Düşünce ve Kuram Dergisi

Soğuk Savaş Yıllarından Günümüze Özel Savaş 

Selahattin Işıldak

Geniş veya dar anlamı ile özel savaşı tanımlama konusunda dönemsel olarak değişik felsefi ya da teorik tanımlamalar yapılmaktadır. Dolaysıyla uluslararası alanda üzerinde uzlaşılmış kesin ve net terminolojik bir tanımlama mevcut değildir. Ancak genel olarak savaş; insanlık tarihinin gelişimi, değişimi ve seyrini değiştirmede, şekillendirmede en yaygın eylem biçiminin kuvveti olmaktadır. Yani ‘zor’ un kullanımı olarak tanımlanabilir, savaş. F. Engels; “doğadaki diğer canlı türlerinden farklı olarak insanlığın varoluşundan bu yana insan türünün doğa üzerinde egemenlik kurma mücadelesi, zamanla birbirleri üzerinde egemenlik kurma mücadelesine dönüşerek, savaşların doğmasının sebebi olmuştur”, der.[1] Bu tanımlama savaş olgusunu yeterince vermemekle birlikte kimi doğruların altını da çizmektedir. Zira iktidar-devletten önceki dönemde çatışmalardan söz edilse de; onlardan savaş diye bahsedilemez. Çünkü savaş egemenlik kurma yoluyla köleleştirme ve sömürmek amacıyla yapılmaktadır. Köleleştirme ancak şiddet yoluyla gerçekleştirilebilir. Kuşkusuz iktidarcı güçler insanın doğayı ihtiyaçlarına uygun üretime açmayı egemenlik olarak değerlendirir ve buradan öğrenerek; insan ve yaşam alanları üzerinde egemenlik kurma yöneliminde veri olarak değerlendirir.

Bilinen en eski savaş tanımı üzerinde duran Sun Tzu’a çok kısa bakalım. Sun Tzu, M.Ö. 400-320 yılları arasında yaşamıştır. Sun Tzu’un ana doktrini muhabere etmeden savaş kazanmaktır. Bunu “Savaş Sanatı” isimli eserinde bahseder. Sun Tzu, “Savaş (ping), devlet için hayati öneme haizdir. Yaşam ya da ölümle son bulan bir sahadır ve hayatta kalmaya veya mahvolmaya giden bir yoldur.”[2] diye tanımlar. Buradaki tanımlama bir anlamda özel savaş fikrinin doğuşuna kaynaklık eder. Özel savaş diye tanımlanan savaş tarzının ana fikri ise nizami bir savaşa girmeden, yani az muhabere ederek, hatta mümkünse hiç muhabere etmeyerek savaş kazanmak düşüncesi üzerinden şekillenmiş olduğunu görülmektedir. Aslında özel savaşı anlamak, savaşın özünü anlamak anlamına da gelmektedir.

Sun Tzu’un “Savaş Sanatı” eseri 13 bölümden oluşur ve 384 savaş teorisini içermektedir. Bu eser, günümüze kadar birçok harp akademisinin, strateji uzmanlarının başucu kitabı olma özelliğini korumuştur. Kitap, taktik ve stratejik savaşlara yol gösterdiği kadar, aynı zamanda günümüzde devam eden ekonomik, sanayi ve teknolojik savaşlara da kılavuzluk etmeye devam etmekte, bir çok ekonomist ve siyasetçiye de yol göstermektedir. Savaş ve özel savaşın tanımına ilişkin bir fikri tartışma açma gayesiyle bu girişi yaptık. Bu bağlam içinde özel savaş 2.Dünya Savaşı sonrası NATO bünyesinde geliştirilir ve sistematik bir hal kazandırılır. Özcesi özel savaş gayri nizami savaş taktiklerini de içeren bir savaş türüdür. Yine özel savaşta değişen, dönüşen bazı biçimlerine değinerek; pratikte tekabül ettiği karşılıkları gösteren bir tanımlama yapmaya çalışacağız. Bu nedenle tarihin makarasını biraz geriye doğru sararak; NATO’nun kuruluş yıllarına bakarak devam edelim.

 

NATO’nun Kuruluşu ve Türkiye’nin Dahil Olması 

1945’ten sonra, 1918 yılındaki harap olmuş görünümüne geri dönen Avrupa, yaralarını hızla sarma sürecine girmişti. Bu yeni süreçte, Avrupa’da Almanya’dan doğan güç boşluğunu Sovyetler Birliği doldurmaya çalışırken, İngiltere’nin yerini ise ABD zaten 2. Dünya Savaşıyla beraber çoktan almıştı. Sovyetler Birliği ve Batı arasında kurulan ittifakla yenilgiye uğratılan Alman faşizminin tarihten silinmesinin hemen akabinde; 4 Nisan 1949 yılında 12 ülke tarafından NATO kuruldu. NATO’nun kuruluş konsepti; “komünizm hayaletine karşı hür dünyayı korumak” diye tanımlandı.

Türkiye’nin Kuzey Atlantik Paktı-NATO’ya başvuruları; (1950 yılında Kore Savaşına 5000 kişilik bir askeri birlik göndermesine rağmen) aynı yıl içerisinde İngiltere’nin vetosu nedeniyle iki adefa reddedilmişti. Nihayetinde Londra’da 17 Ekim 1951 tarihinde düzenlenen bir protokol ile Türkiye ve Yunanistan’ın NATO’ya katılımları onaylanmıştır. Türkiye, 18 Şubat 1952’de Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü ve Başbakan Adnan Menderes hükümeti döneminde NATO’ya üye olmuştur.

 

Kontrgerilla Savaşının Doğuşu

Sistematik olarak dünyanın birçok ülkesinde uygulamaya konulmuş olan özel savaşın doğuşu, NATO’nun doğuşu ile eş zamanlıdır. 2. Dünya Savaşı sonrasında oluşan iki kutuplu dünyada ABD öncülüğünde teorisi yapılan ve NATO öncülüğünde dünya genelinde yaygınlaştırılan kontrgerilla savaşları, bugün yaygın olarak bilinen ismi ile Gladio aracılığı ile gayri nizami bir savaş yöntemi olarak uygulamaya geçirildi. Gladio isimlendirilmesi özel savaşın İtalya’daki ismi olmaktadır. Latince’de kılıç veya hançer anlamına geliyor, gladio sözcüğü. Soğuk savaş yıllarının sona ermesi ve özel savaşın önemli oranda renk değiştirmesi sonucu İtalya’da deşifre edilince gladio ifadesi genelleşti; hemen bütün ülkelerde özel savaş adlandırılmaları gladio şeklinde oldu. Amerika ve İngiltere’de kontrgerilla örgütlenmesinin adı, ”Stay Behind”dır. Tam adı; Müttefik Koordinasyon Komitesi (”Allied Coordination Committee”) olan Gladio örgütlenmesi, CIA tarafından yönetilir ve finanse edilir. 1956 yılında ise casusluk ve anti gerilla veya İngilizcesi kontrgerilla savaşı yapacak düzeye evrilmiştir. 1956 sonrasında ikisi kadın 622 kişinin ABD ve İngiliz gizli servisleri tarafından eğitildi. Bu, 1990’lı yıllarda Gladio soruşturmaları esnasında açığa çıkmıştı. Bu 622 kişiden her biri grup lideri olacak şekilde eğitilmişti. Her grup liderinin belli sayıda kişiyi idare ettiği ve bütün grupların toplam sayısı 15.000’e yaklaşıyordu. Örgütün ilk eğitim kampı İtalya-Sardunya’da kuruldu. Kuzey İtalya’nın 139 yerinde ilk silah ve mühimmat depoları oluşturduğu bilinmekteydi.

Özel savaş örgütü farklı ülkelerde farklı isimlere sahipti. Örneğin İtalya’daki adı Gladio (Kılıç) idi. Yunanistan’da B-8 ya da ”SheepSkin” (Koyun Postu), Belçika’da SDRA-8, Hollanda’da NATO Command, Batı Almanya’da Gehlen Harekatı, ”Stay Behind” ya da ”Sword”, Avusturya’da Schwert, Fransa’da ”Rüzgar Gülü”, İspanya’da Anti-Terör Kurtarma Grubu (GAL), İngiltere’de ise ”Secret British Network” gibi çeşitli isimlere sahip olsa da genel ve ortak adı Gladio olarak bilinir. Bu örgütlenmenin, Türkiye’deki ismi herkesin malumu “özel harp dairesi” veya “derin devlet” ya da kontrgerilla olarak biliniyor. Özel savaşın tarihsel arka planına biraz daha yakından bakmak gerekir. ABD öncülüğündeki Kore savaşında alınan yenilgi, Hindiçini (Vietnam, Kamboçya, Laos vd.) bölgesi, Cezayir ve daha birçok ülkede de bağımsızlık savaşları veriliyordu. Bu savaşların Sovyetlerle bağlantılı oluşları, emperyalistleri kaygılandırıyordu. Bunlar başta ABD olmak üzere kapitalist-emperyalistler güçler için ciddi bir korku kaynağıydı. Yine 1960’larla birlikte bizzat emperyalist ülkelerde esen devrimci mücadele dalgası, anti emperyalist isyanlar, grevler, eylemler, savaşlar yaygınlaşıyordu. Bunların ulusal kurtuluş mücadeleleri ile buluşma olasılıkları ve yine bilimsel sosyalizmin küresel çapta yaygınlığı, emperyalist-kapitalist blokun korkuya kapılmasını anlaşılır kılmaktadır. ABD öncülüğündeki NATO’yu yeni arayışları yönlendirdi. Yeni savaş stratejileri ve taktiklerini doktriner bir biçime, yani sistematik bir örgütlenmeye dönüştürme arayışına sevk etti.

1962 yılında, zamanın ABD devlet başkanı J.F. Kennedy Harp Akademisinde yaptığı konuşmada; “Dünyamız, daha uzun yıllar süreceği anlaşılan yeni bir döneme girmektedir. Bu dönem, Hindiçini tipi partizan harpleri dönemi olacaktır. Bu durum tamamen yeni nitelikte strateji ve tamamen yeni cins silahlı kuvvete sahip olmamızı gerektiriyor. Bu dönemin zorunlu kıldığı yepyeni silahlı kuvvetlerin özel eğitime, özel silahlara ve teçhizata ihtiyacı vardır.”[3] sözleri ile zamanla doktrin halini alacak sistematik özel savaşın ilanını duyurmaytaydı. Pentagon’un başında bulunan dönemin ABD Savunma Bakanı Robert McNamara da yine aynı gün ABD Harp Akademisi’nde; “Partizan harpleri, bizim harp anlayışımızda belirli değişimler yapılmasını gerektirdi. Partizan savaşlarının cereyan ettiği bölgelerde büyük miktarda askeri birlik ve büyük çapta silahlar yerine, gerilla ve anti gerilla savaş taktik ve biçimlerini iyice öğrenmiş ve özel silahlarla donatılmış küçük birlikler kullanmak gerekecek” diyerek başkan Kennedy’nin konuşmasını açımlayarak, bu planı hayata geçirdiklerini itiraf etmiştir.

Kore yenilgisi sonrası kuramsal düzeyde ve pratikte ABD öncülüğünde geliştirilen özel savaş strateji ve taktikleri üzerine “Komünist Gerilla Savaşları”, “İç Karışıklıklar ve Felaketler”, Karşı-Ayaklanma Kuvvetleri ve Taktikleri, Kontrgerilla Harekatı ve Operasyonları”, “Kontrgerilla Harekatında Taktik ve Teknikler”, “Gerilla ve Onunla Nasıl Mücadele Edilir”, “Sorgulama Teknikleri” gibi başlıklarda bir çok kitap ve broşür Pentagon tarafından basılıp yayınlanmıştır. CIA, devletlerin, asker ve polis yapısı içerisinde gladio yapılanması kurar. Latin Amerika ülkelerinden Endonezya’ya kadar dünyanın dört bir köşesinde askeri darbeler, toplumsal eylemlerde provokasyonlar, işkenceler, karşı ayaklanmalar düzenledi.

Ülkeden ülkeye farklılık gösterse de, temelinde anti-emperyalist ve anti-kapitalist olan bütün toplumsal muhalefet hareketlerini katliamlarla bastırmak için bütün olanak seferber edilmiştir. Misal; 1965 yılında Endonezya’da düzenlenen darbe sonrası, Endonezya Komünist Partisi’ne mensup bir milyona yakın insan çok kısa süre içerisinde katledilmiş, bu katliamın CIA aracılığı ile ABD tarafından organize edildiğini daha sonrasında dönemin Endonezya’da bulunan ABD Büyükelçisinin yazışmalarında da ortaya çıkmıştır. Latin Amerika’da neredeyse darbe yapılmadık ülke bırakılmamıştır.[4]

 

Türkiye’de Kontrgerilla Yapılanmasının Kısa Tarihçesi

Özel savaş örgütlenmesinin Türkiye’de nasıl doğduğu, hangi evrelerden geçtiğine kısaca göz atalım: 1953 yılında Türkiye’de ABD gizli servis CIA ve NATO işbirliği ile “Seferberlik Tetkik Kurulu” ismi ile kuruluşu yapılır. Dönemin Başbakanı Adnan Menderes’in talimatiyla Genelkurmaya bağlı ilk yapılanması gerçekleştirilir. İlk adımları da 1948 yılında atıldı. Yani Türkiye henüz NATO üyesi olmadan çalışmaları başlatılır. “Stay Behind” da eğitilmek için ilk grup ABD’ye gönderilir. İlk grupta yer alan onaltı isimden bazıları şunlardır: Daniş Karabelen, Alparslan Türkeş, Turgut Sunalp, Ahmet Yıldız, Suphi Karaman. Daha sonra Kurmay albay Daniş Karabelen, ABD’den dönüşünden sonra, özel savaş amaçlı komando okullarının açılmasına öncülük edecektir. Eğirdir Dağ Komando Okulunu kurmuş, ardından Kore Savaşına gider. Karabelen 1953 yılında geri döndükten sonra “Seferberlik Tetkik Kurulu”nu kurarak tuğgeneralliğe terfi edilir.

Seferberlik Tetkik kurulu veya Kontrgerillanın ilk kapsamlı operasyonu, 6-7 Eylül 1955 tarihinde, “Selanik’te Atatürk’ün evi bombalandı” yalan haberini yayması sonrasında, Rumların tehciri ve mallarına el konulması ile sonuçlanan yağmalama, talan ve katliam eylemi olmuştur. 1965 tarihinde yeniden yapılandırılan Seferberlik Tetkik Kurulunun adı, 1967 yılında tuğgeneral Cihat Akyol tarafından “Özel Harp Dairesi” olarak yapılandırılmıştır. Öte yandan özel harp eğitimi almak için ilk grupta yer alan Alparslan Türkeş, 27 Mayıs 1960 askeri darbe bildirisini okumuştur. Yani darbede yer almıştır. Ancak darbe yönetimi olan Milli Birlik Komitesinde yaşanan çelişki ve çatışmaları sonucu tasfiye edilir. Bir dönem Hindistan Türk elçiliğinde çalışır. Bu bir anlamda Türkeş’in sürgüne gönderilmesidir. Sürgünden dönüş sonrası siyasete girer. 1963-64 yıllarına Türkeş öncülüğünde ülkü ocakları şeklinde faşist yapılanmaya gider. Ardından Cumhuriyetçi Köylü Partisinde siyasete girer. Ve partinin ismi değiştirilerek Milliyetçi Hareket Partisi yapılır. Böylece Türkeş siyasete dönüş yapmıştır.[5] Bu aynı zamanda özel harp dairesinin veya gladionun siyasal ve kitle ayağı olacaktır.

Kontrgerilla örgütlenmesinin çekirdeğini oluşturacak olan faşist MHP örgütlenmesi, dünya genelinde esen devrimci-sol rüzgarın önünü kesmek amacı ile siyaseten ve ideolojik olarak kontrgerilla örgütlenmesi için biçilmiş kaftandı. 1960’ların ortalarına kadar anti-komünist temelde “Türkiye Komünizmle Mücadele Dernekleri” çatısı altında faaliyet yürüten ve kontrgerillanın çekirdeğini oluşturacak bu faşist yapılanma, Adalet Partisi’nin 1965 de iktidar olması ile yarı resmi bir statü kazanır. Bu ideoloji etrafında kurulmuş olan derneklerin sayısı 1963-65 yılları arasında 15 kat artmıştır.

1968 yaz aylarında kurulmaya başlanan “komando kampları”nda gladio yapılanmasının tetikçileri, yani paramiliter güçleri eğitilir ve örgütlendirilir.[6] MHP’nin koçbaşı olduğu bu kontrgerilla örgütlenmesi; 1970’li yıllar boyunca devrimci-sol ve Kürt özgürlük mücadelesini bastırma amacı ile kullanılmıştır. Maraş, Çorum, 1 Mayıs Taksim katliamları vb. gibi bir çok kanlı eylemin bizzat faili ve tetikçisi olarak rol oynamıştır. Yükselen devrimci mücadele dalgasının önünü kesmek amacı ile 1980 darbesi gerçekleştirilmiş, gladionun görevini bizzat cuntacı iktidar bir süreliğine eline almıştır. Ancak hesapta olmayan bir gelişme, yeni bir doğumun sancıları da aynı yıllarda siyasal yaşamın ortasına düşecektir. Yakın geçmişte; Koçgiri, Zilan Ağrı vb. bir çok katliamla “bitirdik, gömdük” denilen Kürt Özgürlük Hareketi, 1984’den itibaren tarihte yeni bir sayfanın kapılarını aralayacaktır. Türkiye’deki kontrgerilla örgütlenmesi; önceside var ama özellikle de 1990’ların başından itibaren “düşük yoğunluklu savaş” diye tanımlanan “kirli savaş”ın tetikçiliğini üstlenecek ve bu dönem özel savaşın en kanlı yılları olarak tarihe geçecekti.

 

SSCB’nin Dağılması ve NATO’nun Reorganizasyonu

1989-1991 yılları arasında Doğu Bloku; yani reel sosyalist sistem çözülüp dağıldı. Batı Bloku için bu yeni bir durumdu. Yeni koşullara uygun hem NATO’nun hem de özel savaşın reorganizasyonuna ihtiyaç hasıl oldu. Doğu Bloku ve SSCB’nin çökmesi, NATO’nun amaç ve hedeflerindeki öncelikler farklılaştı ve değişime uğradı. Eski özel savaş oluşumları boşta kaldı, bir anlamda. Gereksizleşmesi sonucu ortadan kaldırma; yeni ihtiyaçlara uygun yeniden oluşturma ihtiyacı sonucu, 1996 yılında İtalya’da başlatılan “temiz eller operasyonu”[7] bir operasyon ile gladio örgütlenmesi lağvediliyordu (Aynı dönemlerde Susurluk Kazası’nın yaşanması da dikkat çekici bir başka önemli gelişmeydi.). İtalya’daki “temiz eller operasyonu” aynı zamanda yeni şekillenen konjonktüre göre, NATO’nun kendisini yeniden örgütleme aşamaları oluyordu. Yeni şartlarda hedef belirleme ihtiyacı “terörizm” olarak konulacaktır. Günümüzde “küresel terörizm” konsepti özünde NATO’yu hedefli kılma tespitidir. Aksı halde hedefsiz kalacak NATO, dağılmayla karşı karşıya kalacaktır ve emperyalizmin müdahale etme gerekçesi ortadan kalkacaktır. Bu da yerkürenin kaynaklarını sömürememe anlamına gelecekti. O yüzden motto; “terörizm” oldu. Bunun en önemli ayağını oluşturacak olan da “Yeşil Kuşak” doktrinidir. “Yeşil Kuşak” doktrini 1970’li yıllarda reel sosyalizm veya “komünizm” karşıtı İslam coğrafyasında oluşturulmaya başlandı. Ağırlıklı olarak Sovyetlerin Afganistan işgaline karşı “cihad”ın örgütlenmesidir. NATO öncülüğünde oluşturulan ve Afganistan’da savaştırılan cihadist yapılar zamanla radikalleştiler ve Ortadoğu ve İslam inancına sahip olan ülkelerde kitle tabanı edindiler. Başta radikal İslam olmak üzere özgürlük mücadelesi yürüten hareketler “terörist” parantezine alındı ve müdahalelerin gerekçeleri yapıldı. 3. Dünya Savaşı özcesi bu zeminde pratikleşti. Zira hem genel hem de Ortadoğu’da klasik ulus-devlet formu yürümüyor; halkların özgürlük istem ve mücadeleleri yükseliyordu. Bu mücadelenin başında da Kürtlerin verdiği özgürlük arayışları gelmektedir. Yeni Dünya Düzeni içinde de Kürtlere yer yoktu. 9 Ekim 1998’de Öcalan’a karşı pratikleşen devletlerarası komplo, 3. Dünya Savaşının bir aşaması oldu. Kürt Özgürlük Hareketini “zor” ve de “rıza”yı da kapsayacak şekilde tasfiye yöntemleri ile tarihten silmek hedefi masaya yatırıldı.[8] Yine bölgeye dayatılan yeni model ulus-devletin “Ilımlı İslam” adı altında restore etmek istendi.

Emperyalist güçler açısından bir tür geçiş dönemi diye adlandırabileceğimiz bu zaman diliminde, kendilerini “evrensel demokrasi” değerlerini savunan bir güç olarak göstermeyi ve ayakta kalmayı başardı. 1988’lerde başlatılan bu kampanyanın doruk ve başarı noktası, 2001 İkiz Kulelere saldırı sonrası hayata geçirdikleri “teröre karşı savaş” diye adlandırılan dünya siyaseti oldu. O zamanlar, bunun adı “potansiyel terör tehdidine karşı önleyici savaş” idi. 11 Eylül 2001’de İkiz Kulelerine yönelik iki uçakla yapılan saldırı sonrası NATO, aradığı konsept değişimi için gerekli argümanları buldu. Dönemin ABD devlet başkanı George W. Bush, 11 Eylül saldırılarını vesile yaparak uluslararası kamuoyuna yaptığı baskılar sonuç verdi ve kurulan “Uluslararası Koalisyon” öncülüğünde Afganistan işgal harekatı başlatıldı. 21-22 Kasım 2002 tarihinde Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag’da bir NATO zirvesi gerçekleştirildi. Bu zirvede İkiz Kule saldırıları gerekçe yapılarak NATO yeni konseptinin çerçevesini oluşturdu. Yani NATO 53 yıllık konsepti olan antikomünizmle mücadeleyi esas olarak konseptinden çıkardı. Onun yerine “küresel terörizmle” mücadele konseptini koydu. Bu zirvede diğer bir yenilik ise, 7 eski Doğu Bloku üyesi ülke NATO’ya katılmıştı.

Prag zirvesinde açılış konuşmasını yapan NATO Genel Sekreteri Lord Robertson, yeni konsepti şu şekilde dillendiriyordu: “1989 öncesinde NATO’nun kapısından içeri alınmayan eski Varşova Paktı üyelerinin Berlin Duvarının yıkılması sonrasında artık Kuzey Atlantik Paktının bir parçası olduğunu ilan ediyoruz…11 Eylül saldırısı sonrasında geçmişten oldukça farklı, yeni, belirsiz bir istikrarsızlık dönemine girdik. NATO, bir adım ileri atarak kendisini bu duruma adapte edecektir.”[9], diyordu.

Robertson konuşmasının devamında; NATO tarihinde ilk defa 5. maddenin uygulanmasına sebep olan İkiz Kule saldırısının ardından, Afganistan işgalini bununla gerekçelendiriyordu. Taliban ve El-Kaide’ye karşı NATO destekli Afganistan Savaşının başlatıldığını anlatan Lord Robertson; konuşmasında NATO’nun gelecekteki rolünü, askeri savunma konseptini “terörizme” karşı olacağının altını çizmişti. ABD devlet başkanı Bush’un bütün baskılarına rağmen kayıtlara “radikal islami terör” değil de, “radikal terör” ifadesi geçtiyse de, o gün bugündür ne zaman radikal terörden bahsedilse, esasında “radikal islami terör” ifadesi dillendirilmektedir. Saddam Hüseyin liderliğindeki Irak’a yönelik 16 Mart 2003 tarihinde başlatılan 2. Körfez Savaşı sonrası, Ortadoğu’daki bütün dengelerin alt üst olması da bu zirvenin hemen akabinde yaşanmıştı. Prag zirvesinden bu sonuçlar çıkarken, bir yandan da eskinin tasfiye süreci başlatılmıştı. Eskinin kullanışlı ancak, işlevselliğini bazı bölgelerde kısmen de olsa yitirmiş olan gladio örgütlenmeleri birçok ülkede lağvedilerek, dağıtılarak etkisizleştirildi ve yeni döneme uygun özel savaş örgütlenmesine yönelindi. Ancak bu gelişmelerin seyri Türkiye’de biraz daha farklı olacaktı. Yükselen Kürt Özgürlük Mücadelesi nedeni ile Türkiye’deki kontrgerilla örgütlenmesi; özerk ve NATO çizgisinden biraz uzaklaşmış ayrı bir gladiolaşma sürecine sürüklendi. Tarihe binlerce faili belli kayıplar, işkenceler ve akıl almaz insanlık dışı katliamlarla geçen bu “özel savaş” örgütlenmesinin adı da köy koruculuğu, Hizbulkontra, JİTEM gibi oluşumlar oldu.2000’li yıllarda Ortadoğu açısından önemli değişimlere gebe olacak olan adımlardan bir diğeri de, iktidara getirilen AKP siyaseti oldu. ABD ve NATO destekli bu iktidar, 1 Mart 2003 tarihinde her ne kadar Irak tezkeresinin çıkartılması konusunda tökezlemiş olsada, hızla, o zamanlar yaygın bir şekilde ifade edilen “Büyük Ortadoğu Projesine” angaje edildi. Kendisine ödev olarak verilen “ılımlı islam model devleti” olacağı sözünü vermişti. Ona biçilen görev buydu.

 

Özel Savaş ve “Radikal İslam” 

ABD eski Dışişleri Bakanı Colin Powell, 5 Şubat 2003’de çakma CIA raporları ile BM Konseyinde Saddam’a ait kimyasal silahlar ve El Kaide bağlantısı yalanları ile Irak’a yönelik bir savaş kararının çıkarılmasına çalışılıyordu.[10] Powell o toplantıda; ilk defa-daha sonra Irak El-Kaide’sinin lideri olacak olan Ebu Musab El-Zerkavi’nin adını dünyaya duyurdu. El Zerkavi’nin Saddam ile ilişkide olduğunu iddia etmişti. Belki de Powell, onun isimi etrafında bir tür efsane yaratmanın ilk adımını atıyordu. Oysa o tarihlerde El-Zerkavi’nin Irak ile bir ilişkisi olmadığı gibi, El-Kaide ile de bir bağlantısı olduğuna dair ortada hiçbir belge yoktu. Tersine, Osama Bin Ladin’den umduğunu bulamayan El-Zerkavi, 2001 Afganistan bombardımanı sonrası Herat’da Bin Ladin’den ayrı “Tevhid ve Cihad” isimli kendi liderliğinde bir örgüt kurmuştu.

BM’de Irak’a yönelik bir savaş kararı çıkmamasına rağmen, ABD öncülüğünde kurulan “koalisyon” ülkeleri, 16 Mart 2003’de Irak işgal hareketini başlattılar. Saddam diktatörlüğü altında uzun yıllar ezilen, katledilen, büyük acılar yaşayan Kürtler ve Şiiler işgal hareketi başladığında olanı biteni sadece izlemekle yetindiler. Uzun yıllar sünni ağırlıklı bir yönetimin egemen olduğu Baas rejimi, 15 Mart gecesi Saddam ordusundaki komutanlar Uluslararası Bağdat Havaalanını bir pazarlık sonucu ABD’ye teslim etti. Ve Saddam yönetimi kısa sürede çöktü. Başta Kerbela olmak üzere yer yer Mukteda El Sadr öncülüğündeki birlikler koalisyon güçleri arasında bazı çatışmalar yaşansa da, daha sonra Şii kesimlerle kısmi bir uzlaşma sağlandı. Yine Saddam rejimine yakınlığı ile bilinen sünni aşiretlerin yaşadığı Tikrit, Felluce ve Ramadi gibi kentlerde işgale karşı uzunca bir süre, yoğun ve de oldukça kanlı çatışmalarda yaşandı.

2018 aralık ayı sonlarında Trump yönetimi ile anlaşamayıp istifa eden eski ABD Savunma Bakanı Jim Mattis, Nisan 2004’de yaşanan ve fosfor bombalarının da kullanıldığı “Birinci Felluce Savaşı” diye tarihe geçen çatışmalarda ABD ordusunun geri çekilmek zorunda kaldığı savaşa komuta ediyordu. Mayıs 2004 başlarında ABD ordusunun tek taraflı ateşkes ilan ederek kentten çekilmesi sonrası Felluce, işgale karşı “direnişin” başkenti ve bütün işgal karşıtları için de bir çekim merkezi oldu. El-Zerkavi Felluce Savaşı sonucunda Osama Bin Ladin tarafından onurlandırılarak Irak El-Kaide’sinin lideri olarak atadı. Hemen ardından Ekim 2006 da DAİŞ’in kuruluşu ilan edilmiş, liderliğine de Ebu Ömer El-Bağdadi getirilmişti.[11] El-Zerkavi de tıpkı Osama Bin Ladin gibi, 1988’de SSCB’nin Afganistan’ın işgaline karşı “cihad” amacıyla savaşa giden ABD destekli gruplar arasındaydı. Bugün bütün El-Kaide ve benzeri örgütlenmeler ve türevlerinin hepsinin ana yurdunun SSCB işgaline karşı ABD destekli Afganistan’da yaratılan bu “cihatçı” gruplar olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Afganistan’ın SSCB tarafından işgaline karşı Taliban’ın Kuran kursu eğitimlerindeki kitapların matba masrafından tutun da, askeri eğitimlerine kadar her türden ihtiyaçlarının CIA tarafından finanse edildiği, desteklendiği bilinmektedir. Bu realite kimseye saklısı olmadığı gibi, Hillary Clinton gibi birçok ABD’li siyasetçi tarafından da açıkça kamuoyu önünde dillendirilmiş ve savunulmuştur da.

Abdullah Öcalan’ın “IŞİD, Ortadoğu’nun JİTEM’idir” belirlemesinin derinliği, bu kısa tarihsel arka plan çerçevesinde yeniden bakınca taşların nasıl da yerli yerine oturduğu görülecektir. Hele ki; sağ yakalanan gerillaların, “düşman güçleri”diye kafasının ya da kulaklarının kesilmesi gibi insanlık dışı uygulamaların, 1990 larda JİTEM’e bağlı “sakalsız DAİŞ” ciler tarafından yapıldığı hatırlanırsa… Kısaca ifade etmek gerekirse; bir kontrgerilla örgütlenmesi olan JİTEM’in tüm Ortadoğu sathına El-Kaide ve daha sonra ondan türeyen DAİŞ adı ile yayıldığını söylenebilir. Yaşadığımız bu dönemde; bu türden güçler aracılığı ile yürütülen özel savaşlar, “vekâlet savaşları” haline dönüşmüştür.

 

“Yeni” Özel Savaş Yöntemi: Vekalet Savaşları 

Vekâlet savaşı veya temsili savaş, diye tanımlanan savaşlarda karşılıklı olarak birbirine savaş ilan etmiş devletler yoktur. Devletler fiilen birbirlerine saldırmazlar ancak uzaktan savaş halindedirler ve bu savaşı karşıt güçler birbirlerine doğrudan ve ilan edilmiş bir savaş ve saldırı ile değil, üçüncü bir tarafın vasıtasıyla yürütürler. Taraflar; bazen devletleri, bazen paralı askerleri veya üçüncü bir grup olarak çeteleri kullanırlar. Aslında vekâleten savaşın ilk doğduğu yer olarak genellikle İspanya İç Savaşı işaret edilir. O dönemde SSCB ve Batı Bloku arasında adı konulmamış, vekiller üzerinden yürütülen savaş söz konusudur. Başka bir örnek, SSCB’nin Afganistan’ı işgali sonrasında yaşananlardır.

Su Tzu’nun savaş doktrinine bakılırsa; bağlamları ve anlamları farklılık taşısa da “vekâlet savaşları” muhtemelen ilk çağlardan beri vardır. Ancak bir özel savaş yöntemi olarak tam anlamı ile vekâlet savaşlarının ete kemiğe büründüğü ve NATO enstrümanı olarak hayata geçirildiği en süzme örnekleri Suriye’de, Libya’da, Yemen’de ve hatta yakın zamanlarda Karabağ’da bizzat tanıklık ettik. ABD’nin Mart 2011’de Suriye’nin Dera kentinde başlayan ayaklanmalar sonrası, “eğit-donat” diye tanımladığı grupları sahneye sürdü. Bununla, özel savaş yöntemi ve sistematik olarak vekâlet savaşlarının devreye konulduğu görülüyor. 2000’li yılların başında “ılımlı islam devleti” modeli olarak tasarlanan ve sunulan AKP öncülüğündeki Türkiye, bu süreçte vekâlet savaşlarının organizatörlüğüne soyundu. ABD vekâleten AKP iktidarını kullanacaktı. AKP de (şimdilerde hepsi maaşa bağlanmış olan) binlerce paramiliter güçleri kullanacaktı. Ancak bunun “ılımlı islami” değil “radikal islam”ı besleyen sonucu farkeden ABD, “eğit-donat” projesinden vazgeçti denebilir. Dönemin ABD başkanı Barack Obama’nın Beyaz Saray’daki kırmızı odada; “radikallerle neler yaptığınızı, organize ettiğinizi biliyoruz” diyerek AKP liderine uyarı amaçlı parmak salladığı söylenir. Buna rağmen Şam’da Emevi camiinde namaz kılma hayali ile bu “stratejik derinlik” siyasetsizliğinde ısrar politikası, AKP iktidarının vekâlet savaşları yürüten farklı gruplara sınırsız olanak ve destek sunumasıyla sonuçlandı.

 

Sonuç Yerine; 

Biraz dağınık da olsa, kronolojik olmaya çalışılan ve bellek tazeleme amacı güden bu yazıda; özel savaş stratejisinin gladio örgütlenmesi ile tüm dünyaya yayılışının tarihçesine bir ışık tutmaya çalıştık. Gelinen aşamada özel savaşın öne çıkan, en yaygın modelinin vekâlet savaşları olduğu gözükmektedir. Kısaca özetlemeye çalıştığımız bütün bu tarihsel deneyimler ışığında özel savaş; emperyalist güçlerin orduları değil de, emekçileri ve halkları hedef alarak uyguladığı bir savaş türüdür. Özel savaş; klasik anlamı ile burjuva hukuk normlarının da dışına çıkmış, devlete paralel bir yapılanma içerisinde bağımsız hareket eden, yaygın deyimle derin devletin uyguladığı bir savaş türüdür. Özel savaş, derin devleti yaratır ve besler ve bu durum tersi için de geçerlidir: Derin devlet de ihtiyaç duyduğu zaman özel savaşı yaratır. Tıpkı; 7 Haziran 2015 ile 1 Kasım 2015 seçimleri arasındaki zaman diliminde yaşandığı gibi.

Pratikteki uygulamalarına bakarak özel savaş; ilke olarak “kural ve yasa dışı”, devletin karanlık dehlizlerinde mayalanan bir savaş türüdür. Devletin denetiminde olup, ama sorumluluk babında devletten bağımsız olan bu “illegal” örgütlenmenin eylem ve etkinlikleri (yani katliamları) çoğaldıkça ve arttıkça özel savaş değişerek derinleşmektedir. Özel savaş baskın ve yaygın bir yöntem olarak kullanıldıkça ulus-devletler, uygulamaya koydukları, herkesin kabul etmesi için dayattıkları kendi burjuva hukuku sınırlarının dışına çıkmaktan çekinmezler. Bunun doğal sonucu olarak; egemen sınıf yalnızca yönetme tarzı açısından değil, iktisadi anlamda da mafyalaşır, çeteleşir. Kapitalist sistemin sömürü mantığına dayalı, kapitalist modernitenin yegane ve asli devlet modeli olan ulus-devletler, mafya-gladio diktatörlüğü ile idare edilen bir devlet yapılanmasına dönüşmüştür. Ayrıca bir de bunun bonusu var: Özel savaş yöntemi olarak “vekalet savaşı”nı tercih eden ülkeler; (yasal boşlukları istismar ederek) uluslararası savaş hukuku gibi yasalardan kendilerini, bu vekiller aracılığı ile sözde korumuş olurlar. İşledikleri hiçbir suçun “yasal” anlamda soruşturmaya tabi olmayacağını düşünerek, daha da pervasız olabiliyorlar. Özel savaşın devletler nezdinde neden daha cazip bir hale geldiğini, bu durum gözler önüne sermektedir. Suriye, Libya, Yemen, Kürdistan gibi birçok ülkede yaşananlara bakmak bu durumu anlamak için yeterlidir.

 

 

 

[1] “Tarihte Zorun Rolü” Friedrich Engels-Sol yayınları, Üçüncü Baskı Kasım 1992 (Buradaki yazımızın kapsamına girmemekle birlikte, bu egemenlik kurma biçiminin binlerce yıl öncesinde erkek cinsinin kadın cinsi üzerinde kurduğu egemenlik biçiminin de bir başka tür zor ve kuvvet kullanma hali olduğunu da belirtmek gerekir.)
[2] “Savaş Sanatı” Sun-Tzu-Kastaş yayınları, Üçüncü baskı. Baskı Mart 2008
[3] Rockefeller Vakfının Raporu, ‘Amerikan Harp Doktrinleri’, aktaran “Resmi Belgelerle Kontrgerilla ve MHP”-CIA’nın Türkiye’deki Kontrgerilla Teorisi ve Uygulaması 1. Kitap, Aydınlık yayınları Birinci Baskı 1978
[4] “Endonezya Devrimi” Şeref Işıldak, Chris Bambery, Tony Cliff”, Z yayınları Birinci baskı 2001 ve Politik sinemanın üstadlarından olan Konstantin Costa Gavras’ın 1972 yapımı “État de siège” – “Sıkıyönetim” filmi genel olarak bütün Latin Amerika ülkelerinde gerçekleşen askeri darbelerin nasıl düzenlendiğini, gladio tekniklerinin ve eğitimlerini ayrıntılarına kadar yaşanmış bir olaydan esinlenerek, oldukça kapsamlı bir şekilde izleyicilere aktarmaktadır. Henüz izlememiş olanlar için: https://www.youtube.com/watch?v=AdLKcdNmrcc
[5] “Devlet Ocak Dergah” Tanıl Bora / Kemal Can, İletişim yayınları Birinci baskı 1991
[6] Vasıf Öngören’in yazdığı “Zengin Mutfağı” isimli tiyatro oyunu o dönemi anlatmaktadır. Mitos Boyut Tiyatro Dizisi, Vasıf Öngören (Almanya Defteri / Asiye Nasıl Kurtulur? / Oyun Nasıl Oynanmalı? / Zengin Mutfağı)
[7] Burda bir not düşürmekte fayda var. İtalya’da “kahraman” bir savcı eli ile yürütüldüğü ileri sürülen bu “temiz eller operasyonu”, 2002’de AKP’nin iktidara gelmesi sonrası bir taklidini göreceğimiz, altına zırhlı araç tahsis edilen bir başka “savcı” tarafından Türkiye’de Ergenekon ya da “derin devlet” diye adlandırılan bu özel savaş örgütlenmesine karşı daha yumuşak ve daha çok da göstermelik davalar yeniden karşımıza çıktı.
[8] Buradaki yazının kapsama alanı dışında tutulduğu için bu konuya sadece değinildi. Yoksa başlı başına ayrı bir yazı konusu olduğunu belirtmekte fayda vardır.
[9] Medya Tv’de yayınlanan Sela Sor programında 24 Kasım 2002’de yayınlanan “NATO’nun Kısa Tarihçesi ve Bugünü” dosyasından alınmıştır.
[10] Colin Powell, BM’de yaptığı o konuşmaların sahte belgelere dayalı olduğunu öğrendikten sonra, o dönem için “hayatımın en utanç verici dönemi”dir, demiştir.
[11] O dönem Başure Kürdistan topraklarında Kürt menşeli Ensar El-İslam isimli Saddam karşıtı örgüttür. Kendisini El-Kaide’ye müttefiki olarak tanıtmaktadır. Daha sonra Irak El-Kaide’si lideri olacak olan dönemin Tevhid ve Cihad Örgütü lideri Ebu Musab El-Zerkavi Ensar El-İslam ile bağlantı kurarak bölgeye gelmişti.
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.