat kültürüne yenilmiş, kadın kendisine biçilen kadere güç getirememiştir. Bu mitostaki çoban kabileler ile tarımcı kabilelerin arasındaki çelişki ve çatışma boyutu da ayrı bir konu olarak incelenebilir.

Zihinsel bir kod olarak genelde şöyle bir diyalektik kurulur: Toplum, zihinsel ve ahlaki bakımdan sürekli bir bozulmaya doğru evrilir. Tek tanrılı dinlerde bu, iyilikten kötülüğe doğru bir yönelim veya “tanrısal hakikat”ten adım adım uzaklaşma şeklinde ifade edilir. Doğal toplum unsurları açısından uygarlığın gelişimi bir nevi cennetin yitimi olarak sembolize edilir. Bunu doğal eşitlikçi toplumdan uzaklaşmanın başlangıcı olarak değerlendirmek de mümkündür. Yitik bir ruh ve duygu dünyası şekillenmeye başlamıştır. Bu metinlerin çoğunda yitik cennete ağıtlar yakılır, destanlar yazılır. Çünkü insanlığın saf doğasına kötülük ve çirkinlik bulaşmıştır. Tek tanrılı dinlerde bu durum cennetten kovulma olarak işlenir. Zaafına yenik düşen insan, tanrı tarafından cezalandırılmıştır. Doğal tolumun devamı olan Zerdüşti gelenekte iyilikkötülük, Ahura Mazda ve Ehriman’la sembolize edilir. Sümer’de ise Agade lanetlenmiştir, Nippur’a ağıtlar yakılmıştır. Tevrat’ta Sudam şehrinin yıkılışı trajik bir dille anlatılır. Tufan öncesi insanlık tanrısal düzeni bozarak cennetini yitirmiş, boğazına kadar günaha ve kötülüğe gömülmüştür. Toplum, insanla tanrı arasındaki sözleşmeleri tanımayarak irade olmaktadır aslında. Bir çağ sonra ermek üzeredir; ama tanrısal sistem daha güçlüdür. Bir anlaşma yapılır. Anlaşmaya göre günahlardan arınmak için uzun yağmurlar yağacaktır. Toplumsallığın sürekli yinelenen büyük hakikat arayışı, bu kez Nuh öncülüğünde azgın dalgalarla boğuşup Cudi’nin doruklarında sonuçlanır. Verimli Mezopotamya toprakları Cudi’den bakıldığında gerçekten insana ilham veren büyüleyici bir cennet görünümündedir. Dinsel metinlerde tasviri yapılan cennetin mekânı da, Dicle-Fırat ırmaklarının aktığı aynı coğrafyadır.

 

Ortak Mitolojik Motifler

Ortadoğu toplumlarınca üretilen dinsel ve edebi metinler, evrensel çapta bir yorumlamaya açıktır ve metinler arası ilişkisellik çok yoğundur. Ortak mitolojik motifler her halkın edebiyatına sızmıştır. Güneş, ışık, ateş, ay, yıldız, kartal, kelebek, güvercin vb. gibi ilham verici imgeler, evrensel kültürü zenginleştirmiştir. Örneğin, yılan çok yaygın kullanılan bir motif olmuştur. Gılgamış destanında ölümsüzlük otunu yılan çalmıştır. Tevrat’ta şeytan kılığına girip Havva’yı yasaklı meyveyi yemeye teşvik etmiştir. Günümüzde ise yılan, tıbbın simgesidir. Yılanın deri değiştirme özelliği, genç kalmayı sembolize etmektedir. Kürt mitolojisinde yılan insan tarafından ihanete uğramıştır. Binbir gece masallarında geçen Şahmeran motifi yılanbaşlı kadındır. Yılan neolitik dönemdeyse doğurganlığı simgelemektedir. Görüldüğü üzere orijinal motif ilk anlamlarıyla değil yorumlanarak farklı kültürlere geçiş yapmıştır.

Birçok dinsel ve edebi metinde yer-gök ikiliği işlenmiştir. Sümerler uzun yıllar izledikleri gökyüzünü bir sisteme kavuşturarak mükemmel bir kurguyla yere uyarlamışlardır. Gök zamanla erkek-tanrıyı, yer ise bereketli toprakla özdeşleştirilen kadın-tanrıçayı sembolize etmiştir. Yer ve gök temel zihni kodlar olarak sonraki metinlerde de karşımıza çıkarlar. Bazı metinlerde, göğe yükselme olayına da rastlıyoruz. İsa öldüğünde sırtındaki çarmıhıyla göğe yükselir. Hazreti Muhammed Miraç olayında göğün tüm katlarını aşarak Allah’ın huzuruna manevi bir yolculuk yapar. Bu mitoslar sade, yalın bir dille anlatılır, fakat bu yalınlık şaşırtıcı derecede yorum ve çıkarsamalara açıktır. Esas olan bu öykülerin gerçekte yaşanıp yaşanmadığı ya da nasıl yaşandığı sorusu değil; bunlarla nelerin anlatılmak istendiğidir.

Toplum bu öykülerle, kendisine hizmet eden büyük insanları manevi kata taşır. Yaptığı işlerle toplumu ilerletenler, mutlaka toplumun vicdanında kutsanırlar. Toplumsal vicdan, anlamlı bir karşılık olarak bu adanmışlığı ödüllendirir ve manevi katta ölümsüzleştirir. Bu yaklaşım Musa’nın sepet öyküsünde de canlanır. Irmağa bırakılan sepetteki bebeği bir bahçıvan bulur, büyütür ve o bir gün topluma büyük yararı olan işler yapar. İsa’nın doğumu üzerine yapılan spekülasyonları anımsayalım. Yoruma açık olsa da, esasta oluşturulmak istenen anlam, söz konusu insanın tanrısal onayla yol gösterici bir misyon yüklenmiş olmasıdır. Toplumsal düşüncede dini söylem etkili olduğundan, insanları, önderlerin tanrı tarafından görevlendirilmiş olduğuna inandırmak gereklidir. Çünkü toplumun her katmanının kendisinden biri olarak görebileceği karizmatik liderlere ihtiyacı vardır. Irmaktaki bu çocuğu herkes sahiplenmek durumundadır. Birey önemli bir makama ulaştıktan sonra benzeri öykülemelerle efsanevi boyuta çıkarmalar sıkça yapılmaktadır. Manevi otoriteyi güçlendirme amaçlı bu öykü ilk olarak Akad kralı Sargon için anlatılsa da sonraki toplumsal önderler içinde çeşitli versiyonları kullanılmıştır. Demek ki, toplumsal hafızada öyle evrensel motifler var ki, onlarla hemen her zaman ve her mekânda rastlamak mümkündür.

Ortadoğu’da inancın ilk yorumlanma biçimi olan mitoloji, kesin kural haline geldikten sonra, doğmalarla dine evrildi. Mitoloji ve din birbirini her aşamadan besledi. Bu beslenme oldukça yoğun geçişli olarak iç içe geçti, birbirini karşılıklı yansıtan aynalar gibi biri ötekinde çoğaldı, her çoğalma yeni doğuşlara olanak sundu bu filizlenme ulaştığı her toplumsal forma tohumlarını serpiştirdi.

Dünyadaki tüm yazılı metinlerinin bir araya getirilmesi amacıyla kurulan İskenderiye Kütüphanesi, o döneme kadar bilinen metinlerin koruma altına alınması ve yayılmasında bir merkez rol oynamıştır. Helenizm’in bir kültürel sentez olarak gelişmesinde bu tarz kütüphanelerin entelektüel payı büyüktür. Doğu’nun mitolojik ve dinsel kaynaklarına felsefe katarak harmanlayan Helenizm uzun bir dönem evrensel kültüre öncülük etmiştir. Burada bilgiler çağının bir edebi versiyonu olan Ezop masallarına da değinirsek; bir dönemin ete kemiğe bürünerek görünür kılınması amacıyla çok kısa öykülenen bu masalların arkaik örneğine Sümer tabletlerinde rastlamaktayız. Neolitik-Aryenik kültürün doğa ve hayvanla sevgiye dayalı karşılıklı besleyici ilişkileri, Sümerler tarafından geleceğe aktarılmak amacıyla işlenmiştir. Karakterleri hayvan olan Fabl türü bu masalların donuk tabletlerine Batı’da adeta ruh üflenerek kanlı canlı hale getirilmiştir. Bu orijinaliteye özgün bir katkıyı daha Doğu’da Gulistan, Bostan, Kelile ve Dinme gibi halk arasında yaygınca işlenen edebi örneklerde rastlıyoruz. Sayısız versiyonu olan bu masallarda toplumsallık bakımından bilgece çıkarsamalar yapılmakta, hayat yumuşatılmakta, topluma güç ve moral kazandırılmaktadır.

 

Ortadoğu’nun Yaşatan Masalları

İslamiyet öncesi Ortadoğu’da edebi etkinliklerin önü açıktır. Arap kabileleri her yıl panayırlar kurarak şiir dinletileri ve yarışmalar düzenleme geleneğine sahipti. Şiir okuyanlar ise genelde kadınlardı. Havsa isimli şair kadının bu dönemdeki ünü anlamlıdır. Bu sosyal yapıda, neolitik kültürde olduğu gibi kadının rolü sosyalitenin merkezindedir. Kabile düzenini yaşayan topluluklarda kadınların önde olması bununla bağlantılıdır. İslam dini bir egemenlik ve sultanlık ideolojisi haline geldikten sonra Ortadoğu edebiyatında bir üretimsizliğin, bir tekrarın yaşandığına tanık oluruz. İslami gelenekte yayılma sürdükçe üretimsizlik tıkanmayla yüz yüze kalır. Ve bu noktada arayış başlar. Saray edebiyatıyla ve halk edebiyatı olarak çatallanan bu süreçte saray edebiyatıyla üst sınıflara sürekli methiyeler dizilir, gazeller okunur. Sarayın gözünde halk ya avamdır ya da tebaa. 8. ve 12. Yüzyılları arasında felsefe ve edebiyattaki arayış parlak bir dönem açılmasına neden olur. Bu zaman aralığı Ortadoğu kültüründe büyük bir soluklanmadır. Binbir gece masaları bu dönemde yazılı metne geçilir.

Batının Hıristiyan kültüründe Bacaccio’nun Decameron’una dönüşen masallar Ortadoğu’nun sözlü ve edebi anlatısının yepyeni ve özerk, çerçeve öyküler kurgusuyla örülmüş, sistematik bir toparlanmasıdır. Anlatı sanatını fantastik öğelerin bolluğuyla örüp adeta insana, hayal kuramadan yaşamanın kuruluğunu anlatan masallar, günümüzün sanat, edebiyat, sinema, resim vb. gibi hemen her sanat dalının, her toplumsal kesimin ürün devşirdiği hazine değerinde bir kaynaktır. Gururu kırılan despotik erkeğin ölümcül şiddetine son vermek adına, bir çocuğun hayal gücüyle kurgulanmış ve kadının muazzam etkileyici diliyle anlatılan masalların başlangıcı hayli öğreticidir. İnsanda içgüdüsel bir edim olarak süregelen kalıcı olma isteğini bu edebi metin türünde sıkça görüyoruz. Masal anlatıcı bilge kadın Şehrazat da tıpkı bunu yapmaktadır. Olağanüstü bir dil ve kurgu ustalığıyla anlatılan masallarının öyküsü şöyledir. Sevdiği kadının ihanetiyle sarsılan hükümdar Şehriyar kadınların sadakatsiz olduğuna inanmıştır. Her gece evlendiği bir kadını intikam için gün doğmadan öldürtür. Olup bitenleri öğrenen vezirin akıllı kızı Şehrazat kurban edilen kadınları kurtarmak amacıyla Şehyriyar’la evlenir. Hemen ilk gece ona masal anlatmaya başlar. Şehrazat, anlattığı masallarda öyle zekice mizansenler kurar ki tanyeri ağarırken masalın en güzel yerine gelinmiş olur. Masalın sonunu merak eden Şehriyar Şehrazat’ı öldürmekten o geceliğine vazgeçer ve masal masala, gün güne bağlanır, heyecan süreklileşir, geceler uzar, bin bir gece olur. Masalın sonunda hükümdar Şehriyar ile Şehrazat’ın biri yürüyen biri emekleyen, biri de kundakta üç çocuğu bile olur. Şehriyar kadınları kurban etmekten vazgeçmiştir. Ölümsüzlüğü kazanan taraf, kadının doğaya yakın ruhsal zenginliğiyle beslenen büyülü anlatım niteliğidir.

Despotik iktidar geleneğinin bir uygulaması olan kurban etme ritüelinin yerini, burada güzel anlatma yeteneği almıştır. Eski ritüellerde genç çiftler kurban edilirdi; hatta kendisi öldükten sonra yüzlerce maiyetinin de birlikte diri diri gömdürten despotlara da tanıktır tarih. İbrahim peygamberin, oğlu İsmail’i kurban etmekten son anda vazgeçerek bir koçu kurban etmesi Zerdüşti gelenekte kesin olarak son verilir. Bir başka şekilde kurban etme ritüeline bir son verişi de Kürt direniş destanı Newroz da görüyoruz. Tıpkı ruhunu, her akşam aldığı kurbanla besleyen Şehriyar gibi, zalim kral Dehak omzundaki yaradan çıkan yılancıkları doyurmak için her gece iki genci kurban edip beynini onlara yedirmektedir. Yaşamak için dağlara çekilen gençler Demirci Kawa öncülüğünde bir isyan örgütleyip 21 Mart gecesinde sarayı kuşatır, Dehak’ın zulmüne son verirler. Bu efsanelerin muhteşem kurgularını tamamlayan görkemli anlatılıları, Ortadoğu toplumlarınca sahiplenilmesini sağlamıştır. İktidarı besleyici bir tanrı kelamı olan söz, anlatma tutkusuna dönüşerek bağrında filizlendiği toplumsal zihniyete devrimci dönüşümü gerçekleştirmiştir.

 

‘Ne Olursan Ol Yine Gel’

Yazılı metinleri hemen her toplumda sese kavuşturmak kadınlara özgü bir eylem olmuştur. Ortadoğu geleneğinde, hatta günümüzün Kürt coğrafyasında masal anlatıcılar hep kadındır. ‘Pire’ dediğimiz anlatıcı geleneğin bilgelerine hemen her köyde rastlamaktayız. Kadın anlatıcıları tehdit gören batı dünyasında bir dönem cadı avı başlatılmış -ki, cadının bir anlamı da “ etkili güzel söz” demektirtoplum içinde sağaltıcı bir rol üstlenen bilge kadınlar ateşlerde yakılmış ve işkencelerden geçirilmiştir. Cins kırılmasıyla başlayan ilk iktidar kavgasının en acımasız örneklerinden birini, iradeli, bilge, özerk hareket eden cadıların sürek avında görüyoruz.

Batıda bu karanlık dönem hükmünü sürdürürken Doğu’da İslam kültüründe bir tıkanma yaşanmıştır. İktidarcı İslami gelenek Ortadoğu’da hâkimiyetini kurmuş, içtihat kapısını kapatmış, edebiyat ve felsefe alanında karanlık bir dönem başlamıştır. Nefes alamaz hale gelen toplum peygambersel izdüşümün yolunda dağ doruklarına, çöl sessizliğine, mağaraların derinliğine çekilerek teffeküre girmiş, İslami mistisizm içinde yoğunlaşmış, kendisini ‘terbiye ederek’ sistemin boğduğu ruha soluk aldırmaya çalışmışlardır. Tanrıyla arasında aracı kabul etmeyen “bir lokma bir hırka” felsefesiyle sistemini kuran tasavvufi söylem varlığın birlik içinde olduğuna ve bu birliğin tanrının bir tezahürü olduğuna inanır. Sümerler tanrısal gök sistemini yere indirip iktidarlarını kurumlaştırırken, tasavvufçular insan ruhunu maddiyattan arındırıp göklere yüceltmiş, orada tanrıyla bütünleşerek sistemin katı yanlarını yumuşatmıştır. Varlığın bir bütün olduğunu, dolayısıyla yaratan ve yaratılanın ayrılamayacağını Hallac-ı Mansur -buna Enel Hak, “Tanrı benim”söylemiştir. Tasavvuf geleneği içinde gelişen Şathiye söylemi, Sufilerin hakikate erdikleri vecd anlarında söyledikleri sözlerdir. Kullandıkları samimi ve mizahi dil Kuran’a, şeriata, sünnete aykırılık taşısa da, bu Sufiler toplumda saygın olduklarından ulema onlara fazla bir şey yapamıyordu. Ama fırsatını bulduklarında da Hallac, Nesimi, Suhreverdi gibi katlediyorlardı. Neolitik-Aryenik kültürün tanrıya atfettiği anlamlardan bağışlayıcı, sevgili, bereketli gibi yüceltici erdemlerin daha derinleştirilmiş biçimini tasavvufçuluğun tanrıyla olan ilişkisinde bulabiliyoruz. Tasavvufta, motifler daha ışıltılı, şiirsel formlara bürünerek, bir ruh inceliği temasıyla karşımıza çıkar. Işık, nur, can, canan, yar, yaren gibi kavramlar etrafında örülen doğalcı birlik temalı eserlerde bulduğumuz en temel öğe, anti-hiyerarşik bir evrensel eşitlikçiliktir. Evrensel birliğe ulaşma sevdasıyla yanıp tutuşan Sufi edebiyatı özünde sisteme karşı güçlü bir muhalif duruşu da sergilemektedir. İnsan “barışı olmayan bir savaşa” girerek sonsuz bir çabayla özünü anlamdırmaya, metaforik manada yitirmiş olduğu cennetti bulmaya çalışmaktadır. Tasavvufçuluk ilk insandan beri aranılan sonsuz huzur ve mutluluk ortamı olarak cennetin, an’da iradi mücadele sonucu arınarak yaşanabileceğini öğütlemektedir. Tasavvuf geleneği Sühreverdi’nin “ışık heykelleri” adlı metniyle nirvanasına ulaşmıştır. Suhreverdi’de esas olarak Zerdüşti gelenekten beslenmiştir. Suhreverdi, tasavvuf ve felsefeyi harmanlayarak düşüncelerini “ her şeyi kapsayan ışıklar ışığı” saf ışık metaforunun etrafında örer. Işık, yazıya geçirilen ilk metinlerde güneş, ay ve yıldızlarla sembolize edilmiş, evrensele açılan en kadim motiflerdendir.

Mesnevi adı şiirsel anlatımıyla, döneminin evrensel demokratik ruhunu temsil eden Mevlana, bütün insani değerlerin altüst olduğu bir dönemde “ne olursan ol yine gel” söylemiyle, evrenselci hattı en ileri boyuta taşımıştır. Mevlana Şems’e olan dostça aşkıyla tanrısal hakikati aramaktadır. Aşk Mevlana’da ruhun varabileceği en kutsal değerdir.

Edebi eserlerin birçoğunda işlenen aşk, ölüm, kader, ayrılık, hatsallık, özlem gibi temalar evrensel konulardır. Bu içerikteki eserlerin yan anlamlarında verilmek istenen mesajlar titizlikle incelenip çözümlenmeye, örtüler kaldırıldıktan sonra esas anlamlarına kavuşturulmaya değerdir. Yanı sıra birçok destan direniş, özgürlük, kahramanlık, adanmışlık ve fedakârlık üzerine kurulmuştur. Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Mem û Zin, Derwêşê Evdî, Kela Dimdimê gibi, çoğunda bir erkek bir kadın etrafında örülen hikâye olarak algılansa da, aslında kendi toplumlarının yapısını yansıtmaktadır. Alegorik öğelerin yoğunca serpiştirildiği bu metinlerin yalın öykülerinin çarpıcılığı, yüzyıllardır söylene söylene toplumsal hafızadan süzülmüş, evrensel öğeleri alabildiğine derinleşmiştir. Aşk evrensel bir hakikattir, hemen her insanın kalbine tezahür eder. Bu metinlerde işlenen imkânsız aşk motifi özünde toplumsalın evrensel hakikate bir türlü ulaşamamasıdır. Ulaşmak bir anlamda arayışın aynı anada bitişi manasına da geldiğinde ulaşmak aslında yoktur. Sonsuz bir çizgide ilerlemektir aslolan. Huzur ve mutluluk verici ara duraklar olsa da bunlar bir soluklanma, toparlanma, direnç toplayıp hızlanarak tekrar yol alma amaçlı kurgusal öğelerdir. Çıkarılacak ders, düşleri kararlıca gerçekleştirme iradesidir. Bu durum, tam da gerçek hayatın hakikatine karşılık düşmektedir.

Hakikat, insan maneviyatından süzülüp evrensel belgelere ilkin dinsel ve edebi metinlerde kavuşmuştur. İlk metinlerdeki kurgusal boyut, evrensel karakterli olduğundan metinler arası kullanımlara açık, her döneme ve her toplumsal gerçekliğe uyarlanabilir nitelikte olmuştur.

Ortadoğu kültür geleneği her bakımdan bir besleyici kök, bitimsiz kaynak değerindedir. Ritüelden, mitosa, yazılı tabletlerden kitap indiren semavi dinlere; aşk, özgürlük ve kahramanlık destanlarına kadar tüm metinlerin ilk orijinin üretildiği ve dünyaya yayıldığı mekânlarıdır Ortadoğu. Sonradan yazılan metinler ise bu orijinin temel genlerinin tomurcuklanması, onun zamana ve bulunduğu mekânlara özgün uyarlanmasıdır. Kapitalist sistem toplumun hakikat algısını parçalayarak bu evrensel bütünlüğü dağıtmaya çalışmıştır. Kapitalist mantık, evrensel motifleri birbirinden kopararak klonlamaya, sanal gerçeklikler serisi üretmeye çalışmaktadır. Doğru yorumlama tarzı, bir bedenin organlarını tüm bağlamlarıyla oluşturur. Evrensel kültürün ana motiflerinde kodlanmış gerçeği herkesin kabul edebileceği bir tarzda yorumlamak için, bir çocuğun hayal gücü ve kadının duygusal zekâsıyla yaklaşmak gayet isabetli olacaktır. Ortadoğu’nun insanlığa bıraktığı evrensel miras tam da böyle gerçek anlamına kavuşacaktır.

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.