Düşünce ve Kuram Dergisi

Radikal Demokrasi Notları: Öznenin Devrimi

Metin Yeğin

Ulaşım

‘Boydan boya bir ovayı ikiye bölen bir otoban. Hızla, çok hızla geçen otomobiller, sürücülerin çok büyük çoğunluğu erkek ya da sürücü koltuğunda erkek olanlar, tekerlekli metal ve minyatür iktidar, ölmüşlerin enerjilerini çalmış petrol, yanık ölü kokusu bulutlarıyla kaplı ovanın soluk ağaçları, yaprakları otoban uçurumunun rüzgarıyla savrulan ve kabukları lastik kıvamında. Kuş kanatları kurşun serpintilerinden ağır mı ağır ve zaten hava kurşun gibi ağır…’

Araçlar ve hatta nesneler ile olan ilişki ‘Radikal Demokrasi’nin yansıdığı alandır. Her alanda temerküz yani tek elde toplanma, radikal tekel ihtiyacı, niyet ne olursa olsun, araçla ve daha geniş manada nesne ile olan ilişki -vurgulamak gerekir ki kullanmak değil ilişki- doğrudan ve yabancılaşmamış bir ilişki ancak ‘Demokrasi’ olmaktan çıkarıp ‘Radikal demokrasi’ haline sokar. Bu yüzden araçların temerküzü halindeki bir mekânda ve uzamda, ‘Demokrasi’ bağlarından koparak ‘Radikal’ olamaz. Sadece hegemonyanın nazik ve kullanışlı bir biçimi olabilir. Mesela ulaşımda, radikal tekellere dayanan, toplu, hani en aşağıdan orta sınıfın ortasına kadar içine tıkıştırılmış metro vagonları, insan kamyonu metrobüsler, yine de pencereden dışarı bakılabilse de trenler ya da minyatür iktidar prizmaları otomobiller hepsi demokrasinin taşıma araçlarıdır. Ulaşım bütün bu araçlarla baştan itibaren tekelleşir. Bu araçların üretim biçiminden, merkezi olarak yönetilme biçimine kadar her alanı bütünsel bir hiyerarşi ihtiyacı, kimin olursa olsun sermaye ihtiyacı, ulaşıma ulaşmak için harcanan süre ve benzeri her şey bütünüyle ele alındığında bir radikal demokrasi aracı ve nesnesi olma şansını ortadan kaldırır.

Burada tabii ki otomobiller tartışmasız olarak daha yıkıcı etkileri olan, kuşkusuz daha erkek ve kuşkusuz daha tekelcidir ama bu araçların büyüklüklerinin değişmesi, mesela vagonlara dönüşmesi iktidarın ensest ve tabii ki erkek kardeşi hız ile olan ilişki biçimini ortadan kaldırmaz. Mesela bu araçların geçiş saatlerinin halk meclisleri tarafından belirlendiği, işçi komiteleri ile çalışma koşullarının sağlandığı, kamu sermayesi ile işçi komitelerinin yönettiği -üretenin yöneten olduğu- fabrikalarda üretildiğini düşünsek de bu durum ancak daha fazla bir demokrasi yani hegemonyanın karşısında bir karşı hegemonya yaratıldığı bir durum yaratır ama radikal bir demokrasi değil. İşin içinde temerküz varsa orada radikal demokrasi yoktur. Bu söylediğim ‘Radikal Demokrasi’yi bir ütopya kutsallığı içinde başka bir yere, mesela ulaşımda ulaşılmaz(!)ın yerine koyarak efsane haline sokmak değildir. Radikal demokrasinin doğrudan-yabancılaşmamış karşılıklı bir özne ilişkisi olduğunun altının çizilmesidir.

 

Barınma

‘Hızla yükselen bir asansör, 2-4-8-18-25. kat. Camdan gövdenin içinde çeken, iten elektrik, onu soğutan, ısıtan, ozon tabakası dedikleri şey binanın kemirdiği, dikey çöl gökdelen ve zavallı pencereleri bile açılamayan, uzak yakın bir nehrin akışını sömürmeden ayakta duramayan, onsuz tırmanılamayan ve onsuz içinde yaşanılamayan talansız var olamayan, yüksek olduğu kadar aç ve çirkin bina…’

Biraz kurgusal ya da ironik gelecektir ama eğer geometrik olarak bir ‘Radikal Demokrasi’ resmi çizerseniz, bu kesinlikle yatay-horizontal olacaktır. Yapısalcı bir perspektifle mesela bugünün İstanbul’una ya da -ne yazık ki- Diyarbakır’a baktığınızda, sadece binaların yapısına baktığınızda, neoliberalizm şatoları etrafı kamera hendekleriyle çevrili finans merkezleri, neoliberal tapınaklar alışveriş merkezleri, kentin eteklerinde bu şatoları, tapınakları inşa eden, onaran, temizleyenlerin gecekonduları ya da içine sıkıştırılmış toplu konutlarını görürüsünüz. Mesela 2 bin yıllık bir yerleşim yerinde kazıda bir kilise çıktığında nasıl orada Hıristiyan bir kültürün yaşadığının izi varsa, bugünün kentleri de neoliberal hegemonyayı yansıtan yapısal simgelerle doludur. Daha ötesi, temel hegemonya alanı Neoliberalizmde kent olduğundan, kentin bütünü yapısal olarak bunu simgeler. İnşasından başlayarak, kesintisiz her gün ayakta durmasına kadar, bütünüyle dev bir enerji yiyici, dehşetli bir çevre kirletici ve kaynak terminatörüdür.

‘Radikal Demokrasi’ yaşam alanları, kolektif kararlarla, demokratik bir mimari biçim ve radikal inşaat tekellerine ihtiyaç olmadan, hep birlikte inşa edilendir. Nesne ile ilişki evin suratına yansır. Birlikte inşa edilenler, içinde müteahhit ve sömürü olmadığı için en kullanışlı, yararlı, estetik ve güzel olandır. Standardın tek düzeliğinden sıyrılmış, herkesin kendi beğenisine göre, karşılıklı ve birlikte, başka bir yaşamın estetiğini ortaya çıkarır. İç içe sıkıştırılmış ama birbirlerine sırtını dönmüş, kendi soluğunun 3 kat aşağıdan duyulduğu, acılarının ve sevinçlerinin en yakından duyulmadığı TOKİ binaları gibi değil, bütün kararların birlikte alındığı, günlük yaşamın birlikte örgütlendiği kent olmayan kentler de ancak bütünüyle ‘Radikal Demokrasi’ inşa edilebilir.

Bütün bu söylediklerimin manası, mesela TOKİ konutlarında ortak alanlar ve duvarlarla sınırlanmış olsa da birlikte yaşam yerleri örgütlenmekten kaçınmak değildir tam aksine bunlar olmadan o duvarlar yıkılamaz zaten. Tam aksine bir savaş sonrası büyük travma, yıkılmış bir kentin içinde yapısal olarak bir ’Radikal Demokrasi’ inşasını daha mümkün ve zorunlu kılabilir ama esas meselse, yıkılmış kente rağmen kafalarımızda ki kapitalist modernitenin etkilerini parçalayabilmektir.

 

Eğitim

‘Koca bir çan eğrisinin, galiba hilal gibi bir şeydi bu, üstüne oturtulmuş çocukların sıra sıra dizildikleri, sınıf sınıf sıralandıkları, al yanaklıların daha yukarda, üstlerine kan sıçramışların en altlarda oturdukları, bir teneffüs ziline yani yeni bir emre kadar sessizliğe mahkumlar, egemenin emrettiklerini aktarmak zorunda kalan ya da umurunda değildir bilmiyorum, talim ve terbiyenin bir parçası, altlarda bir çark vidası, dişleri arasında yasak diller, özgürlükler ve çocukça neşeyi tuzla buz eden, yücelerin lafları, notlanmış yıllar ve ellerimize tutuşturdukları kağıtlarla hani altlarında kral mühürleri ile kirlenmiş, egemen kibriyle süslü, ayrıcalık imtiyazlarımız, diplomalarımız yani hoş geldiniz çarkı felek sistemine kağıtları…’

Okullar daha doğrusu eğitim, bir eylem biçimi olarak ‘Radikal Demokrasi’nin bir parçasıdır. Bu ‘Ahmak’ ve ‘Cahil’ çocuklara öğretilmesi ya da toplumsal hiyerarşi de bir merhale, imtiyazı olarak değil karşılıklı öğrenmeyi içeren, ilk başından beri özgür bir özne olarak, her öğrencinin-eğitmenin eşit olarak, her karara katıldığı, teori ve pratiğin birlikte yaşama geçirildiği bir biçimdir. Kategorize edilmiş, sınıflandırılmış ve hiyerarşik bilgilerin, ‘bankacı’ bir biçimle sadece üst üste yığıldığı, satılabilir bir bilgiler istiflenmesi değil, demokratik bir yaşama 6 yaşından itibaren, her çocuğun doğrudan karar ve sorumluluğa dahil edilmesi sürecidir. Radikal demokrasi dünyanın en bölücü şeyi, okulların ‘sınıf’larını yıkar. Duvarlarının yerine bilgilerin sınırsız paylaşıldığı bir dayanışma ve yaşama alanı potansiyeli doğurur. Okullarda öğrenciye söz ve karar hakkı gerçek yaşantıda söz ve karar hakkının, radikal demokrasinin temel unsurudur.

 

Aile

‘Kutsal evimiz, baba ve televizyonun baş köşeye kurulduğu, ocaklarda içine mesela yarım kilo nohut, pembeleşir pembeleşmez üstüne su boca edilmiş, kıyılmış bir baş soğan ve bütün kadın hayatlarının konulmuş olduğu yemek kapları, yeniden ve yeniden bizi üretip yarın yine ayakta durabilir bir köle olarak sahibe gönderecek olan ev fabrikası, Evin muktediri erkek, belediye başkanından aldığı yetkiye dayanarak -aptal- düzenin bekasını bu bir oda bir salonda ya da daha küçük, belki daha geniş ama boyu iki evlek yeri geçemeyen cüce iktidarının sarhoşluğunda hiç bir şeyin farkında olmayan, -aptal dedim ya- savaşlarda ilk ölecek ve öldürecek olan ve zaten ölmesi gerektiğinden raporlarda bile hiç adı geçmeyecek olan erkek, ortada bu nefesi kokmuş hayattan sıyrılmaya çalışıp, duvarlara çarpa çarpa koşuşturan çocuklar, ailemiz, biz…’ -Kadınları saymadım fark ettiniz…-

Ev, sistemin en katışıksız küçük birimidir. Doğal toplumun özgür günlerinden sonra, her sistemin yapısı ve etki güçleri de farklı ve değişik olan hegemonik ilişkiler çeşitli manada evi abluka altına alır, kendisini en küçük birim olarak orada inşa eder. Dışarıda egemen olan sistemin aynısıdır kimya dersi tanımıyla, NŞA-Normal Şartlar Altında ev. Bu yüzden yemek kapları dışında adı anılmayan kadın ‘Radikal Demokrasi’nin temel dinamiğidir ve bu yüzden ‘Radikal Demokrasi’nin temel ölçütü, mesela ulaşımda kadının özgürleşmesi, barınma hakkında kadının barınma hakkına sahip olması, eğitimde erkek ve iktidarın olmadığı herkese karar hakkıyla özgür eğitim, evin bu çemberini kırmanın unsurlarından biridir.

 

Kıyas

‘Radikal demokrasi’ siyasal-politik bir yönetim biçimi ve yönetişim hali değildir. Demokrasi aynı kökten gelir ama bu ortak kök ilk başta sanıldığı gibi ‘demokrasi’ değil tam aksine ‘hegemonya’dır. Bu ortak nokta aynı yöne doğru da değildir. Aksine, ‘aksi’ yönedir. Yani ‘demokrasi’ hegemonyanın bir kullanış biçimi, yaygınlaştırılmış ve kolaylaştırılmış bir hegemonya inşası iken, ‘Radikal demokrasi’ bu hegemonyayı parçalayan, yıkıcı ve kolektif olandır. Burada ‘demokrasi’ mesela ‘Faşist’ ya da her neviden daha tekçi bir hegemonya biçimine göre daha az baskıcı, daha geniş bir kitleyi -ki kitle kelimesini de vurgulayarak- söz sahibi yaparak ya da daha da gerçeği, yapıyormuş gibi yaparak olması, hegemonya karşıtı olduğunu göstermez. Demokrasi bir hegemonya, bir başka anlatımla, kurumsallaşmış bir hegemonyanın yani iktidarın bir kullanım biçimidir. Köşeleri kırpılmış, sivri yerleri içinde saklı iktidar, böylece sadece polis, asker ya da kutsanmış bir gücün, legal baskı aracıyla değil, her yere serpilmiş, ‘özgür’ davranabilme insiyaki ile hareket edebilen iktidarı yaygın ve çok daha meşru, en önemlisi kalplerimize kadar sızabilen bir hale getirir.

 

Esas Mesele: Özne

Radikal Demokrasi’yi bütünsel ama basit olarak doğrudan öznenin devrimi olarak tanımlayabilirsek de anlatırken bu bütünselliği parçalayan ama her biri diğerini zorunlu olarak tamamlayan ve onsuz olamaz bir niteliği kendi içinde taşıyan, her biri gövdesini fakat başsız bir gövde ki radikal demokrasinin, öznenin kendisi olmasının temel özelliği ve yine ayaksız olması, bunun manası ayaklarının yere basmaması değil tam aksine bütün gövdesiyle toprakta olması, her birinin bir diğerini öncesiz ve sonrasız olarak tamamladığı bir parçalar bütünüdür.

‘Karşı devrime, distopyaya dönüşmüş ‘kitle’ kullanılabilir bir aparat olarak doğrudan hegemonyanın bir parçası halini de aldı. Yani artık sadece hegemonyanın etkisi altında, onun doğrudan yönlendirmeleri ile değil, hatta ondan daha da ileri giderek hegemonyanın kendisi halini aldı. Mesela Nazi Almanyasında ilk başta Nazilerin özel kuvvetleri tarafından doğrudan ya da onlar tarafından provoke edilerek başlayan Yahudilere karşı saldırılar bir süre sonra ‘kitle’nin parçaları tarafından kendiliğinden, iktidarın yerine geçenler tarafından gerçekleşmeye başladı. Yani Yahudi, Komünist, Sosyalist ya da Çingene, genel bir tabirle ‘öteki’ avı da kitleselleşti! Bu her sürek avı kitleyi arındırdı da aynı zamanda. Suça katılmış kitle, daha da fazla ‘tek’leşti. Nazi yönetiminin ardından birçok Almanın toplama kamplarının gerçeğini bilmiyorduk deyişinin ardında bu vardı aslında. İktidarın Almanya’yı ‘tembel ve asalak’lardan korumak için kurdukları ‘Çalışma kampları’nda, her şeyin güllük gülistanlık gösterildiği Nazi propaganda filmlerinin etkisi değildi bu sadece. Bundan daha fazla, parçası olduğu hegemonyanın hiçbir zaman böyle bir şey yapabileceği akıllarına bile gelmezdi ya da yapsa bile bunun bir nedeni mutlaka vardı ve kötü bir şey olacağı da düşünülemezdi. Hegemonya içinde kitleselleşme, soruyu ortadan kaldırıyordu yani. Yoksa komşunuzun alıp götürüldüğü ve ondan bir daha hiç haber almadığınız bir çalışma kampı için hiç kuşku duymamanız mümkün mü? ’[1]

‘Geçen yüzyılda devrim, kitlelerin eseriydi. Elias Canetti’nin yazdığı gibi birbirinden dokunmaktan çekinen, korkan, daha doğrusu sürekli bu endişe ile yaşayan insanlık ‘Kitle’ olduğunda sadece birbirine dokunmayı önemsemekle kalmıyor, bunu talep ediyordu. Her türlü hiyerarşiden sıyrılan kalabalık eşitleşmiş bir düzlemde, bir mitingde, isyan zamanında ya da futbol maçında yabancılaşmanın parmaklıklarını kırıp ‘Bir’ oluyordu. Bu ‘Bir’ olmanın heyecanı ve olağanüstü duygusal coşkusu, orduların silahlı güçlerini, devletlerin yüzyıllık kurumlarını, iktidarların hegemonyalarını parçalıyordu. Devrim sadece politik-siyasal bir yıkımın ve yaratı halinin dışında ve belki de daha da fazla bir duygu patlaması haliydi. Birbirine dokunmaktan endişe duymayan, eşitleşmiş ve birleşmiş insanlığın dönüştürücü coşkusu…

Ancak kitle olarak ‘Bir’ olmak aynı zamanda ‘Tek’ olmayı da ortaya çıkartıyordu. Kapitalizmin ‘Faşizm’ ile adlandırılacak bu keşfi, kitleyi devrimci olmak durumundan genellikle karşı-devrime sürüklüyordu. Öncelikle devrimin kıyısından dönmüş halklarda yeni bir ütopyaya varamamak, bir disütopya etrafında kitleselleşmeye yol açtı. Kitle, yani ‘Tek’ olma hali kolay harekete geçirilir, distopyaya evrilebilir ya da sıkıntısız ve tasasız, yani bu endişeyi duymamak için kendisini ‘kitle’ye adamışların halidir bu. Bu Teklik hali bazen milliyet-ırk-din ya da hatta futbol takımı olarak çeşitli büyüklükte ya da şiddete vuku bulabiliyordu ve tek ortak özelliği ‘tek’ pürüzsüz olmasıydı. Bu yüzden, mesela bu kitle içerisinde bir kişiye soru sorulduğunda, hiçbir cevap alamamak hiç şaşırtıcı değildi.

Böylece manipülasyon araçlarının gelişmesiyle, mesela televizyon ile güçlenmiş iktidarların, yani tam anlamıyla ‘propaganda’nın, ekonomik haliyle reklamların, kurumsallaşmış biçimiyle okulların nihai hedefi olan kitle tamamıyla karşı-devrimcileşti. Devrimci hal sarayları yıkma biçimini ‘Bir’ ve ne yazık ki ‘Tek’ olmuş bir kitlenin elinden alıp ‘çoklu öznelere’ devretti artık. Bu yüzden Zapatista hareketi, Occupy, Indignados hareketi ve tabii ki Kürt siyasal hareketi sistemi yıkma özelliğini içinde taşımakta. Bu söylediklerim çok olmak manasında ‘kitlesel’ olmayı reddetmiyor; tam aksine ‘dokunmayı’ özne olmakla bilinçli bir hale dönüştürmeyi öneriyor. Yabancılaşma, sadece yan yana durmanın ötesinde özgür olmanın yaratısı coşkusu ile paramparça olacaktır artık.

Bu yüzden devrim artık kitlelerin değil, çoklu öznelerin işi gibi geliyor bana. O zaman soruyorum; Kürt siyasal hareketinin teoride Demokratik Özerklik, Özyönetim, Ekolojik Demokrasi ile ortaya koyduğu bu perspektifin pratikte tam olarak yaşama geçirilemediğinden, yani bir anlamda henüz kitle olunmaktan sıyrılamadığından mı bugün henüz özgürleştirici teorinin tam olarak yaşama geçememesi?’[2]

 

Kitle’den Özne’ye

‘Kitlenin yerine öznenin devrimci bir dinamik olarak yer almasında mutabıksak, o zaman ‘Özne’ olmanın yolları üzerinde konuşmamız gerekir. Kitlenin yerinin değiştiğini vurgulamak, yaşanmış devrim ve isyanların öznesiz olduğunu iddia etmek değildir. Tam aksine, öznenin özgürlük zamanları ile devrim zamanları aynıdır ve bu günler isyan günlerine denk düşer. Burada farklı olan, artık öznenin ya da öznelerin devinimiyle kitleyi harekete geçirmek değil, her şeyi özneye dönüştürme biçimidir. Aslında devrim günlerinde tarif edilen ‘Yeni İnsan’, ‘Sosyalist İnsan’ gibi tanımlamaların da hedefi budur. Bu genellikle algılanan bir ‘üst insan kimliği’ değil, toplumsal değişimin, hiyerarşinin parçalanmasının, yabancılaşmanın imhasının bir tarifidir.

Özne olabilmenin ilk ölçütü, yanlış yapabilme özgürlüğüdür. Paradoksal olarak zaten yanlış yapma hakkınız yoksa özgürlük yoktur. Bu yüzden ‘yanlışa övgü’, düşüncelerin ya da pratiklerin doğru olma karinesinden sıyrılmasıdır. Zaten bununla birlikte ‘doğru’, kararlar hiyerarşisinde haksız statüsünü kaybeder ve tek bir doğrunun olmadığı da kendini ortaya çıkarır. Bu aynı zamanda, her zaman da olsa ‘doğru’ söyleyenin bir ayrıcalığa sahip olmasını, bunun bir iktidara dönüşmesini ve dokuz köyden kovulmasını da engeller. Bu halk deyişinde esas karşı çıkılması gerekenin, söyleyenin ‘doğru’ olması değil, doğru ya da yanlış ne olursa olsun söyleyenin kovulmasıdır. Çünkü mutlaka onların başka ‘doğru’su vardır.

Arjantin’de bir işgal fabrikasında her türlü kararı işçiler, işçilerin eşleri ve onlarla birlikte çocukları veriyordu. Eşler ve çocuklar, fabrikanın durumu doğrudan kendilerini etkilediği için kararlara katılıyorlardı. 26 yaşlarında bir işçi kadın ‘Bazı kararlarımız yanlış oluyor ama yanlış da olsa bizim yanlışımız.’ diye bunu çok kısaca anlatıyordu. Yani bizim yanlışımız el âlemin doğrusundan çok daha değerlidir.

Günlük hayatta yanlışı elinden alınmış insanlık, her bir davranışı belirlenmiş ama gerçekte genellikle doğru yapmayandır. Ancak bu doğru olmayan ‘yanlış’ değil, ‘hata’dır. Yani birilerinin belirlediği ve daha çok sistemin işleyişine kendisini kaptırmış bu gidişat içinde ‘hata’lar ‘yanlış’tan farklı olarak ‘özne’nin bir eseri değildir yine. Resmi olan, olmayan, ahlaki ya da ahlak dışı bütünüyle her çeşidinden hiyerarşik doğrular silsilesinde, hatalar, doğru kavramının besleyicileri yani onu haklı kılanlarıdır. Ne zaman ki doğru gibi yapmamak durumu bilinçli olmaya başlar, hata yanlışa, nesne özneye dönüşür.

Yanlışa övgü aynı zamanda faşizmin panzehiridir. Her şeyi bildiğini zanneden sınıf başkanları ki burjuvaziyi kast ediyorum, mesela bu şekilde boş kibirlerini doğruları ile birlikte alıp cehennemin dibine giderler. Biz yanlışları sevenlerin, yani özgür düşüncenin, çoklu doğruların ve daha doğrusu yanlıştan yoksun olmayan doğruların, doğrularla dolu yanlışların dünyasıdır bizim istediğimiz. Yanlış olmadan özne olmaz ve özne olmadan devrim…’[3]

 

Radikal Demokrasi ve Çoklu inisiyatifler

Madunun, ezilenin özne olma meselesini asıl olarak iktidar olma ile özdeşleştirdiğimizi düşünen arkadaşlar 4-5 haftadır yazdıklarımı, çok sonra, bir iktidar meselesi tartışması olarak görüyorlar. Bu bir açıdan doğru ama bu, meselenin çok küçük ve nihai bir parçası. Asıl mesele, böyle bir sona ulaşmamak, yani madunun, ezilenin iktidar ile birlikte efendiye dönüşmemesi, ‘beyaz’laşmaması, Çinlilerin deyişi ile ‘Muz’, yani ‘dışı sarı içi beyaz’ olmaması meselesi… Bunun en çarpıcı örneği Güney Afrika’da ANC-Afrika Ulusal Konseyi siyah iktidarının bugünkü ‘beyaz’ durumu ve buna karşı, mesela Güney Afrika gecekondu hareketi Abahlali baseMjondolo’nun Fanoncu direnişi. Yani siyah görünümlü beyaz iktidarının ‘Yeryüzünün Lanetlileri’ ile ilişkisi. Bu yüzden ‘Özyönetim- Dünyanın Sokaklarında Radikal Demokrasi’ kitabında daha çok açıklamaya çalıştığım ‘Özyönetim’ in Guaveracı yönü, yani ‘Çoklu inisiyatifler’ ile Fanon’un ‘Madunun kendi adına konuşması’ tam olarak birbirini tamamlayan şeyler. Burada eklemek isterim ki ‘Özyönetim’, yani radikal demokrasi önerisi, Rojava pratiği, böyle bir çabanın yaşama geçirilmesi çabasıdır.

Şimdi yine bir yanlış anlamayla karşı karşıya kalabiliriz diye, bunun sadece yarının meselesi olmadığını, hatta tamamıyla bugünün meselesi olduğunu vurgulamalıyım. Çünkü iktidarda değiliz belki ama her tarafımız, içimiz, dışımız iktidar dolu. Rahmetli babaannemin deyimiyle ‘Hayatta bir baş ol da istersen soğan başı ol’ ilkesinin bolca geçerli olduğu bir ‘baş’lar topluluğu, bir başka deyişle ‘Başkanlar topluluğu’ halindeyiz. Karar alma mekanizmasının demokratikleştirilmesi için her alanda oluşturulan kurallar, komisyonlar, komiteler, alanlar ya da adı her neyse her şey, kararın demokratikleştirilmesi yerine daha çok farklı boyutlarda, küçüklü büyüklü bürokratik aparatlar haline dönüşüyor. Etrafta bu kadar çok ‘başkan’ın olması tesadüf olabilir mi? Aslında başkan sözünü seviyorum. Birçok zaman bizim de zorluk çektiğimiz hitabet sorununu çözüyor. Hele benim gibi ‘bey-hanım’ hitabından hoşlanmayan birisi için çok kullanışlı bir terim ama eğer bu dilde anlatmaya çalışırsam, ‘başkan’ın manasının daha çok ‘hocam’a dönüşmesi gerektiğini düşünüyorum. Yani daha eşit bir isimlendirme gibi geliyor bana. Bu bir hitap önerisi filan değil, neyi kastettiğimi anlatabilme çabası sadece.

Burada esas anlatmaya çalıştığım, bütün tartışmada üzerinde durduğum ‘Özne’nin temel ilişki halini alması durumudur. Yoksa çok kalabalık bir toplumsal yapı da değil ki çok kalabalık bir ‘özne’ olunabilen bir yapı zaten olamaz sadece iki kişilik bir ilişkide bile özne olmanın, günlük hayatta iktidarı çöpe atmanın meselesidir bu, Fanoncu bir tanımlamayla ‘Yeryüzünün Lanetlileri’nin doğrudan kendini ifade etmesidir ve devam etmek üzere… Eğer çok seviyorsak ‘Başkan’ demeyi, herkesin başkan olduğu bir toplumsal yapı işte bu anlatmaya çalıştığım ve çocukları da unutmadan…’ [4]

 

 

 

[1] . ‘Radikal Demokrasi’, Metin Yeğin, Özgürlükçü Demokrasi.
[2] .‘Kitle mi Olmalı?’, Metin Yeğin, Özgürlükçü Demokrasi.
[3] ‘Yanlışa Övgü’, Metin Yeğin, Özgürlükçü Demokrasi.
[4] ‘Özne-İktidar Meselesi’, Metin Yeğin, Özgürlükçü Demokrasi.
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.