Düşünce ve Kuram Dergisi

Özgürlüğü Sağlamak Toplumun Kendi Ellerinde

Emine Erciyes

Özgürlük yıllarca insanlığın üzerine yoğunlaştığı, uğruna direnişler geliştirdiği, “ya özgürlük ya ölüm” noktasında tercihler yaptığı yaşamsal bir konu. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın deyimiyle “ekmek, su kadar temel bir ihtiyaç”. Özgürlük deyince elbette aklımıza ilk olarak insan gelir. Evrende insandan başka özgürlük konusunda kafa yoran var mıdır? Aynı zamanda insandan başka özgürlük sorunu olan var mıdır demek de yerinde bir soru olsa gerek. Peki, özgür yaşamak neden bir sorun haline geldi? Özgürlük sorun olabilir mi? Asıl sorun köleliktir, sömürüdür, egemenliktir. İnsanlık yaşamından özgürlüğün gasp edilmesiyle birlikte, doğadaki diğer canlıların ve doğanın kendisinin bir sömürü alanı haline gelmesi paralel olmuştur. Buradan yola çıkarsak insanlık için özgürlük arayışı tüm doğaya dayatılan sömürü kıskacını kırmayı beraberinde getirmek durumundadır.

Önce özgürlüğün tanımını yapmakla konuya başlamak yerinde olacaktır diye düşünüyorum. Tarih boyunca özgürlük arayışının hep sürdüğü kadar, farklı özgürlük anlayışları, dolayısıyla özgürlüğe dair farklı farklı tanımlarlar da gelişmiştir. Bu tanımlamalara paralel olarak farklı yöntemlerle özgürlük arayış ve mücadelesi gelişmiştir. Elbette özgürlük anlayışını çarpıtarak özünden boşaltmak, özgürlük mücadelelerini anlamsızlaştırmak, parçalamak gibi arayışlar da egemen sistem ve ideolojileri tarafından topluma durmadan empoze edilmeye çalışılmıştır. Bu ve benzeri nedenlerle özgürlük tanımlarının farklılaşmasının bir nedeni köleliğin her çağda farklılaşan içeriğidir. Aslında özü, amacı ve anlamı değişmemekle birlikte insanlara farklı çağlarda farklı şekillerde dayatılmıştır. Kimi zaman ölesiye emek sömürüsü, kimi zaman zihni sömürü, kimi zaman asimilasyon ve kimliğini unutturma, kimi zamansa bunların hepsi birden topluma dayatılmıştır. Sonuçta bu yöntemlerin nihai hedefi toplumunun maddi ve manevi tüm birikim ve değerlerinin bir grup tarafından gasp edilmesi, tekelleştirilmesidir. Buna göre insanlık emek özgürlüğü, ekonomik özgürlük, iktidar ve egemenliklerden kurtuluş, düşünce özgürlüğü, ulusal kurtuluş gibi noktalarda özgürlük arayışını derinleştirmiştir. Tarihi anlamaya çalışırken, özgürlük penceresinden baktığımızda tarih, toplum açısından özgürlük mücadelesi olarak yaşanmıştır. Son beş bin yıl egemen güçler açısından baskı ve sömürüyü derinleştirme ve bunu sağlamak için sömürü aygıtlarını ve yöntemlerini geliştirmekle geçmişse, halklar açısından da gittikçe derinleşen direniş ve özgürlük arayışı olarak geçmiştir.

İçinde bulunduğumuz kapitalist modernite çağı ise sömürünün en üst düzeyde dayatıldığı bir çağ olduğu kadar özgürlük direnişlerinin de en zirvede olduğu bir çağdır. Kapitalizmin ideolojik kimliği olan liberalizm özgürlük tanımını muğlak bir serbestliğe indirgemiştir. Herkes kendi yapmak istediklerinde serbesttir derken, ahlakı da insanı sınırlayan toplumun geri ölçüleri olarak dıştalar. Özgür olmak için birey bunları bir kenara atmalıdır der. Serbestlik adına zincirlerinden boşalmış bir bireycilik geliştirerek, toplumu toplum olmaktan çıkarmış ve bir insan kalabalığına çevirmiştir. Birbirini ilgilendirmeyen, görmeyen, fark etmeyen sevmeyen, tam tersine herkesin birbirine rakip olduğu bir kalabalık. İşte bu noktada liberalizmin asıl serbestlik anlayışı ortaya çıkar. Bu, gücü olanın istediği kadar sömürü geliştirme serbestisidir. Birbirine yani toplumuna karşı duyarsızlaşan her insan elinden geldiğince sömürgen olmaya çalışacaktır. Zaten sistem de ayakta kalabilmesi için birilerini ezmesi, sömürmesi gerekmektedir. Özgürlük sloganı olarak belirlediği “Bırakınız yapsınlar, bırakınız etsinler.” sözünün asıl anlamı “Bırakınız ezsinler, parçalasınlar, çalsınlar çırpsınlar, katletsinler”dir.

En kötüsü de liberalizm, herkese egemen olabileceği küçük sömürgeler oluşturma zemini vererek özgürlük çelişkisini muğlaklaştırmakta müthiş bir yetenek göstermiştir. İktidar olgusu toplumun hücrelerine kadar sızdırılmıştır, her vatandaşa ulusun ve devletin sahibi olduğu ve egemen olduğu empoze edilir, böylece en derin kölelik inşa edilmiş olur. İktidar olgusu ne kadar topluma sızmışsa o kadar herkes birbirini köleleştirmeye, sömürmeye çalışır. Bundan ise iktidarın kurumlaşmış hali olan devlet karlı çıkar. O nedenle de devlet, topluma iktidarı ne kadar sızdırmışsa o kadar kurumlaşmış ve kendi sömürge konumunu hem garantilemiş hem de derinleştirmiş demektir. Örneğin elinde hiçbir şeyi olmayan, sistemin baskı ve sömürüsü altında inim inim inleyen, işsiz, aç, sefil bir erkeğin elinde, egemenliğini konuşturabileceği tek zemin kadın ve ailesi kalmıştır. Bu erkek, ailede, kendisini zavallılaştıran sistemin çektirdiklerini unutmakla kalmaz aynı zamanda onun prototipi olarak kadının ve ailesinin başında egemen sömürgen kesilir. Liberalizmin özgürlük anlayışı sayesinde her kes biraz egemen, herkes biraz sömürgeci olurken aslında insanlık en derin köleliği, özgürlükten en uzak çağını yaşamaktadır. En kötüsü ise özgürlükten bu kadar uzaklaştırılmışken, kendini özgür sanmakta, özgürlük çelişkisi yaşanmamaktadır. Çünkü burada kapitalizmin zihniyet kalıplarını oluşturan liberalizm olguları tersine çevirmektedir. Özgürlüğü özgülük karşıtlığına, ekonomiyi para ve iktidara, farklılıkları eşitlik adına tek tipliğe çevirmek gibi liste uzayıp gider. İşte, liberalizm kelime olarak özgürlük anlamına gelirken, en büyük özgürlük düşmanı, katili olan ideolojidir. Bu düşmanlığı ilk başta insanı toplumdan kopararak toplumsallığı parçalayarak inşa etmiştir. Toplumsuz insan sömürüye en açık insandır. O zaman, özgürlük tanımımızı toplumdan başlayarak yapmak başlanması gereken doğru yer olacaktır.Toplumsuz bir insan düşünülebilir mi? Kim bir gün toplumsuz ayakta kalabilir? Toplum olmadan biyolojik anlamda da olsa bir insan olarak yetişmek mümkün değildir. Toplumsuz insan olamazsa özgürlük de toplumdan soyut düşünülemez. Tek bir insanın nasıl bir özgürlük anlayışı ya da arayışı olabilir ki? Özgürlük toplumsallıkla uyanan bir duygudur. Tarihin başlangıcında insanlaşmak toplumlaşmakla başladığı gibi özgürlük de toplumlaşmakla başlar. En genel bir tanım olarak özgürlük, kendin olmak, irade sahibi olmak, kendi kararlarını verebilmek ise tek bir insan için bunlar pek bir anlam ifade etmez. Ancak toplumsal dayanışma sayesinde doğaya karşı ayakta olur, toplum içindeki katkısıyla irade olur, kendi gücünü, iradesini, yeteneklerini açığa çıkarabilir. Tek bir insan neye karşı kendisi ve irade olacaktır. Bunlar toplumla birlikte açığa çıkan hislerdir. Egemenlik dayatıldığı koşullarda ise varlığının tehdit altında, baskı, sömürü altında olması, bu sefer özgürlüğün birileri tarafından gasp edilmesidir. Bu sefer de özgürlüğün kıymetinin yakıcılığı kötü niyetli kişiler nedeniyle fark edilir. Kötü niyetlilerin sömürge ruhuna karşı özgürlük arayışı yine toplumun bağrında aranır. Topluma dönerek aranır. Kimse kötülüğe karşı tek başına savaşmayı düşünmemiştir. Kötülüğe ilk fark eden yada ona ilk rastlayan gidip bunu topluma şikayet etmiştir. Çareyi toplumdan beklemiştir.

O gün olduğu gibi bugün de insan, toplumu özgür olduğu oranda özgürleşebilir. Bu anlamda toplumsal özgürlük ve birey özgürlüğü birbirinin koşullayıcısıdır. Toplumun özgür olmadığı bir durumda bireyin özgür olması ne kadar zorsa, bireylerin özgür iradeye sahip olmadığı bir toplumun özgürlüğünden de bahsedilemez. Kölelik ve sömürü cenderesindeki bir toplumda özgür iradeye sahip olmak isteyen birey kölelik zincirlerini parçalamak için büyük bir mücadeleye girmek durumundadır. Karşısına sömürü odaklarının baskısı, şiddeti, tehdidi çıkacaktır. Devlet ve iktidar sistemi olarak kurumlaşmış sömürü odaklarını bireyin tek başına aşması düşünülemez. Özgürlük arayan kişi toplumuyla birlikte bu arayışa başlamak durumundadır. Bu anlamda toplumun özgürlük talebinin büyüklüğü, sömürüyü aşmanın kararlılığını, tarzını, yöntemini ve hızını oluşturacaktır. Özgürlüğü ancak toplumsal irade ve kararlılık sağlanabilir. Bu anlamda özgürlük toplumun kendi ellerindedir.

 

Özgürlüğü Bütünlüklü Tanımlamak

Egemenlikçi-devletçi uygarlık çağları boyunca özgürlük, kölelikten sömürüden kurtuluş olarak algılanmıştır. Bizler de son egemen uygarlık olan kapitalist modernitenin cenderesinde dünyaya gelen nesiller olarak özgürlüğü proleterleşmekten ya da sömürge ulus olmaktan kurtuluş olarak algılarız. Bunlardan kurtulmadan özgür bir yaşam inşa edemeyiz. Bu doğru. Ama bu sınırda kalan bir özgürlük tanımı, sömürünün dayatıldığı eksenden bakmayı aşamamak demektir. “Peki kurtulunca ne olacak?” sorusu bu bakışla yarım tanımlanmaktan kurtulamaz. “Sömürüsüz, egemensiz, tehditsiz, korkusuz bir dünyada, insanın kendi özüyle yaşanacak özgürlük nasıl olacak?” şeklinde bir soru, bizi özgürlüğün asıl anlamına daha yakınlaştıracaktır. Bu soruya en kısa cevapla “Özgürlük, insanın esnek zekası ve bunun kazandırdığı yaratıcılık yeteneği sayesinde yeni ve güzel dünyalar kurabilmesidir.” diyebiliriz. İnsan olarak esnek zekâ yapımız bize muazzam bir yenilik inşa etme imkanı açıyor. İnsan hem zihni ve manevi alanda, hem de maddi yaşam alanında envai çeşit ürün geliştirmeyi esnek ve yaratıcı zeka yapısına borçludur. Manevi olarak geliştirilen değerler, insanlığın yaşama verdiği anlamı ifade eder. Maddi alanda yaratılanların fikri de yine zihin gücüyle inşa edilmiştir. Dahası insanlığın bugün geliştirdiği teknoloji tüm insanlığı yıllarca rahat ettirecek muazzam bir imkanlar deryasını ifade etmektedir.

İnsan üretken olduğu oranda yaşamı anlamlı bulur. Üretim insana anlam kazandırır. Üretimsiz, beceriksiz, yeteneksiz insanlar, kompleksli, kıskanç ve bencildir. Üretimsiz insan beceriksizleşir ve yeteneksizleşir. Üreten insanın becerisi ve yeteneği tecrübesi gün geçtikçe gelişir. Hazırcı insan hep ister ama doyumsuzdur. Hırslıdır ama emekle değil ucuzdan elde etmenin yollarını arar. Asalak gibi toplumun üzerinde yaşamanın peşinde koşar. Ne kadar maddi zenginliğe ulaşsa da yaşamı anlamsız olmaktan kurtulamaz. Özgürlük, emek vermek üretmek ve bunun yarattığı değerle kendi anlamını yaratmaktır. Bu anlam topluma yansır ve kişinin toplumdaki yerini belirler. Yani kişinin toplum içindeki anlamı ve değerini yaratır. Özgürlük, yaratıcı emek ile topluma katılımdır. Her üretim mutlaka topluma tekabül eder. Salt kendin için çalışmak ya da üretmek diye bir şey yoktur. Sömürgeci sermayedarlar bile sömürüye dayalı üretim geliştirirken, toplumun arz ve taleplerini kurnazlıkla da olsa dikkate almak zorundadırlar.

İnsanların egemenliğin ve köleliğin olmadığı, kendi içlerinde bütünlüklü oldukları klan toplumları ve neolitik kültür dönemlerinde, özgürlüğün anlamı yaşamı daha da güzelleştirme arayışında anlam bulmuştur diyebiliriz. Belki de o dönemlerde özgürlük diye bir kavramın varlığı bile yoktu. Çünkü özgürleşme diye bir sorunu yokmuş insanların. O nedenle de özgürlük kavramı köleliğin baş göstermesiyle “amargi” yani anaya dönüş olarak ilk anlamını bulmuştur. Yani ana kadının yaşama öncülük ettiği, insanların huzur ve eşit yaşadığı topluma geri dönüş arayışı, özgürlüğün ilk kavramsal anlamı olmuştur. Demek ki, anaların topluma öncülük ettiği dönemin özgürlük anlayışı, özgürlüğün ilk karakteridir. Ayrıca kölelikten, sömürgecilikten bağımsız oluşmuş bir özgürlük tanımı olduğu için özgürlüğün gerçek anlamını ve bütünlüğünü ifade eder diyebiliriz. Demek ki “amargi” hala özgürlüğün en bütünlüklü anlam tanımı olmaktadır. Bu tarihte bir geri dönüş anlamında değil elbette. Egemensiz, sömürüsüz, köleliksiz, iktidarsız, devletsiz bir toplumda, herkesin kendi yeteneği, iradesi ve rengi ile topluma katıldığı, kendisinin ve toplumun anlamını yarattığı bir özgür yaşam olması temelinde bütünlüklü bir anlamdır “amargi”. Bugün bizim için de özgürlük tanımı ancak böyle bir bütünlükle anlamlı olabilir.

Özgür yaşam, yine kadın ekseninde ve kadın öncülüğünde bir inşa ile somutluk kazanacaktır. Toplumun ilk kurucusu olan kadın, toplumu dağıldığı parçalandığı, anlamını kaybettiği çağın cenderesinden kurtarmak ve tarihin başlangıcında kurduğu toplumun özüne ve özgürlük anlayışına tekrar taşımak durumundadır. Kadının toplum içindeki ilk günkü belirleyiciliği ve rolünden tutalım, tarih boyunca sömürüye karşı direnen temel odaklardan biri olması nedeniyle özgürlüğün öncüsü kadın olmak durumundadır. Aynı zamanda bugün de sömürünün en üst düzeyde dayatıldığı, sistemin ağır bedelini en fazla sırtında taşıyan kesim olması kadını en güçlü sistem karşıtı güç kılmaktadır. Kadınların oluşturduğu kesim, özgürlük ihtiyacını en fazla hisseden toplumsal kesim olarak özgürlük arayışı en güçlü olan kesimdir. Bu ona öncülük gücü de vermektedir. Kadının tarihin başlangıcından beri komünal, yaratıcı ve etrafındaki her şeyi sevgiyle kucaklayan duygulu yapısı onu toplum açısından hep sığınılan, çözüm beklenen ana kılmıştır. Bugün de toplumsal özgürlük yine kadında aydınlık umudu bulmaktadır.

 

Kadın Özgürlüğü Toplumsal Özgürlüğün Temelidir

“Sosyal yaşamın özgürleşmesi için neler gerekli?” Bunu tartışmaya çalışacağız. Sosyal yaşam insanlık yaşamını ilgilendiren her şeyi kapsıyor. İnsan yaşamına temas eden her şey sosyal yaşamı etkiler ve belirler. Bu nedenle de insan aklının ürünü olan tüm zihniyet yapıları, insan yaşamını biçimlendiren tüm kurumlaşmalar, toplumsal özgürlüğü nasıl etkiliyor, engelliyor ya da geliştiriyor gibi konuların da ele alınıp tartışılması gerekir. Diğer yandan “toplum yaşamını sorunlar yığınına çeviren iktidar ve sömürü eksenli zihniyet ve kurumlar nasıl aşılmalı ve yerine nasıl bir toplumsal sistem inşa edilmeli” hususu da toplumsal özgürlük açısından en can alıcı bir noktadır. Tüm bunlar üzerine tartışmak, bir bütün özgürlük sorununu incelemek demektir. Toplumsal özgürlük önünde engel olan tüm sorunlar insanlığa dayatılan egemenlik ve sömürü kaynaklı olduğu gibi bu durum toplumun en ücra köşelerine kadar yansımaktadır. Toplumun hiçbir kesimi bu sorunlardan muaf olduğunu iddia edemez. Diğer taraftan sorunu çözecek olan da yine insanlığın bu sorunlu kesiminin kendisi olmak durumundadır. Tarih boyunca kurtarıcılar, kahramanlar ancak topluma öncülük yapmışlardır, ve toplum mücadeleyi yükselttikçe özgürlük gelişmiş, toplumsal yaşamda somutlaşmıştır. Yani kurtarıcıların asıl yeteneği halka hakikatleri hatırlatmak olmuştur. Ama özgürlüğü inşa eden toplumun kendisi olmuştur. Bugün krizleşen toplumsal sorunlar karşısında, toplumun kendisine dayatılan sorunlara dur deme, el atma dönemidir.

Toplumsal sorun ilk olarak erkek egemen zihniyetin kadın emeğine el koyması ve kadına sömürünün dayatılmasıyla kadın şahsında başlamıştır. Onun için de sosyal yaşama dayatılan tüm sorunların kaynağında kadına dayatılan sömürü vardır. Bundan dolayı da sosyal yaşamın özgürleştirilmesinde başlanacak nokta kadın özgürlüğünün sağlanmasıdır. Yani kadının özgürleşmesi tüm toplumun özgürleşmesini getirecektir. Kadının özgürlük düzeyi toplumun özgürlük düzeyini gösterecektir. Zaten “önce ulusal, sınıfsal, ekonomik, inançsal, zihni, iktidar ve devlet sorunları çözülür, böylece kadın sorunu da kalmaz, ya da bunlardan sonra kadın sorunu çözülür” gibi tespitlerin yanlış olduğunu tarih göstermiştir. Bu kurumlaşmalar insanlık tarafından icat edilmiş kurumlardır. Değişebilir, yıkılabilir, farklılaşabilirler. Temel olan toplumun kendisidir ve toplum kadın ve erkek toplumlarından oluşur. Bu karakter hiçbir şekilde değişmez, daimidir, diğer kurumlar bu daimi yapının ihtiyaçları temelinde oluşur, şekil alır. Yani özgürlük önce toplumsal dokunun kendisinde aranmalıdır. Özgürleşen toplum özgür kurumlarını inşa edecektir.

Tarih şunu göstermiştir ki hakikatler kaybedildiği yerde aranmalıdır. Özgürlük ilk önce kadından gasp edilmiştir. Bundan dolayı da kadın özgürleşmeden sosyal yaşamın hiçbir boyutunda özgürlük gelişmeyecektir. Sosyal yaşamın tüm boyutlarında gelişecek yeni zihniyet ve kurumlaşmalar, kadın ve erkek olsun toplumun bütününün özgürlüğü temelinde özgürlük arayışında olmak durumundadır. Bu anlamda sosyal yaşamın özgürleşmesinin ilk şartı kadın özgürlüğünün sağlanmasıdır. Kadın özgürleştikçe erkek de ruhuna sinmiş egemenlikten ve kölelikten kurtulacaktır. Erkek ruhuna sinen egemenlik alışkanlıkları nedeniyle özgürlük ihtiyacını kadın kadar derinden hissedemez, özgürlüğün egemenlikten ayrıdına yeterince varamaz. Egemenlik ve köleliğin ruhuna işleyen içiçeliği erkeğin arayışlarının muğlaklaşmasını getirir. Liberalizmin köleyi egemen hissettirme siyaseti, erkek şahsında tarihin başından beri yaşanan bir yanılgıdır. Liberalizm bunu tüm toplumsal dokuya uyarlamıştır. Erkeği bu yalan uykusundan uyandıracak olan özgürleşmiş kadındır. Özgür kadın liberalizmin ayakta uyuttuğu toplumu da aynı şekilde uyandıracaktır.

 

Özgürlük Toplumsal Ahlak ve Politikanın Yeniden Canlanmasıdır

Egemen sistem toplumsal iradeye el koyarak toplumu toplum olmaktan çıkarmıştır. Bu anlamda sosyal yaşamın özgürleşmesi sorunu toplumun yeniden toplumsal öz değerler temelinde örgütlenmesiyle çözülecektir. Toplum olmaktan çıkmış bir insan kalabalığı için sosyal özgülükten bahsedilemez. Önce tekrardan toplumlaşması gerekir. Tekrardan toplum olma iradesini ve hissini edinmesi gerekir. Kendini bir topluma ait hisseden ve toplumunun yaşadığı sömürüyü gören hiçbir kişi buna karşı duyarsız kalmaz ve harekete geçer. Ama kendi bireyciliği içinde boğulmuş, kendi bireysel çıkarları içinde debelenen, toplumu kendine rakip gören, toplumdan korkan hatta düşman gören bireyin topluma bir faydası olması beklenemez, ancak zararı olur. Liberalizmin topluma en büyük darbesi onu toplum olmaktan çıkarması, toplum ve özgürlüğü iki uç kutup haline getirmesi, toplumu birey özgürlüğünün karşıtı kılmasıdır. Buna karşı, özgürlüğün ilk şartı olarak bireyin topluma geri uyanması gerekmektedir. Bireyin toplumun onun varlık nedeni, koşulu olduğu kadar özgülüğün temel şartının toplumla bütünlük olduğunu bilmesi gerekmektedir. Sosyal yaşamın özgüleşmesi bu anlamda özgür iradesiyle topluma katılan, toplumsal değerlere karşı duyarlı özgür bireyin inşasıdır.

Özgür bireyin inşası toplumsal vicdan ve ahlakın inşasıyla aynı anlamı taşır. Toplumunu hisseden insan, bireyciliğini kırmış, toplumsal vicdanı uyanmış insan demektir. Toplumsal vicdan kendi çıkarlarından önce toplumun ihtiyaçlarına öncelik vermek demektir. Kaldı ki toplumun ihtiyaçları aynı zamanda bireyin de ihtiyacı olandır. Özgür vicdanla örülecek toplumsal ilkeler toplumsal ahlakı açığa çıkaracaktır. Toplumsal ahlak tüm toplumun benimsediği, kendisinin ve toplumun iyiliği için olduğunu bildiği değerler toplamıdır. Liberalizmin tüm dağıtıcılığına, bunca baskı, asimilasyon ve sömürüye rağmen, hala ayakta durabilen toplumlar bunu toplumsal ahlak sayesinde sağlayabilmektedir. Egemenler kendileri üst sınıf olarak toplumsal doğadan ve ahlaktan kopuk yaşarken, toplum onların yaşam alışkanlıklarına tenezzül etmez. Onları aşamasa da kendi içinde kendi ahlaki ölçüleriyle yaşamını korur. Toplumsal ölçek liberalizmin serbest kıldığı, bireyciliği, bencilliği ve yalanı dolanı hırsızlığı hala kabul etmez. Kendi içinde bunları meşru gören biri bile toplum içinde bunları ifade edemez. Çünkü toplum ilk oluştuğu günden itibaren tüm insanların eşitliği ve ortak ihtiyaçlar üzerinden inşa edilmiştir ve buna karşı olan şeylerin toplumsal bünyesinde meşrulaşmasına asla izin vermez.

Toplumsal ahlak toplumsal iradeden kopuk düşünülemez elbette. Toplum irade olmazsa ilkelerini nasıl uygulayabilir. İrade, hem doğruyu seçme, hem de uygulama yetisidir. Birey için buna irade derken, toplum için buna politika demek gerekir. Toplumsal irade toplumsal politikadır. Toplum için iyi, doğru, yanlış, kötü olanlar nedir bunların tespiti ve alınacak tedbirlerin, yapılması gerekenlerin belirlenmesi ortak bir irade, politik duruş demektir. Bu politik duruşu ve iradeyi açığa çıkaran toplumların özgürlüğünden bahsedebiliriz. Kendi ihtiyacını belirleyen, kendisi üzerindeki tehlikeyi gören ve tedbir alan, kendi doğrularını inşa eden bir toplum özgür bir toplumdur. Geleceğini başkaları belirleyen, başına gelecek tehlikelerden habersiz dolayısıyla savunmasız, kendi hakkında karar alamayan, ihtiyaçlarını tespit edemeyen, başkalarından çözüm bekleyen bir toplumda özgürlükten bahsedilemez.

Politika toplumun kendi özgür kararlarını alma ve kendini yürütme mekanizmasıdır. Fakat bu mekanizma bugün egemen güçler tarafından toplumun elinden alınmıştır. Bugün toplum kendi hakkında tek bir karar verebilir durumda değildir. Ne ihtiyaçlarını belirleme, ne sorunların çözme, ne kendini koruma konusunda bir tercih ya da görüşü yoktur. Devlet tarafından toplumsal irade ve politika gasp edilip, tekelleştirilmiş, topluma hiçbir inisiyatif bırakılmamıştır. Sözde seçme hakkı dahi verili olanlar üzerinden yapılan bir seçimdir. Buna seçim denemez, iktidar sahiplerinin hile hurdayla yine kendi belirledikleridir. Eğer halk biraz irade olmaya çalışır ve kendi temsilcilerini devleti yöneten meclise sokmaya çalışırsa, mecliste biraz olsun halk iradesi yansıyacak olursa, bunlar yaka paça meclisten atılacaklardır. Bugün Türkiye’de HDP şahsında olduğu gibi… Egemenler kendi sözleri arasında halkın sesini asla istemezler. Onlara göre halk susup sadece söyleneni yapmalıdır. Toplum olmak, toplumsal özgürlük bu söz hakkını, politik iradeyi devletin elinden sonsuza kadar geri almaktır ve toplumun irade haline gelmesidir. Toplum hakkında doğru kararları, olması gerekenleri ancak toplum kendisi bilir. Toplum tüm politik iradeyi kendi özgücüyle yürütmediği müddetçe toplumsal bir özgürlükten bahsedemeyiz. Toplumun tekrar politik ve ahlaki karar ve irade gücüyle kendi kendini yürütmesi toplumun ilk oluşum özündeki özgür karakterinin yeniden canlanmasıdır.

Toplumsal politikanın yürütülmesi elbette toplumsal kurumların inşasıyla olacaktır. Toplumsal kurumlar tamamen toplumun kendisine ait olan, üstten birilerinin şekillendirdiği, yönettiği kurumlar değildir. Toplumun kendi ihtiyacına göre kurduğu içeriğini ördüğü ve yönettiği kurumlardır.Toplumun büyüklüğü, renkliliği ve ihtiyaçlarının farklılığı kadar kurumlaşma olabilir. Her ihtiyaç alanı bir politik alandır. Hem karar verme hem de bu ihtiyaçları giderme temelinde örgütlenilir. Ahlak ve politika, komün ve meclislerde yapılacak özgür tartışmalarla toplumun geleceğini belirlemenin temel vazgeçilmez ilkesel ihtiyacıdır. Komün ve meclisler ise toplumsal ihtiyaçların belirlenmesi amaçlı özgür tartışmaların yürütüldüğü vazgeçilmez temel kurumlardır. Ahlak ve politikanın bedenleştiği en temel toplumsal kurumlaşmalardır. Komün ve meclislerde toplumsal ihtiyaçlar belirleneceği gibi var olan toplumsal kurumların işlevlerinin sağlıklı yürümesi temelinde de her kurumun komün ve meclisler şeklinde örgütlenmesi gerekir. Ekonomi, sağlık, eğitim, sanat ve kültür, basın, spor gibi topluma hizmet etme temelinde oluşmuş tüm kurumlarının komün ve meclisler şeklinde örgütlemesi toplumsal özgürlüğün kurumlaşması açısından şarttır.

Politik örgütlülük toplumun tek bir bireyinin bile dışında kalmayacağı bir sistemsellikle en küçük birimden en üst birime kadar örülerek inşa edilmelidir. Tek bir kişinin dışında kalması toplumsal bütünlüğü zedeler, herkesin kendini ifade ve ihtiyaçlarını toplum bünyesinde karşılaması noktasında eksik kalır. Ahlaki ve politik toplum tüm toplumun çok düşündüğü, tartıştığı, herkesin yeteneklerini olabildiğince harekete geçirdiği, yeteneklerine göre birçok sorumluluk üstlendiği, sorumlulukları yerine getirdikçe mutlu olduğu, bu mutlulukla özgür olduğunu bildiği bir toplum yapısıdır.

 

Zihniyet Özgürlüğü Toplumsal Özgürlüğün Ruhudur

Tüm bunlar öncelikle bir zihniyet uyanışı ve yenilenmesini gerektirmektedir. Toplumun özgürlük temelinde yeniden kendini inşa etmesi her şeyden önce özgürlük ihtiyacını tespit etmesini gerektirir. Özgürlük için yapılması gerekenlerin bilince çıkarılması yine gerekli örgütlülüğün ve kurumlaşmaların nasıl olacağının tespit edilmesi gerekir. Toplum, bunları gökten vahiy iner gibi birden uyanıp, birden keşfetmeyecektir. Özgürlük bir ihtiyaç bir his olarak her zaman toplumunu bağrında vardır. Fakat ya bireylerin tek başına kendinde o gücü görmediğinden, ya devletlerin kendilerini aşılmaz algısıyla konumlandırmaları nedeniyle toplum sisteme katlanır konumda kalmıştır. Oysa uyanan, bilinçlenen ve örgütlenen bir toplumu hiç kimse tutamaz, engelleyemez. Toplumun tüm engelleri aşma gücü vardır. Toplum doğru gördüğü her şeyi yapmaya kadirdir. Yeter ki bilinç ve birlik oluşsun. Bilinçli bir toplumda iradeden bahsedilebilir. Bilen insan, arayışçı insan doğruları yanlışlar içinden seçer. Dolayısıyla toplumsal özgürlük tüm toplumun bilinçlenmesinden geçer. Bilinçsiz bir toplumun özgür olabileceğinden bahsedilemez. Toplumlar bilinç çarpıtılmasıyla sömürgeleştirilmişlerdir. Toplum ne kadar bilinçsiz bırakılmışsa, sömürgecilik o kadar güçlenmiştir. Bilinç düzeyi, politik düzeyi zayıf bir toplum yönlendirmeye açıktır. Kendi karar verdiğini düşünür ama kararlar üstten sömürgeciler tarafından empoze edilenlerdir.

Egemen sistem düşünen insandan nefret eder. Kişiler düşünecekse sistem için sistem çıkarları temelinde düşünmelidir. Eğitim kurumları bu anlamda sistemin istediği zihniyette insan yetiştiren asimilasyon kurumlarına dönmüştür. Eğitim kurumlarından geçen kişilere devlet, iktidar nasıl bir birey olmalarını istemişse onlar öğretilmiştir. Kapitalizm bilim dünyasını da tamamen kendisine işbirlikçi ve hizmetçi yapmış durumdadır. Her gün ilerlemekte olan bilimin gelişimi sömürünün gelişim hırsına endekslenmiştir. Bilim insanlığa umut veren bir gelişim değil tüm doğa ve insanlığın varlığını tehdit eden bir silah gibi korku salmaktadır. Sisteme karşı biraz olsun ses çıkartan, yanlışlarını işaret eden aydınların başına bugün Türkiye somutunda vicdan ve irade sahibi aydınların başına gelenler gelecektir. Oysa tarih boyunca egemen sistemin gerçeklerini ortaya seren ve halka öncülük edenler bilgeler ve aydınlardır. Doğruyu bilen saklayamaz, doğrudan kaçamaz misali bilgeler, aydınlar tarih boyunca hakikate yakın, dolayısıyla topluma yakın, sistemle çelişkili olmuşlardır. Egemen sistemler tarihi boyunca halklara bilinç çarpıtması dayatmış, buna karşı aydınlar topluma doğruyu gösteren öncüler olmuşlardır. Toplum aslında devletlerin yalancı olduğunu hep bilmiştir. Ama bunu herkes söylemeye cesaret edememiştir. Bunu cesurca dile getirenler bilgeler olduğu için toplumda aydınların, bilgelerin değeri ve ağırlığı her zaman devlet yetkililerinden korkuyla dayattıkları otoriteden daha güçlü olmuştur.

Topluma bilgelik, zihinsel temelinde öncülük etme iddiasında olanların ilk görevi sosyal bilimlerin yeniden inşası olmak durumundadır. Özgür toplum inşası için, sosyal bilimlerin, kapitalizmin sömürü içerikli örgüsünden kurtulması ve insanlık ihtiyaçları temelinde yeniden inşası gerekmektedir. Kapitalist sistemin geliştirmiş olduğu sosyal bilim topluma hizmet etmekten ziyade toplumu nasıl sistemin sömürüsüne dahil eder anlayışı üzerinden inşa edilmiştir. Bilginin toplumdan en fazla saklandığı, bilginin en fazla tekelleştiği çağımızda özgürlük bilgiyi toplumsallaştırmaktan geçmektedir. Kapitalist sistem, toplumdan bilgiyi bilimi uzak tuttuğu gibi tekelindeki bilgiyi toplum aleyhine kullanmıştır. Kapitalizmin bilim anlayışı, sosyal bilim adına toplumsal olguları birbirinden parçalayarak toplumun parçalanmasında temel rol oynamıştır. Tarihle toplumu, toplumla bireyi parçalayarak liberal ideolojinin dayandığı bilimsel zemini inşa etmiş. Özne nesne ayrımı anlayışıyla toplumu belirleyen ve belirlenen parçalara yani egemen ve ezilenlere bölmüştür. Bilimsel katı yasaları toplum yaşamına uyarlayarak toplumu mekanikleştirmiştir.

Sosyal bilimin kapitalist hegemonyadan sıyrılarak toplum lehine yeniden inşa edilmesi toplum yaşamının özgürlüğü için şarttır. Aynı zamanda özgür bir toplum inşası bilimsel temellere dayanmak durumundadır. Toplumun sorunları, ihtiyaçları bilimsel olarak çözümlenip yapılması gerekenler belirlenmeden mevcut krizli toplum yapısından çıkış düşünülemez. Özgürlüğe temel oluşturacak bilimsel anlayış toplum yaşamını kendine eksen almalı ki toplumun ihtiyaçlarına cevap oluştursun. Bu anlamda tüm bilimler sosyal bilim çatısı altında buluşmalıdır. Toplumu bilinçli kılmayı esas alan sosyal bilim akademileri, toplumsal yaşamın özgür bilincini geliştirmenin öncüleri olacaklardır. Ne kadar özgürlük akademisi olursa, o kadar insan özgür düşünceyle bütünleşecektir, bu da toplumsal özgürlük o kadar gelişecek demektir. Kadın cephesinden de “jineoloji akademileri” kadın özgürlüğünün ve kadının toplumsal öncülüğünün zihniyetini inşa edecek akademiler olacaktır.

 

Örgütlülük Toplumsal Özgürlüğün Öz Savunmasıdır

Kendi iradesi ile yürüyen, kararlarını veren toplum aynı zamanda kendini koruyan toplum demektir. Örgütlü toplum kendini korur. Örgütlülük korunmadır. Liberalizm, bu nedenle ilk iş olarak toplumu dağıtarak savunmasını yıkmış, toplumu savunmasız bırakmıştır. Örgütlü olmayan toplum tüm boyutlarda başkasına muhtaçtır ve başkalarının belirleyiciliğine girer. Kendi hakikatini kaybeder, ya başı boş savrulur ya da birileri tarafından sürüklenir pozisyona gelir. Kendi hakikatini yaratamayan toplum başkalarının zihni dayatmalarına göre yaşamak zorunda kalır. Zihni, kurumsal, politik, ahlaki, ekonomik örgütlü toplumu, bu örgütlü karakteri korur. Kendi hakikati temelinde kendi sosyal, politik, kadın, gençlik, eğitim, sağlık, ekoloji, ekonomik, özyönetim, kültür, sanat, kurumlarını oluşturan toplum kendi hakikatini yaşama ve korumaya karar vermiş toplumdur. Sağlıklı ve örgütlü toplumsal bünye dış etkilerin kendisini bozmasına izin vermez. Yardımlaşabilir, birbirini zenginleştirebilir ama başkalarının nesnesi olmaz. Toplumsal öz savunma örgütlülüğün tüm boyutlarda sağlanmasıdır.

Milliyetçiliğin, dinciliğin, cinsiyetçiliğin, bilimciliğin toplumu tüm boyutlarda cendereye aldığı ve tek tipleşen bir dünyaya doğru asimilasyonu dayattığı, buna teslim olmayan halkları ise katliamla yüz yüze bıraktığı bir çağda halklar kendi öz savunmasını geliştirmek durumundadır. Hegemonyanın ne kadar güçlü ordu o kadar güçlü devlet ve sömürü anlayışıyla yürütüldüğü çağımızda öz savunmasız hiçbir toplumsa irade inşa edilemez. Öz savunmasız geliştirilecek tüm toplumsal birikimler dünya hegemonlarının ellerini uzattıkları gibi dağıtacakları bir durumdadır. Toplumsal özgürlük örgütlülükten ve bunun kurumlaşması kadar savunmayı bilmekten geçmektedir. Demokratik ulus elbette ki kapitalist sistem tarafından kendisine karşı bir tehlike olarak algılanacak ve saldırıyla karşılaşacaktır. Bu nedenle demokratik ulusu inşaya geçmek öncelikle bu saldırılara karşı hazırlıklı olmak demektir. Öz savunma öz örgütlülüğün en temel ayaklarından biridir.

Devletler toplumsuz ayakta kalamazlar, topluma muhtaçtırlar. Toplumlar bin yıllardır devletlerin sömürgen karakterini bir kambur gibi taşımışlardır ve bundan kurtulmak özgürlüğün ilk adımıdır. Devletler toplumların bağrında bir karabasan gibi yaşarken toplumlar devletsiz asıl özgür ve mutlu yaşamı inşa edebilirler. Hiçbir devlet toplumun öz iradesinden daha güçlü değildir. Hiçbir ulus-devlet ordusu toplumun örgütlü öz iradesini ezip geçecek kadar güçlü değildir. Hiçbir devletin zindanları tüm toplumu hapsetmeye yetmez. Toplum ulus-devleti ve onun kurumlaşmalarını aşmaya karar verirse nasıl ki bir çığın önü alınamaz, toplumda öyle devleti ve kurumlarını aşar geçer. İktidarı ve onun kurumlaşması olan devleti aşmaya karar veren toplum kendini savunmayı da bilir.

 

Demokratik Ulus Toplumsal Özgürlüğün Bütünlüklü İfadesidir

Kapitalist sistem toplumu parçalamakla yetinmemiş birbiriyle karşıtlaştırmıştır. Milliyetçilik, dincilik, cinsiyetçilik ve bilimcilik toplumu özne ve nesnelere, üstün ve değersizlere, egemen ve ezilenlere, dost ve düşmanlara ayırmıştır. Her ulus ve devleti, diğer uluslardan ve devletlerden daha üstün daha güçlü ilan eder kendini. Üstelik etrafı düşmanlarla doludur. Milliyetçilik, kapitalizmin toplumun bünyesine sızdırdığı en bulaşıcı ve parçalayıcı hastalıktır. Bu uğurda verilen savaşlar, tüm tarihin toplamından daha ağır bedellerle sonuçlanmıştır ve hala Ortadoğu’da bu hastalığın yarattığı kaos kanlı savaşlarla sürmektedir. Dincilik, inançları kültürleri birbirine karşıtlaştırırken, kapitalist ulus-devlet anlayışının kültür kırımına zemin oluşturulmakta ve dünyayı tek tipleştirme temelinde soykırım ve asimilasyonlar sürmektedir. Cinsiyetçilik, kapitalizm çağında cinsiyetler arası parçalanmanın en zirvesini yaşarken, kadın katliamları, şiddet, tecavüz bir kadın kırımı düzeyine ulaşmıştır. Bilimciliğin nasıl bir toplum kırım aracına döndüğünü yukarıda ifade etmeye çalıştık. Diğer taraftan sanat, spor ve seks toplumu gün be gün alıklaştıran, özünden boşaltan silahlar olarak toplumu bombardıman altında tutmaktadır.

Oysa nasıl ki her insanın bir ismi varsa ulusların, birbirinden farkılılaşan kültür, tarih ve toplumsal birikimiyle farklılaşması ve kimlikleşmesi karşıtlık değil, zenginliktir. Dinler ve inançlar, tarih boyunca toplumsal hafıza olarak toplumsal vicdan ve ahlakı temsil etmişler ve toplumları korumuşlardır. Cinsler arasında kadına dayatılan sömürünün kalkması tüm toplumsal iktidarların parçalanması olacaktır. Topluma hizmet eden bilim özgürlüğün zihniyetini inşa edecektir. Sanat toplumun özlediği yaşam modelinin ütopyasını somutlaştıracaktır. Demokratik ulus kapitalizmin yarattığı sonu gelmez karşıtlaştırma ve düşmanlığın anlamsızlığının ifadesidir. Ulusal farklılık dahil tüm toplumsal farklılıkların birbirine saygı ve bir bütünlük halinde yaşamını öngören toplumsal zihniyettir.

Tüm bu noktalardaki farklılıkların düşmanlık, karşıtlık, sömürü gerekçesi değil, toplumsal zenginlik olarak görülmesi ve örgütlenmesi köklü bir zihniyet dönüşümü gerektirir. Sosyal yaşamın özgürleşmesinin temeli olacak olan bu yeni zihniyet demokratik ulus zihniyetidir. Demokratik ulus farklılıkları tanıyan, hoş gören, zenginlik olarak algılayan ve birlikte yaşamaktan mutluluk duyan toplumsal anlayıştır. Sadece hoş görmez zenginliklerin daha da gelişmesi için kurumlaşma ve örgütlenmesinin zeminini sağlar. Bu örgütlenme ve kurumlaşma ise demokratik özerkliktir. Her toplumsal farklılığın kendini örgütlemesi, yürütmesi ancak kendi özgünlüğü temelinde kurumlarını inşa etmesiyle olur. Bu da demokratik özerk sistem demektir. Demokratik ulusla oluşan zihniyet demokratik özerklikle kurumlaşarak somutlaşacaktır. Toplumsal özgürlük en genel anlamıyla tüm halkların, ulusların, kimliklerin, inançların, ve daha da sıralayabileceğimiz farlılıkları oluşturan tüm toplumsal renklerin demokratik ulus anlayışı ile birlikte yaşayabilmesidir. Tüm bu farklılıkların birlikte yaşaması temelinde gelişen özerk kurumlaşmalar aynı zamanda toplumun kendi kendini yönetmesi olacaktır. Bu kurumlaşmalar bu anlamda parçalı dağınık değil birbiriyle danışmalı, iç içe ve komünal anlayışla birbirine bağlıdırlar. İç içe geçen ama her biri kendine has karakterini barındıran halkalar gibidir bu birlikte örgütlülük. Her biri özgün olduğu kadar biri diğersiz olmaz, birinin kopması sistemi zedeler. Bu anlamda da birbiri için yaşamsal değerde bir içiçelik ifadesidir demokratik özerklik. Çünkü bir unsurun özgür örgütlülükten kopuşu ve ya özgür iradenin bir yerdeki eksikliği, egemenlikli zihniyet ve sistemin özerk sisteme sızmasına zemin olur. Özerklik herkesin özgür, irade ve kendi olmasının toplumsal doku olarak sistemleşmesidir.

Demokratik ulusun tüm boyutları aynı önemde ve önceliktedir. Hiçbir boyut toplumsal özgürlükte diğerinin önünde değildir, ama diğerinin başarısının koşuludur. Demokratik ulusun inşası bir yerden başlanıp o bitince diğeri başlanacak bir yöntemle olmaz. Her boyutun inşasında atılan adım diğer boyutun dayandığı temel olacaktır. Kadın özgürleşmeden toplum, gençlik özgürleşemez, toplum özgürleşmeden birey özgür iradeye kavuşamaz, ekonomi toplumsal emek temelindeki özüne dönmeden politika iradeleşemez, ahlak gelişmeden bilim kapitalist sistemin kemirdiği bünyeden sıyrılamaz. Zihniyet özgürleşmeden demokratik ulus inşa edilemez. Bu liste daha da uzayabilir. Asıl demek istediğimiz her biri aynı öncelikte ve aciliyette yapılması gereken toplumsal görevlerdir. El birliğiyle, toplumsal güvenle, inançla, aşkla ve heyecanla sarılınacak görevlerdir.

Sonuç olarak söyleyebileceğim; toplumsal özgürlük toplumun kendisi kadar geniş ve derinlikli bir konu, daha söylenecek çok söz var. Toplumsal özgürlük toplumun kendi gücüne inanmasıyla başlar. Kendine güvenen toplum kendi kararlarını verme ve adım atma cesaretini toplar, önüne çıkan engelleri aşmanın yöntemlerini geliştirir. Toplumun özgürleşmesi tüm insanları kendine çeker, kimse bu dünyanın dışında kalmak istemez. Demokratik ulus zihniyeti toplumsal özgürlüğün renkli dünyasının anahtarını bize sunmakta. Özgür toplumu düşünürken toplum kadar zengin, renkli ve heyecanlı bir dünya açılıyor önümüze. Bu dünyaya yürümek için bizi kim tutabilir.

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.