Düşünce ve Kuram Dergisi

Rojava Devrimi’nin Dili

Zeki Bayhan

Sosyalist kuramcı John Holloway, “İktidar Olmadan Dünyayı Değiştirmek” adlı çalışmasında “İktidar olmadan dünyayı nasıl değiştirebiliriz?” diye soruyor ve “Yanıtı çok kolay: Bilmiyoruz!” diyerek sorduğu soruyu cevaplıyordu. Holloway’ın kaleminde ifade bulan bu soru, yaşanan tarihsel tıkanıklığın özeti gibidir. Sorun şu: Kapitalist ulus toplumsal eşitsizlikleri sürekli derinleştirip bireyciliği sürekli üreterek yaşamı zehirlemekle kalmıyor, yarattığı ekolojik krizlerle küresel yaşam alanını da her gün daha çok tehdit ediyor. İ. Wallerstein gibi düşünürlerin “sistemik kriz” olarak ifade ettiği sistemsel tıkanıklık, giderek daha sık aralıklarla sürdürülemezlik işaretleri veriyor… Diğer taraftan sömürülen geniş toplumsal kesimlerin umutla sarıldığı Marksist devrim teorisi de yaşanan deneyimler özgülünde vadettiği özgürlük idealinden uzak kalarak güçten düştü. Böylece 21. Yüzyıla insanlık, modernist paradigmanın sağ ve sol cephelerinde yaşanan tarihsel tıkanıklıkla girmiş oldu. Ne liberalizm vadettiği “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” idealini yerine getirebildi, ne de Marksist-Leninist çizgi özgür komünal yaşam idealini… Bu tarihsel eşikte solun gerilemiş olması insanlık için büyük bir kayıp anlamına geliyor. Çünkü kapitalist ulus-devlet sistemi sömürmeye ve daha çok sömürmeye devam ediyor.

Holloway, diğer birçok kuramcı gibi Marksist devrim teorisindeki temel sorunu; devlet ve iktidar tutumunun sonucu olarak doğru tespit etmiş, yani toplumsal devrimin nasıl olamayacağını ortaya koymuş, fakat nasıl olabileceğine dair bir önermede bulunmamıştı. Sonrasında yazdığı “Kapitalizmde Çatlaklar Yaratmak” adlı çalışmasında; egemen sistemde çatlaklar oluşturarak bu çatlakların birleşmesini sağlamak, böylece çatlakları derinleştirip, sistemi dönüştürme gibi bir fikir ortaya sürüyor. Holloway’in bu önermesi felsefi ve mantıksal açıdan makul görünebilir. Fakat “Nasıl?” sorusuna hayatın içinden verdiği somut yanıtlar olmadığını da belirtmek gerekiyor. Sözgelimi çatlakları kim yaratacak, kim birleştirecek? Özet bir ifadeyle; devrimin öznesi veya özneleri kimler olacak; devrim özneleri arasındaki koordinasyon nasıl sağlanacak? Nitekim Holloway’in kendisi de yanıtının, “yanıt olmayan-bir yanıt olabileceğin“ belirtiyor.

Bir taraftan kapitalist ulus-devlet sisteminin içinde bulunduğu kriz, diğer taraftan sosyalist cephenin yüz yüze olduğu açmaz, yaşanan tıkanıklığın konjonktürel değil paradigmasal olduğunun göstergesidir. Bu tıkanıklığın aşılamaması, kriz halinin derinleşerek yinelenmesine, dolayısıyla da küresel tahribat düzeyinin günden güne artmasına neden oluyor. Bu anlaşılırdır; zira sistemler her krizden sonra bulundukları merkez noktadan kaymalar yaşayarak başka bir noktada dengeye otururlar ve bu kaymalar sürüp gider. Sistemler ilk kuruluşlarından uzaklaştıkça, öngörülemez krizlerin önü potansiyel anlamda daha fazla açılmış olur. Bölgesel açıdan ise Ortadoğu, küresel düzlemde yaşanan sistemik krizin en yoğun yankı bulduğu bölgedir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, 2000’li yılların başlarında küresel güçlerin ABD öncülüğünde, Ortadoğu’ya müdahale etmekten vazgeçmeyeceklerine, çünkü başka bir yollarının kalmadığına dikkat çekiyordu. Gelişmeler bu öngörüyü doğruladı. Zira küresel sistem, krizden kurtulma amaçlı yeni bir denge arayışındadır ve Ortadoğu, zenginlik kaynakları, jeopolitik konumu ve sosyo-kültürel yapısı bakımından egemen sistem için de stratejik bir alandır. Dolayısıyla BOP(Büyük Ortadoğu Projesi), “Arap Baharı” ve son birkaç yıldır yoğunlaşan çatışma hali bu küresel krizden çıkış arayışlarının bölgeye yansımasının sonucudur. Fakat BOP da “Arap Baharı” da bölgede maya tutmadığından kriz derinleşerek devam ediyor, devam edeceğe de benziyor. Çünkü küresel güçler kendi çıkarlarına uygun bir sistem inşasına gidemediklerinden; istikrarsızlığı bölge politikası olarak belirlemiş görünüyor.

Ulusal düzlemde ise Kürdistan, krizli küresel sistemin, en buhranlı bölgesi olan Ortadoğu’nun merkezi alanı haline gelmiş durumda. Zira Kürdistan adı bile İran, Irak, Suriye ve Türkiye’de aynı anda alarmın rengi kırmızıya çevirmeye yetiyor. Bu durum, Ortadoğu’da kartların yeniden karıldığı bu tarihsel momentumda Kürdistan’ı oldukça riskli, krizli bir alan haline getirmekle birlikte stratejik bir konuma da yükseltiyor.

Rojava Devrimi, bu her üç alanda (evrensel, bölgesel, ulusal) yaşanan kriz haline içerdiği yanıtlar dolayısıyla yön tayin edebilecek bir tarihsel toplumsal harekettir. Toplumsal kaos süreçlerinde bazen küçücük bir gelişme devasa toplumsal sonuçlara yol açabilir. Rojava böyle bir potansiyel taşıyor.

Evrensel Anlam Üzerine

Holloway’in soru ve cevabıyla özetlemeye çalıştığımız modernist paradigmanın çöküşü nedeniyle yaşanan tıkanıklığa Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan sosyalist cepheden bir yanıt geliştirip, tarih ve toplum tezlerinden, devrim veya toplumsal dönüşüm stratejilerine, uygulanabilir toplumsal özgürlükçü yaşam modellerine kadar paradigmasal alternatifler sunuyor. Kadın özgürlükçü demokratik sosyalizm, demokratik konfederalizm, demokratik ulus, demokratik özerklik gibi kavramlaştırmalarla çözümler üretmiştir. Fakat bu kavramlar, Öcalan paradigmasının birer bileşkesi olarak okunması gerekmektedir. Zira söz konusu olan çok yönlü bir tarih-toplum paradigmasıdır.

Bu paradigmasal evrende, devrim/toplumsal dönüşüm stratejisi devlet iktidarını ele geçirme eksenli bir strateji değildir. Bilakis, toplumsal yaşam üzerinde ağırlık oluşturan ulus-devletin iktidar odaklarını etkisizleştiren ve toplumu özneleştiren bir stratejidir bu. “Toplum özneleşmesindeki kasıt, devlet organizasyonunda yoğunlaşan iktidarın, topluma yetki devri yoluyla çözümlenmesidir. Zira herkesin yönetimi demek olan toplum, gerçekte iktidar olan hiçbir kişi veya odak yoktur. Sistem, tabandan toplumsal örgütlenmeye dayalı olduğundan, karar gücü ve inisiyatifte alttadır, tabandadır. Bu, kültürel bakımdan devlet dışında, devlet olmayan ve toplumsal bağlamda özgürlük idealinin gerçekleşmesidir. Bu boyutuyla klasik sosyalist teoriden ayrışır. Çünkü klasik sosyalist devrim stratejisi, devlet iktidarını ele geçirmek ve ele geçirilen devlet iktidarı yoluyla toplumsal dönüşüme de yol almak eksenlidir. Dolayısıyla klasik sosyalist devrim stratejisi toplumsal dönüşümü sonraya, gelecek zamana erteler ve önceliğini iktidarın ele geçirilmesi olarak kurar. Bu stratejinin başarıyla sonuca ulaştığı en önemli deneyim, Sovyetler deneyimidir. Devlet iktidarı ele geçirildi, proletarya diktatörlüğü kuruldu ve 70 yıl ayakta kaldı. Devrimden yıllar sonra, toplumsal dönüşüm gerçekleşmedi ve devlet sönümlenmedi. Sonuçta işçi sınıfı diktatörlüğü eliyle toplumsal dönüşüm sağlanamadı ve devlet “gereksizleşmedi”. Neden? Çünkü devlet iktidarı, toplumsal özgürlük karşıtı bir tahakküm aracıdır ve karakteristik olarak egemenlikçidir.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın formüle ettiği devrim stratejisi devlet ve iktidara değil, topluma dayanır. Bu nedenle de devlet iktidarını ele geçirmeye değil, topluma dayalı tabandan örgütlenmeler yoluyla toplumsal özgürlük sistemi inşasına yönelir. Dolayısıyla devrim, toplumsal dönüşümü bir gelecek projesi olarak değil, bugünün projesi olarak somutlaşır ve adım adım örgütlenmeye başlanır. Bu bağlam içinde devrim bugünden soluk alıp vererek süreklileşen bir diyalektik oluş halidir. Devrim bir nihayet arayışı değil, bir başlangıçtır ve şimdi’nin gündemidir. Şimdi’den başlayıp geleceğe doğru yol alan ve içinde sonsuz sayıda devrimler barındıran bir “toplumsal oluşlar diyalektiği” olarak düşünebiliriz devrimi. Yaşamın her alanındaki oluşların toplamı olarak devrimin öznesi proletarya veya herhangi bir grup olamaz. Bu toplumsal dönüşüm stratejisinde dışarıdan bir devrimci özne tasarımı yoktur. Devrimin öznesi, devrimin yarattığı bu değişimlerden etkilenen “içerisi”dir.

Rojava, bu tahayyülün yaşamsallaşması deneyimidir. Başarılı bir başlangıçtır ve de umutlar yaratan bir devrimdir. Heyecan vericidir. Çünkü bir hayalin gerçekleşebilirliğinin göstergesidir. Ne diyordu Paramaz Kızılbaş? “Her yürek devrimci bir hücredir”

Biz, bu sebeplerle Rojava derken, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan sisteminin sacayakları olan şu üç olgudan bahsediyoruz:

1.Demokratik Ekolojik Kadın Özgürlükçü Paradigma

2.Demokratik Sosyalizm İdeolojisi 3.Özyönetimci Konfederal modele dayalı Demokratik Ulus

Rojava, bu sistemin vücut bulduğu toplumsal model olma özelliği nedeniyle tarihsel bir dönüşümün ilk önemli adımını oluşturur. Söz konusu olan, sağ ve sol veçheleriyle modernist paradigmanın iflas ettiği bir tarihsel eşikte, alternatif bir sosyalist paradigmanın ilk adımıdır. Var olan iktidarcı siyaset kültürünün bütün kurumsal ve otoriter ilişki biçimlerini ortadan kaldırıp, toplumsal özgürlükleri tabandan örgütlenmeler yoluyla geliştiren bir adımdır söz konusu olan. Başka bir ifadeyle modernist paradigma ve kapitalist ulus-devlet sisteminden bağımsız bir devrim modelidir bu. Bundandır ki bu devrim modeli, modernist paradigmanın kavramsal-kuramsal çerçeveleriyle düşünme alışkanlığındaki zihinsel ufku aşar. Nitekim ufku devlet sınırlarıyla çerçevelenmiş resmi aydınlar, Rojava Deneyimini görünce ve diyeceklerini şaşırdılar. Şaşırdılar çünkü modernist zihin dünyasının kodladığı iktidarcı akıl anlayamadığı şeyleri “tanımlamaz”, “kuraldışı”, “kaotik” olarak addeder. Devrim de zaten kuraldışı ve şaşırtıcı olandır! Ve hiç kuşku yok ki en büyük devrim iktidar saraylarını değil, iktidarcı zihinleri yıkan devrimdir. Devrimler şaşırtır, ezber bozar…

Rojava Devrimi’ni Ekim Devrimi’ne, Kobanê direnişini Stalingrad direnişine benzetenler var.

İsabetlidir.

Bütün büyük yolculuklar bir ilk adımla başlar.

Fransız Devrimi bütün dünyada eş zamanlı yapılmadı. Fransa’da bir model oluştu ve adım adım yayıldı. Ekim Devrimi bütün dünyada birden yapılmadı. Birinci dünya savaşına bambaşka emellerle giren Çarlık Rusya’sında doğdu ve bir model olarak somutlaştı. Rojava’da, bir devrim tasavvurunun gerçekleşmeye başladığı alan; özgür yaşama ulaşma yolu olarak belirlenen devrim stratejisinin doğrulandığı toplumsal laboratuvardır. Gücünü toplumsal tabana dayalı örgütlenme modelinden alır. Fransız Devrimi gücünü aydınlanma devriminden, Ekim Devrimi Marksist ideolojiden alıyordu; Rojava Devrimi ise Demokratik, Ekolojik, Kadın Özgürlükçü Paradigma ve Demokratik Sosyalist İdeolojiden beslenir.

Bu, herhangi bir etnisite veya inançla veya bölgeyle sınırlandırılamayacak bir modeldir, evrenseldir. İdeolojik ve felsefi boyutlarının yanı sıra, evrenselliğinin en önemli boyutlarından biri de kadın özgürlükçü ilkenin toplumsal yaşamın her alanında başat kılınmasıdır. Dolayısıyla Rojava aynı zamanda, dünyanın en kalabalık sömürge toplumu olan kadın devrimidir. Rojava başarıyla sürdürülmesi durumunda Ekim Devrimi’ni aşan sonuçlara yol açmaya aday bir devrimdir. Çünkü Rojava, Ekim Devrimi’nin mirasını devralan ve sosyalist deneyimi içine düştüğü yanlış ve yanılgılı yönlerinden arındırma sorumluluğuyla hareket eden sosyalist bir çıkıştır. Dün kaybettiren hatalarından arınmış bir sosyalist hareket, topluma ulaştığı ve tabandan başarıyla örgütlendiği oranda; sosyalizmin yeniden toplumsal bir umut haline gelmesini ve yaşamsallaşmasını sağlayacaktır. Umut, her yerde umuttur. Bugün Meksika’da Sub. Marcos (yeni adıyla Sub. Galeano) ve EZLN öncülüğünde, binlerce köyde oluşan komün birliklerine dayalı ve “itaat ederek yönetmek” perspektifli özyönetimci toplumsal örgütlenme; bütün özgün renk ve içerimleriyle birlikte, Rojava devrimine yoldaş bir yapıdır. Rojava’da olan, Chipas’ta olan, dünyanın her yerinde olabilir. Çünkü devrimci olmamayı imkânsız kılan bu egemenlik dünyasında zulüm her yerde, direniş de her yerdedir.

Bölgesel Anlam Üzerine

Toplumsal bir modelin, herhangi bir bölgede yaşam bulma şansı, o bölgenin sosyo-kültürel, ekonomik vb. ihtiyaçlara göre değil, iktidar çıkarlarına göre dizayn edilir ve topluma dayatılır. Söz gelimi modern ulus-devlet, bir şablon şeklinde modellenir ve dünyanın her tarafında topluma dayatılır. Dayatılır, çünkü dayandığı ırkçı ve milliyetçi ideolojilerle ulus-devlet modeli, farklı kimliklerin birlikte yaşadığı toplumun sosyo-kültürel vb. ihtiyaçlarına cevap vermez, veremez de. Bu nedenle de, toplumu iktidarın çıkarları doğrultusunda tepeden mühendislik yoluyla ve tek kimlik üzerinden yeniden dizayn etmeye yönelir.

Bu noktada şu ayrımı atlamamak önemlidir: Ulus-devlet modelinde devlet, ulusun devleti değildir; ulus, devletin ulusudur. Çünkü ulus-devlet modeli; ulusların devlet inşa etmeleri üzerine değil, devletlerin ulus inşa etmesi üzerine bina edilir. Ulus inşasındaki temel amaç ise, iktidarın tekleşmesi ve merkezileşmesidir. Milletin tekleşmesi bunun aracı kılınmıştır. Nitekim ulus-devlet iktidarı, devletin ulusunu sömürmesi ve kar amacı üzerine inşa edilmiştir. Ulus-devlet, karakteristik olarak toplum kırıcıdır. Çünkü tüm toplumsal kimlik ve kültürel farklılıkları stabilize ederek tek kimliğe dayalı merkezi iktidar inşasına yönelir. Ayrıca ulus-devlet Batı icadı bir iktidar modelidir ve bu modelin Doğu’ya taşınmasında emperyalist egemenlik amacı başattır. Şöyle de söylenebilir: Batılı iktidar güçleri, Doğu’yu ulus-devlet modeli üzerinden kendi egemenlik çıkarlarına uygun bir şekilde dizayn etmek istemiştir. Ulus-devlet böylece bir tahakküm modeli olarak Ortadoğu’ya dayatılmış olur. Fakat Ortadoğu ne ekonomik, ne sosyo-kültürel ne de siyasal kültür bakımından ulus-devlet modeline uygun değildir. Yüz yıl önce de değildi, şimdi de değil. Çünkü Ortadoğu tarihsel, kültürel miras köklülüğünün de etkisiyle farklı inançların, kültürlerin, etnisitelerin binlerce yıl birlikte, iç içe yaşadığı bir toplumsal kültür evrenidir. Bugün de hangi Ortadoğu ülkesine bakılırsa bakılsın, çok sayıda etnik, kültürel ve inançsal kimlikle karşılaşılacaktır. Özellikle Ortadoğu kökenli olmasının da etkisiyle inançsal, kültürel renklilik diğer bölgelere nazaran çok daha yoğundur. Ortadoğu’da Hristiyan, Yahudi ve Müslüman topluluklarla birlikte yüzlerce dini inanç, tarikat ve mezhep vardır. Bu çok kimlikli toplumsal kültüre, tek kimliğe dayalı ulus-devlet modelinin dayatılması kaçınılmaz biçimde bir toplum kırım siyaseti olarak somutlaşır. Çünkü çok kimlikli bir toplumsal yapıda tek kimliğe dayalı bir iktidar örgütlenmesi diğer bütün kimliklerin yok edilmek istenmesi anlamına gelir ki, bu da sonu gelmez bir kimlik çatışması ve yıkımı demektir. Nitekim yüz yıldır, ulus-devlet adıyla Ortadoğu’ya dayatılan bitmek bilmeyen bir kimlik çatışması ve toplumsal yıkımdır yaşanmıştır ve yaşanmaktadır.

Daha kötüsü, yüz yıllık yıkımdan sonra gelinen aşamada Ortadoğu’da güvenli tek bir karış toprak, güven içinde tek bir toplumsal kimlik kalmadı desek yeridir. Dinler, mezhepler çatışma halinde, etnik kimlikler çatışma halinde ve bu çatışmalar hiçbir inanca, etnik veya kültürel kimliğe özgür bir gelecek vadetmiyor. Yıkım yönelimli bu kör çatışma kültürünün temelinde ulus-devlet modeli ve iktidar kavgaları bulunuyor.

Bu çatışma kültürünün kana buladığı bölge atmosferinden nasıl, hangi politikawyla, hangi toplumsal strateji ve örgütlenme modeliyle çıkılacak? Hiçbir çevrenin sunduğu bir çözüm modeli, stratejisi yok. Ne uluslararası egemen güçlerin, ne bölge iktidarlarının halklara sunabilecekleri bir çözüm yok. Zira sorunun nedeni bu güçlerin kendisidir. Muhalif olarak ortaya çıkan dinci-mezhepçi ve milliyetçi eril gruplar da, dar ideolojik bagajları sonucu çatışma kültürünü derinleştirmek dışında bir rol oynamamış ve oynayamayacaklardır.

Ortadoğu’nun bu siyasal, kültürel krizinden çıkış için uygulanabilir tek gerçekçi çözüm Rojava deneyiminde somutlaşan demokratik ulus modelidir. Zira Rojava’da demokratik ulus modeliyle her etnisite, inanç, kültür yerinden ve kendi özü ve özerk kimliğiyle toplumsal yaşamın her alanında örgütlenebiliyor, ortak toplumsal çıkarları etrafında bir araya gelip barış içinde yaşayabiliyor. Yüz kilometre ötede birbirleriyle savaşan kimlikler Rojava’da aynı toplantı masasında tartışıyor, aynı cephede özsavunma yapıyor. Dolayısıyla Rojava deneyimi tarihsel-toplumsal bir hakikate işaret ediyor: Bölge halklarının, kimliklerinin, inançlarının gerçekte birbirleriyle bir sorunu yok. Daha da önemlisi, kolektif çıkarları için örgütlenebiliyor ve birbirleriyle çatışmak yerine; üretilmiş yapay çelişkileri bir tarafa bırakıp iktidar güçlerine karşı birbirlerine dayanarak direnip yeni bir yaşam inşa edebiliyorlar.

Bölge halklarının ulusal, kültürel, inançsal çıkarları kendi kendilerini yönetebilecekleri ve diğer kimliklerle ortaklaşabilecekleri özgürlükçü, eşitlikçi bir toplumsal düzlemde buluşmak ise eğer; Rojava modeli Ortadoğu’da halkların özgür birlikteliğinin garantisi olan yegâne modeldir. Bu model, gücünü de, garantisini de sistemin kurucu gücü olan toplumsal tabandan alır. Toplumun gücü küçümsenemez, hele de kolektifleşen toplumun gücü. Bu güç halkları, iktidar güçlerinin yarattığı suni çatışma kültüründen de, iktidarların sömürü nesnesi olmaktan da kurtaracak tek güçtür. Bundandır ki Rojava’da deneyimlenen demokratik ulus modeli, Ortadoğu halklarına açılmış bir özgürlük kapısı rolündedir. Bu modelin AKP, BAAS, Molla Rejimleri gibi iktidarcı karşıtları olması anlaşılır bir durumdur. Çünkü Rojava bir iktidar modeli değil; bütün sömürgeci iktidar güç ve yapılarını dışlayan bir toplum modeli ve dolayısıyla da toplumsal bileşenlerin, özgür iradeli politik özneler olarak konumlanmasını sağlamanın yoludur. AKP, BAAS ve Molla rejimlerinin asabiyeti; altlarındaki halının çekiliyor olmasındandır.

Ulusal Anlam Üzerine

Kürt halkının siyasal irade bakımından yok edilmesini kendi siyasal bekalarının zorunlu koşulu olarak gören Türk, Arap vd. milliyetçilikler ise, Kürt halkının tarihsel mağduriyetleri üzerinden iktidar arayışında olan Kürt milliyetçiliği ile aynı karşıt çizgide buluşturan düzlemdir demokratik ulus. Bu anlamda birbirlerine “düşman olması gereken” iki milliyetçi ideolojinin Kürt Özgürlük Hareketi karşıtlığında buluşmaları ilginçtir; bunu ancak sosyalist bir hareket sağlayabilir!

Türk milliyetçiliği, Kürt Özgürlük Hareketi’nin “Büyük Kürdistan” hayalinden bahseder ki, bununla kasıt; Özgürlük Hareketi’nin milliyetçi bir iktidar amacında olduğudur. Kürt milliyetçiliği adına konuşma iddiasında olan kimi çevreler ise Özgürlük Hareketi’nin Kürdistanı – bağımsız bir ulus-devlet hedeflemediği için- ihmal ettiği iddiasındadır. İki milliyetçilik görüşü böylece birbirinin iddiasını çürüttüğü için fazla söze ihtiyaç bırakmıyor!

Kürt Özgürlük Hareketi, sosyalist bir hareket olarak, burjuva bir ideoloji olan milliyetçilik ideolojisinin parametreleri üzerinden düşünmez. Dolayısıyla etnik, kültürel, inançsal özgürlükler arasına bir fark koymaz veya birini diğerlerine öncelemez. İkinci bir husus olarak, Kürt Özgürlük Hareketi, ideolojik karakteri gereği milliyetçi iktidar ve devlet arayışlarını reddeder ve karşı mücadele yürütür. Bu bağlamda toplumsal devrimle inşa edilmek istenen, bir iktidar elitinin çıkarları değil, toplumsal özgürlükleri sağlayacak tabandan özyönetime dayalı demokratik ulus modelidir. Bu model, sadece Kürtlerin değil, Kürt, Türk, Arap, Çerkez tüm etnik ve inançsal kimliklerin özgür birlikteliğini hedefleyen bir modeldir.

Ulusallık bağlamında, demokratik ulus modeli öz olarak, her ulusal yapının kendi dili, kültürü, kimliğini özgürce yaşayıp, ulusal varlığını örgütleyebildiği toplumsallığı ifade eder. Burada ayırıcı husus, kimlikler arasında hiyerarşik bir ilişkinin veya kimliklere dayalı iktidar yapılanmalarının ilkesel reddidir. Kültürel kimliklerin siyasal bir araç olarak iktidar mücadelelerine konu edilmesi kapitalist ulus-devlet milliyetçiliğiyle birlikte yoğunca gündem olmuştur. Sosyalist bir modelde kültürel kimlikler siyasal bir iktidar aracı olarak ele alınamaz.

Toplumun karakteristik olarak heterojenliği, demokratik ulus modelinin farklı kültürel, inançsal kimlikleri kapsayan esnek niteliğinin temel nedenidir. Toplum, dolayısıyla birey çok kimliklidir. O halde özgürlük yönelimli toplumsal model de toplumun bu karakteristiğine uygun olmak durumundadır. Bu çerçevede Kürt halkının ulusal çıkarları, milliyetçi bir Kürt ulus-devlet iktidarı hâkimiyetinde yaşamak değildir. Çünkü ulus-devlet sisteminin kendisi sömürgeci, iktidarcıdır. Kürt halkının çıkarları, bölgedeki diğer halklarla birlikte, kendi kendisini yerinden demokratik örgütlenmeler yoluyla yöneteceği demokratik ulus modeli içinde yaşamaktadır. Kendi dili, kimliği ve kültürü ile kendi yaşamının politik öznesi olarak, her toplum gibi Kürt halkı da bu sistem içinde özgürce yaşayacaktır. Dört parçadaki Kürtlerin, demokratik ulus perspektifi ile özyönetimci ve özerk örgütlenmeler yoluyla kendi kendisini yönetecek ve Kürtlerin ortaklaşmaları gibi bir sorunları olmayacaktır. Bütün halklar için esas olan; sosyal, kültürel ve politik olarak kendi kendini yönetebilen örgütlü halk gerçeği olacaktır.

Rojava Devrimi göstermektedir ki, Kürtler ve diğer halklar birlikte, özgürce yaşamak mümkündür. Dahası halklar birliğinin ve özgürce yaşamın güvencesi olmaktadır Rojava Devrimi. Rojava bütün devletçi, iktidarcı milliyetçiliklerin dışlandığı, demokratik ulus perspektifiyle inşa edilen, halkların özgür birlikteliğinin modelidir. Kürtler de, bu yolun öncü halklardan biri olma onurunu yaşıyor, yaşayacak…

Sonuç Yerine

Toplum ucu açık bir oluş halindedir. Deleuze’e katılıp, “oluş”un kendinden başka öznesi olmadığını kabul edersek; yarın ne olacağını yüzde yüz bir kesinlikle kestiremeyeceğiz demektir. Sözün özü, toplumsal devrimin sonu yok. Toplumsal devrim, içinde irili ufaklı birçok devrim taşıyan ve “toplumsal oluşlar karşısında devrilmeyecek devrim yoktur” perspektifiyle yol alan bir diyalektiktir. Rojava mı? Rojava başlangıç, toplumsal dönüşüm ve devrim sürecek…

 

 

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.