Düşünce ve Kuram Dergisi

Pozitivist Paradigmayı Aşmak

Ergin Atabey

Paradigmasal değişim kendiliğinden gündemleşen bir olgu değildir. Paradigmasal değişim veya verili paradigmayı aşmak, söz konusu paradigmanın toplumsal sorunları çözememesi ve gereksinimleri karşılayamamasıyla bağlantılı olarak gündemleşir.

Pozitivist paradigmayı aşma durumunun gündemleşmesi ise toplumsal sorunları çözememesi ve eşitlik, özgürlük ve demokrasi gereksinimleri karşılayamaması noktasında belirir. Pozitivist paradigma, ontolojik, epistemolojik ve metodolojik sayıltılarıyla kapitalist modernitenin paradigması olarak geliştirilmiştir. Bu nedenle yapısal olarak toplumsal sorunların çözümü konusunda söyleyebileceği bir sözü yoktur. Toplumsal sorunların çözümü bir yana, pozitivist paradigma, kapitalist modernite döneminin toplumsal sorunlarını yaratan temel zihniyet olmuştur. Günümüz de kapitalist modernite sistemiyle gerçekleştirilen sömürü, baskı, işgal ve yabancılaşma bu paradigmanın oluşturduğu zihniyet formatlarının sonucudur. Kapitalist modernitenin paradigması olan pozitivizm, hem kapitalist moderniteyi yeniden üretmektedir hem de ona meşruiyet kazandırarak sürekliliğini sağlamaktadır. Ezilenler adına hareket edilip büyük bedeller ödense de pozitivist paradigma aşılmadan kapitalist moderniteyi aşıp eşit, özgür ve demokratik bir yaşam, toplum ve sistem inşa etmek imkansızdır. Egemen sistemin paradigmasıyla sistem aşılamaz, olsa olsa sistem içinde bağımlı bir mezhep olarak kalınabilir.

Pozitivist paradigmayı aşamayan sosyalist, sosyal demokrat ve ulusal kurtuluş hareketlerinin kapitalist modernitenin birer “mezhebi” olarak tarihe geçmeleri, yaşadıkları paradigmasal bağımlılığın sonucudur. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, bu tarihsel deneyimleri sorgulayarak pozitivist paradigmayı aşmanın zorunluluğunu ortaya koymuştur.

 

Pozitivist Paradigmanın Yapısal Bunalımı

Pozitivist paradigmanın aşılması ele alınırken pozitivizm ile bilim arasındaki ayrımı ortaya koymak gerekiyor. Her şeyden önce pozitivizm ile bilim aynı değildir. Bu ayrım yapılmadan pozitivizm aşılamaz. Pozitivizm kapitalist modernitenin paradigması olarak geliştirilmiştir. Toplumsal gereksinimlerle ilgisi yoktur. Bilim ise toplumsallığın gelişmesiyle birlikte toplumsal gereksinimlerin sonucu olarak gelişmiştir. “Toplum doğuşundan beri bilim olgusuyla ilişki ve çelişki içindedir. Çelişkisini çözümledikçe ilişki bilime dönüşmektedir. […] Sorun, çağlar boyu, bunun oranlama düzeyidir.”

Toplum çağlar boyunca geliştirdiği bilim ile kendisini tanımış, bilmiş ve yaşamına anlam katarak varlığını sürdürmüştür. Bu yönüyle bilim, toplumun anlam gücü olarak gelişmiştir. Pozitivist ise gelişimi ve sınıfçı konumlanışıyla daima kapitalist modernitenin hizmetinde olmuştur. Her ne kadar “nötr” olarak tanımlansa da, denilebilir ki tarihin en etkili sınıf paradigması olarak rol oynamıştır/oynamaktadır. Bu niteliğiyle pozitivizm, kapitalizm, devlet-iktidar ve hegemonya aracıdır. Kapitalist modernite güçleri doğaya, insana ve topluma hâkim olmak ve dünya imparatorluğunu kurmak temelinde pozitivizmi geliştirmiştir. Bu anlamıyla pozitivist paradigmanın, “Bilmek, yapabilmektir,” sloganında da ifadesini bulan temel varlık gerekçesi, yaşama anlam veren, yaşamı anlamlandıran değil, kapitalist modernite güçlerini hegemonik güç haline getiren durumundadır. Pozitivist paradigmanın endüstriyalizm, ulus-devlet ve kapitalizm amaçlı geliştirildiğinin somut göstergelerinden biri de pozitivizmin geliştirildiği ve kurumsallaştırıldığı kraliyet akademileridir. İtalya’da Accademia de Uicci (1600-1630) ve Çimento Akademisi (1651), Fransa’da Kraliyet Akademisi (1666), İngiltere’de Londra Kraliyet Akademisi (1662) pozitivist paradigmanın geliştirildiği ve hegemonik zihniyet haline getirildiği kurumlar olarak rol oynamıştır. Newton’un “Principia” kitabı başta olmak üzere, pozitivist paradigmanın oluşumunda rol oynayan birçok eser söz konusu akademiler tarafından yayınlanmıştır. Bu alanda çalışan bilimciler maaş ile sisteme bağlanarak toplum için bilimin geliştirilmesinin önü alınmıştır. Kapitalist modernite güçleri pozitivist paradigmayı bu temelde oluşturup hakim zihniyet lehine getirdikçe dünya çapında hegemonik güç olmuştur.

1)Pozitivist paradigma olguculuk üzerin-den temellenmiştir. Her şeyi olgulara dayandırmakta, ele almakta, değerlendirmekte ve sonuca gitmektedir. Burada, “Olguların gerçeklikle hiç bağı yoktur,” denilmemektedir. Olgular gerçekliğin ancak bir boyutunu gösterebilir. Gerçekliğin olguların ötesinde de boyutları vardır. Toplumsal zihniyetten politikaya, ahlaktan sanata, sevgiden estetiğe kadarki yönlerin tümü, olguların dışındaki hakikate tekabül etmektedir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, olguyu, “gerçeğin görüntüsü” olarak tanımlıyor. Pozitivizm, görüntüyü gerçekliğinden kopararak gerçeğin tümü, gerçeğin kendisi olarak sunuyor. Buna göre, sadece gözlemlenebilen ve laboratuarda deneylenebilen olgular gerçek olabilir.

Pozitivizmin toplumsal sorunları çözecek yapıda olmaması olguculuğu esas almasından ileri gelmektedir. Çünkü olguculuğun toplumsallıkla herhangi bir bağı yoktur. Toplumsallığın başladığı yerde olguculuk biter. Olguculuk endüstriyalizm, ulus-devlet ve kapitalizm alanında ancak bir şeyler söyleyebilir -ki var oluşunu da bu temelde gerçekleştirmiştir. Topluma yaklaşımı nesneleştirme temelindedir. Olguculuk toplumu ele alırken toplumun nasıl egemenlik altına alınacağı, idare edileceği ve sömürülüp köleleştireceği biçiminde ele almaktadır. Toplumun en fazla kapitalist modernite döneminde parçalanması, yabancılaşması ve neredeyse yok olma süreciyle karşı karşıya kalması pozitivist paradigmanın temellendiği olguculuğun yol açtığı sonuçtur. Olguculuk, toplumsal gerçekliğe göre bir bakış açısı oluşturmaz; toplumu kendine uydurur. Bu nedenle, “Olgucu toplum, sanal toplumdur. […]Medyatik toplum, şov toplumu, magazinel toplum hep olgucu anlayışın, pozitivizmin açığa çıkmış hakikatidir.”

2)Pozitivist epistemoloji nesnelciliğe daya-nır. Pozitivizm, olgular üzerinden yaptığı gözlem ve deney ile vardığı sonuçların, gözlemleyenin zihniyetinden, dünya görüşünden, sınıfsal konumundan ve değer yargılarından bağımsız olduğunu savunmaktadır. Buna göre gözlemleyen nesnelciliğe (objektivizm) göre konumlanacak ve adeta taş kesilerek bilimin kati (hatta yüce) hükmünü icra edecektir. Pozitivist bilimciliğin amentüsü olagelen bu düşünce, aslında kapitalist modernitenin temel felsefesidir.

Pozitivizm, bir bütün olan öznel-nesnel gerçekliğini parçalayıp aralarında ikilem yaratarak, gözlemleyen ile gözleneni mekanik, robotumsu bir konumda ele alır. Gözlemleyen ile gözlemlenen arasındaki ilişki etkileşimlidir. Birbirlerini etkilemektedir. Gözlemleyen zihniyeti, sınıfsal çıkarları, değer yargıları, tercihler ve amaçları olan öznelliğiyle varlık kazanmıştır. Bu gerçekliğiyle belli koşullanma içindedir; nötr, tarafsız ve bağımsız değildir. Bu nedenle de gözlemi ve deneyi koşulludur. Gözlemleyenin olguyu hangi amaçla irdelediği ve hangi soruları sorduğu bir bütün olarak öznelliği tarafından belirlenmektedir. Bu nedenledir ki aynı olguya bakan yaratılışçılar tanrının kanıtlanmasını görürken, evrimciler de evrim gerçekliğini görmektedir. Toplumsal sınıflar, ezen-ezilen, sömüren-sömürülen gerçekliği olduğu sürece öznel değerler ve sonuçlar üzerinde belirleyici olacaktır. Öte yandan, “Olgular kendi başına hakikate ilişkin hiç bir anlamlı bilgi sunmaz.” Bu açıdan yorumlayan ve inşa eden, öznelliktir. Öznellik, olguya yönelerek bilinci, tecrübesi, değer yargıları ve amaçlarıyla gerçekliği inşa eder. “Gerçek bizim ona bakışımıza bağlı olarak oluşur. […]Adına ‘gerçeklik’ dediğimiz her ne ise bize ancak etkili, yapıcı katkımız oranında açımlanır.”

Gerçeklik, öznellik ve nesnelliğin oluşturduğu bütünlüktedir. Bilginin hem öznel hem de nesnel boyutu vardır. Ağaç, su, tohum ve toprak, bilginin nesnel boyutunu sunmaktır. Onları yorumlayan, anlamlandıran, düşünce haline getirip dillendiren ise öznel boyuttur.

3)Pozitivizm, mekanik ve deterministtir. Her şeyi olguculuğa dayalı geliştirdiği mutlak yasaların kesin hükmüne göre ele almaktadır. Bu, Newton’un etkilendiği veya beslendiği yaratılışçı kaderciliğin pozitivizme uyarlanmasıdır. Buna göre; evren, cansız, mekanik, kararlı, düzenli ve doğrusaldır. Evreni, devindirici bir güç -Tanrı- harekete geçirmiştir. Evren saat gibi kurulmuştur. Dıştan ulaşabilecek müdahaleler küçük sapmalar yaratsa da determinist sistem, kurulmuş dengesini yakalayıp belirlenmiş doğrultuda hareket etmeye devam edecektir. Bu nedenle pozitivizmde doğrusal süreklilik ve kaossuz ilerleme vardır; gelişim ve değişim belirlenmiştir. Belirleyenin bilinmesi durumunda gelişim ve değişim bilinebilir. Pozitivizm etkileyen ve etkilenen, iç değişimi, etkileşimi, canlılığı, düzensizliği (kaosu) ve çoklu olasılıkları kabul etmez. Esas aldığı mekanik, determinist sistemde her şey belirlenmiştir, her şey belirlenen role göre hareket eder. Buna göre A ve B’nin hareket tarzı belirlenmiştir. B her koşul altında A’yı takip eder. A ve B’nin hareket tarzı belirlendiği için A bilinirse ondan sonra gelen B de bilinebilir.

Evren, toplum ve yaşam hakikati, pozitivizmin iddia ettiğinin tersine canlı, öz dönüşümlü, kaoslu ve farklı olasılıkları bağrında taşıyan niteliğe sahiptir. Oluş ve gerçekleşme çoklu olduğu gibi katı ve kesin yasalara göre değildir. Madde-enerji, dalga-parçacık, birinci-ikinci doğa-(birey)toplum, kadın-erkek ve diğerlerinin var oluşlarının gereği çoklu, bütünlüklü ve etkileşimli ilişki ve çelişki içindedir. Çoklu, bütünlüklü ve etkileşimli çelişki ve ilişki, gerçekliği belirsiz, kaoslu ve izafi sonuçları ortaya çıkartmaktadır. Bu nedenle evrende, toplumda ve yaşamda her zaman farklı olasılıklar vardır. Evren, toplum ve yaşam salt kararlı-düzenli değildir. Oluş ve gerçekleşmenin kaoslu niteliği, karmaşıklığı vardır. Mutlak anlamda her koşul altında B, A’yı takip etmek zorunda değildir. Belirsizlik bu noktada ortaya çıkmaktadır. Bu varoluşsal oluş ve gerçekleşme pozitivist determinizme göre kesin, mutlak gerçekliğin olmayacağını göstermektedir. Maddeden enerjiye, birinci doğadan ikinci doğaya, toplumdan topluma, zamandan zamana ve mekândan mekâna değişen gerçeklik vardır. Evren, toplum ve yaşam hakikati ancak çoklu, bütünlüklü, çok olasılıklı, belirsizlik ve kaos teorilerini gözeten, izafiyet (görelilik) kuramı gibi çoklu yöntemlerle anlaşılabilir.

4)Pozitivist paradigma ilerlemecidir. Pozi-tivist ilerlemecilik insanlık gelişimini, oluşturduğu basamak sistemine göre tanımlamaktadır. Basamak sisteminin alt basamağında “ilkel toplum”, en üst basamağında ise “kapitalist modernite” bulunmaktadır. Pozitivist ilerlemeciliğe göre insanlık “ilkel toplumdan” başlayarak sürekli daha mükemmel olmaya doğru ilerlemiştir. Bu ilerleyiş evrenseldir. Tüm aşamalar en üst basamakta bulunan mükemmel aşamaya (kapitalist moderniteye) ulaşmak için var olmuştur. Varlık gerekçeleri böylesi bir lineer (düz çizgisel) rol oynamaları temelinde belirlenmiştir. Bir sonraki aşama, bir önceki aşamadan daha ilericidir.

Pozitivist ilerlemecilikte insan iradesine, mücadelesine, seçenek ve tercihe yer yoktur; “her şey olduğu gibi olmak zorundadır.” Buna göre doğal toplum sonrası kölecilik, feodalizm ve kapitalist modernite yaşanmak zorundaydı. Sömürü, baskı, egemenlik ve hegemonya insanlığın gelişiminin bir sonucudur. Devletçilikten ve iktidarcılıktan “kaçış” olası değildir. Doğanın, tarihin ve toplumun yasaları ve şartları böylesi bir ilerlemeyi zorunlu kılıyor.

Pozitivist ilerlemecilik evrenin ve toplumun oluş ve gerçekleşme durumunu anlatmıyor. Evrenin ve toplumun oluş ve gerçekleşme durumu çatallı, sıçramalı, iniş çıkışlı ve karmaşıktır. Evren, toplum ve yaşam düzenli ve basit değildir.

Hiçbir şey aynı düzlemde kalmadığı gibi, düz bir hatta da ilerlemez. Farklı olasılıklar her zaman mümkündür. Dahası toplumsal gerçeklikler inşa edilebilen niteliktedir. Gelişim evresinde sınıfsallık vardır. Doğal toplum kendiliğinden, ilerlemecilik sonucu bastırılmamıştır. Sınıflaşma ve tekelci uygarlık sonucu bastırılmış, kölecilik bu temelde geliştirilmiştir. Geliştirilmiş kölecilikle başlayan tekelci uygarlık süreci hiç de doğal toplumdan daha ilerici, iyi, mutluluk ve refah getiren olmamıştır. Kölecilikle başlayan ve kapitalist modernite ile doruğa ulaşan süreç, insanlık için savaşların, sömürgeciliğin ve soykırımların yaşandığı dönem olmuştur. İnsanlığı refaha ve mutluluğa kavuşturması bir tarafa, yoksulluk, yoksunluk ve zulüm altında inim inim inlemiştir. Birinci doğanın dengesi bozdurulmuş, insanlık yabancılaşmanın girdabına alınıp yok olma noktasına getirilmiştir.

5) Kürt Halk Önderi Öcalan, pozitivist paradigmanın ontolojik, epistemolojik ve metodolojik sayıltıları ve kabullerinin oluşturduğu zihniyeti ve uygulamalarını “yeni din” olarak tanımlamaktadır. Olgucu, nesnelci, determinist ve ilerlemeci nitelikleriyle dogmatik, ak-kara, statükocu ve putçu bir din inşa edilmiştir. Pozitivizm kendi zihniyeti, bilgisi ve bilme biçimi dışındaki tüm zihniyet, bilgi ve bilme biçimlerini yadsımaktadır. Kendisini tanrı yerine ikame etmiştir. O, ne söylerse doğrudur, mutlaktır; ne buyurmuşsa gerçekleşecektir. İnsanlığın kurtuluş yolunu o çizmiştir. O’na karşı gelinemez. Bu yönleriyle pozitivist paradigma gelmiş geçmiş dinciliklerden daha fazla insanlığı dogmatizme, ak-kara mantığına ve statükoculuğa mahkum etmiştir. Bağlantılı olarak pozitivizm yaşamın her alanında putlarını da dikmiştir. Milliyetçiliğin, cinsiyetçiliğin, bilimciliğin, tüketim çılgınlığının, bireyciliğin ve ulus-devletin esir almadığı insan yok gibidir. Pozitivizmin putları olan bu olgular kapitalist modernitenin tapınılan olgularıdır. “Kula kulluğu” en vahşi temelde inşa etmiştir. Pozitivist bilimcilik uhrevi dinciliğe karşı çıkarken kendisini dört dörtlük bir dünyevi din olarak hakim kılmıştır.

 

Pozitivist Sosyal Bilimin Krizi

Pozitivist sosyal bilim pozitivizmi, ontolojik, epistemolojik, metodolojik sayıtlarına bağlı geliştirilmiş olduğu için benzer yapısal krizi yaşıyor. Her ne kadar kendisini “sosyal bilim” olarak tanımlasa da pozitivist sosyal bilim fizik merkezlidir. Fiziki gerçekliklerden hareketle toplumu tanımlamıştır. Doğa bilimlerinin standart modeline göre toplumu analiz etmiştir.

Pozitivist sosyal bilim, zaman ve mekân farklılığını göz ardı ettiği gibi birinci ve ikinci doğa arasındaki farklılığı da göz ardı etmiştir. İkinci doğa olarak toplum, metafiziktir; zihniyet, ahlak, politika, inanç, kültür-sanat niteliğiyle fizik ötesidir. Tüm bu nitelikler olmadan toplumsal gerçeklik meydana gelmez. Öcalan, “İnsanı metafizikten soyutlarsak ya süper bir hayvana ya da süper bir bilgisayara dönüştürülmüş olur,” demektedir. Pozitivist sosyal bilim, insanı, Öcalan’ın tanımladığı haliyle “süper hayvan” ve “süper bilgisayar” konumuna düşürerek toplumu ele almıştır. Birinci doğanın yasaları keşfedilip bunlar mekanik tarzda yorumlanıp standart model oluşturularak, toplum, metafizik niteliğinin dışında yorumlanmıştır.

Öte yandan pozitivist sosyal bilim, kapitalist modernite sisteminin toplumsal yaşamı kendi hegemonyası altına alma ihtiyacının bir sonucu olarak geliştirilmiştir. Kapitalist modernitenin sermayedarları, gözcüleri, siyasetçileri ve aydınları feodal sistem yıkıldıktan sonra toplumu kendi paradigmaları temelinde yeniden tanımlamak, düzene sokmak ve yönetmek için pozitivist sosyal bilimi geliştirmişlerdir. Pozitivist sosyal bilimin geliştirilmesindeki bu arka plan görülmeden gerçekliği doğru anlaşılmaz. Kapitalist modernite inşa edilirken dayanabileceği sosyal teori dayanakları geliştirilmiştir. Bu dayanaklar tarih bilimi, ekonomi bilimi, siyaset bilimi, sosyoloji ve antropoloji disiplinleridir. Pozitivist sosyal bilim bu disiplinlerden oluşmaktadır.

Tarih bilimi, egemen sınıfı esas almaktadır: Devlet kayıtları ve arşivlere dayalı resmi tarih anlayışını oluştururken, devletlerin-iktidarların kuruluş ve yıkılış süreçlerini anlatmaktadır; genelde devletçiliğin-iktidarcılığın, özelde ise ulus-devletin zorunluluğunun savunusunu yapmaktadır; bu bilime göre, toplum, ancak devletle-iktidarla var olabilir, devlet-iktidar sahibi olmayan toplumlar inkar edilir.

Ekonomi bilimi, esasında ekonomi olmayan, toplumsal ekonomiyi ortadan kaldıran liberal iktisat teorisidir. Kapitalist ekonomi biçimini ve endüstriyalizmi rasyonelleştirip meşrulaştırmaktadır.

Siyaset bilimi, devlet-iktidar teorisidir. Devletin-iktidarın nasıl kurulacağını, nasıl süreklileştirileceğini anlatmaktadır. Egemenlere toplumu hangi mekanizmalarla daha sık hegemonya altına alıp yönetebileceğinin yolunu göstermektedir.

“Bilimlerin kraliçesi” olarak tanımlanan sosyoloji, bireyciliğe dayanmaktadır. Her ne kadar toplum bilimi olarak tanımlansa da kadın başta olmak üzere toplumsal hakikatin parçalanması, yabancılaştırılması ve yok edilmesi temelinde rol oynamıştır.

Antropoloji, sömürgeleştirilmiş toplumların kapitalist modernite karşısında ne denli “barbar”, “ilkel”, “geri”, “gelişmemiş” olduğunu incelemektedir. Sömürgeleştirilmiş toplumların ne kadar tuhaf niteliklere sahip olduğunu göstermeye odaklanmıştır. Bu temelde İngiliz antropologları Doğu ve Güney Afrika’yı, Fransız antropologlar Batı Afrika’yı, ABD’li antropologlar Guam’ı ve Amerika yerlilerini, İtalyan antropologlar da Libya’yı araştırmalara konu ederek, kapitalist modernitenin üstünlüğünü, gelişmişliğini ve ilericiliğini göstermek istemişlerdir.

Pozitivist sosyal bilim bu temelde disiplinlere ayrıştırılarak İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ve ABD’de üniversitelerde müfredata alınmış ve hegemonik bilgi biçimi haline getirilmiştir. Bu bilimin esas amacı sosyal yaşamla ilgili hakikati açığa çıkarmaktan ziyade toplumsal hakikatin üstünü örtmek ve gerçekleri çarpıtmaktır. Araştırmaları, tartışmaları ve analizleri hep bu temelde olmuştur. Buna göre:

1) Gerek esas aldığı zihniyet ve gerekse de sınıfsal konumlarıyla pozitivist sosyal bilim, egemenlikçidir: “Ya egemen kılar ya da egemenlik altına alır.”

2) Pozitivist sosyal bilim, cinsiyetçidir; erkek egemenliğini esas almakta, kadın gerçekliğini inkar etmektedir. Kadını yok sayma, varoluş durumunu ve varlığını görememe üzerine kurulu anlayışıyla onu nesneleştirme ve hiçleştirme konumuna düşürmüştür. Tarihin en büyük kadın kırımlarından biri olan “cadı avı”nın gerçekleştirilmesinde rol oynamıştır. Pozitivist sosyal bilim kadının toplumsal yaşamdaki rolünü göremediği gibi, kadını iradesiz ve kimliksiz bir varlık olarak tanımlamıştır. Pozitivist sosyal bilim açısından kadın, erkek egemenliğinde yaşamaya mahkûm, erkeğin bir uzantısı, karısı ve kölesidir. İkinci cins olmayı, köleliği, erkek egemenliğinde bulunmayı, cinsel meta olmayı kadına reva görmüştür. Pozitivist tarih bilimi, ekonomi bilimi, siyaset bilimi, sosyoloji ve antropoloji kadın hakikatinden bahsetmez. Bu anlamıyla kadın hakikatinin karanlıkta kalmasında pozitivist sosyal bilim temel rol oynayan faktörlerden biri olmuştur. Yine pozitivist sosyal bilim, merkezleri, erkeğe göre düzenlemiştir. Uzun süre akademilerde kadına yer verilmemiştir; daha sonraki süreçlerde yer verilmiş olsa da erkek egemenliği koşullarında ve cinsiyetçi bakış açısıyla yer almıştır.

3) Pozitivist sosyal bilime, Galileocu ve Newtoncu mekanikçilik ve atomculuk kaynaklık etmiştir. Bu nedenle pozitivist sosyal bilim bireycidir, bireyciliğe dayanmaktadır. Bu bilim, bireyin toplumdan bağımsız, kendi başına var olabileceğini, yaşayabileceğini savunur. Bu temelde toplumsallığa karşı bireyciliğin zeminini ve yolunu açmıştır. Toplumsallığından koparttığı bireyleri kapitalist modernitenin egemenliği altına sokmuştur.

Pozitivist sosyal bilim, bireyciliği şahlandırırken sahte özgürlük anlayışını da geliştirmiştir. Özgürleşmenin yolu olarak toplumsallıktan kopuşu göstermektedir. Bireylere, “Toplumsallığınız özgür olmanızı engelliyor; ne kadar toplumsallığınızdan, değerlerinizden koparsanız, o denli özgür olursunuz,” diye sesleniyor. Bireycilik kapitalist modernite sistemi için vazgeçilmez olduğundan pozitivist sosyal bilim temel birim olarak bireyciliği tercih etmiştir. Bireycilik geliştirilmeden çağdaş köle işçi sınıfı ve vatandaş ortaya çıkmaz, tüketicilik geliştirilemez. Kapitalist modernite için toplumsallığından kopmuş, bireyci-bencil yaşam peşinde koşan, toplumsallık ve ekoloji karşısında ahlaki ve vicdani sorumluluk duymayan “bireyler” var oluş koşuludur. Pozitivist sosyal bilim de buna hizmet eder.

4) Kürt Halk Önderi Öcalan, pozitivist sosyal bilimin toplumu kapitalist moderniteye göre tanımlayıp dizayn etmesini “toplumsal mühendislik” olarak tanımlamaktadır. Pozitivist sosyal bilim, toplumsal gerçekliği olduğu gibi kabul etmez. Kapitalist moderniteye göre yönetilen ve sömürülen bir toplum inşa etmek için adeta teknik bir proje gibi toplumu ele alarak kendi kalıplarına göre biçimlendirmek ister. Bu temelde toplumsal gerçekliği ölçer, biçer; ölçü ve model standartlarına uymayan yönleri Yunan mitolojisindeki Prokrustes gibi ya kesip atar ya da kapitalist modernitenin “demirden kafesi”ne uydurmak suretiyle uzatıp kısaltır. Sanal toplum, gösteri toplumu, magazinel toplum, tüketici toplum… gerçekliği bu temelde inşa edilmiştir.

5) Pozitivist sosyal bilim, anti-ekolojiktir. Te-melde ekonomizme ve endüstriyalizme dayanmaktadır. “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” felsefesini esas almaktadır. Birimci ve sosyal teori yönüyle de kâr aracıdır. Kâr için her türlü sömürüyü ve teknolojik kullanımı meşru görür. Bundan hareketle tarihin en büyük tahribatını yaratan endüstriyalizmin doğayı yaşanmaz hale getiren niteliğini maskeleyerek, teknolojinin yaşamı nasıl “kolaylaştırdığını” vaaz etmektedir. Bu anlamıyla havanın, suyun, toprağın ve toplumun yok olma noktasına getirilmesinde pozitivist sosyal bilim temel rol oynamıştır.

6) Pozitivist olguculuğu, nesnelciliği, deter-

minizmi ve ilerlemeciliği esas alan pozitivist sosyal bilim, felsefeyi ve ahlakı dışlamış ve gözden düşürmüştür. Felsefeyi boş bir uğraş, ahlakı ise aşılması gereken gelenek olarak tanımlamıştır. Pozitivist sosyal bilimin bu nitelikte olması toplumsal gerçeklikten kopuk olmasıyla bağlantılıdır. Pozitivist sosyal bilim, toplum için iyi, doğru, güzel, özgür, eşit ve demokratik olanı araştırmaz, tanımlamaz ve bulmaz; aksine, bu toplumsal niteliklere karşıdır. Kapitalist modernitenin sınırsız bir şekilde hegemonik sistem olması için söz konusu toplumsal nitelikleri gözden düşürüp bastırmıştır.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, “Çokça bilinir, önceden çizilen yollardan yürüyenler, o yolların vardığı köy ve kentlere ulaşmaktan başka bir yere varamazlar,” der. Kapitalist modernitenin paradigması olan pozitivizm ile yürünen tüm yollar, kapitalist moderniteye çıkmaktadır. Pozitivist paradigma ile eşit, özgür ve demokratik bir yaşam, toplum ve sistem inşa edilemez. Pozitivist paradigmanın aşılması bu nedenle zorunludur. Eşit, özgür ve demokratik bir yaşam, böylesi bir toplum ve sistem ancak pozitivist paradigmanın aşılması, demokratik, ekolojik ve cinsiyet özgürlükçü paradigmaya göre zihniyet ve vicdan devrimi gerçekleştirilerek inşa edilebilir.

 

 

 

 

Kaynakça ve Dipnot
  • Zohar, Donah. (2003). Kuantum Benlik. Doruk Yayınları: İstanbul.
  • Öcalan, Abdullah: (2002).Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa: AİHM Savunmaları. II. Cilt. Mezopotamya Yayınları: Köln
  • Öcalan, Abdullah: (2009). Demokratik Uygarlık Manifestosu: Uygarlık, Maskeli Tanrılar ve Örtük Krallar Çağı. II. Cilt. Aram Yayınları: İstanbul
  • Öcalan, Abdullah: (2009). Demokratik Uygarlık Manifestosu: Özgürlük Sosyolojisi. III. Cilt. Aram Yayınları: İstanbul.

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.