Düşünce ve Kuram Dergisi

Rojava: Dünyanın Sıfır Noktası

Metin Yeğin

İnkalar bundan 2000 yıl önce dünyanın sıfır noktasını, ekvator çizgisini tespit etmişlerdi, henüz Galileo Galilei dünya yuvarlaktır demeden 1500 yıl kadar önce. Dünyanın sıfır noktası, bugün Güney Amerika’nın yoksul ülkesi Ekvator’da turistlerin bir ziyaret noktası, ufak hediyelik eşyaların satış yeri ve fotoğraf çekilen bir yerden başka bir şey değil belki. Ancak işin ironik yanı, burası İnkaların tespit ettiği dünyanın sıfır noktası da değil. Çünkü turist otobüsleri, şekerlemeciler sığmıyor diye dünyanın sıfır noktası da 3 kilometre öteye taşınmış durumdaydı. Buraya gittik diye çekilen hatıra fotoğrafları bile gerçek değil aslında. İnkaların sıfır noktası yani dünyanın merkezi kaydırıldığı için belki her şey yanlış bu dünya da! Bugün coğrafi bir gerçeklik olarak bile kaydırılan sıfır noktası, siyasal anlamda ise hiç de gerçek yerinde durmuyor. Dünyanın bugün, siyasal ve toplumsal sıfır noktası Rojava’dır, eğer yine turistik ziyaretler ve şekerlemeciler için başka yere taşınmazsa tabiki…

Öncelikle bugün gittikçe yaygınlaşan, ABD’nin ‘imparatorluk’ gücünü yitirdiği düşüncesine katılmıyorum. En azından herhangi bir ‘imparatorluk’ kendisi ortada olmasa bile siyasal gücünü, bir ‘devrim’ olmadan kaybetmez. Hatta Sovyetler Birliği’nin ortadan kalmasına neden olan ‘Karşı Devrim’e rağmen, Rusya’nın sahneye geri dönüşü, yüzyılların sadece siyasal geleneklerinin bile buna yeterli olduğunu gösteriyor. Kâğıt üzerinde tümüyle tasfiye olmuş, Sovyet Rusya’nın bugün bölge de en etkili güç olmaya devam etmesi bu durumun pratik sonucudur. Bu nedenle ABD’nin güç yitirdiği varsayılsa bile, ortadan kalkmasının bir tek biçimi vardır ki bu ‘Toplumsal ve Siyasal’ bir devrimden başka bir şey değildir. Yoksa ölse bile yeni bir toplumsal durum yaratılamadığı sürece, siyasal etkisi kesinlikle ortadan kalkmaz. Bugün

T.C. hükümetinin anlayamadığı gerçek te budur aslında. Kendi küçük boyuyla, emperyal paylaşımda, Ortadoğu’dan daha fazla pay alma çabasında, gittikçe elinde var olan işbirlikçi payını da kaybetmektedir. Çünkü zaten temel mesele eğer kuklaysanız iplerinizi kurtarsanız bile boşlukta sallanan, kukladan başka bir şey değilsinizdir ve biri tekrar o ipleri eline aldığında, daha sıkıcı sarmalanmış olmaktan başka bir değişikliğiniz olmayacaktır. Bunu tersini anlatan sadece bir Pinokyo masalı vardır ki bu da adı üstünde masaldır ve konuyla tek bağlantısı ‘yalan söylemek’ üzerine olabilir. Bir başka benzerlik yalan söyleyince uzayan bir burumsa, zaten tam anlamıyla yalan söylemenin de becerilememesinden başka şey değildir.

Simgesel bir anlatımdan, doğrudan gerçekliğe dönersek, yukarda söylediğim gibi genelin kanaatinin aksine, Ortadoğu da ABD’nin kaybettiği değil bugün için kazandığını düşünüyorum. Bu yine genel kanaatin aksine, bence Irak işgaliyle başlayan kazanma değil, kaybetme süreciydi. Bu süreç Arap Baharı’nın sokakları ele geçirilmesiyle en üst boyutuna vardı ama önce Libya müdahalesi ve özellikle de Mısır darbesiyle kazanmaya doğru dönüştü. Özellikle siyasal durumu sadece ülkelerin etkinlikleri üzerinden yorumlamaya çalışan, jeopolitik, coğrafi açıklamalarla malul, sınırlı bir bakış açısından değil de toplumsal bir perspektifden, ‘Kapitalist Modernite’-‘Demokratik Modernite’ çatışması üzerinden bakıldığında farklı mücadele alanı olarak seçilmektedir.

Bölgenin en etkin ülkelerinden birinde, Mısır da sokakların isyanı, oryantalizm ve yine sol oryantalizm tarafından küçümsenerek, yok sayılırken, klasik anlamda bile bakıldığında Mısır’ın bütün fabrikaları ayaktaydı. Her şey bir yana, isyana adını verenlerden 6 Nisan Hareketi bile isyandan 2 yıl kadar önce El Mahalla kentinde bizim de tanığı olduğumuz işçi isyanıydı. İşin garip yanı, 2 yıl önce, bu isyanı sadece ücretlere ve çalışma koşullarına hasreden sol oryantalizm, bu sefer de isyanı, aynı işçilerin katılmasını göz ardı ederek, sadece ‘siyasal’ buluyordu. Bütün bunların ötesinde son yılların yoğun ve vahşi neoliberal uygulamaları sonucu işsiz kalan işçiler, tamamen nasıl özelleştirilen fabrikalardan, kamu işletmelerinden atıldılarsa, düşünsel olarak da sol oryantal bakışın ‘işçi’ statüsünden atıldılar. İsyan sadece ‘İslam’ kimliğinde bir siyasal biçimle sınırlı görüldü. Bu başta sadece ‘imaj’ olsa da, sonra bu ‘imaj’ önce daha makul olanın kabul edildiği, makulün imajı güçlendirdiği ve hatta imajın kendisinin gerçekte de en büyük siyasal güç Müslüman Kardeşler’in kendisini imaj olduğunu kavrayamayarak güçlü gördüğü, davrandığı bir duruma getirdi. Toplumsal olanı karşısına aldığında darbe oldu. İşte bu darbe ile ABD de Ortadoğu’da tekrar kazanmaya başladı. İsyanın sokak inisiyatifi yaralanmış ve bölünmüştü. İlk başta sadece ‘imaj’ olan gerçekti artık.

ABD’nin yeni çalışma biçimiyle, mutlaka ki insani bir duygusallık katmak istersek ‘sinsi’ bir şekilde, küçük ama etkili darbeleri sadece Ortadoğu’ya ilişkin değildi. Yine Obama hükümeti bunu daha önce Honduras’ta gerçekleştirdi. Burjuvazinin kendi kurallarına göre seçilmiş devlet başkanı Zelaya, askeri darbe ile devrildi ve sürgüne gönderildi. Bu yüzyılda artık darbeler olmaz diye ortada dolaşan düşüncelere hiç aldırmadı ABD. Basit tarihsel bir kuralı uyguluyordu; Yapınca oluyordu. Zelaya arkasına neredeyse bütün Latin Amerika’nın meşruiyetini alıp, uçaklardan inmeyip geri dönse de, defalarca ülkeye girmeye çalışsa da, ancak başkent de Brezilya elçiliğine kadar girebilmiş oldu. Burada Brezilya’nın ‘makul abi’ etkisine de mutlaka vurgu yaparak, şimdilik devam etmeliyiz. Darbe kısa bir süre sonra seçim yaptı. 12 Eylül rejiminin yakından bildiğimiz yöntemlerinden, biraz daha yumuşaktı. Özellikle de vahşet ölçüsü olmayan, Latin Amerika faşist cuntalarından çok daha fazla yumuşak. Bu durum makulü daha makul kılıyordu. Sadece onlarca ölü ve kayıp söz konusu oldu. Güçlü rakamlara çıkmadı bu sayılar. Cuntanın seçim gününde, Honduras sokaklarında gördüğüm, asker polis sayısı, o zaman Diyarbakır’ın sıradan günlerinden, çok daha azdı. Bir gün sonra, seçimleri boykot eden muhalefet ile birlikte sokakları dolaştığımızda, herkes birbirine oy kullanmadıkları için boyanmamış parmaklarını göstererek, ‘Biz temiziz’, diye bağırıyordu. Yüzde 65 boykota aldırmadan seçimi yapılmıştı ve ‘Kabul edilemez bir hükümet’ çığlıkları arasında hükümet işe başladı. Latin Amerika’nın neredeyse tamamı, hükümeti tanımadı. Aldırmadı ABD ve hükümet. Brezilya’nın makul kollarındaki Zelaya ise en sonunda, 4 yıl sonra, eşinin seçimlere katılmasını kabul ederek uzlaştı. Sonunda hükümetin kampanya yolsuzluklarıyla dolu seçimlerini, eşi kaybetti. Bir darbe ile değiştirilen bu sürecin benzerini Mısır’da uyguluyor bugün ABD ve bu yüzden kazanmaya daha yakın

Honduras darbesinden burada bahsetmemin nedeni ise kesinlikle şimdi başlıyor. Honduras darbesi sadece Honduras’ı etkilemedi. Öncelikle Orta Amerika’yı ve hatta doğrudan bütün Latin Amerika’da solu devirdi;

Önce Guatemala’daki zayıf sol-sosyal demokrat hükümet kaybetti. Hâlbuki Honduras devrik devlet başkanı Zelaya’nın yaptığı kabul edilemez! şeylerinden birini, Venezüella’dan doğrudan halka satılması için verdiği çok ucuz petrolü de reddetmişti. Yaklaşık 40 yıllık faşist cuntalardan ve onların dünyanın en vahşi katliamlarından sonra, gerilla ile barış imzalanmış bir ülke, eski cunta günlerine geri dönme riskini hiç göze alamadı. Sadece iktidarda olmak ta artık pek bir şey değiştirmiyordu. El Salvador’daki eski gerilla hareketi, FMLN ağırlıklı hükümet darbeyi ensesinde hissetti ve ancak ‘makul abi’ Brezilya’nın orta sahasına kadar ilerleyebildi. Devrim yapmış Nikaragua’nın eski devrimci lideri Daniel Ortega, hiç de halinden şikayetçi olmayarak neoliberal sularda yüzmeye devam etti. Honduras darbesiyle sadece Honduras’daki halk hareketi ve bütün Orta Amerika, en fazla Brezilya-Lula makul çizgisine ilerleyebildi.

Hatta bu darbe ile neredeyse bütün kıta solunun, hedefi Venezuela olmaktan çıktı. Daha da ötesi özellikle Chavez sonrası bu sınır, Venezuela’da bile daha geri çekildi. Bu darbe ile yapılan domino hamlesi, bütün Latin Amerika da, ABD uzun zamandan sonra çok önemli mevzilerini kaybetmeyi durdurdu.

ABD şimdi Mısır darbesiyle başlayan Ortadoğu domino hamlesiyle benzer sonuçlar bekliyor. Bunu Ortadoğu’da tek boşa çıkaracak ise Kürt Özgürlük Hareketi ve Rojava’dır. Bu yüzden Rojava devrimi aynı İspanyol devrimi gibi bütün dünyayı doğrudan etkileyecek bir süreçtir. Aynı İspanyol devrimi gibi savaşan güçler, sadece cumhuriyetçiler, komünistler, anarşistler ile faşist Franco güçleri değil, Sovyetler Birliği, faşist Almanya, İtalya, İngiltere, Fransa yani bütün dünyaydı. İkinci Dünya Savaşı’ndan önce İspanya devrimi, her türlü itti fakın, silahın, taktiğin denendiği bir yerdi. Aynı onun gibi; Rojava’da mücadele; Sadece Rojava Kürt halkı, çeteler, Esad güçleri, Türkiye arasında değil, bütün bir dünya savaşıdır.

Dünyanın sıfır noktası Rojava’da bugün, başka bir domino etkisi, ya bütün Ortadoğu’yu ve hatta dünyayı değiştirecek bir devrim, ‘Kapitalist Modernite’ye karşı ‘Demokratik Modernite’ inşa edilecek ya da bütün dünyanın ipleri, kukla sahiplerinin ellerine geri verilecektir. Bu mücadele, sadece ekonomik yapısal bir değişiklik değil, bütün devrimler gibi öncelikle doğrudan özgürlüğün ve bunun ötesinde mekânın, kimliğin ve ekolojinin bütünsel olarak yaşamın mücadelesinin döndüğü bir süreç olduğu için Rojava dünyanın sıfır noktasıdır.

Ve bu yüzden bütün dünya için; Yaşasın Rojava Devrimi…

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.