Düşünce ve Kuram Dergisi

Delikli Demirin İcadından Bugünlere…

Suat Bozkuş

Köroğlu, “Delikli demir icat oldu, mertlik bozuldu” diye hayıflanıyordu. Bugünleri görseydi herhalde aklını yitirirdi. “Savaş siyasetin başka araçlarla (şiddet) devamı” ise ya da savaş siyasetin en üst biçimiyse, “özel savaş” da savaşın en üst biçimidir. Bu nedenle “özel savaş”, savaşın ve siyasetin, toplumsal yaşamın her alanına ve zerresine nüfuz eder. Hepsine de yön verir. Öyle ki Türkiye’de son elli yılda en çok tartışılan konuların başında “özel savaş” geliyor. O güne kadar adı sanı bilinmeyen ama özellikle 12 Mart 1971 muhtırası sonrasındaki işkenceli sorgularla dile getirilen kontrgerilla örgütü üstü örtülmek istense de, hep gündemde kaldı. Her dönemin belirleyici konusu ve gücü oldu.

“Özel savaş” iki düzenli ordunun savaşı değil de bir devletin düşman olarak gördüğü, daha çok iç güçlere karşı her türlü yöntemle, her türlü silahla, savaş hukukuna sığmayan bütün yöntemleriyle kimyasal, biyolojik, psikolojik, ideolojik ve siyasi katliamlarla yürüttüğü hukuksuz bir savaştır.

 

Teşkilat-ı Mahsusa

Kontrgerilla örgütlenmesinin kökü, Osmanlı’nın son dönemine, İttihat ve Terakki’ye kadar gider. II. Abdülhamit’in diktasına karşı gizli olarak örgütlenen ve ayaklanan İttihat ve Terakki Cemiyeti şefleri, parti dışında bir de “Teşkilat-ı Mahsusa” adlı, “ismiyle müsemma”, özel bir gizli örgüt kurmuşlardır. Bu örgüt, basit bir istihbarat örgütü değil, tam bir özel savaş örgütüdür. Osmanlı’nın dağılması, İttihat ve Terakki’nin yıkılmasından sonra bu örgütün izi TC’nin kurulmasında gene görülür. TC kurucularının neredeyse tümü İttihat ve Terakki ile Teşkilat-ı Mahsusa kökenlidir. Teşkilat-ı Mahsusa kurulduktan sonra tüm önemli olaylarda belirleyici olmuştur. II. Abdülhamit’in “halledilmesi”nden sonra devletin tümüne hakim olan İttihatçı-Turancı iktidar, Ermeni Soykırımı’nı da bu teşkilat eliyle uygulamıştır. Bütün muhaliflerini de bu teşkilat eliyle bertaraf etmiştir. Bakü’den gelen Türkiye Komünist Partisi (TKP) kurucuları Mustafa Suphi ve 15 yoldaşının Karadeniz’de hançerlenmesi de bu teşkilatın işidir. Cumhuriyetin ilanından sonraki özgürlükçü Kürt hareketlerinin tasfiyesinde, Dersim Soykırımı gündeme geldiğinde gene bu teşkilatın elini görüyoruz. Meşhur Sakallı Nurettin Paşa hem Ermeni Soykırımı’nda hem İzmir’in yakılmasında hem de Dersim Soykırımı’nda yer alan özel savaş komutanlarından birisidir. Yani bu örgüt, hem istihbarat hem de operasyon örgütü olarak değişik biçimlerde varlığını hep sürdürmüştür. Cumhuriyetten sonra ise, istihbarat örgütü Milli Emniyet Hizmeti (MAH) ve Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) olarak isimler değiştirip varlığını güçlendirerek sürdürmüştür. Zaten MİT de sadece istihbarat örgütü değil, uluslararası özel operasyonlar yapan bir örgüttür.

Türkiye’nin Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’ne (NATO) girişinden sonra NATO bünyesinde kurulan Gladio örgütünün Türkiye kolu olarak Genelkurmay bünyesinde “Seferberlik Tetkik Kurulu” adlı bir örgüt kuruldu. Sonraları adı Özel Harp Dairesi oldu. Bu dairenin kurucusu ve ilk komutanı hiç de yabancı bir isim değildir: Alparslan Türkeş. Bu örgüt güya komünizm tehlikesine, Kızılordu’nun olası işgaline karşı sivil direnişi örgütlemek için kurulmuştur. Ama pratikte Kıbrıs işgali dışında daima sola ve Kürtlere yani “iç düşmanlara” karşı kullanılmıştır. Sabri Yirmibeşoğlu, 1950’li yılların başında Çankırı Gerilla Okulu’nda, Irkçılık-Turancılık davasından beraat ettikten sonra gönderildiği ABD’de eğitim alıp yeni dönen Yüzbaşı Alparslan Türkeş’in çok sevdiği öğrencilerinden biri oldu. Daha sonra 6-7 Eylül pogromunda, 1974 Kıbrıs işgalinde aktif rol aldı. Açıkça itiraf etmese de 1965-1988 arasında 1 Mayıs, Maraş, Çorum gibi birçok katliamda doğrudan rol almış olması mümkündür.

 

Derin Devlet: Sabri Yirmibeşoğlu

Görev süresi boyunca adı defalarca “derin devlet”, “Gladio” ile anılan Sabri Yirmibeşoğlu, 6-7 Eylül olaylarını düzenlemekle suçlanmıştı. Yirmibeşoğlu 1991 yılında verdiği bir röportajda, “6-7 Eylül de bir Özel Harp işiydi. Ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amaca da ulaştı. Sorarım size, bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi” ifadelerini kullanmıştı. Kıbrıs Harekâtı sırasında “Kıbrıs’ta sivil direnişi örgütleyen lider” olduğu öne sürülen Yirmibeşoğlu, halkı direnişe teşvik etmek için camiyi yaktırdığını itiraf etmişti. Sabri Yirmibeşoğlu, 2010 yılında verdiği bir röportajda, “Özel Harp’te bir kural vardır; halkın mukavemetini artırmak için düşman yapmış gibi bazı değerlere sabotaj yapılır. Bir cami yakılır. Kıbrıs’ta cami yaktık biz. Cami yakılır mesela” ifadelerini kullanmış, muhabirin “Cami mi yaktınız” sorusu üzerine “Mesela diyorum” yanıtını vermişti. Yakın tarihin çoğu katliamının (Maraş, Çorum, Sivas) Cuma namazından sonra başlatılması tesadüf müdür? 1973 seçimleri sonrasında başbakan olan Ecevit, 12 Mart faşist darbesi döneminde, işkenceli sorgularla gündeme gelen kontrgerilla konusuna çok önem vermiş ve sorunu takip etmişti. Kontrgerillanın o dönemki sorumlusu olduğunu kabul eden Sabri Yirmibeşoğlu anılarında o günleri ironiyle şöyle anlatıyor: “Ecevit’e, en yakınındaki insanların içinde bizim elemanımız olduğunu söyleseydim herhalde düşüp bayılırdı.” Bülent Ecevit, 1978’de başbakan olarak Kars’ın Sarıkamış ilçesine gittiğinde, 1974 yılında kendisine kontrgerilla hakkında brifing vermiş olan Tümgeneral Sabri Yirmibeşoğlu ile orduevinde yemek yedi. Ecevit, Yirmibeşoğlu’ndan Özel Harp’le ilgili bilgi almaya çalışıyordu. Çünkü o yıllarda ülke çapında öğretim üyelerine, savcılara ve halka yönelik suikastlarda Özel Harp Dairesi’ne bağlı sivillerin kullanıldığından kuşkulanıyordu. Yirmibeşoğlu “Kuşkularınız yersiz” deyince Ecevit, şunu sordu: “Farz-ı muhal, buradaki MHP il başkanı, aynı zamanda Özel Harp Dairesi’nin sivil uzantısındaki gizli elemanlardan biri olamaz mı?” Yirmibeşoğlu, samimiyetle doğruladı bunu: “Evet, öyledir ama kendisi çok güvenilir, vatansever bir arkadaşımızdır.” Kıbrıs’taki cinayetlerden, 6-7 Eylül pogromuna kadar birçok kanlı senaryoda rol alan Yirmibeşoğlu öldüğünde basın “Karakutu sırlarıyla öldü” diyecekti. Sonuçta Ecevit kontrgerillaya karşı bir şey yapamadı. Kendisine düzenlenen suikast teşebbüslerini bile açıklığa kavuşturamadı. Kurduğu hükümetler kontrgerillanın saldırılarıyla yıkılıp gitti. Kendisi de siyasi itibarını, iktidarını ve gücünü yitirdi.

 

Özel Savaş Araçları

Özel savaş örgütü hakkında basına yansıyan, anılarla gün ışığına çıkan bilgileri daha da uzatabiliriz. Ama konuyu dağıtmadan özel savaş araçları üzerinde duralım: Özel savaş dediğimize göre klasik düzenli ordunun yapamadığı ve yapamayacağı her türlü savaştan ve gizli-açık, silahlı-silahsız müdahaleden söz ediyoruz. Bu nedenle özel savaş kurmayları için toplumdaki her şey araçtır ya da her şey araçsallaştırılır. Din, mezhep, tarikat, medya, iş alemi, bilim ve sanat kurumları, her türlü toplumsal örgütler, sendikalar, spor, kumar, fuhuş, her türlü kaçakçılık yani toplumsal hayatın olduğu her yerde özel savaş aygıtı örgütlüdür. Hem bilgi almak için hem de yönlendirmek ve operasyon yapmak için bu şarttır.

Topluma egemen olmak için öncelikle düşünce dünyasına egemen olmak, deyim yerindeyse beynine hükmetmek gerek. İşçi adıyla dernek kurmak bile ihanet sayılıp yasaklanmıştır. Gene Türkiye’de yaşayan herkesin Türk olduğu kanunla güvenceye alınmış, Kürt ya da başka ulustan olduğunu söylemek en büyük suç sayılmıştır. Kendisine “Bilim yuvası” diyen üniversiteler bu konuda cilt cilt kitap yazarak, Kürtlerin ayrı bir ulus değil de “kart kurt” olduğunu, Türklerin bir çeşidi olduğunu, Kürtçenin de Türkçenin bir çeşidi olduğunu ispat etmek için yakın zamana kadar azimle büyük bir çalışma yürütmüşlerdir. İsmail Beşikçi bir sosyolog olarak Kürtlerin varlığını araştırıp ifade ettiği için üniversiteden dışlanmış ve ömrü zindanlarda geçmiştir. Yani anlı şanlı bilim kurumları bilimin değil, özel savaşın emrinde ve özel savaşın araçlarıdırTürkiye’nin türedi iş insanlarına bakın; hepsinin de ilk sermayesi Ermeni-Rum-Süryani mallarının talanıyla oluşur. Yani güncel deyimle onların mallarına, mülklerine ve ümüklerine çökmüşlerdir. Bu her devirde böyle olmuştur. Vehbi Koç ve Sabancı’dan başlayalım, Erdoğan Demirören’e kadar hepsinde ilk sermaye, ilk suç ve ilk vurgundur. Ama hiçbirinin kişisel gücü buna yetmediği için hepsinde gizli ya da açık olarak “özel savaş örgütü” vardır. Örgüt bu alanları yarattığı mafya eliyle yönlendirir ve kontrol eder. Onun için her zaman güvenlik bürokrasisi-iş alemi-yargı ve mafya iç içedir. Bazıları mafya deyip aşağılamaya uğraşıyor. Oysa emniyet ve güvenlik bürokrasisi ne kadar devlet görevlisiyse mafya dedikleri de o kadar devlet görevlisidir. Bunun tersi de doğrudur.

 

Din, Mezhep ve Tarikatlar 

Aziz Nesin bir kitabında mizahi olarak bu gerçeği, kahramanı jandarma komutanının dilinden şöyle anlatmıştır: “Bak oğlum, bu halkı yönetmek için bir ağa, bir şeyh ve bir de eşkıya (Buna mafya da diyebilirsiniz) olması gerek. Yoksa da bizim yaratmamız gerek.” Osmanlı’dan beri tarikat şeyhlerinin devlet tarafından kontrol edildiği bilinir. Bazı istisnalar olsa da onlar da kısa sürede yozlaştırılmış ya da etkisiz hale getirilmiştir. Osmanlı devrinin şeyhülislamları, dini padişah adına idare ederlerdi. Cumhuriyet devrinin bütün laiklik edebiyatına ters biçimde kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı da dini bir devlet örgütlenmesi biçimine dönüştürmüştür. Bazı saf laikçiler her şeye karşı çıkar ama bu Diyanet İşleri hakkında bir şey söylemez. Atatürk-İnönü devletçiliği sadece ekonomiyi değil, dini de mezhepleri de tarikatları da devletleştirmiştir. Halkın tek sığınağı olan dini inançları bile elinden alınıp devletleştirilmiş ve devletin bekası için halkın tepesinde bir sopa olarak kullanılmıştır. Sadece yakın tarihimize bakarsak Kanlı Pazar, Maraş, Çorum, Sivas gibi birçok katliam camilerde ve Cuma namazından sonra başlamıştır. Bu katliamlardan sonra doğru dürüst yargılama ve cezalandırma da olmamıştır. Birçok yatırımcı bakanlıktan daha çok bütçeye sahip olan Diyanet İşleri Başkanlığı ordu, polis, MİT gibi devletin bekası için kurulan bir özel savaş örgütüdür. Orada görevli personelin ya da onlara inanan Müslümanların bunun farkında olup olmaması durumu değiştirmez.

Geçmişten beri sol harekete yüklenen en büyük suç “dinsizlik ve ana bacı bilmezlik” olmuştur. Böylece sol hareketin emekçi halk içinde yayılması baltalanmıştır. Yine gelişen özgürlük hareketine karşı “laik” faşist diktanın ilk aklına gelen iş, uçaklarla ayetler atmak ve Dersim’den Maraş’a kadar Alevi Kürt köylerine zorla cami yaptırmak olmuştur. Böylece din ve din görevlileri aracılığıyla özgürlük hareketini engellemek istemişlerdir. Yurtdışında da özel savaşın en yaygın örgütlenmesi Diyanet İşleri’dir. NATO’cu Avrupa Birliği (AB) devletlerinin de çeşitli hesaplarla yardımcı olduğu bu örgütlenme bütün gerici örgütlerden daha çok özel savaş örgütüdür. İmam Hatip Okulları sayısı, 12 Eylül faşist darbesi sonrasında önceki her dönemi aşarak rekor kırmıştır. Bu kadar İmam Hatip mezununun iş bulamayacağı bilindiği halde sırf toplumu bloke etmek ve bir militan kaynağı olarak kullanmak için her köşede İmam Hatip Okulları açılmıştır. Zaten sonraki değişikliklerle bütün okullar fiilen İmam Hatip Lisesi haline getirilmiştir. Böylece hem dindar-kindar kadrolara ek iş alanı açılmış hem de genç nesillere okuma olanağı olarak bu yol kalmıştır. Bu okullara yönelimi desteklemek için sayısız tarikat yurtlarını da düşünürseniz örülen ağın büyüklüğü görülebilir. Böylece okullarıyla, camileriyle, kursları ve öğrenci yurtlarıyla milyonlarca insan din aracılığıyla örgütlenmiş oluyor. Bu hazır kıtalar özel savaş kurmaylarının düğmeye basmasıyla dört koldan harekete geçiriliyor. Bunu en son 15 Temmuz çakma darbesinin bastırılması olaylarında da gördük. Dışta da içte de “ölen şehit, kalan gazi” ve “her türlü ganimet helal” inancıyla yürütülen savaşların ideolojik kaynağı dinciliktir. Bu ideoloji DAİŞ zulmünü örtmekte, Efrîn’de zeytinliklerin, hayvan sürülerinin ve halkın bütün mallarının talan edilmesini, İdlib’de sanayi bölgesinin tümden taşınmasını hak görmektedir.

 

İşçi Örgütleri-Sendikalar

Atatürk’ün “İmtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz” sözünü ispat etmek için işçi adıyla dernek kurmak bile yasaklanmıştır. Hitlerin bozguna uğramasından sonra demokrasiye geçiş icap edince Amerikan sendikacılığı benzeri bir sarı sendikalaşma kaçınılmaz olmuştur. Bu etkiyle oluşturulan Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) hep sol düşmanı bir özel savaş örgütü oldu. Türk-İş başkanlarından Seyfi Demirsoy, “Biz komünistleri sopayla kova kova bu sendikaların başına geçtik” diye övünüyordu. TİP’in kuruluşuyla birlikte kışkırtılan anti-komünist akımın başını da Türk-İş çekiyordu. Öyle ki Türk-İş tarafından kamyonlarla insan taşınarak, “Komünizmi telin (kınama)” mitingleri yapılıyordu. Solun etkisinin artması, Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) ve sosyalist örgütlerin milyonluk 1 Mayıs mitinglerinden sonra Türk-İş, Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Hak-İş) hatta Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfederasyonu (MİSK) de 1 Mayıslara katılmaya başlamıştır.

 

YÖK, Bilim ve Üniversiteler

Hiçbir kural, kral ve emir tanımadan bilimle uğraşması gereken üniversiteler de, gerektiğinde özel savaşın bir aracı olabilmektedir. Üniversiteler kendi içlerinden çıkan farklı sesleri kontrol etmek ve susturmak işini çok iyi yapmaktadır. Bilim adına bilim katledilmekte, insanların güveni istismar edilmektedir. Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) barış isteyen akademisyenlerin atılıp zindanlara doldurulmasını hatırlayınız. Halen direnişini sürdüren Boğaziçi Üniversitesi özerkliğini korumak için direnmektedir. Ama ne var ki diğer üniversitelerden neredeyse hiçbir destek görmemektedir. Bu da üniversitelerin 12 Eylül yadigârı olan Yükseköğretim Kurulu (YÖK) eliyle nasıl ele geçirildiğini gösteriyor.

 

Özel Savaş ve Bağımsız Yargı

Bağımsız yargıdan ve bunun faziletlerinden çok söz edilir. Ama özel savaş çetesi yargıyı da istediği gibi yönetmektedir. Türkiye tarihinde ne kadar hukuk dışı işlem varsa hep yargı kararıyla olmuştur. İstiklal Mahkemelerinden başlayın Yassıada ve sıkıyönetim mahkemelerine kadar bütün kritik dönemlerde yargı özel savaşın emrine bağlanmıştır. Böylece muhalif sanıklara istenen cezalar kolaylıkla verilebilmektedir. İstiklal Mahkemelerinde, “Şahitler sonradan dinlenmek ve gerekçesi yazılmak üzere idamına…” diye kalemler kırılmıştır. En yetkili hukukçular Deniz Gezmişlerin normal bir yargılamada en fazla 15 sene ceza alabileceğini hep yazdılar. Hele 17 yaşındaki Erdal Eren’in idamı tam bir hukuk cinayetidir. Mustafa Özenç, Veysel Güney gibi örnekler özel savaş hukukunun ya da hukuksuzluğunun yani cinayetin açık örnekleridir. Amed Zindanı ise tam bir özel savaş laboratuvarıdır. Amerika’dan getirilen uzmanlar ise Metris Cezaevi’nde tutsaklar üzerinde zorla deneyler yapmıştır. Bu zindanlarda katledilenleri gene de “şanslı” saymamız gerek. Hiç olmazsa öldürüldükleri yer ve mezarları bellidir. Kamuoyunun ilgisi ve kontrolü yoksa Dersim’de olduğu gibi dereler kan akar, mağaralara sığınmış insanlar zehirlenip öldürülür. Bu işten sorumlu olan kişiler yargılanmadığı gibi yıllar sonra emekli olunca “Mağaralarda zehirlenip fare gibi öldüler” diye anı yazar. Muhsin Batur gibileri “Dersim’de iki ay özel görev yaptım. Okurlarımdan özür diliyorum ama bu iki aylık dönemi yazamayacağım” diye yazar.“1993 konsepti” denilen devirde işlenen cinayetlere, kayıplara ve katliamlara tanık olanların çoğu hala yaşıyor. Cumartesi günleri hala dinleyenlere dertlerini anlatmaya çalışıyorlar. Bir gün devlet içinden birileri 7 Haziran 2015 sonrası özyönetim direnişlerinin nasıl kana bulandığını, bodrumlarda yakılan insanları ve Rojava’nın işgalinden bugünlere hunharca yapılan katliamları da yazacaktır. TSK-DAİŞ-ÖSO-Nusra-El Kaide birlikteliğiyle yapılan soykırımlar ve talanlar da halk tarafından biliniyor ve elbette bir gün onlar da yargı önüne çıkacaktır. Kan ve katliam, ormanların yakılması, yolsuzluk, vurgun her yeri sarmışken bunları soruşturacak bir tek savcının bile çıkmaması bağımsız yargı ve özel savaş ilişkisinin açık bir göstergesidir. Günümüzün Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile gizli tanıklı mahkemeleri tarihe yargı adına utanılacak-trajik anılar olarak geçecektir.

 

Medya, TV Dizileri ve Konuları

Eskiden sadece matbuat vardı. Sonra buna radyo-TV eklendi. Günümüzde artık tüm sanal alem buna göre örgütlüdür. Eski matbuat devrinde bütün basın özel savaşın aracı olmuştur. Muhalif olan Tan gazetesi matbaası özel savaş basınının kışkırtmalarıyla özel savaş elemanları tarafından yakılıp yıkılmıştır. İnternet çağında ise düğmeye basınca harekete geçen troller ordusu örgütsüz halka pabucunu bile ters giydirir. AKP’nin kaybettiği seçimleri bile kazandı gösterip, tüm halkı baskı altına alabilir.

“Hür basın” diye boy gösteren yüzlerce TV kanalında, sadece haber programlarıyla değil, gösterilen film ve dizilerle de, yarışmalarla da özel savaş yürütülür. Bunların çoğunun senaryosu da özel savaş örgütü tarafından yazılır. Hatta bazen günlük politikaya göre dizilerde değişiklikler-ekler yapılır. Geçmişte bunu Ergenekoncular, cemaatçi Samanyolu TV ve benzerleri yapardı. Şimdi bütün havuz medyası ve internet ortamında AKP-MHP trolleri cirit atıyor. Özellikle sübliminal mesajları bilinçaltına yerleştirmek konusunda uzmanlaştılar. Son yıllarda bazı tarihi efsaneleri, motifleri kullanarak yapılan-yaptırılan TV dizileri hem rejime bağlı bir sanatçı kadrosunu beslemekte hem de halkı ırkçı-şoven ve dinci şartlanmalarla seferberlik havasına sokmaktadır. “Adriyatik’ten Çin seddine Türk dünyası” ve “Bakiye topraklarımız” diyerek çok geniş bir alanda egemenlik peşinde koşan yayılmacı-ırkçı siyasetlerin altyapısı oluşturulmakta ve halk bu hayallerle oyalanıp uyuşturulmaktadır. Bütün pisliklerin üstü kahramanlık edebiyatıyla örtülmektedir. Yıllardır sol hareketler, PKK ve Kürtler hakkında tek bir doğru haber yapmayan medya generalleri dediğimiz psikolojik savaş görevlileri, Genelkurmay’dan ya da MİT’ten aldıkları bilgi-belge ve resimleri yayınlamaktan başka bir iş yapmıyorlar. Genelkurmay boşuna bunlara kamuflaj giydirip helikoptere doldurup operasyon bölgelerine götürmüyor. Çeşitli tanıklıklardan ve kontrgerilla hakkında bilgisi olup da konuşan az sayıdaki insandan öğrendiğimiz kadarıyla bu örgüt toplumun her alanında, her kesiminde örgütlüdür. Derin devlet diyorlar ama zaten başka devlet yoktur ve derin devlet gerçek devlettir. Diğer devlet görüntüleri bu gerçek devletin örtüsünden-maskesinden başka bir şey değildir.

Derin devlet-kontrgerilla deyince sadece karanlık istihbarat örgütleri, ajanlar vb. akla gelmesin. Bütün bunlar da olmakla birlikte özel savaş örgütü toplumun tümünü yönetmek-yönlendirmek ve etkilemek amacında olduğuna göre bunu mümkün olduğu kadar topluma fark ettirmeden yapmak ister. Örneğin siz meşhur bir spor kulübünün amigosusunuz. Ama kulübün başkanı MİT’in bölge sorumlusudur. Emekliliği gelince bunu öğrenirsiniz. Meşhur sanatçıların aşk maceralarını dizi yapan paparazzi gazetecilere aldanmayın. Gazeteciler “Niye bu kadar çok aşk yaşadınız, niye üç günde bir eş değiştiriyorsunuz?” diye sorunca, o günlerde çok meşhur olan bir kadın sanatçı, “Bize ne soruyorsunuz, ‘Şununla evlen’ diyorlardı evleniyorduk, ‘Boşan’ diyorlardı boşanıyorduk” demişti. Gene büyükelçilikten MİT’in başına atanan ve ilk sivil müsteşar diye anılan kişi meşhur bir film sanatçısıyla evlenmişti. Güncel olan Sedat Peker ifşaatları özel savaş örgütünün kullandığı araçları çok çarpıcı olarak göstermiştir. Eski yayıncıların “32 kısım tekmili birden” diye yaptıkları reklamları andıran biçimde istihbarat, siyaset, ticaret, sanat, medya ve mafya ayaklarıyla örülmüş olan özel savaş ağı ve kullandığı araçlar ortaya çıkmıştır. Şüphesiz ki, Peker’in anlattıkları kendi gördükleriyle ve amaçlarıyla kısıtlı olarak gerçeğin çok küçük bir kısmıdır. Sabri Yirmibeşoğlu ve diğer kontrgerillacıların anılarına, geçmişte yaşananlara bakarsak bu konuda çok daha geniş ve gerçekçi bir fikir edinebiliriz. Gene kontrgerillanın işkencesine uğrayan emekli subay Talat Turhan ve diğer mağdurların anlatımları bu örgütün yöntemlerini deşifre etmiştir.

 

Hiçbir Kural ve Yasa Tanımazlar

Buraya kadar verdiğimiz örneklerle net olarak görülüyor ki özel savaş kurmayları, amaçlarına hizmet eden her şeyi araçsallaştırırlar. Hiçbir kural, yasa tanımazlar. Önemli olan istedikleri etkiyi yaratmaları ve istedikleri sonucu almalarıdır. Düzenli orduyla yapmaları olanaksız olan her şeyi özel savaş örgütleri aracılığıyla pervasızca yaparlar. Bunlar gizli örgütler olduğu için yaptıkları kolay kolay ortaya çıkmaz. Çıksa da, resmi bir görevleri olmadığı için resmen kimse suçlanamaz. Ancak çete içinde ihtilaf olursa birbirlerini ele verirler. Geçmişte yaşanan bugün de Sedat Peker tarafından deşifre edilen bazı çelişkiler bunu gösteriyor. Yüzbaşı Yakup Cemil’i, Ermeni Soykırımı’ndan yargılanan İttihatçıları, Topal Osman’ı, Hüseyin Üzmez’i, Abdullah Çatlı’yı, Cem Ersever vb. birçok kontrgerilla elemanını hatırlayın. Çok sorun olursa kendi yöntemleriyle tasfiye edilirler. Öldürülüp ayağından asılan Topal Osman’ı, arkadaşlarıyla birlikte öldürülüp Ankara’nın çevresine cesetleri atılan Cem Ersever’i, Susurluk’ta kamyon tarafından çarpılan(!) Abdullah Çatlı’yı vb. hatırlayın. Çatlı ve yanındakilerin bu kazada ölmediği, tam tersine kendilerini izleyen bir ekip tarafından kazadan sonra kurşuna dizildiği yaygın bir kanaattir. Özel savaş kurmayları için kendilerine yararlı olan her şey araçtır. Her şey vatanın bekası için yapıldığına göre kutsaldır ve haklarıdır. Bunların yasal olup olmaması önemli değildir. Hakkari’de bir general, “Burada İstanbul kanunları sökmez. Bana yetki versinler, bir daha burada ot bitmez” diyerek halka bakışını ortaya koymuştur. Aynı dönemde cumhurbaşkanı olan Süleyman Demirel ise, “Devlet bazen rutinin dışına çıkar” diyerek, bütün özel savaş uygulamalarını savunmuştur. Savunduğu dönem Mehmet Ağar, Korkut Eken, İbrahim Şahin, Mahmut Yıldırım (Yeşil), Abdullah Çatlı, Sedat Bucak, Cem Ersever gibi afişe olmuş isimlerle anılan 93 konsepti günleridir. En az 20 bin kayıp, binlerce köyün yakılıp yıkılması, milyonlarca köylünün göçertilmesidir. Bu dönem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) akseden davaların tümünü devlet kaybetmiş ve “dostane çözüm” denerek tazminat ödenmiştir.

Uzak geçmiş bir yana özellikle Gezi direnişi ve sonrasında, halkın direnişini bastırmak için bütün araçlar ve yöntemler yaygın olarak kullanılmaktadır. Halkı susturmak ve bastırmak için tek çare olarak bunu görmektedirler. Tayyip Erdoğan-Devlet Bahçeli çetesinin özellikle 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında özyönetim direnişlerini bastırmak için başlattığı özel savaş uygulamaları beka bahanesiyle azgınca sürdürülmektedir. Özel savaş sadece düzenli orduyla yürütülemediğinden, ek olarak kendi özel örgütlenmelerini yaratmaktadır. Son elli yılda gündeme getirilen koruculuk, JİTEM, Hizbullah-Hizbulkontra, günümüzde DAİŞ, SADAT ve ÖSO, yurtdışında oluşturulan “Osmanen Germania” gibi örgütlenmeler kamuoyuna yansımıştır. Bütün bu örgütlenmeler özel savaş örgütlenmesinin ürünleridir.

 

Bir Mezarı Bile Çok Görmek 

Özel savaş kurmaylarının bir yöntemi daha dikkat çekmektedir. Tarihte özel savaş örgütleri tarafından katledilen yüz binlerce insanın mezarı yoktur. Cenazeler ya imha edilmekte ve gün yüzüne çıkmayacak biçimde kaybedilmektedir. Bu sadece suç delillerinin imhası için değildir. Halka korku ve dehşet saçmanın da bir yöntemi olmaktadır.

İdam edilen devrimci Ermeni önderlerinin, Karadeniz’de hançerlenen TKP kurucularının ne cenazeleri, ne de mezarları bellidir. Kürtlere önderlik edenlerin de, Şeyh Said ve Seyit Rıza başta olmak üzere ne cenazesi ne de mezarı bellidir. Hiçbir isyana karışmadığı halde Said-i Kürdi’nin (Nursi) de mezarı yoktur. İşin garibi en güçlü oldukları günlerde bile hiçbir Nurcu grup bunun hesabını sormamıştır. Tersine hükümetlerle iyi geçinip sola düşmanlık yapmayı tercih etmişlerdir. Bu da özel savaş çetelerinin etkisini gösteriyor.2015-16’da “özyönetim direnişleri”ne saldırırken ilk hedefleri şehit mezarlıkları olmuştur. Böylece hem kendi işledikleri suçların delillerini yok etmekte, hem bu insanları unutturmakta, hem de toplumu cezalandırmaktadır. Yani “özel savaşçılar” muhaliflere bir mezarı bile çok görmektedir. Halk arasında yaygın olarak “Ölüden ve deliden hüküm kalkar” dense de, cenazeye saygı üzerine saatlerce nutuk çekilse de, özel savaş zihniyetinin kini sonsuza kadar sürmektedir. Bundan ötürüdür ki Nazım Hikmet, Yılmaz Güney, Ahmet Kaya ve nicelerinin cenazeleri yurtdışında bırakılmıştır. Özel savaş kurmaylarının özenle oluşturduğu Amed, Mamak ve Metris zindanları geleneği bugün tek kişilik beton mezar olan İmralı ve F Tipi zindan uygulamalarıyla sürmektedir. Görülmektedir ki özel savaş tümüyle hukuk dışı, insanlık dışı bir savaş türüdür. Ama ne yazık ki halen süregelen acı bir gerçektir. Bütün özel savaş suçluları Naziler gibi yargılanmadıkça bu savaş da, bu utanç da sürüp gidecektir. Cenazesi derin dondurucuda bekletilen çocuktan 80 yaşındaki dedelere, Newala Qesaba’ya toplu gömülenlerden cenazesi günlerce sokakta bekletilen Taybet analara kadar özel savaşın tüm kurbanlarını saygıyla anıyorum.

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.