Düşünce ve Kuram Dergisi

Rojava’nın Kürt-Türk İlişkilerine Etkileri ve Demokratikleşme Sürecindeki Rolü

Devletçi uygarlığın Ortadoğulu kişilik gerçekliğine iliştirdiği uğursuz bir karakter vardır; o da doğrularında tereddüde düşme ama yanlışlarından asla şüphe duymamasıdır. Bu kişilik yapısı uygarlığın başlangıcından bu yana doğu dogmatizminin iflah olmaz bir tekrarı biçiminde olagelmiştir. Bu şüphesizlik hali, jeolojide uyumsuzluk diye tanımlanan duruma benzemektedir. Katmanlar arasında aykırı tabakalanma düzlemine ve bu düzlemlerin çökmeler yaşamaması sonucu aşınmaların, yarılmaların, çatlakların meydana gelmesine uyumsuzluk denir. Çarpıcı yanı ise, bu uyumsuz yüzeylerin, katmanların kendi zamanı içinde önemsiz görülen onlarca yıllık birikim sonucu kesikler halinde meydana gelmesidir. Uyumlu katmanlar arasında ince, eğri, uyumsuz tabakaların oluşturduğu çatlaklar ve yarıklar büyük hareketlerin nedenidir. İktidar katmanları Ortadoğu’da kendisinden o denli emin ve uyumlu, kendi zaman bilinci o denli büyük, şüphesiz ve aşılmaz bir güven ile körelmiştir ki, o uyumsuzlar zamanının yarıklarından doğan hareketi küçümser. Bu nedenledir ki, Rojava Devrimini küçümseyenler ve onun harekete geçirdiği yarıkların depremini tereddüt ile karşılayanlar hala bu uyumsuzluk şaşkınlığının şoku içindedirler.

Ondan dolayı da Rojava bir doğru iken tereddütle karşılandı, iktidar hedefli rejim ve muhalefet yanlıştı ama gücünden şüphe bile duyulmadı. Ortadoğu’nun bu gerçekliğine rağmen doğrulara tereddütsüz inanç, yanlışlara büyük şüphe şartı ve itirazı ile yaklaşan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, 2013 Newroz ’unda demokratik çözüm çağrısını demokratik Ortadoğu perspektifine yerleştirerek yaptı. Rojava Devrimi’nin Ortadoğu gerçekliği içinde taşıdığı öneme ve değişim rolüne dönük derin öngörüsü, Kürt ve Türk ilişkilerini, Kuzey devrimini Rojava eksenli bölgesel değişim-demokratikleşme programına kavuşturmasına neden oldu. Rojava Devrimi, bölgesel ulus-devlet statükosunun yıkılışını ve Demokratik Modernite çözüm imkânını temsil ediyordu. Olasılıkların yüksek artış gösterdiği, zamanın yöntemde tekliği değil çokluğu arzuladığı, varoluşun potansiyel eğilimlerinin doğru seçim yeteneğine göre gerçeklik bilgisini kazanacağı bir kaos aralığıydı. Bu kaos aralığından bir demokratik uygarlık çözümünü gerçekleştirmek ise en güçlü olasılıktı. Demokratik çözüm sürecinin ‘Üçüncü Yol’ biçiminde açığa çıkması demokratik uygarlık paradigmasının doğası gereğiydi. Çünkü Tunus ve Mısır halk ayaklanmalarının devrimci yönü, darbeler, Libya ve Suriye iç savaşları ve muhalefetin yozlaştırılması ile çarpıtılmış, yeniden geleneksel iktidarın ve kapitalist hegemonya güçlerinin tahkim edilme sürecine dönüştürülmüştü. İktidarcı İslam yapılarını çelişkinin yönünü saptırma temelinde kullanma ve dinsel suni sorunlar üreterek Kapitalist Modernite’ yi bir alternatif olarak yeniden güncelleme politikasının içerdiği tehlikenin büyüklüğü, demokratik çözüm çağrısının bir Ortadoğu çözüm çağrısı olma özelliğini açığa çıkarmıştır.

Aynı zamanda Ortadoğu Demokratik Modernite güçleri, iktidar katmanları arasında sıkışmış o derin uyumsuzlar hareketi bir defa depremini başlatmış ve uzanacağı yönü aramaktaydı. Bu anlamda, Rojava devriminde demokratik uygarlığın demokratik ulus çözümünü, Demokratik Modernite güçlerinin demokratik özerk sistem modelini alternatif tarihselleşmeye kavuşturmak gerekmekteydi. Tekliğe karşı farklılık ve çokluk, savaş ve çatışmaya karşı demokratik uzlaşı, devletçi yapılanma yerine özerk yönetim ilkelerine dayalı çözüm alternatifi gerçeğin duyduğu ihtiyacın kendisiydi. Kürt halkının bu anlamda Ortadoğu’da üstleneceği rol, Rojava Devrimi üzerinden tüm Ortadoğu halkları ile demokratik ulus eksenli ilişkileri modelleştirerek, dini gerçek kültürel anlamına kavuşturup demokratikleştirerek, kadın özgürlükçü demokratik toplumsallığı geliştirerek ve demokratik özerk birliği inşa ederek bunu evrensellikle buluşturacaktı.

Parçadan bütüne varma yöntemi üzerinden bugün gelinen konum itibarı ile Rojava’ da evrenselini gerçekleştirerek parçayı belirleme yöntemine dönüşmüştür. O nedenle de Rojava Devrimi, temsil ettiği bölgesel değişim ve statükonun yıkılış zamanı, coğrafik tarihselliğinin bir kırılma kuşağı olma özelliği ile bir parça olmanın çok dışına çıkmıştır. Yani, Kürtler bir Ortadoğu çözüm sürecini Rojava devrimi ile gerçekleştirdikleri oranda diğer parça devrimlerini de belirlemiş olacaktır. Bu neden ile Kürt-Türk, Kürt-Arap, Kürt-Fars ilişkilerinin iç içe ve paralel yeniden kurulacağı, Kürdistan gerçekliğinin bu eksende bölgesel tanımının yapılacağı, birlikte yaşamanın yeni tarifinin yeni bir Ortadoğu geleceği anlamını temsil ettiği bir evrenselliktir. Kürt Halk Önderi’ nin Özgür yaşam ve Demokratik Kurtuluş çağrısını Newroz gününde ve tüm Ortadoğu’ ya hitap temelinde yapması, bu çağrı ile demokratik çözüm sürecini ilan etmesi ve Rojava Devrimi’ni ‘Üçüncü Yol’ perspektifine oturtması evrenselliğin çağrısıdır. Bu realite üç temel tarihsel arka plana dayanmaktadır;

1.Ortadoğu siyasi haritasında Kürdistan, Şam ve Bağdat arası coğrafya önemli bir özelliği temsil etmektedir. Devletçi uygarlık Sümer orjinli gelişimini şu an ki Bağdat merkezli yayarken çevreyi koloniler ile kuşatmaktaydı. Koloni kralları Nemrutlar ve merkez devlet hükümdarlarının oluşturduğu iktidar katmanlarına o dönem içinde verilmiş iki büyük Demokratik Modernite tepkisi bulunmaktadır. Birincisi, İbrahim peygamberin Urfa’ da koloni kralı Nemrut’a karşı başlattığı başkaldırısı ve göç hareketidir. İkincisi, Zerdüşt’ ün Asur hegemonyasına karşı geliştirdiği felsefik ve dinsel hareketin Med uygarlığına yol açması (Rojava ’da Mittani)ve Kawa önderliğinde Asur egemenliğinin yıkılmasının başarılmasıdır. Direniş kültürüne dayalı inanç hareketleri Êzidİîlik, Zerdüştîlik, Yaresanîlik, İbranî dinler biçiminde gelişmiştir

2. Batı Roma imparatorluğunun ve Yahudi iktidarın acımasız saldırılarına maruz kalan İsevi hareketin merkez kaç tavrına yol açması ve İsevilerin Musul, Şam, Antakya, Tarsus, Mardin hattında üslenip Anadolu’ya yayılmalarıdır. İsevi hareketin Ortodoks, Süryani, Nesturi, Keldani çeşitleri biçiminde kültürleşmesi bu temelde gelişir.

3.İslami uygarlığın gelişim süreci ve devletleşme karakterine reaksiyonun açığa çıktığı hattır. Birincisi, Mekke iktidar güçlerinin çatışmasının taraflarından Muaviye ve Yezit Şam’ı halifeliklerinin başkenti ilan etmişlerdir. Kerbela’da sembolize edilen direniş ve Şam merkezli zulüm Bağdat, Şam ve Kürdistan üçgeninde Alevilik hareketinin gelişmesi ve büyümesine neden olmuştur. Merkez uygarlığın çevreleme hareketinin ve demokratik uygarlık güçlerinin uyumsuzluğundan doğan direniş kültüründe Mezopotamya’nın ve Akdeniz hattının tarihsel kırılma kuşağı olma özelliği tekrar açığa çıkmaktadır. PKK hareketi ve Önderliği, zamanın Ortadoğu demokratik uygarlığının Önderliksel çıkışını yaptığı Rojava toprağında, DAİŞ’ in Irak Şam İslam Devleti stratejisi ve planının hayata geçirilmesi basit düşünülmüş bir olay değildir. Uygarlıkların çatışma kuşağında, iktidarlaştırılmış İslam’ın yeniden hegemonyasını tesis etmeyi amaçlayanların tarih anlayışını temsil ettiği kadar, kapitalist hegemonyanın bu kuşak üzerinden sistem kuruluşunu sağlaması ve bu Demokratik Modernite önderliğini ve paradigmasını kendisi için büyük tehlike görmesi ile alakalıdır. Merkezine kadın devrimini yerleştiren PKK önderliğinin özgürlük paradigması, ataerki-devlet-sömürge üreten iktidarı hedeflemektedir ve bu kapitalizmin varlığına dönük bir tehdittir. Bu nedenle tüm devletçi uygarlık güçleri Rojava Devrimi’ne bir saldırı hareketi başlatmıştır. Kapitalizm el koyma ve talan etme ekonomisini ataerki üreterek gerçekleştirir. Ortadoğu avcı ve çoban erkeği ilk ataerkil birikimini, öldürücü avlanma tekniğini kadına el koyma amacı ile kullandığında oluşturmuş bir coğrafyadır. Kadını mülk kıldığı oranda fazla zamana, emeğe, üretici güç olarak kendini yeniden üretme imkânına sahip olan erkek, Neolitik birikime el koymak için de önce kadına el koyma ve mülk etme sürecini tamamlayarak hazırlanmıştır. Aile ve ataerki örgütlenmeden birikime el koyamayan erkek, tarihin ilk kapitalisti, toplumsal birikime el koyan kapitalizmin ilk sistem örneğidir. Doğu devlet geleneğinde fethettiği ülkelerin kadınlarına el koyduğu, kadınları cariyeleştirdiği ve köleleştirdiği oranda başarılı olduğunu düşünme vardır. Çünkü kadını ilksel birikim nesnesi kıldığı oranda toplumsal birikim sürecini geliştirebileceğini icat eden aklın sahibidir. Bu neden ile mukaddimelerde kadının fahişeleştirilmesi, ailede çok eşlilik, cariyelik, kölelik Ortadoğu devlet sisteminde kurumsal temelde yetkinleştirilmiştir. Kral Süleyman’ın gücünü yüzlerce cariye ile tanımlaması, İbn-i Rüşd’ ün cariyeliği devlet çalışması olarak ele alması, Osmanlı’da fethin cariyeleştirme ile sembolize edilmesi doğunun kapital yöntemidir. Kadının sermaye ve servet demek olduğunu vurgulamak için sarayların, hanelerin cariye sayıları belirtilirdi. Batı kapitalizminin hegemonik sistem gücü karşısında zayıf kalan Ortadoğu iktidar güçleri, yalnızca birikimi paylaşma anlaşmazlığı yaşamışlardır. Batı kapitalizmin kadına dayalı komünal ekonomiyi, kır toplumun ortak ekonomisini dağıtma, işçileştirme süreci ile kadını ev kadını haline getirme, ucuz iş gücü yapma, devlet kapitalizmi ile toprağın tüm birikimlerine el koyma, emekçilerin emeği üzerinde tekel kurma sürecinin, Ortadoğu’nun devlet genlerinde kök salmış ilksel kapital geleneği ile kurduğu ittifak Rojava Devrimi’nin önemini ve demokratik çözüm sürecini evrenselleştirmiştir. Yani, yalnızca mücadele ne Türk Devlet gerçeğine karşı verilmektedir, ne de çözüm sürecinin diyalog ve müzakeresi sadece Türk Devleti ile yapılmaktadır. Çatışma tüm egemen erkek kişiliği, devlet biçimleri, sömürü tarihi ve onun hegemonik temsiline karşı yaşanmaktadır. Müzakere ise demokratik eğilimleri örgütleme hedefi ile Demokratik Modernite güçlerinin hepsiyle yapılmaktadır. Rojava’ ya saldırıların kadına el koyma fetvası ile başlatılmasının salt güncel bir egemen erkek geriliği olarak değerlendiremememizin nedeni kapitalist hegemonyanın bu gerçeği ile ilgilidir. Sürekli bir ilksel birikim sürecine ihtiyaç duyan ve birikime el koyma yöntemi vahşet ve savaş olan Kapitalist hegemonik sistem, son iki yüz yıllık doğuyu sömürgeleştirme hareketini, bölgesel iktidar ve devlet güçlerini ulus-devlet yapılanmalarına kavuşturarak geliştirmiştir. Bu ulus-devlet modelini Ortadoğu’nun katı, suni(yapay) ve en acımasız iktidar güçleri ile inşa etmiştir. İngiltere’nin öncülüğünü yaptığı ulus-devlet modeli ile sömürge pazarlarını örgütleme süreci laisizm ve liberalizm ile geliştirilirken, merkezine İsrail devletinin kuruluşu yerleştirilmiştir. Kurulan her ulus-devlet ile halkları topraksızlaştırma, yurtsuzlaştırma, komünal ekonomiyi dağıtıp kadını ev kadını sürecine alarak sanayiye ucuz iş gücü sağlama, kimlikleri çatıştırma, inançları düşmanlaştırma gerçekleştirilmiştir. Alman ideolojisinin Türk versiyonu İttihatçılık, Ermeni soykırımına, İngiliz pragmatizmi Filistin halkının yurtsuzlaştırılmasına, Fransız oryantalizmi kapitalistik kültürel ve felsefik asimilasyona, Rus otoriterlik kompleksi dini çelişkide statükolaşmaya yol açarken, her dört gücün toplamında anlaştıkları Kürdistan’ı dört parçaya bölme ise Ortadoğu’nun gelecek yüz yılının savaşlarına yol açmıştır. Bu neden ile günümüz sorunları ve çatışmalarının yüz yıllık tarihin çözümlenmemiş sorunlarının sürdürülemezliğinin iflası olduğu kadar, bu sürdürülemezliği yeniden bir sömürgeleştirme süreci ile karşılama yöntemi ile karşı karşıyayız. Bir yandan özgürlük çözümü diğer yandan yeniden sömürgeleştirme yöntemi amansız biçimde kendini dayatmaktadır. Bu anlamda, Rojava Devrimi ve Kürt Sorunu artık tek başına bölge devletlerinin sorunu olmaktan çıkmış, dünyanın alacağı değişim sürecine katacağı duruşu ile kendi kaderini kendisinin tayin edeceği için tüm dünya güçlerinin sorunu anlamını içermektedir. Çünkü bu süreç küresel güçlerin statükoculuğunun ve dengelerinin çarpıştığı, aşıldığı bir süreçtir de. Süreci son derece riskli ve tehlikeli kılan da bu durumdur. Küresel kapitalist güçler İngiltere, Fransa, Almanya ve Rusya doğunun sömürgeleştirilmesi sürecinde yaşadıkları paylaşım çelişkilerini 20.yy’nin başından itibaren çatışmasız temelde sürdürememişlerdir. 1. ve 2. Dünya Savaşları bu güçlerin doğuyu paylaşım savaşları olarak yaşanmış ve bu süreçte paylaşımda ulaşılan uzlaşma veya uzlaşmama konuları yüz yıllık kendine has bir şekillenişe yol açmıştır. Hiçbir küresel kapital gücün paylaşım konusunda ikna olmadığı ama savaşında artık sürdürülemediği bu şartlarda paylaşımı küresel savaş ölçeğinden çıkarıp, yerel, bölgesel ve yalıtılmış, minimize edilmiş ölçeğe indirmek temel politika olarak uygulanmıştır. Ortadoğu’nun sürekli savaş hali aslında onun için 1. ve 2. Dünya Savaşları’nın hiç bitmediğini göstermektedir. Yaratılan Arap, Türk ve Fars milliyetçiliği, tahrik edilen dinsel parçalanmışlık, inkâra ve imhaya alınan halkların var oluş isyanları, kadınlar ve kültürlerin direnişi, emeğin ve birikimin sömürüsüne karşı mücadelecilik hiç bitmeyen savaşın unsurları olmuştur.

İngiltere, Fransa ve Rus devletlerinin, diğer güçleri 1. Dünya Savaşı ile paylaşımdan büyük oranda ekarte edip, kendi aralarında paylaşımı Sykes-Picot anlaşmasıyla yürürlüğe koymaları, Ortadoğu da bitmeyen savaşın esas nedenlerinden biri olmuştur. İngilizlerin liberal, laik krallıklar ile Arabistan, Bağdat, İran, Ürdün hattında, Fransızların Cezayir, Suriye, Lübnan, Tunus ve boğazlarda, Rusya’nın Ermenistan ve Laz bölgesinde sömürgeleştirme sistemini geliştirmeleri günümüze kadar ihtilaflı konular olarak devam etmiştir. Bu durumun geride bıraktığı en kötü özellik, bölge ulus-devletlerinin ve iktidar güçlerinin küresel güçlerin çelişkilerine dayanarak kendini örgütleme siyasetini yetkinleştirmeleri  ve bunu kendi toplumlarının direnişleri-devrimleri karşısında kullanmalarıdır. Bu zaman içinde Alman ve Rus statükosunun da etkinlik kazanmasına neden olmuştur. Bu nedenle Ortadoğu’da savaş ve çatışma demek küresel güçlerin paylaşım savaşı ve çatışması demektir. Onun için de Suriye iç savaşının bir Rus-İran ve ABD-İsrail çatışma alanı olduğunu belirtebiliriz. Yakın tarih çelişkilerinin sürdürülemezliğinin Suriye gerçekliğinde tam bir iflası yaşaması tesadüf değildir. En rahat ve kolay biçimde yıkılacağı düşünülen Esad Rejimi’nin en uzun süreli ve daha uzun süreceği belli olan bir savaş gerçeğini temsil etmesini kimileri şaşkınlık içinde karşıladı. Bu şaşkınlık veya hesaplama hatasının nedeni, tarihe yüzeysel yaklaşımdı. Suriye şahsında hem kapitalist modernite sistem güçleri evrenselliğini sürdürmeye, hem demokratik uygarlık güçleri evrenselliğine çıkış yaptırma gerçekliği ile karşı karşıya kalmıştır. Çünkü Suriye artık sadece Suriye değildi; Akdeniz’den Mezopotamya’ya, Mezopotamya’dan, Basra’ ya doğru uzanan coğrafik kuşağın hegemonya tarafından paylaşım ve dizaynının tamamlanmamış olması ve Ortadoğu halklarının demokratik uygarlık çıkışlarını buradan evrensel değere kavuşturma özelliğinin yeniden canlanmış olması, bu merkezin uzun süreli çatışma alanı olacağını göstermektedir. Kürdistan ülkesinin bu durum içindeki yeri sömürgeleştirme sisteminin merkez yeri özelliğindedir. İngiltere planı başlangıçta Osmanlı İmparatorluğu’nun dağıtılmasına dayalı ulus-devletlerin kuruluşunu Arap ve Kürdistan coğrafyası üzerinden hayata geçirmeyi amaçlamıştır. Mezopotamya’nın Akdeniz kuşağı üzerinden boğazlara ve Kürt devleti hedefi olmuştur. Arap coğrafyasında bunu başaran İngiltere, Kürdistan toplumunun 1. Dünya Savaşı sürecinde sömürge işgallerine karşı başlattığı direniş ve Türkiye Halkları ile birlikte yaşam siyasetini benimsemesi, Türk Devleti’nin Kürt Türk Birliğine dayalı tezini tercih etmesi, kendi içinde parçalı olması, Türk Devleti’nin Alman ve Rus devletleri ile kurduğu denge siyaseti sonucu uygulamaya koyamamış, başarılı olamamıştır. Lozan Antlaşması hem yukarıda ki nedenler hem de küresel güçlerin anlaşmazlıklarının gölgesinde, İngiltere’nin kendi çıkarlarına uygun bulduğu konjonktürel çözüm olmuştur. Bu yüzden İngiltere için plan sonlandırılmış değil uyutulmuştur. Irak’ ı işgal savaşı ile ABD himayesinde kurulan Güney Kürdistan federesi, uyutulan planın aslında o kadar da derin uykuya dalmadığını göstermiştir. KDP’ ye dayalı bir Rojava stratejisine devletin bu denli kendini yatırmasının bu planla ilgisi olduğu açıktır. Türkiye’ nin bu tablodaki genel yerini belirginleştirirsek; Türk Devlet geleneğinde, varlığını Ortadoğu’da mevcut statükonun korunması ve devam ettirilmesine dayalı geliştirme hâkim özelliktir. Devletçi uygarlık kültürü karşısında temsil ettiği göçebe kültür özellikli fetihçi karakteri, uygarlıklar içinde erimeye uğrayınca, mevcut hegemonik gücün askeri olma seçimine götürmüştür.

Abbasi hanedanlığının, Sünni İslam’ın batı karşısında savunma rolünü yerine getirerek, önce Selçuklular, sonra Osmanlı İmparatorluğu’nu kuran Türk devletleşme süreci, bu neden ile konjonktürel veya dünya sistem değişimlerinden en fazla etkilenen, değişime direnen, değişimi katılaşarak karşılayan, statükocu dış dayanak arayan, iç toplumsal gerçeklerinden muazzam korkan ve aşırı iktidar biriktiren tepkilere sahiptir. Statüko savunmasına dayalı bu kendini var etme biçimi, son yüzyılın Ortadoğu’sunun faşizm karakterli şekillenmesinde temel rol oynamıştır. Türk devlet geleneğinin bu temelde İslam dini ile kurduğu ilişki biçimi, en tehlikeli özelliği olmaktadır. İran Selçuklu Devleti ve Türk hanedanları Şii mezhep, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı devletleri Sünni İslam-halifelik katı savunusu politikası ile güçlenmeyi esas alırken, geride bıraktıkları miras derin mezhepsel bölünmeler olmuştur. Günümüzde AKP iktidarının temsil ettiği siyaset bu devlet geleneği ve din politikası olmaktadır. Mevcut statükonun korunması ve devam ettirilmesine dayalı kendini bir Ortadoğu gücü yapma alışkanlığı günümüzün en uğursuz ve nefretle karşılanması gereken gerçeği olmaktadır. Kürt siyasal güçlerinin 1. Dünya Savaşı ve Lozan Antlaşması sürecinde esas aldığı Kürdistan’ın ve Türkiye’nin birliğine dayalı politikaya taktik yaklaşım gösterilmiş, devlet İngilizler ile çatışmayı göze almak yerine Kürtlere ihanet etmeyi tercih etmiştir. Kürtlerin Kürdistan’ın parçalanmasına karşı Kürdistan ve Türkiye ortaklığı duruşuna yapılan bu ihanet karşısında ki tepkisi isyan hareketleri olmuştur. Türk devlet geleneği ulus devletleşme süreci ve günümüze kadar, bu defa Kapitalist hegemonyanın statüko savunuculuğunun, ulus-devlet korumacılığının bölgesel önderliğini yapmıştır. Bölgesel denge ve toplumsal sorunlarını dinsel iktidar odakları ile  düzenlerken, küresel kapitalist sistem ile batılılaşma eksenli liberalleşme dengesi kuran Türk Devleti, ABD himayesi ile kurduğu sınırsız ilişkinin gücüne inanmaktadır. Ulus-devlet sisteminin çözülüşü, Ortadoğu’da kapitalist hegemonyanın krizi demektir. Ayaklanmalar, devrimsel değişim hareketleri ve iç savaşlar krizin derinliğini göstermiştir. Krizi yeni bir ilksel birikim ve sömürgeleştirme yeteneği ile çözmeye çalışan kapitalist sistem, Ortadoğu devrimsel değişim sürecini bir sapma sürecine yöneltme şeklinde ele almaktadır ve yeni bir paylaşım fırsatına çevirmektedir. Bunun için de katı ulus-devlet diktatörlüğü yerine, sınırları belirsizleştirilmiş, hareketli, her an her yerde devrimsel güçleri vuracak, bölgesel faşizm sistemi diyebileceğimiz bir siyaset ve militarizm örgütlemiştir.

El-Kaide, DAİŞ, El Nusra vb. oluşumlar, Ortadoğu devlet faşizmlerinin toplam hareketi olarak iki temel rol yüklenmiştir. Birincisi; bölgesel iktidar ve küresel kapitalist güçlerin aşılan ulus-devlet sistemine çare olarak yeni bir iktidar sistemi biçiminde yapılandırıldı. Bu güç hiçbir yerde devlete karşı savaşmadı, topluma karşı savaş yürütmede bir talan hareketi oldu. Katliam, göçertme, el koyma, savaşlar ile bir kapitalist ekonomi-politika uyguladı. Dünyaya bu denli bir ucuz iş gücü akmadı, petrol bu denli ucuz paylaşılmadı, silah bu denli alıcı bulmadı, kadın yeniden üretim gücünü karşılamak için eve hapsedildi ve en acımasız biçimde köleleştirildi. İkincisi; açık bir 3. Dünya Savaşı ve küresel güçlerin açık çatışmaları yerine örtülü bir çatışma modeli ile denge kurucu araçları bölge üzerinden sağladı. İslam dinini ve İslam dinini iktidarlaştıran güçleri örtülü savaş modelinin araçları yaparak, bununla amaçlanan kapitali gizleyerek, hem doğuda yaşanan devrimsel hareketleri boğmak; hem de güçler dengesinde esneklik alanları kurarak paylaşım sürecini kendileri için en düşük politik maliyete getirmek istemektedirler.

Türk devletinin üstlendiği rol, bu bölgesel faşizmin üs noktası olma temelindedir. Bu rolü üstlenmesinin nedeni ise Kürt varlığını yok etme, dağıtma ve tasfiye ederek kendisini güçlendirmeyi esas almasıdır. Bunun için adeta Ortadoğu özel harp dairesi işlevini yerine getirdi. Ortadoğu’da üzerinde oynamadığı çelişki ve gerilim hatları bırakmadı. Esad rejimine karşıtlığını ve muhalefete verdiği desteğin tek amacı vardı, o’da Rojava Devrimi’ni boğmaktı. Çünkü Türk Devleti bir açmaz ile karşı karşıyaydı; Rojava Devrimi’ni tasfiye etmeden kuzey devrimini tasfiye etmesi mümkün değildi. Ortadoğu’da bölgesel değişim gücünü ve demokratik uygarlık çıkışını Rojava’da modelleştiren hareketi tasfiye etmek politik olarak imkânsızdı ve inkârın tarihsel olarak geçersizleşmesiydi.

Devlet Kürtlerin bölgesel değişim gücü ve evrenselliği ile karşı karşıya kalmış ve çeteler üzerinden Arap milliyetçiliğini örgütleyerek devrimin evrenselliğini kırmaya çalıştı. Bu anlamda, Rojava Devrimi’nin Kürt ve Türk ilişkileri ve demokratik çözüm sürecinde rolü nedir? diye soracak olursak; Devletin Rojava Devrimi’ne yaklaşım biçimi ne olursa olsun, bu Kürt ve Türk ilişkilerinin kaderinin temel belirleyeni olacaktır. Aynı biçimde Kürt Halk Önderinin, Kobané’ ye saldırıların demokratik sürecin kaderi olacağına dair yaptığı ‘Kobané düşerse süreç de bitmiştir’ çağrısı göstermiştir ki, Rojava sürecin kendisidir. Türkiye ya mevcut gerçekliğini devam ettirecek; ya da tarihi bir karar ile Kürt Halkı ile eşit ve özgür ilişki hukukunu kabul edecek. Bu tercihlerden herhangi biri Türkiye devletini ya demokrasiye duyarlı hale getirecek, ya da bir darbe mekaniği içinde açık faşizme evirtecektir. Bu seçenekler içinde, her iki halkın ilişki biçimi ne olursa olsun, bu da Ortadoğu’nun kaderini belirleyecektir. Devletin yaşadığı bu ikilemi taktik yaklaşımlar ile geciktirdiği açıktır. Demokratik çözüm sürecine girişini ve dini çeteler ile Kürt Halkı’na karşı örtülü savaşını iç içe, paralel yürütmesi göstermektedir ki mevcut statükoyu yeniden tesis etmek için mücadele edecektir. Bunun için küresel kapitalizmin Ortadoğu planlarının uygulayıcılığını, bölgesel faşizm önderliğini hegemonik statüko savunuculuğu temelinde hayata geçirecektir. Onu bu durumdan alıkoyacak tek şey, Rojava Devrimi’nin kuzey devrimi ile bölgesel statüko değişimini gerçekleştirmeleri ve dünya güçleri tarafından direkt muhatap alınır düzeylerini ilerletmeleri olacaktır. Kobané direnişinin sonuçlarından biri de, Kürtlerin kendi kaderlerini belirlerken bir dünya gücü olarak yer edinmeleri ve dünyanın kaderini belirleyen bir gerçekliği açığa çıkarmalarıdır. Kobané’ nin düşmemesi demokratik uygarlık gücünün düşmemesi ve sürecin belirleyicilerinden biri olacağını ifade ediyordu. Türk Devleti’nin artık kendi yanlışlarından şüphe duymayı öğrenmesi ve doğrulara tereddütlü yaklaşmaktan vazgeçmesi gerekmektedir.

 

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.