Düşünce ve Kuram Dergisi

Silahlı Çatışmadan Demokratik Çözüme / Barışçıl Çözümlerde Liderlerin Oynadığı Rol – Mandela ve Öcalan

Essa Mossa

Türkiye siyasetinin ufhunda yeni bir şafak sökmekte. Kürt sorunu Türkiye’deki yüzyıllık tarihinde ilk defa çözüm için gündeme gelmiştir. Sevr Antlaşmasının kapsamı çerçevesinde Kürtlerin kendi geleceğini tayin etme (özerklik) hakkı mücadelesi, bu tarih boyunca şiddet, infaz, hapis cezası, sürgün, zulüm ve baskıyla karşılık buldu. Kendi geleceğini tayin etme hakkı, Birleşmiş Milletler’in öncülü olan Milletler Cemiyeti tarafından da tanınmaktaydı.[1] Güney Afrikalı siyahi topluluklar da aynı şekilde yüzyılı aşkın bir süredir kendi geleceklerini tayin etme hakları için mücadele etmiş ve bu haklarını 10 Mayıs 1994’te Nelson Mandela’nın başkanlığındaki ulusal birlik hükümetinin yürürlüğe geçmesiyle elde etmişti.[2] Türkiye’deki Kürt halkının kendi geleceğini tayin etme hakkı mücadelesi Güney Afrika’nın ezilen halklarının mücadelesiyle çarpıcı benzerlikler göstermektedir. Asırlar boyunca Türkiye ve Güney Afrika çeşitli koloniyal güçlerin boyunduruğunda bulunmuştur. Türkiye, Farsiler, Moğollar, İngilizler, Fransızlar ve Ruslar tarafından; Güney Afrika, Portekizliler, Flemenkler ve İngilizler tarafından kolonileştirilmiştir. Türkiye’nin ve Güney Afrika’nın zaman içindeki siyasal ve anayasal evrimi de benzeşmektedir. Güney Afrika’nın bugünkü anayasal yapısı, 1910’da Emperyal İngiltere’nin beyazların üstünlüğüne[3] dayalı özerk yönetimini tanıması üzerine kurulmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü takiben, Sevr Antlaşması’nın hükümlerine bağlı olarak Türkiye ilk Anayasasını ilan etmiştir. 1924’te Türkiye, Türk hegemonyasını baz alan Cumhuriyetçi Anayasayı benimsemiştir. Bu Anayasa, Türkiye’deki Kürt halkına Sevr Antlaşması’nın tanıdığı hakları ihlal etmiştir. Sevr Antlaşması’nın koşulları Kürt halkının çoğunlukta olduğu bölgelerde otonomisini ve bir yıl sonrasında bölgede yaşayan insanların çoğunluğunun talepleri doğrultusunda Türkiye’den bağımsızlığını ön görmektedir.[4]

1960’da apartheid rejimi, İngiltere ile bağlarını koparma kararı aldı ve bağımsızlığını ilan etti. Hükümet sadece beyaz ırka referandumda oy verme hakkı tanıdı ve beyazların salt çoğunluğuyla Cumhuriyet ve bağımsızlık onandı. Nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan siyahi (beyaz olmayan) ırklara, ne İngiltere tarafından ne de apratheid rejimi tarafından danışıldı. Referandumu takiben, 1961 Güney Afrika Anayasası’nın kanunlaşmasıyla Güney Afrika, Cumhuriyet ilan etti.[5] 1972’de apartheid Hükümeti State Security Council (SSC)’yi yürürlüğe soktu.[6] Türkiye’de, 1961 yılında darbe ile yönetimi işgal eden askeri cunta yeni bir Anayasa geçirdi. Yeni Anayasa’nın işçilere ve akademisyenlere bazı hakları teslim etmiş olmasına rağmen, Milli Güvenlik Kurulu’nun yürürlüğe geçmesiyle askerin siyasi rolünü kurumsallaştırdı ve etnik Türklüğün hegemonyasını sürdürdü.[7]

1980 Eylül’ünde, asker PKK’nin Türkiye’nin sınır bütünlüğüne tehdit oluşturduğu gerekçesiyle sivil yönetimi tekrar düşürdü ve yeni bir Anayasa geçirdi.[8] Yeni Anayasa, devletin iktidarını ciddi şekilde genişleterek bireysel demokratik haklara karşı askerin iktidarını kemikleştirdi, demokratikleşme ve Kürt Sorunu’nun çözümünün aleyhine hizmet etti. Bu Anayasa, ifade, örgütlenme, siyasi eylem özgürlüğü gibi bazı değişmez insan hakları üzerine gölge düşürdü. Amaç muhalefeti susturma ve siyasi partileri, bürokrasiyi, medyayı, sivil toplumu ve üniversiteleri kontrol altında tutmaktı.[9] 1983’te apartheid rejimi, yine sadece beyazlara oy hakkı veren referandumla, Güney Afrika’nın siyasi nüfuzu içindeki Renkli (Coloured) ve Hint (Indian) etnik gruplara ve yerel siyahi otoritelerin altındaki Afrikanlara bazı hakları tanıyan yeni bir anayasa geçirdi. Afrikanlara daha önce Güney Afrika’nın Bantustan’lara bölünerek sözde özerkliği ve bağımsızlığı verilmişti. Renkli ve Hint etnik gruplara bahşedilen Bantustan’lar ve alt siyasi yapılar Güney Afrika’nın beyaz olmayan halkları tarafından tamamen reddedildi.[10]

Apartheid hapishanesinde Nelson Mandela’nın başlattığı tarihi tartışmaların sonucunda, Mandela’nın serbest bırakılmasını takiben apartheid karşıtı kuvvetler ve FW de Clerk yönetimindeki apartheid kuvvetleri müzakereler sonucunda 1993 Apartheid parlamentosunun geçirdiği geçici Anayasa’da uzlaştılar. 1994 Nisanında, Güney Afrika’nın bütün siyah ve beyaz ırkları ilk defa beraber demokratik seçimlere oy kullanarak kendi geleceklerini tayin etme haklarını uygulamış oldular. Böylelikle mucizevi şekilde Güney Afrika’da yeni – saygınlık, özgürlük ve eşitlik değerleri üstüne kurulu – bir siyasi alan açılmış oldu.[11] Constituent Assembly’nin tasarladığı şekliyle Güney Afrika Anayasası’nın son hali 1996’da demokratik Parlamento tarafından benimsendi.[12] 2011 Ekiminde, Türkiye Büyük Millet Meclisi yeni demokratik ve sivil Anaysa’nın tasarlanması için Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nu kurdu.[13] Öcalan, Türkiye’deki PKK direnişine dair şunu ifade etmiştir: “demokrasiye dair sorunların su yüzüne çıkışında ve bu sorunlara çözüm önerileri sunulmasında önemli bir rol oynamıştır. . . Asıl ihtiyaç duyulan, toplumsal konsensüse dayalı, ifade özgürlüğü ve demokratik örgütlenme hakkı gibi bireysel ve sosyal temel insan haklarını garanti eden yeni sivil anayasadır.”[14]

Bu kısa karşılaştırmalı siyasi ve anayasal arka plan üzerinden, Kürt ve Güney Afrika deneyimlerinde silahlı çatışmadan siyasi çözüm sürecine, bu süreçlerde Mandela ve Öcalan’ın oynadığı roller ve katkıları üzerine karşılaştırmalı bir inceleme yapacağım. 1960 yılında, apartheid hükümeti ANC, PAC ve diğer ezilen halkların örgütlerini yasakladı. Bu örgütlerin önderleri vatana ihanet, tahrik ve diğer siyasi suçlardan yargılanıp suçlu bulunmuşlardı.[15] Tutuklanmamış pek çok önder ya yeraltına indiler ya da apartheid rejimine karşı mücadelelerini devam ettirmek üzere yurt dışına çıktılar.

16 Aralık 1961’de ANC ve müttefik partnerleri resmi olarak ANC’nin silahlı kanadı “Ulus Mızrağı” anlamına gelen Umkonto-we Sizwe’yi (MK) başlattılar. Mandela MK’nin başkumandanıydı. Silahlı mücadele başlatılırken şöyle bir beyanat yapılmıştı:

“Her ulusun boyun eğmekten veya savaşmaktan başka seçeneğinin olmadığı bir dönem olur. Bugün Güney Afrika da böyle bir dönemden geçmektedir. Biz boyun eğmeyeceğiz ve kendi halkımızı, özgürlüğümüzü, ve geleceğimizi korumak adına karşı atak yapmaktan başka seçeneğimiz yoktur.[16] Kürdistan İşçi Partisi (PKK) 1978 yılında Abdullah Öcalan’ın öncülüğünde Türkiye Kürt halkının kendi geleceğini tayin etme hakkı için mücadele etmek üzere kuruldu. 1979 yılında ufukta görünen askeri darbeden dolayı, Öcalan Türkiye’yi terketti ve mücadeleye yurtdışında devam etti. Darbeyle beraber, askeri cunta bütün Kürt ve sol örgütleri yasakladı, örgüt önderleri ve üyelerini tutuklama ve gözaltılarla hapsetti. Kürt halklarının hakları için barışçıl mücadele yöntemleri engellendiği ve şiddet, yasaklama, tutuklama, gözaltı, ve hukuksuz infazlarla karşılık bulduğu için, 1978 yılında PKK de, ANC ve PAC gibi, kendi geleceğini tayin etme, saygınlık, özgürlük, hakiki eşitlik ve temem insan hakları için mücadelelerine silahlı olarak devam etmeye karar verdi.[17]

Mandela gibi Öcalan da bazı yabancı istihbarat teşkilatlarının ihaneti sonucunda tutuklanarak vatana ihanet ile suçlanıp ömür boyu hapis cezası aldı. İkisi de bir adada tutuklu tutuldular -Öcalan İmralı Adası’nda, Mandela Roben Adası’nda. İkisi de terörirst ilan edildiler ve temsil ettikleri örgütler terörist örgütler olarak tanımlandı. Buna mukabil, kendi taraftarları, onları özgürlük savaşçısı ve örgütlerini de Uluslararası Hukuk’un tanıdığı tanımıyla özgürleşme hareketi olarak gördüler. İkisi de, günün hükümetleriyle hücrelerinde uzlaşı üzerine görüşmeler yürüttüler. İkisi de muhatabı oldukları hükümetlere Barışın Yol Haritası sundular. İkisi de kendi ülkelerinin istihbarat teşkilatlarının yönetici düzeyindeki üyeleriyle bir dizi görüşmeler yaptılarr.

Türkiye’de bugünlerde ilerlemekte olan süreç Güney Afrika’daki sürece benzememektedir. De Klerk Güney Afrika’nın Başkanı olduktan sonra, barış süreci hızla ilerlemekle kalmamış, aynı zamanda şeffaf ve açık bir şekilde yürütülmüşlerdir. Türkiye’deki durumda ise, Başbakan Tayyip Erdoğan barış sürecini kapalı kapılar ardında ihtiyatla yürütüyor gibi görünmektedir. De Klerk ve Mandela’nın aksine, Erdoğan Öcalan ile birebir görüşmemektedir. MIT yöneticisi Hakan Fidan ve BDP, Erdoğan ve Öcalan’ın aracıları olarak işlev görmektedir. Bu görüşmelerde konuşulanlar kamuyla parça parça paylaşılmaktadır. Güvenlik konularında bütün asıl kararlar, Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan, Genelkurmay Başkanı ve MİT yöneticisi Fidan’ın yer aldığı Milli Güvenlik Kurulu tarafından verilmektedir. Erdoğan ile yakın ilişkileri olan Fidan, MGK’ye rapor vermek ile yükümlüdür.[18]

Bütün bunlar, ilk olarak Erdoğan’ın BDP üyelerinin Öcalan ile İmralı’da görüşmelerine ve Öcalan’ın mesajını Irak’ın Kandil dağındaki PKK ve Brüksel’deki KCK diye bilinen Kürt Federasyonu’na iletmesine müsade etmesiyle de tasdiklenmektedir. İkinci olarak, Erdoğan, PKK gerillalarının Öcalan’ın emriyle engellenmeden sınırdışına çıkmalarını kabul etmiştir, ve bu çıkış 8 Mayıs 2013’te gerçekleşecektir görünen odur ki sınırdışına çekilişin silahlı bırakarak mı bırakmadan mı olacağı kesinlik kazanmamıştır ve kafa karışıklığı yaratmaktadır. Üçüncü olarak, Erdoğan sürece dair kamuoyu oluşturmak, PKK gerillalarının geri çekilişine dair kamuoyunun tepkisini takip ve raporlamak üzere Akil Adamlar Komisyonu’nu atamıştır. Dördüncü olarak, BDP ve AKP’nin arasında açılmakta olan barış sürecini beraber yürütmelerine yönelik bir ambiyans oluştuğu görülmektedir. Son olarak, iyi niyet göstergesi olarak, Erdoğan dil ve hukuk reformlarını Öcalan’ın taleplerinin bir kısmını karşılamak üzere uygulamaya koymuştur.

Güney Afrika’da ANC ve apartheid Hükümeti arasındaki ateşkes ve barış ancak Mandela ve diğer siyasi mahkumlar serbest bırakıldıktan, ANC ve diğer siyasi partiler hukuki olarak meşrulaştıktan ve sürgündeki ANC üyelerine af çıkıp uzlaşma için gerekli havanın oluşmasında yer almalarına müsade edilmesinden sonra ilan etmiştir. Yeni demokratik Anayasa için asıl müzakere, ülkedeki siyasi durumun normalleşmesinden ve tarafların eşitlik ilkesine dayanan müzakereler için gerekli ortam oluşturulduktan sonra başlamıştır.[19] Türkiye’de bütün bu siyasi ortam oluşmadan, Erdoğan yeni anayasa tasarısı çıkartmak üzere bütün parlamentodaki partilerle Anayasa Komisyonu’nu kurmuştur. Komisyon halen tasarıyı oluşturma sürecindedir. Güney Afrika modelinin aksine, Türkiye nüfusunun büyük bir kısmı anayasa yapım sürecine dahil edilmemiştir. Dahil edilmeyenler arasında siyasi sebeplerden hapiste veya sürgünde olan hak savaşçıları (combatants), yasaklanmış siyasi aktivistler ve örgütler de bulunmaktadır. Anayasa oluşturma sürecinde bu grupların dışarıda bırakılması, bu sürece ve olası sonuçlarına güvenilirlik açısından gölge düşürmektedir. Yurtdışı ve yurtiçindeki hak savaşçılarının dahil olmadığı bir barış süreci, ülke için ciddi sonuçlara neden olabilir.

… Çok küçük bir mutsuz azınlık bile bu süreci baltalamaya yeter. Bu durumda, kapsayıcı bir anlaşmaya varıldığında, savaşçıların doğru ve düzenli bir demobilizasyon sürecine girmeleri sağlanmalıdır. … Güney Afrika’da sürece dâhil olmayan veya bu süreci reddeden savaşçılar, silahlı soygun, uçak kaçırma ve çocuk kaçırma gibi suçlara karıştılar.

Güney Afrika’da Mandela ve Ulusal İstihbarat Servisi arasında yapılan görüşmeler güven inşasının bir parçasıydı.[20] Cezaevleri Bakanlığı da ileride böyle bir rol üstlendi. Mandela, daha sonra hem kendisinin serbest bırakılması için duyuru yapacak hem de politik bir çözüm için Afrika Ulusal Kongresi ile görüşülmesini talep edecek olan De Clerk ile bir araya geldi. Mandele ile ilk bağlantıların kurulduğu zamanlarda bir barış görüşmesinden değil, sadece “konuşmalardan” bahsetmemiz mümkündür.[21] Mandela barış görüşmelerinin Afrika Ulusal Kongresi ile yapılması konusunda açık ve netti.[22]

Öcalan şu anda eşitsizlik koşullarında görüşme yapmaktadır. Kendi çevresi ile olan iletişimi sadece BDP delegeleri ile yaptığı birkaç saatlik görüşmeler ile sağlanmaktadır. PKK ve KCK’nin Öcalan ile doğrudan bağlantı kurmasına izin verilmemektedir. Öcalan’ın kendi çevresi ile iletişimi son derece kısıtlıdır. Bu durum, doğru bir müzakere sürecini kendi çevresinin doğru bilgilenmesi anlamında sıkıntıya sokuyor. Bu durum sadece kendisiyle ilgili değil, ona gönül vermiş insanlarla da ilgilidir. Bunun yanında hükümet MİT aracılığıyla Öcalan ile sınırsız bir iletişim şansına sahiptir. Şu anda görüşmeler devletin bir kurumu ile Öcalan arasında yapılmaktadır, hükümetin politik başıyla değil. Bunun birçok örtük anlamı olabilir. Mandela, De Klerk’ten önceki başbakan PW Botha tarafından, şiddeti kınaması durumunda özgürlüğe kavuşacağı sözünü alınca cevabı şöyle oldu: “Hadi bakalım görelim Botha’nın ne kadar öncekilerden farklı olduğunu. Şiddeti sonlandıran bir çağrı yapsın, hadi insanların kurduğu organizasyonlara yasağı kaldırsın. Ancak ve ancak özgür bir insan barış görüşmeleri yapabilir. Mahkûmlar hiçbir yazılı anlaşmanın tarafı olamazlar.”[23] Apartheid zamanındaki, önceki hukuk ve düzen bakanı Louis le Grange, Afrika Ulusal Kongresi’ne gerilla faaliyetlerinin son bulması ve politilik hayata katılması için çağrıda bulundu. Daha sonra hükümetin onlarla görüşebileceğini söyledi.[24] İkincisi acaba şu anda bizim Türkiye’de gördüğümüz şey midir? Bu senaryo ANC ve Mandela tarafından reddedilmiştir.

Mandela’nın takipçileri onun Apartheid rejim ile görüşmelere başladığını duyunca, takipçilerinden bazı şahıslar, rejimin Mandela’yı çemberine alarak ondan taviz koparmaya çalışıp çalışmadığını, böyle bir durum varsa, kendi bölgelerine ve insanlarına nasıl anlatacaklarını düşündüler. Mandela kendi çevresine güveni yeniden aşılamalıydı ilk önce. Yani ırkçı olmayan, cinsiyetçi olmayan ve demokratik bir devletten taviz vermeyeceğinden emin olmak istiyordu taban. İkincisi ise, Mandela bu görüşmeleri Ulusal Kongre adına yapmıyordu. Ulusal Kongre ile görüşme yapılabilmesinin önünü açıyordu. ….

Türkiye’deki barış sürecinin samimiyeti ve böylesi bir sürecin sonuçları açısından, Erdoğan ve Öcalan arasındaki siyasi manevra alanının eşitlenmesi gereklidir. Bu ne anlama geliyor? Birincisi, Öcalan salıverilmelidir ve bu durumda eşit şartlarda ve hiçbir kısıtlama olmaksızın müzakere edilmelidir. İkincisi, barış görüşmelerinin bağlayıcı ve kredibilitesi yüksek olması için, Öcalan’ın kendi kitlesi ile doğrudan-sınırsız erişimi sağlanmalıdır. Üçüncüsü, tutsaklar için genel af ya da başka birşekilde serbest bırakılmaları sağlanmalıdır. Dördüncüsü, barış sürecine katılmak için bütün sürgündekiler ve hatta savaşçılar için Türkiye’ye dönmeleri konusunda genel bir yasal düzenleme yapılmalıdır. Beşincisi, bütün yasaklı örgütlere yasallık verilmelidir ve altıncısı, barış görüşmeleri için politik bir eksende anayasal ve yasal zemin oluşturulmalı ve demokratik ve sivil bir anayasa hazırlanmalıdır.

Türkiye’deki Kürt sorununun çözümü için, yeni demokratik anayasanın: azınlık siyasi partilerinin yasama süreçlerine etkin bir şekilde katılımını garanti altına alan fakat bununla sınırlı kalmayan bir Anayasayı; azınlık haklarını ile kültür, dil ve dinlerin çeşitliliğini uluslararası yasa ve protokoller kapsamında garanti altına alan bir Haklar Bildirgesini; siyasi, kültürel ve dini kurumlar ile bireylerin anadilde eğitim görme haklarının tanınıp korunmasını; yasama, yürütme ve yargı güçlerinin ayrılığını; bağımsız, tarafsız ve güvenilir bir yargının Anayasa ve Haklar Bildirgesini korumasını ve uygulamasını; ve ülkenin etkin ve demokratik yönetimi için güçlerini, bölgesel ve yerel seviyelerde paylaşılmasını içermesi gerekmektedir.

Şu da azımsanmamalıdır ki, her çevreden hoşnutsuz kesimler olabilir ve kazanımlar üzerinden süreci sabote etmek isteyebilirler. Süreci baltalamak için her şeyi yapabilirler. Bunun ilk girişimi Ocak 2013’te üç Kürt kadın aktivistin maruz kaldığı suikasttı.[25] Güney Afrika benzer bir katliamı Apartheid güvenlik rejimi ve sağ kanat politik yapılardan dolayı yaşamıştı. Biz de, benzer koşullarda Paris’te, 1988’de Afrika Ulusal Kongresi temsilcisinin, Ms Dulcie September’in suikastını yaşadık.[26] Fransız yargısı, September’in davasında görevlendirilen Claude Forkel, bu eylemi yapan örgütün Güney Afrika Askeri istihbaratı tarafından finanse edildiğini açıkladı. Güney Afrika Hakikatleri Araştırma ve Uzlaşma Komisyonunun (TRC) araştırmasına göre bu suikast Afrika Ulusal Kongresi üyelerinin süreçten tasfiye edilmesini amaçlıyordu.[27] Görüşmeler süresince, görüşmeleri baltalamak için apartheid askeri güçleri siyah yerleşim bölgelerinde şiddet ve baskı siyaseti güttü. En sonunda yüzlerce insan öldü ve binlercesi yaralandı.[28]

Mandela, Haziran 1992’de De Klerk ile müzakereleri geri çekti ve soykırım sorumlularının bulunmasını ve onlara dava açılmasını talep etti. Aynı şekilde Öcalan da Paris’te 3 Kürt aktivistin suikaste uğraması üzerine MIT ile görüşmelerine son verdi ve birkaç hafta sonra Türk zanlının yakalanmasıyla görüşmelerine devam etti. De Clerk, askeri istihbarattaki bir kısım yüksek rütbeli kişilerin Afrika Ulusal Konseyi ile yapılan görüşmeleri baltalamak için eylemde bulunduğunu iddia eden tarafsız araştırma komisyonuyla görüşme ayarladı. De Clerk 23 kıdemli askeri subayı azletti.[29] Mart 1993’te Mandela görüşmeleri sürdürdü. 10 Nisan 1993’te sağ kanat ve parlementodaki muhafazakâr parti üyeleri, Mandela’yı lider olarak kabul eden ANC’nin popüler ve karizmatik bir liderine suikast düzenledi. Chris Hani adındaki bu lider ANC’nin askeri kanat lideriydi. Bu tarihlerde Güney Afrika’da görüşmeler yıkımın eşiğine gelirken aynı zamanda ülke bir iç savaşla cebelleşiyordu. Mandela, taraftarlarına barış müzakerelerini sekteye uğratmamak ve kan dökülmesini engellemek adına sakin ve ılımlı olma çağrısında bulundu.[30]

Türkiye’deki barış sürecinin gelecekte nasıl bir seyir izleyeceği bilinmemekte. Reuters Berlin’e göre: ‘Bu barış planı hakkındaki bilgilere sadece mektuplar aracılığıyla iletişime geçen Öcalan ve birkaç hükümet yetkilisi sahip.’[31] Eğer öyle bir plan varsa Erdoğan’ın böyle bir bilgiye sahip olmama olasılığı yok gibi. BDP eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’a gore barış planı “3 aşamadan oluşuyor; ilki geri çekilme, sonra yasal değişimler ve üçüncü olarak da müzakereler ve ‘normalleşme”[32] Bana kalırsa Türkiye’deki barış süreci geri dönülemez bir noktada. Birçok faktör bunu destekler nitelikte. “Arap Baharı”, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki bazı ülkelerdeki despot ve demokratik olmayan yönetimleri yıkıma uğrattı ve korku salmaya devam etti. “Arap Baharı” ayrıca Suriye’yi istikrarsızlaştıran, altyapıyı yıkan, binlerce kişinin ölümüne ve yer değiştirmesine sebep olan ve farklı amaçları olan binlerce yabancı paralı askerin ve bileşenlerin dikkatini çeken bir siyasi çalkantıyı ateşledi. Suriye’deki çatışmanın çözümü Suriyeli insanların elinde, yabancıların değil. Esad rejimi dâhil Suriye’deki tüm güçlerin bir diyalog içerisine girmesi ve Suriye’deki karışıklığa barışsal çözüm getirmek için müzakerelere başlanılması kaçınılmazdır. Bu tür anlaşmaları desteklemek Türkiye dâhil tüm komşu ülkelerin yararınadır.

Benim şahsi görüşüm, eğer Erdoğan kendi ülkesindeki Kürt vatandaşlarıyla barış yoluna giderse ve bunu başarırsa, Türk tarihine adını yazdıracaktır. Bu olayla birlikte, Suriye, İran, Filistin ve İsrail’i kapsayan Ortadoğu’nun geri kalan problemlerine barışçıl ve yasal çözümler bulmaya katkı sağlayacaktır. Barış sağlandığı takdirde, Türkiye insan ve doğal kaynaklarıyla, ekonomik ve stratejik konumuyla, Ortadoğu’da güçlü ve büyük ülke konumuna gelecek potansiyele sahiptir.

 

 

[1] 1920 Sevres Antlaşması’nın 62. ve 64. maddeleri
[2] MİCHAEL Morris Apartheid: An Illustrated History s. 178
[3] Dennis Worrall, South African Government and Politics (1971) s. 34-38
[4] G. Chailand (Ed) People Without a Country: The Kurds and Kurdistan (London: Zed Press, 1980) S.
[5] The Road to Democracy in South Africa , volume 1 [1960 – 1970], second edition, published by Unisa Press in 2010, at p. 33
[6] APARTHEID, An Illustrated History, (supra) at p. 95
[7] The Turkish Constitution and the Kurdish Question – Carnegie Endowment for International Peace – Barkey and Kadiologlu Commentary, August 1, 2011 at p. 2 et al
[8] The Kurdistan File (Brussels: Kurdish Foundation – Free UniversityBrussels, 1989 at p. 33
[9] The Turkish Constitution and the Kurdish Question, supra, at p. 3
[10] 10Allan Boesak: Running with Horses’ Reflections of an accidental politician at p. 393
[11] Tom Lodge: MANDELA, A Critical Life (Ed 2006) at p. 181
[12] The Constitution of the Republic of South Africa, 1996 (Act 108 of 1996)
[13] TESEV: What do we Expect from the New Constitution? by Can Parker: published in Milliyet on 27 November 2012
[14] Abdullah Ocalan: Prisone Writings 111: THE ROAD MAP TO NEGOTIATIONS (First Ed) Feb 2012 at p.18
[15] APARTHEID: An Illustrated History by Michael Morris at p. 68
[16] 16 Aralık 1961’DE basılan MK Manifestosu, 20 Nisan 1964’TE Pretoria Yüce Divan Mahkemesi’nde Nelson Mandela’nın vatana ihanet davasında Mandela ve çevresi aleyhine delil olarak kullanılmıştır
[17] Abdullah Ocalan: Prison Writings, The PKK and the Kurdish Question in the 21ST Century, International Initiative Edition, 2011 at ps. 116 & 135
[18] Murat Yetkin – How did the Security Council hear the PKK statement? Daily News: APRİL/27/2013
[19] APARTHEID: An Illustrated History (supra) at p. 158
[20] TOM Lodge: MANDELA (supra) at p. 164
[21] Tom Lodge: MANDELA (supra) at P. 158
[22] Ibid at p. 161
[23] Tom Lodge: MANDELA (supra) at p. 157
[24] Ibid at p. 156
[25] Special Report: In Paris Kurd killings, a suspect and a mystery by Nicholas Vinocur and Alexandra Hudson: Reuters April 16, 2013
[26] THE Road to Democracy in South Africa (supra) volume 3 (International Solidarity) at p. 674
[27] Cape Times adlı günlük gazetenin 18 Mayıs 2012 tarihli baskısında çıkan, TRC araştırmacısı Zenzile Khoisan’ın Jacaranda Time adlı yazısına bakınız, sayfa 49
[28] Tom Lodge MANDELA (supra) at P. 177
[29] Tom Lodge: MANDELA (supra) pp. 180-181
[30] APARTHEID: An Illustrated History (supra) at pp. 171-172
[31] HTTP://ENGLİSH. ALARABİYA. NET/EN/PERSPECTİVE/FEATURES/2013/0415/3013/04/19 at p. 2
[32] http://english. alarabiya. net (supra) at p. 3
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.