Düşünce ve Kuram Dergisi

Sadece Söz Değil, Bir Eylemdir Adalet

Servet Kurt

“Gerçek adalet ancak farklılıkları temel alan bir eşitlik anlayışı içinde gerçekleşebilir.”

Abdullah Öcalan

 

Birçok kavram gibi adalet kavramı da genellikle gerçek anlamından uzaklaştırılır. Ya da daha doğru bir deyimle içi boşaltılır. Adalet kavramı sıkça hukuki terimlere dayandırılarak açıklanmaya çalışılır. Hukukla bağlantılı ele alış en baştan kavramın içeriğini boşaltma anlamına gelir. Çünkü adalet kavramı hukuktan çok ahlakla bağlantılı-ilintili bir kavramdır. Hukuk iktidar ve tahakküm ilişkilerini temsil ederken adalet, eşitlik ve özgürlük karakterini ifade eder. Dolayısıyla ahlaka, toplumsal vicdana dayanır. Ulus-devletle beraber hukuk, ahlakın yerine ikame edilir. Yasa, kanun, sözleşmelerle adaletsizlikler, haksızlıklar, gasp, talan ve sömürü meşrulaştırılır. “Adalet Mülkün Temelidir” düsturu bu gerçekliği çok iyi açıklar. Yani adalet, hukuk egemenlerin “Mülkünü” savunmakla mükelleftir.

Başka bir açıdan bakıldığında adalet yaşamın özü ile bağlantılı bir kavramdır. Sadece toplumsal doğada değil, evrende, birinci doğada da bir adalet ilkesinden bahsedebilir. Evrenin, doğanın kendi bünyesinde var olan birlik ilkesi adalet dışında bir kavramla izah edilemez. Adalet, ekosistemin işleyişinde kendisini yansıtır. Tüm organik ve inorganik varlıklar bir etkileşim ve ilişki düzlemi içerisinde yer alırlar. Ekosistemde bulunan her varlığın bir işlevi vardır ve tüm varlıklar doğal, simbiyotik bir ilişki mekanizmasına bağlıdır. Karşılıklı birbirini besleme ve değişim dönüşümün ardında aranması gereken bir adalet sistemi vardır. Elbette ki burada kastedilen normatif bir adalet sistemi değil, bir şeyin varlığının başka bir varlığı ortadan kalkmasını gerektirmediği çoğunlukla sezgisel ve simbiyot bir varoluş sistemidir.

Toplumsal doğada, adalet toplumun temelidir. Çünkü yaşam adil olan üzerinden inşa edilmiştir. Farklılıkların, özgünlüklerin, çeşitliliğin bir arada eşit, özgürce var olmaları adaletle bağlantılıdır. Toplumsal doğada adaletsizlikler devletçi, iktidarcı ve sömürücü eril zihniyetin gelişmesiyle baş göstermiştir. İktidarcı eril zihniyete karşı toplumsal bir direniş ve mücadelede hep var olagelmiştir. Demokratik, komünal değerleri savunmak, yaşatmak insan ve toplum olmada ısrarın da bir kanıtıdır. Dolayısıyla direniş ve mücadele adaletle bağlantılı kavramlardır. Adaleti direnişsiz ve mücadelesiz sağlamayı tahayyül etmek en başta kaybettirir ve adaletsizliklere ortak olmaktan da kurtulamaz.

Adalet ahlaki bir değer yargısı ve bir amaç olarak toplumsal yaşamın hakikatinden doğan bir duygu olarakda var olur. Adalet kavramı “adil” kavramından türemiş hem duygu ve hem de mantıksal yönleri bulunan bir terimdir. Dolayısıyla adaleti yalnızca bir duygu olarak değil, duygusal ve analitik zekanın ahenk içerisinde işleve kavuşması olarak ele almak doğruya daha yakın bir yorum olacaktır.

Doğal toplumda, adalet duygusu güçlü bir biçimde hayat buluyor. Doğada yaşama yüklenen anlam, sosyal ilişki ve davranışlarıda belirliyor. Yaşam Anakadının kutsal değerleri etrafında örgütlenmiştir. Toplumsal yaşamın başlangıcından itibaren haklı ve haksızın irdelenmesi vardır. Toplum kendi içinde sürekli haksızlığa karşı durmuş, hak’ı, doğruyu, güzeli, iyiyi hâkim kılma çabasında olmuştur. Dışa karşıda örgütlü bir mücadeleyi geliştirmiştir. Bu bir bilincin, anlamın gelişimini de ifade eder. Haklıyı ve haksızı irdelemek ve başkaldırarak eyleme geçmek derin bir anlamı ifade eder. Bu bilinci geliştiren ve yaşatan Anakadın olmuştur.

Eril-devletçi sistem, toplumsal tüm değer ve hakları gasp ederek kurumsalmasını sağlar. Dolayısıyla bu sistemin temelinde sömürü, talan, gasp, yok etme ve farklılıkları ortadan kaldırma vardır. Kültürel ve fiziksel soykırım vardır. Farklılıkların, çeşitliliğin olmadığı yerde adalet, adaletin olmadığı yerde özgürlük, özgürlüğün olmadığı yerde yaşam yoktur. Bu bakımdan adalet kavramını yaşamla, mücadele ve direnişle bağlantılı ele almak gerekiyor.

Adalet bir arayışı ifade eder, bundan kasıt hakikat arayışçılığıdır. Hakikat ile adalet arasında sıkı bir bağ vardır. Hakikat arayışçılığı nasıl ki büyük bedeller gerektiriyorsa adalet arayışçılığı da muazzam bir mücadele, azim, çaba ve kendini hakikate adamayı gerektirir. Adalet aynı zamanda etik ve estetik ölçülerle de bağlantılıdır. Toplumsal gerçeklikte adil olmak etik (ahlaklı) olmakla eşdeğerdir. Adil yaklaşım, güzeli, doğruyu, haklıyı savunur, çirkine, haksızlığa karşı durmayı temel bir duruş olarak benimser. Herkesin farklılıklarını, özgünlüklerini, potansiyelini, emeğini gözeten ve bu temel üzerinden yaklaşım sahibi olabilmekte ahlaki ilkeyle bağlantılıdır. Öcalan, ahlakı “toplumun ilk inşası sonrasında takındığı tutumların bütünlüğü olarak” tanımlar. Bu bakımdan ahlak toplumsal vicdana da tekabül ettiğinden adaletinde esas bir ölçüsü olmaktadır.

Bu ölçü gereği herkesin hak ettiğini alması ya da yaşaması da adalet olarak tanımlanır. Hak nedir, nasıl elde edilir? Örneğin, doğal haklar vardır, yaşam hakkı vardır: Bu haklar doğada var olan ve insan doğasına da yansıyan ancak, devlet tarafından toplum doğasından çıkarılan haklardır. Bunlar evrensel haklar olarak da ifade edilir.

Bir toplumun kendi kültürü ve diliyle yaşaması, sanatını, politikasını geliştirmesi temel ve doğal hakkı oluyor. Hak aynı zamanda doğruluk anlamına da gelir, doğru olanı yaşamak adaletli yaşamaktadır. Yanlışı yaşamak, özünden kopmak, doğadan ve doğal haklarından vazgeçmeyi ve yabancılaşmayı ifade eder. Adalet tam da burada devreye girerek doğru yaşamın yolunu gösterir ve hakka yöneltir. Bir toplum kültürel soykırım kıskacında ise, dili, kültürü yasaklanmışsa, haksızlığa uğruyorsa ve yok olma ile yüz yüze ise başkaldırı ve direniş bilincini geliştirmesi meşrudur. Yani direniş ve mücadele hakka ulaştıracak bir köprü rolünü oynar.

Tarih boyunca haksızlığa karşı başkaldırı eylemi toplumun meşru temel eylemi olmuştur. Kuşkusuz eylemden önce bir bilinç, farkındalık durumu söz konusudur. Haklıyı ve haksızı irdelemek ve başkaldırı eylemine, direnişe geçmek derin bir zihniyet oluşumuna da tekabül eder. Albert Camus “haksızlığa karşı koyma kimi zaman ölüm pahasına da olsa, başkaldırma olarak dışlanıp biçimlenen bir insanlık arayışıdır. Haklılık inancı haksızlığın kesinlikle yadsımasına götürür. Başkaldırma, insani hak ve adalet konularında, haksızlığa direniş ve hak arayışı dolayısıyla bilinçlenmeye yöneltir.” diye belirtir. Haksızlığın farkına varmaya, bilinçlenmeye götürür ve bilinçlenme eyleme yöneltir; eylem adalete ve özgürlüğe ulaştırır. Adalet olmadan özgürlük olmaz ve özgürlüğün kısıtlandığı yerde de adaletten bahsedilmez.

Adaleti hukuk kavramından ayrıştıran esas nitelik de bu oluyor; yani adalet haklılık ve haksızlık konularında baş kaldıranın bilincini yaratarak eylemi ortaya çıkartır. Bilinçlenmenin kendisi de bir eylemlilik halidir. Bilinç aynı zamanda farkında olmaktır, neyin hak olduğunu neyin haksızlığa yol açtığının ayırdında olmaktır. Yine hissetmek, duyumsamaktır ve bu hisle eyleme geçmektir. Dikkat edersek tüm bunlar adalet ilkesinin ahlaki ölçü ile diyalektiksel bağına işaret eder. Bir diğer boyutuyla hukuk haksızlığa karşı başkaldırıyı kesin bir dille dışlar, adalet ise başkaldırının ardında büyük değer yargılarının olduğu bilincidir ve buna yönelir, değer yargıları üzerinden eyleme geçer.

Adalet özü gereği eşit ölçülerin uygulanmasından oluşabilir, ancak tek yönlü bir eşitlik anlayışı adalete, hakka ulaştıramaz. Tüm dini, etnik, kültürel, kısacası tüm farklılıkların bir arada özgürce yaşamaları eşitlik ve adaletin sağlanmasında yaşam bulur.

Öcalan, adaletsizlik nasıl doğar sorusuna, “fert ve topluluklar arasında fark gözetmeksizin” biçiminde yaklaşmak adaletsizlikler doğurur cevabını verir. Dolayısıyla, adalet her bireyin aynı ve eşit olduğu, yani mutlak bir eşitlik anlayışıyla da sağlanamaz. Tüm insanların gücü, potansiyeli, kabiliyeti vb. yetenekleri aynı değildir, aynılaştırmak adaletsizlikleri doğurur, haksızlıklar ortaya çıkar. Yine her toplumun, dili, kültürü, gelenek, görenekleri farklıdır aynılaştırılamaz, ancak tüm bunlar evrensel değerler olarak ifadeye kavuşur ve bir arada özgürce yaşamaları mümkündür ve buda güçlü bir adalet sisteminin inşası ile gerçekleşebilir. Yine adalet herkesin emeği ölçüsünde belirlenemez, dağıtılamaz, kim ne kadar emek verdi neyle ve nasıl ölçülecek?

Karl Marks “herkesin yeteneklerine göre, herkesin ihtiyacına göre ilkesi hukukun temeli olursa hem eşitlik, hem de adalet aynı anda gerçekleşme şansına sahip olur” der. Öcalan ise, Marksizmden farklı olarak tam bir eşitliği, özgürlüğün bedel vermesi olarak tanımlayıp, eşitliğin ayrılık değil, farklılıkların esas alınması durumlarında anlamlı olabileceğini belirtir. Farklılık aynı türden, mutlak eşit hak paylaşımına kapalı bir kavramdır. Eşitlik kavramı da salt mutlak her şeyin aynı olduğu anlamına gelmez. Eşitlik Farklılıkları esas alarak niteliğini ortaya koyar.

Adalet eksenli yürütülen mücadeleler, esas itibariyle anaya-kadına dönüş arayışlarıdır. Tüm toplumsal sorunlar, adaletsizlikler, haksızlıklar kadının öncülük ettiği sistemden kopuş yaşandığı için ortaya çıktı. Bu sorunların aşılması ve adaletin tesisi de ancak, kadının duygu yüklü zekasıyla toplumsal doğaya uygun çözümlerle gelişecektir. Nasıl ki toplumsal yaşam kadın eliyle örülmüşse, devletçi-iktidarcı sistemin yaratmış olduğu adaletsizlikler de ana-kadının ekmiş olduğu direnişçi, mücadeleci gelenekle etkisizleşecektir. Anakadın değerlerinden yabancılaşmanın gelişimiyle ilk adaletsizliğin gelişimi at başı gitmiştir. Çünkü kadına yabancılaşma, yaşama yabancılaşma ve ondan uzaklaşmayı doğurmuştur. Cinsiyet eşitliğini sağlamayan ve kadına yönelik çıkan adaletsizliklere dur demeyen ve eyleme geçmeyen toplum ve hareketlerin adaletten bahsedemeyecekleri tarihsel tüm devrimci hareketlerin pratikleriyle kanıtlanmıştır.

Dolayısıyla kadın özgürlüğü derken yalnızca bir cinsin özgürlüğü kastedilmiyor, her iki cinsin özgürlüğü ve toplumsal adaletinin tesis edilmesi kastediliyor.

Adalet tanımlanması yapılırken kavramın tam anlaşılması için kimi kategorilere gidilebilir. Bunlardan öne çıkan iki tanımlamaya kısaca değinirsek;

1– Öznel adalet, daha çok bir erdem, özellik, karakter, cevher olarak ifadeye kavuşur. Bir cevher ve erdem olarak sürekli haklı olana yönelmesi, iyiyi, doğruyu, güzeli ortaya çıkarması, hakka uygun tutum ve çabayı tanımlar. Yani bireylerin belirli bir karakter değerini belirtir. Öznel adalet bireyin iç dünyasını, duygu ve düşünce alanındaki yoğunluğunu ifadeye kavuşturur. Bu duygu ve düşünsel yoğunluğu yaşayan bireyler, her daim adil, hakkaniyetli olana meyillidir. Adaletsizlikler karşısında sorumluluk duygusunun harekete geçmesi, bireyin toplumsal yaşamdaki rol ve misyonu gibi tanımlamalarda bu kavramla bağlantılı ele alınır.

2- Nesnel adalet, buda düzene, sisteme karşı duyulan ortak adaletsizlik düşüncesinden kaynaklanır ve insanlar arası ilişkilerde değişim-dönüşüm diyalektiğine uygun sürekli adil olana hakka doğru evrilme amacını taşır. Yani eylemi ifade eder. Duygu, düşüncenin bir davranışa, tutuma ve duruşa dönüşmesini tanımlar. Öznel ve nesnel adalet arasındaki fark şu biçimde açıklanabilir; öznel adalet bir duygu, nesnel adalet ise davranışa geçen adaleti ifade eder.

Bu iki esas tanımlama dışında, “dağıtıcı adalet”, “denkleştirici adalet” vb. tanımlamalarda vardır. Tüm bu belirlemelerin işaret ettiği hakikat, adaletin yaşamın temeli olduğu ve yaşamında adaletle sağlandığı hakikatidir. Toplum, eşitlik, özgürlük refah ve adalet ekseninde gelişmek durumundadır ve kendini bu temel üzerinden üretmeye çalışır. Eril sistem ise, eşitliği, özgürlüğü, refahı ve adaleti ortadan kaldırmaya çalışır, daha fazla meşruiyet, daha fazla yalan, eşitsizlik ve adaletsizliğe ihtiyaç duymaktadır. Sistem bireyciliği, tüketiciliği, rekabeti ve çatışmayı yaygınlaştırmadan kendini var edemez. Bireylerin ruhlarına, bilinçlerine, duygularına ve güdülerine hükmederek bilinç körelmesi ve iradesizleştirmeyi yaratır. Dolayısıyla adalet mücadelesi, direnişi manevi bir direniş ve ideolojik mücadeleyi de kapsamına alan geniş bir alana tekabül eder.

Albert Camus’a göre, “başkaldırı bir değer oluşturma faaliyeti olup, insanın kendisini aşmasını sağlar. Umutsuz olsa da hiçbir teslimiyet içermeyen bu direniş ve başkaldır bundan dolayı insan hayatına bir büyüklük ve mana kazandırır.” Camus, Descartes’in meşhur* formülü yerine kendininkini koyarak “başkaldırıyoruz o halde varız” der. Başkaldırı ve direniş bilinci yaşamın da temel bilinci olduğundan eyleme dönüşmek durumundadır. Ve böylece anlam kazanır. Bilincin oluşması muazzam bir gelişmedir, önemli ve değerlidir. Ancak tek başına bilinç çok da bir anlam taşımaz. Bilincin oluşumla buluşup varlığa dönüşmesiyle anlamlı olur. Dolayısıyla bilinç, oluşum ve varlık bir bütünü ifade eder. Tıpkı Fikir-Zikir-Eylem birlikteliği gibi. Direniş bilinci adaletsizliğin olduğu yerde ortaya çıkar ve eylem buluşmasıyla form kazanır. Yani varlık dediğimiz olgu bu temelde gelişir. Bu anlamda adaleti tesis etme çabası, varlığı ve varlığı oluşturan değerleri, özü korumanın çabasıdır. Dolayısıyla “direniyorsak o halde varız” denklemi toplumsal adalet mücadelesinin hakikatine denk düşer.

Sonuç olarak; adaleti sağlamak, özcesi devlet dışılığı ve devlet dışı olmayı başarmayı gerektirir. Devlet ve iktidar zihniyeti aşılmadan yaşamın temeli olan adaleti tesis etmekte mümkün değildir. Devletçi zihniyet ve devletleşmek adaleti değil, adaletsizlikleri doğurur. Çünkü tüm adaletsizliklerin kaynağı zaten bu zihniyet ve yapılanmadır. Dolayısıyla, adaleti, özgürlüğü, eşitliği, demokrasiyi sıkça dillendirmekle de devletçi-iktidarcı zihniyet aşılmıyor, tam tersi toplumun kutsal gördüğü derin anlamlar yüklediği kavramların içeriği boşaltılarak anlam yitimine uğruyor. Dolayısıyla devletçi-iktidarcı sistemin panzehiri örgütlü, demokratik toplumdur. Söylemi, eylemi bir olan toplumlar adalet sistemini kuran toplumlar oluyor. Eylemli kalmak aynı zamanda örgütlü kalmayla mümkündür. Eyleme geçmeyen örgütlülük, demokratik işlevini yitirerek adaletten de uzaklaşır. Adalet sistemi toplumdaki tüm duyarlılıkların ayaklandırılması ve eyleme geçmeyi ifade eder. Eylemli olmak her türlü yöntem zenginliğini bağrında taşır. Eylemin yapısını ve düzeyini belirleyen haksızlıkların ve adaletsizliklerin düzeyi ve niteliğidir. Adaletsizliklere karşı, pasif direnişçilerden tutalım, oturma eylemlerine, sivil itaatsizlikten örgütlü halk eylemliliklerine kadar  geniş bir yelpazedeki tüm eylemlilikler adaleti kapsar. Bu bakımdan adalet söz değil eylemdir, muazzam bir mücadele direniş ve özüne dönüşü ifade eder.

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.