Düşünce ve Kuram Dergisi

TBMM’ nin Açılışı ve 1921 Anayasasında Kürtler

Hidayet Eren

Cumhuriyet tarihinde Kürt ve Türk ilişkilerini belirleyen esasları cumhuriyetin ilan edildiği dönemi incelemeden anlamak pek de mümkün değildir. Nasıl bir ortamda bu gelişmelerin açığa çıktığını ve bunlarla birlikte seyri üzerine tartışmak da son derece önemli olmaktadır. Günümüzden bakarak Kürt ve Türk ilişkilerini tanımlamaya çalışmak elbette yetersiz ve çok dar kalacaktır. Özellikle Osmanlı imparatorluğunun son yüz yılları ile birlikte batı dünyasında yaşanan paradigmal değişimler de bu bağlamda önümüzde duran diğer inceleme konuları olmaktadır.

Osmanlı imparatorluğunun son dönemlerinde yaşadığı zorlanmalar ve sıkıntılı durumlar tanımlandığında sürekli dile getirilen “hasta adam” belirlemesi belki de bölge halkları açısından da ilişkilerin ne durumda olduğuna dair bize bir ipucu verebilir. Hastalıklı bir ilişkinin olduğunu görüyoruz bu dönemde; hem bölge halkları arasında böylesi bir durum söz konusudur, hem de merkezi yönetimin durumu bundan ibaret olmaktadır. Batı ise gelişmeleriyle birlikte kendi arasındaki uzun savaşları sona erdirmiş, kapitalist dünya sistemi dur durak demeden tahakküm alanlarını oluşturmaya başlamıştı. Hatta bölgedeki hastalığın temel nedenlerinden bir tanesi batının bölgeye göz dikmesi ve mevcut zenginlikleri kendi çıkarları için kullanma çabasını da görmezden gelemeyiz.

Bunların sonucunda ortaya çıkan 1. Dünya savaşı ise batının, bölgeyi işgal hareketinden başka bir şey değildi. Bunu formülasyonu olarak bölgeye dayatılan ulus-devlet yapılanmaları; mevcut çatışmaların ve siyasi anaforların on yıllar boyunca sürmesine sebep olmuştur. Bu anlamıyla bölgede geliştirilen hareketlilik ve ortaya çıkan ulus-devletlerin nihai amaçlarını da net bir şekilde görebilmekteyiz. TBMM açılışı ve toplumsal sözleşme babında atfedilen anayasa ise mevcut politikaların ve kurtuluş mantığının neler olduğunu daha aleni bir şekilde ortaya koymaktadır. Her ne kadar halklar arasında birliktelik ve tarihsel toplumun uzun süreli ilişkilerinde, karşıtını yok eden ve tahakküm altına alan yaklaşımlar olmasa da, ulus-devletin karakteri gereği kaçınılmaz olarak çatışmalar ve anlaşmazlıklar ortaya çıkmıştır. Burada önemli olan ilk başlarda bu ilişki nasıldı, günümüze değin nasıl bir ivme içerisinde bulundu sorularına doğru cevap vermek ve bunlarla yüzleşmektir…

BMM’nin Oluşumu

Anadolu topraklarında birinci dünya savaşının ardından ortaya çıkan kurtuluş hareketi, mevcut yönetimi tanımadığı gibi bölge halkları arasında yaşanan ittifaklarla mevcudiyetini koruma ve emellerini gerçekleştirme eğilimi içindeydi. Dönem kaçınılmaz olarak bunları dayatıyor ve bu hareketin öncülüğünü yapan M. Kemal’de hareketlerini-hamlelerini buna göre gerçekleştirmeye çalışıyordu. 1918 yılında savaş sona ermiş, dünya genelinde yeni dengeler ortaya çıkmış ve 1920’li yıllarda birçok cephede savaşan M. Kemal aynı zamanda hazırlıklarını da geliştirerek, ulus devletleşmeyi gerektiren adımları atmaya başlamıştır. Bundan sonra her şey son derece hızlı bir şekilde gelişmiş ve zaten böyle bir sürece hazırlıklı olan Heyet-i Temsiliye Ankara’nın yolunu açan adımları atmakta gecikmemişti. Hızla harekete geçen Heyet-i Temsiliye, 17 Mart 1920 de M. Kemal imzasıyla, bütün komutanlara, vali ve mutasarrıflara ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri ile Belediye Başkanları’na bir bildiri göndermişti. Bildiri de gelişmeler anlatıldıktan sonra “Nihayet bugün İstanbul’u cebren işgal etmek suretiyle Osmanlı devletinin 700 senelik hayat ve hakimiyetine son verildi. Yani bugün, Osmanlı milleti, medeni kabiliyetinin, hayat ve istiklal hakkının ve bütün geleceğinin müdafaasına davet edildi. İnsanlık cihanının takdirkar bakışları ve İslam aleminin kurtuluş emelleri, hilafet makamının ecnebi tesirlerden kurtulmasına ve milli istiklalin geçmiş nam ve şöhretimize layık bir iman ile müdafaa ve teminine bağlıdır” denilmişti.

Meclis-i Mebusan’ın çalışmalarına süresiz olarak ara vermesinin hemen ardından Heyet-i Temsiliye, Kurucu Meclis niteliğinde yeni bir Meclisin toplanmasına karar verirken, Meclis-i Mebusan’n aynen Ankara’da toplanmasına ya da Padişah ve İstanbul hükümetinin Ankara’ya çağrılmasına kadar, çeşitli alternatifleri tartıştıktan sonra ortalama bir yol bulmuştu. Bu karar, “Olağanüstü Yetkilerle Donatılmış Bir Meclis”in Ankara’da toplanması ve bunun için seçim yapılmasıydı.

“Buna göre Ankara’da toplanacak Meclis, Kurucu Meclis adını taşıyacak. Her bölgeyi temsilen beşer üye seçilecek, seçimlere gayrimüslimlerin katılmaması sağlanacak, her parti, cemiyet ve zümre tarafından kurucu meclise aday gösterilebilecekti. Ayrıca seçimlerin süratle tamamlanabilmesi için yalnızca bölge, il idare ve belediye meclisi üyeleriyle Müdafaa-i Hukuk Heyet-i Merkeziyeleri oy kullanma hakkına sahip olacaktı. Yani meclise “yeni üye seçiminde, seçim kanunu gereğince katılacak olan olağan ikinci seçmenlerin yanı sıra, bölge ve il idare ve belediye meclisi üyeleriyle Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin yönetim kurulu üyeleri de oy kullanacaktı.

19 Mart 1920’de Kolordu komutanlıklarına, vilayetlere ve bağımsız bölgelere Heyet-i Temsiliye adına telgrafla bir genelge gönderen M. Kemal, Meclis-i Mebusan’ın milletvekillerini Ankara’ya davet etmiş ve bir kısım milletvekillin de yürürlükteki seçim kanununa göre yeniden seçilmesini istemişti. M. Kemal meclisin Ankara’da toplanması için gönderilecek Genelge’yi, daha etkili olması bakımından o sırada Düzce’de bulunan Meclis-i Mebusan Reisi Celalettin Arif Bey’in imzası ile göndermek istemişti. Ancak Celalettin Arif Bey, “Kanuni Esasi’de böyle fevkalade bir Meclisin toplanabilmesine dair bir kaydın mevcut olmadığı” iddiasıyla kabul etmemiş ve bunun üzerine Genelgeyi M. Kemal Heyet-i Temsiliye adına imzalamıştı.

“İntihabı Mebusan Hakkındaki Tebliğ” adındaki 12 maddelik bu Genelge de “Devlet merkezinin İtilaf Devletleri tarafından resmen işgali, devletin teşrii, adli ve icrai kuvvetlerini işlemez hale getirmiş ve bu vaziyet karşısında vazife yapma imkanı göremediğini resmen hükümete tebliğ eden Meclis-i Mebusan dağılmıştır. Şu halde devlet merkezinin dokunulmazlığı, milletin istiklalini ve devletin kurtulmasını temin edecek tedbirleri düşünüp tatbik etmek üzere millet tarafından fevkalade salahiyeti haiz meclisin Ankara’da toplamağa daveti ve dağılmış olan mebuslardan Ankara’ya geleceklerin bu meclise katılması zaruri görülmüştür. Aşağıda derç edilen talimatla mucibince seçimlerin yapılması” istenmişti.

“Kolordu Kumandanlarına, Vilayetlere, Müstakil Bölgelere tebliğ olunan” genelgenin maddeleri de şöyleydi:

1- Ankara’da fevkalade salahiyete (olağanüstü yetkilere) sahip bir Meclis, millet işlerini idare ve murakabe etmek üzere toplanacaktır.

2- Bu meclise aza seçilecek kimseler, mebuslar hakkında kanuni şartlara tabidirler.

3- Seçimlerde bölgeler esas alınacaktır.

4- Her bölgeden aza seçilecektir.

5- Her bölge, kazalarından getirteceği ikinci seçmenlerden ve bölge merkezinin ikinci seçmenlerinden ve bölge idare ve belediye meclisleriyle, bölge müdafaa-i hukuk idare heyetlerinin ve vilayetlerde vilayet merkezi heyetlerinden ve vilayet idare meclisleriyle vilayet merkezi belediye meclisinden ve vilayet ile merkez kazası ve merkeze bağlı kaza ikinci seçmenlerinden toplanmış bir meclis tarafından ayın günde ve aynı celsede seçimler yapılacaktır.

6- Bu meclis azalığına, her fırka, zümre ve cemiyet tarafından aday gösterilmesi caiz olduğu gibi, her ferdin de bu mukaddes cihada fiilen katılması için, müstakilen adaylığını istediği yerde ilana hakkı vardır.

7- Seçimlere, her yerin en büyük mülkiye memuru başkanlık edecek ve secimin selameti için seçimlerden mesul olacaktır.

8- Seçim, gizli rey ve mutlak ekseriyetle yapılacak ve reylerin tasnif, meclisin, içinden seçeceği iki aza tarafından, fakat meclis önünde yapılacaktır.

9- Seçim neticesinde, bütün azanın imza veya şahsi mühürlerini ihtiva eden üç nüsha mazbata tanzim olunacaktır. Mazbataların bir nüshası, mahallinde saklanarak, diğer iki nüshasının biri, seçilen kimseye verilecek, diğeri Meclise gönderilecektir.

10- Azaların alacakları tahsisat, sonradan Meclisce kararlaştırılacaktır. Ancak azimet harcırahları, seçim meclislerinin zaruri masraflar hasebiyle takdir edeceği miktar üzerinden, o yer hükümetlerince temin olunacaktır.

11- Seçimler, nihayet 15 gün içinde ekseriyetle Ankara’da toplanabilmek üzere bitirilerek, azalar yola çıkarılacak ve netice, azanın isimleriyle birlikte derhal bildirilecektir.

12- Telgrafın alındığı saat bildirilecektir.”

Bu genelgeye göre seçim iki dereceli, gizli, mutlak çoğunluk esasına göre ve 15 gün içinde yapılacak ve sorumluluk ilgili yerin en büyük mülki amirine ait olacaktı. Seçimler, pek çok yerde zorlukla ve ordu komutanlarının çabalarıyla yapılmıştı. Hatta bazı yerlerde yapılamamış ve isimler belirlenerek çağrılmıştı. Her bölge bir seçim çevresi olarak belirlenmiş ve nüfusuna bakılmaksızın her bölgeden beşer üye seçilmişti.

BMM’ nin 21 Nisan 1920 günü belirlenen açılış programı kolordu ve tümen komutanlıkları ile bütün valiliklere, müstakil bölge mutasarrıflıklarına, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri merkezlerine ve Belediye başkanlıklarını bir genelge ile gönderilmişti. Heyet-i Temsiliye adına M. Kemal imzasıyla gönderilen 5 maddelik açılış programı şöyleydi:

1- Bimennikilkerim (Allahın lütfü keremiyle) Nisan 23 Cuma günü, Cuma namazından sonra, Ankara’da Büyük Millet Meclisi açılacaktır.

2- Vatanın istiklali, yüce Hilafet makamının ve saltanatın kurtulması gibi en mühim ve hayati vazifeleri ifa edecek olan bu “Büyük Millet Meclisi’nin” açılma gününü Cuma’ya tesadüf ettirmekle adı geçen günün mübarek oluşundan istifade ve bütün Mebusan-ı Kiram hazretleriyle Hacı Bayramı Veli Camii şerefinde Cuma namazı kılınarak ve Kur’an-ın nurlarından ve Salat-û Selam’dan da feyiz alınacaktır. Namazdan sonra Peygamber Efendimizin mübarek

Sakalı Saadet ve Sancağı şerifi taşıyarak daireyi Mahsusa’ ya gidilecektir. Daireyi Mahsusa’ ya girmezden evvel, bir dua okunarak kurbanlar kesilecektir. İşbu merasimde camii şeriften başlanarak daireyi Mahsusa’ ya kadar Kolordu Kumandanlığı’nca askeri kıtalar ile hususi tertibat alınacaktır.

3- O günün kutsiyetini teyit için bu günden itibaren merkezi vilayette vali beyefendi hazretlerinin tertibiyle hatim ve Buhari-î Şerif’in okunmasına başlanacak ve Hatmi Şerif’in son aksamı (ayetleri ve duası) tebrürken Cuma günü namazdan sonra daireyi mahsusa önünde ikmal edilecektir.

4- Mukaddes ve yaralı vatanımızın her köşesinde aynı surette bu günden itibaren Buhari ve Hatmi şeriflerin okunmasına başlanarak Cuma günü ezandan evvel minarelerde Salavatı Şerife okunacak ve Hutbe esnasında Halifemiz Şahişah Efendimiz hazretlerinin namı (ismi) hümayunları anılırken Zat-ı Şahaneleri ile ona ait bütün memleketlerin ve bütün tebaasının (vatandaşların) bir an evvel kurtuluş saadetine kavuşmaları duası ilave olarak okunacak ve Cuma namazının kılınmasından sonra da hatmin geri kalan kısmı ikmal edilerek Hilafet ve Saltanat makamının ve bütün vatan parçalarının kurtarılması maksadıyla girişilen milli gayretlerin kutsiyeti, ve her millet ferdinin kendi vekillerinden mürekkep olan bu Büyük Millet Meclisi’nin tevdi edeceği vatani vazifeleri yerine getirme mecburiyeti hakkında vaazlar verilecektir. Bundan sonra Halife ve Padişahımızın, din ve devletimizin, vatan ve milletimizin kurtulup selamet ve istiklalimiz için dua edilecektir. Bu dini ve vatani merasimin icrasından ve camilerden çıktıktan sonra Osmanlı beldelerinin her tarafında hükümet makamına gelinerek Meclisin açılından dolayı resmi tebrikler kabul edilecektir. Her tarafta Cuma namazından evvel münasip surette Mevlidi Şerif okunacaktır.

5- İşbu tebliğin hemen neşri tamimi için her vasıtaya müracaat olunacak ve acele ile en uzak köylere, en küçük askeri kıtalara, memleketin bilumum teşkilat ve müesseselerine ulaştırılması temin edilecektir. Ayrıca büyük levhalar halinde her tarafa asılacak ve mümkün mertebe bastırılıp çoğaltılarak meccanen dağıtılacaktır.

6- Cenabı Hak’tan kamil ve muvaffakiyet niyaz olunur”

“23 Nisan 1920 günü bu programa uygun olarak önce Hacı Bayram Camiinde bütün milletvekilleri ile birlikte Cuma namazı kılınmış, hoca hutbede Meclisin açılışının önemini anlatmış ve namazdan sonra ayetler okunmuştur. Daha sonra Hacı Bayram Veli’nin, üzerinde ayetler yazılı sancağı çıkarılmıştı. Ayrıca bir rahle üzerine yeşil örtü serilmiş ve bunun üzerine de bir Kuranı Kerim ve peygamberin Sakalı şerifi konulmuştu. En önde ruhani sancak, onun ardında Sinop Mebusu Hoca Abdullah Efendi’nin başında tuttuğu rahle ve onunda arkasında hocalar, şeyhler, kalpaklı ve fesli mebuslar ile ileri gelen idareciler. Yüksek rütbeli askerler olduğu halde Meclis binasına doğru yürüyüşe geçilmişti. Meclis önünde kurbanlar kesilmiş ve Bursa Mebusu Fehmi Hoca tarafından dualar okunduktan sonra meclis binasına girilmişti. Hacı Bayram Veli’nin sancağı kürsüye örtülmüş ve üzerine de Kuran-ı Kerim ve Sakalı Şerif yerleştirilmiş ve Hatmi şeriflerinin duası Meclisin açılışı için okunmuştu.

10 Nisan 1920’de Mebusların çoğu Ankara’ya gelmişti, ancak Meclis için yapılmış bir bina yoktu. Enver Paşa tarafından 1915 de Ulus meydanında İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne ait kulüp binası olarak yaptırılmasına başlanılmış ve henüz tamamlanmamış olan binanın meclis olarak kullanılmasına karar verilerek alelacele hazırlanmıştı. Ulucanlar İlkokulu’nun kiremitleri ile çatının açık yerleri kapatılmış, Öğretmen Okulu’nun oturma sıraları getirilmiş, elektrik tesisatı olmadığı için gaz lambası takılmış, kürsü yapılmış, iki odun sobası konulmuştu ve bir odası da Mescit yapılmıştı. Ayrıca, Kuranı Kerim’den alınan “Ve emrühüm şura beynehüm” (Onların işleri, aralarında müşavere iledir) sözleri bir büyük levha halinde yazılıp duvara asılmıştı.

Büyük Millet Meclis, öğleden sonra 1.45’de en yaşlı üye olan Sinop Mebusu Şerif Bey’in konuşmasıyla açılmış ve M. Kemal’in önerisiyle seçilmiş milletvekillerinin mazbatalarının incelemek üzere bir komisyon kurulduktan sonra o günkü oturuma son verilmiştir. 24 Nisan 1923’de saat 10’da toplanan Meclis 120 kişiyle toplanmış ve başkan seçimine geçilmiştir. M. Kemal 110 oyla birinci başkanlığa, Celalettin Arif Bey de 109 oyla ikinci başkanlığa seçilmişlerdi.

Meclisin adı tartışma konusu olmuş, Türk Ocağı kökenli bazı milletvekilleri Meclise “Kurultay” adını vermek istemiş, bir kısmı “Meclis-i kebir-i milli” üzerinde durmuş, sonuçta Fransız devrimi terminolojisinden devralınan “Büyük Millet Meclisi” adı (daha sonra başına Türkiye konulmuş) benimsenmişti.

Meclisin açılışına katılamayan Kazım Karabekir’in “15. Kolordu’nun milli meclisimizin emrinde olduğunu kemal-i hürmetle arz eylerim” şeklindeki telgrafı ayakta alkışlanmıştı. Çünkü bu durum, meclisi daha işin başında örgütlü bir orduya sahip olan meclis konumuna yükseltiyordu. l5 Eylül 1920’de kabul edilen 18 sayılı Nisab-ı Müzakere Kanunu’nun 4. Maddesi ile Ordu ve Kolordu Komutanlığı görevlerinin Meclis Üyeliği ile bağdaşabileceği de öngörülmüştü. 13 Eylül 1920’de Vekiller Heyeti Programında; Ordunun, BMM’ nin ordusu olduğu, emir ve komuta yetkisinin BMM’ nin manevi şahsiyetinde bulunduğu ve komutaya ait işlerin Genelkurmay Bakanlığı tarafından yürütüleceği belirtilmişti.

Bu dönemde, Milletvekilleri aynı zamanda memur olabiliyorlardı, bu nedenle Meclis’in yarıdan fazlasını askeri ve sivil memurlar oluşturmuştu. Milletvekillerinin çoğu aynı anda Komutanlık, Valilik, Büyükelçilik, Kaymakamlık, Yargıçlık, Öğretmenlik gibi görevleri de yapıyorlardı. Böylece, yasama ve yürütme gücünü ellerinde tutanlar aynı zamanda kararların uygulayıcısı olarak çalışıyorlardı. Özellikle Ordu Komutanları hemen her yerde yürütme gücünü ellerinde tutuyorlardı. Askeri birlikler her türlü ihtiyaçlarını halktan ikna ya da zor kullanarak karşılıyorlardı.

Meclisin Bileşimi ve Kürtler…

Heyet-i Temsiliye’ nin bu tebliğine göre yapılan seçimler, pek çok yerde zorlukla ve ordu komutanlarının çabalarıyla yapılmış, hatta bazı yerlerde yapılamamış ve isimler belirlenerek çağırılmıştı. Zaten, uygulanan seçim sistemine göre de, ikinci seçmen denilen ve esas olarak illerdeki mülki ve askeri yetkililer, il idaresi ve belediye meclisi üyeleri ile Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin yönetim kurullarından oluşan heyetler tarafından belirlenmişti. Böylelikle birinci meclise 232 yeni temsilci seçilmişti. Ayrıca Osmanlı Meclis-i Mebusan’ ından 92, biri Yunanistan’dan diğerleri de Malta’daki sürgünlerden 14 milletvekili daha gelmişti.

BMM, İstanbul’dan gelebilen Meclis-i Mebusan üyeleri ile yeniden milletvekili seçilenlerden oluşmuştu. Seçilenlerin ve İstanbul’dan katılanların toplam sayısı 414 kişiyi bulmasına karşın meclisin tam üye sayısı 390 kişi olarak belirlenmişti. Bu üyelerin yarıdan fazlası (233 kişi) asker, memur ve “aydınlardan” oluşmuştu. Bu 233 kişinin 54’nü askerler oluşturuyorlardı. 47 din adamı vardı. Geriye kalanlar ise, çiftçi, tüccar, aşiret reisleri gibi kişilerdi. Başka bir ifade ile TBMM üyelerinin % 28’i memurlardan ve öğretmenlerden, % 15’i askerlerden, % 13’Ü hukukçulardan, % 9’u serbest meslek sahiplerinden, % 6’sı çiftçilerden oluşmuştur.

Asker kökenli milletvekillerinin BMM’ de yıllara göre oranları şöyledir: I. Mecliste (19201923) % 15, II. Mecliste (1923-1927) % 20, III.

Mecliste (1927-1935) % 19, IV. Mecliste (19351939) % 16, V. Mecliste (1939-1943) % 18, VI. Mecliste (1943-1946% % 16, 1. ve 2. mecliste bütün Ordu ve Kolordu Komutanları milletvekilidir. İlk Hükümetin kuruluşundan itibaren Savunma, Bayındırlık, Ulaştırma ve İçişleri Bakanlarının asker olması bir gelenek haline gelmiştir. Hiç bir asker bakanın yer almadığı ilk hükümet ancak 1948 de “demokrasiye geçiş” arifesinde kurulmuştur.

Gürkan’ın yaptığı tespitlere göre de Birinci Meclis’teki milletvekillerinin mesleklerine göre dağılımı şöyleydi: Sivil bürokrasiden gelen memur ve emeklilerin sayısı 115, din adamları 51, askeri bürokrasiden gelen subaylar 46 (10 tanesi paşa), çiftçiler 37, tüccarlar 29, avukatlar 15, şeyhler 6, gazeteciler 5, toprak ağası 5, aşiret reisi 2 ve 2’de mühendis seçilmişti. (56)) G. Şaylan ve A. Özer’in de 390 kişi olarak belirlediği bu sayı, Tunaya’ da 337, Damar Arıkoğlu’nda 318 kişi olarak verilmiştir. M. Kemal ise meclisin açılış konuşmasında 341 kişiden söz etmiştir, yapılan bir araştırmaya göre ise bu sayının 347 olduğu ifade edilmektedir.

Birinci Meclis’e seçilen milletvekillerinin sayısı konusunda ortaya çıkan farklılıklar meclisin oluşum koşullarından, yani iki seçim süreciyle oluşmasından ve alelacele toplanmasından kaynaklanmıştı. Ayrıca, meclis çalışmaları başlar başlamaz seçilen iki Encümen (içlerinde M. Kemal ve İ. İnönü’nde bulunduğu 15 kişilik Birinci ve İkinci Encümenler) milletvekillerinin seçim mazbatalarını incelemiş ve bir kısmını kabul etmemişti. Milletvekili seçilmediği halde son Osmanlı Hükümetinde Harbiye Nazırlığı yapan Fevzi Çakmak 27 Nisan’da Ankara gelmiş ve meclis tarafından üyeliğe kabul edilmişti.

Öte yandan, seçilen 437 milletvekilinden bir kısmının istifa etmesi, bir kısmının memurluk kabul ederek ayrılması, bir kısmının devamsızlık yüzünden gelmemeleri ve bazılarının da ölmesi vb. nedenlerle Meclis hiçbir zaman bu kadar milletvekili ile toplanamamıştı. 23 Nisan 1920 günü meclis 120 milletvekili ile toplanmış ve bu sayı günden güne giderek artmıştı. Bu nedenle ilk günlerde meclisin gerçek sayısı bilinmediğinden karar çoğunluğunu da gün gün değişmişti. Bu karmaşa, Birinci Meclisin Anayasa tarihinde görülmemiş bir şekilde iki seçimle, yani 9 Ekim 1919’deki Meclis-i Mebusan ile 19 Mart 1920’de Büyük Millet Meclisi seçimleri ile oluşması ve Olağanüstü Meclis niteliğinde olmasıydı.

Kürt Milletvekillerinin Konumu

Meclisteki milletvekillerini seçildikleri illerine ve milliyetlerine göre ayırmak ve bu bağlamda Kürt milletvekillerinin temsil kabiliyetlerini göstermek konumuz bakımından önemlidir. Ancak bu konuda şimdiye kadar bir araştırma yapılmamıştır. Kürt milletvekillerinin meclisteki konumu ya seçildikleri iller üzerinden değerlendirilmiş ya da bir kısmının etnik kökeni bilindiği veya kendisini etnik kökeni ile tarif ettiği için bazı sayılar belirlenmiştir. Bu bağlamda, Birinci Meclis’teki 347 milletvekilinin yaklaşık 74’ünü Kürtlerin oluşturduğu iddia edilmiştir.

Kürt illerine göre milletvekillerinin dağılımı şöyledir: Beyazıt’dan 5 (yeni), Bitlis’ten 7 (2 OMM, 5 yeni) Dersim’den 6 (1 OMM, 5 yeni), Diyarbakır’dan 6 (2 OMM, 4 yeni), Elazığ’dan 5 (1 OMM, 4 yeni) , Ergani’den 6 (1 OMM, 5 yeni) Hakkari’den 2 (1 OMM, 1 yeni), Malatya’dan 6 (1 OMM, 5 yeni), Maraş’tan 5 (1 OMM, 4 yeni), Mardin’den 6 (1 OMM, 5 yeni), Muş’tan 7 (2 OMM, 5 yeni), Siirt’ten 6 (1 OMM, 5 yeni), Siverek’ten 4 (1 OMM, 3 yeni), Urfa’dan 3 (yeni) Kitapta verilen isimlerden Erzurum ve Erzincan milletvekillerinin bazılarının da Kürt kökenli olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca yukarıda saydığımız illerin bazı milletvekillerinin de Kürt olmama ihtimali vardır.

Kürt milletvekillerini seçildikleri illere göre belirlemek de sağlıklı bir sonuca ulaşmayı engellemektedir. Çünkü Kürt illerinin birçoğunda Kürt olmayanlar da seçilmekte ve aynı şekilde Kürt olup da başka illerden seçilenler arasında da Kürt kökenliler bulunmaktadır. Bu konuda dikkate alınması gereken bir başka sorun da milletvekilleri için bulundukları yerde ikamet etme zorunluluğunun olmamasıdır. Dolayısıyla belirli bir süre ikamet etme zorunluluğu olsaydı bile, bu durum, Kürt illerinin dışında zorunlu ikamete mecbur kılınan Kürt aydın ve aşiret önderleri için sorunlu bir durum yaratacaktı.

İkamet zorunluluğunun en azından 6 aylık gibi bir süreyle sınırlandırılması önergesi ciddi tartışmalara neden olmuş ve resmi tarihte bu olay muhalefet tarafından M. Kemal’in tasfiye çabası olarak gösterilmiştir

İttihat ve Terakki Partisi’nin bu dönemdeki savaş ve iskan politikalarından Müslüman olmalarına rağmen, Ermenilerden sonra en büyük tehcir Kürtlere uygulanmıştı. Üstelik Hamidiye Alayları ile kuzeydeki bazı Kürt aşiretleri Ermenilere karşı kullanılmış, bundan dolayı Batıda ve diğer milliyetler üzerinde Kürtlere karşı yanlış önyargılar gelişmiş ve yeterli bir destek görmemişti.

Bu seçimlere “her parti, cemiyet ve zümre tarafından” aday gösterilmesi yazılı olarak belirtilmiş olsa da, fiiliyatta Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri yönetim kurulları tarafından onaylanmayan hiç kimsenin aday olması ve seçilmesi mümkün değildi. Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin olmadığı yerlerde ise Kemalistlere bağlı valiler ile ordu komutanlarının onayı gerekiyordu. Bazı isim listeleri de Heyet-i Vekile tarafından telgrafla illere bildirilmişti. Ayrıca gerek Meclis-i Mebusan’a ve gerekse Büyük Millet Meclisi’ne milletvekili seçilebilmek için Türkçe bilme zorunluluğu olduğu için milletvekilleri ana dillerine göre bir ayrıma tabi tutulmuyordu.

Meclis-i Mebusan’ da kendi etnik kimlikleriyle yer alarak Ermenileri, Rumları ve Yahudileri temsil eden milletvekillerinin BMM’ ye girmelerinin engellenmesi Kemalist hareketin daha baştan itibaren egemen ulus-devlet refleksiyle hareket ettiğini ve bir üniter devleti amaçladığını göstermektedir.

Bunun farkında olan bazı Kürtler de zaten Kemalistlere güvenmedikleri için Erzurum ve Sivas kongrelerine ve onların ardından oluşan BMM’ ye fazla ilgi göstermemişlerdi. BMM’ ye gelenler de Kemalistlerin bazı vaatlerde bulunarak işbirliğine ikna ettikleri Kürt aydın, şeyh veya aşiret önderleriydi.

Her şeye karşın Birinci Meclis’teki Kürt milletvekillerinin neyi ve nasıl temsil ettiğinden çok, meclis görüşmelerindeki somut tutumları onlar hakkında daha doğru bir değerlendirme yapmamızı kolaylaştırmaktadır. Bu konuda Meclisteki en önemli tartışmalar ise, Koçgiri İsyanı, Musul Sorunu, Lozan Antlaşması, El-Cezire Komutanlığı Soruşturması gibi konulardır. Bunlar doğrudan Kürtler ve Kürt sorunuyla bağlantılı olduğu için Meclisteki Kürt milletvekillerinin bir bölümü tartışmalara katılmıştır. Bunların bir bölümü de, Meclis-i Mebusan’ dan gelen alışkanlıklarıyla veya somut durumun ortaya çıkardığı sorunların dayatması sonucu sıkça kendi etnik kimliklerini açıklamaktan çekinmemişler ve Kürtlerin sorunlarına sahip çıkarak tutum almışlardır.

Bu tartışmaların her biri doğrudan Kürt sorunu ile ilgili olması ve Kürt milletvekillerinin tutumlarını sergilemesi bakımından önemli olmakla birlikte, bu tutumlar aynı zamanda Kemalistlerin Kürtlere karşı tutumlarını yansıtıyordu. Dahası bu tartışmalar Meclisteki Kürt milletvekillerinin nasıl aşağılandığını ve yalnızlaştırıldığını, Kürdistan’ın bölünmüşlüğünü ve sonuçta Kürtlerin kendi aralarındaki örgütsüzlük durumundan dolayı milletvekillerinin içinde bulundukları çaresizliklerini göstermesi bakımından önemliydi.

Kürt milletvekilleri daha çok Meclis-i Mebusan’ dan gelen, iyi Türkçe bilen, ağzı laf yapan ve tecrübeli olanlardı. Bunlar aynı zamanda Osmanlı okullarında eğitim almış ve İstanbul’da yaşamanın getirdiği bilgi ve tecrübeye sahip kişilerdi. Meclisin çok kimlikli oluşumundan dolayı Kürt milletvekilleri kendi kimliklerini serbestçe açıklıyorlar ve zaman zamanda Kürtleri temsil ettiklerini söylüyorlardı. Ancak bunların hiçbiri Kürtlerin meşru temsilcileri değildi. Çünkü Kürtleri temsil edebilecek Kürt örgütleri ve önderleri daha önceden dışlanmış ve bunlar saltanat ve hilafet düşmanı olarak ilan edilmişlerdi. Yani BMM Kürtlerin meşru ve doğal temsilcilerine kapalı tutulmuştu. Meclise gerek Meclis-i Mebusan’ dan ve gerekse yeniden seçilerek BMM’ ye gelenler de Kürt halkının özgür iradesiyle ve onların temsilcisi sıfatıyla seçilmemişlerdi.

Kürt milletvekillerinden birkaç tanesi hariç genellikle büyük bir çoğunluğu buldukları her fırsatta Osmanlı Saltanatı ve Hilafet adına ve “Osmanlı yurtseverliği” söylemiyle Kürtlerle Türklerin birliğinden yana olduklarını açıklıyorlardı. Aslında bu söylem, Kürtlerin dine ve şeyhlerine bağlılıklarından yararlanarak panislamist politikalarını sürdüren ve kendisini Kürt yanlısı konumuna yükseltmiş olan II. Abdülhamit döneminden beri geçerliydi.

1. Meşrutiyet ortamında kendilerini ulusal kimlikleriyle ifade etmeye başlayan Kürtler, Meclis-i Mebusan’ da yer almalarına karşın bu “Osmanlı yurtseverliği” söylemini sürdürmeye devam etmişlerdi.

İttihat ve Terakki döneminde kazandıkları demokratik hakları Mütareke döneminde de korumaya çalışan Kürtler, Misak-ı Milli kararlarıyla çizilen ve ortak vatan olarak ifade edilen yeni sınırları da aynı refleksle savunmuşlardı. Kürtlerin bu tutumunun asıl nedeni, Musul ve Kerkük’ü de içine alan bu yeni sınırların Güney Kürdistan’ın önemli bir bölümünü içermiş olmasıydı.

1921 Anayasası ve Kürtler…

23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi’nin açılışından itibaren gerek içte ve gerekse dışta ikili bir otorite, başka bir deyişle Osmanlı ülkesinde “ikili iktidar” durumu vardı. İstanbul hükümetine karşı her geçen gün alternatif konumunu güçlendiren Ankara’daki Büyük Millet Meclisi Hükümeti bir adım daha atmış ve kendi iktidarının anayasal temelini oluşturmuştu. Bir devletin işleyişini belirleyen kurallar bütünü olarak yeni devletin ilk yazılı Anayasası, Büyük Millet Meclisi’nde 20 Ocak 1921 günü 85 numaralı “Teşkilat-ı Esasiye Kanunu” adıyla kabul edilmişti.

23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi’nin açılışından yaklaşık 10 ay sonra yapılan bu anayasa, 23 esas ve bir ek madde olmak üzere 24 maddelik bir kanundu. Bu Kanun, “Halkçılık Programı” adıyla hükümet tarafından Meclise verilmiş ve bir özel komisyonda görüşülürken, 8 Ocak 1921’de “idam cezalarının mecliste onaylanması” tartışmaları yapılırken Anayasa mahiyetindeki kanunun görüşülmesi kararı alınmış ve bu kararla komisyon çalışmaları alelacele bitirilerek meclise sunulmuştu. Kanun metni tartışılırken, yürürlükteki eski Anayasanın hükümlerine ve Meclis İç Tüzüğü’ne aykırı olduğu şeklinde itirazlar yapılmış ve komisyonun sözcülüğünü yapan Balıkesir Milletvekili Vehbi Bey’in gayretkeşliğinden dolayı Kanun-i Vehbi (Vehbi’nin Kanunu) diye isim takılmıştı.

Büyük Millet Meclisi iktidarının ilk anayasal temeli olan bu kanun geçici nitelikteydi. İki bölümden meydana gelen Kanunun ilk bölümü, yeni devletin anayasa hukukunun esaslarının açıklanmasına, ikinci bölümü de idarenin yeniden düzenlenmesine ilişkindi. Önsözü, hak ve özgürlükler ve değiştirilme yöntemini gösteren hükümleri yoktu. Sadece, “Esas Maddeler”, “İdare”, “İl”, “İlçe”, “Bucak” ve “Genel Müfettişlik” bölüm başlıklarından oluşuyordu. Bu anayasanın Türkçeleştirilmiş metni şöyleydi:

Esas Maddeler

Madde 1- Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir. İdare usulü halkın mukadderatı bizzat ve bilfiil yönetmesi esasına dayanır.

Madde 2- Yürütme gücü ve yasama yetkisi, milletin tek ve gerçek temsilcisi olan Büyük Millet Meclisinde toplanır.

Madde 3- Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisince yönetilir ve hükümeti “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti” adını alır.

Madde 4- Büyük Millet Meclisi, iller halkınca seçilmiş üyelerden meydana gelir.

Madde 5- Büyük Millet Meclisinin seçimi iki yılda bir yapılır. Seçilen üyelerin üyelik süresi iki yıl olup tekrar seçilebilmeleri mümkündür. Eski meclis, yeni meclis toplanıncaya kadar görevini sürdürür. Yeni seçimin yapılmasına imkan görülmediğinde toplantı dönemi yalnız bir yıl uzatılabilir. Büyük Millet Meclisi üyeleri seçen illerin ayrıca vekili olmayıp bütün milletin vekilidirler.

Madde 6- Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu Kasım başında çağrılmaksızın toplanır.

Madde 7- Şeriat hükümlerinin yerine getirilmesi, kanunların konulması, değiştirilmesi, kaldırılması, antlaşma ve barış yapılması ve vatan savunması(yani savaş) ilanı gibi temel haklar Büyük Millet Meclisinindir. Kanunların ve nizamların düzenlenmesinde kişiler arası ilişkilere ve günün ihtiyaçlarına en uygun fıkıh ve hukuk hükümleriyle kişiler arası uygarca tutum ve davranış esas tutulur. Bakanlar kurulunun görev ve yetkisi özel kanunla belirtilir.

Madde 8- Büyük Millet Meclisi, hükümetin bölündüğü daireleri özel kanun gereğince seçtiği vekiller aracılığı ile yönetir. Meclis, yürütme işleri için vekillere yön çizer ve gerektiğinde bunları değiştirir.

Madde 9- Büyük Millet Meclisi genel kurulunca seçilen başkan bir seçim döneminde Büyük Millet Meclisi Başkanıdır. Bu sıfatla Meclis adına imza atmaya ve Bakanlar Kurulu kararlarını onaylamaya yetkilidir. Yürütme Kurulu üyeleri, içlerinden birini kendilerine başkan seçerler. Ancak Büyük Millet Meclisi Başkanı Bakanlar Kurulu’nun da doğal başkanıdır.

“İdare

Madde 10- Türkiye, coğrafi durum ve ekonomik ilişki bakımından illere, iller ilçelere bölünmüş olup ilçeler de bucaklardan meydana gelir.

“İl

Madde 11- İl, bölgesel işlerde tüzel kişiliğe ve özerkliğe sahiptir. İç ve dış siyaset, şeriata, adalete, askerliğe ait işler, milletlerarası ekonomik ilişkiler ve hükümetin genel vergileri ile faydası birden çok ili kapsayan hususlar müstesna olmak üzere Büyük Millet Meclisince konulacak kanunlar gereğince vakıflar, okullar, eğitim, sağlık, tarım, bayındırlık ve sosyal yardım işlerinin düzenlenmesi ve yönetilmesi il meclislerinin yetkisi içindedir.

Madde 12- İl Meclisleri iller halkınca seçilmiş üyelerden meydana gelir. İl Meclislerinin toplantı dönemi iki yıldır. Toplantı süresi yılda iki aydır.

Madde 13- İl Meclisi, üyeleri arasında yürütme amiri olacak bir başkan ile türlü şubeleri yönetmekle görevli üyeden meydana gelmek üzere bir Yönetim kurulu seçer. Yürütme yetkisi devamlı olan bu kurula aittir.

Madde 14- İlde Büyük Millet Meclisinin vekili ve temsilcisi olmak üzere vali bulunur. Vali Büyük Millet Meclisi Hükümeti tarafından atanır, görevi devletin genel ve ortak görevlerinin yapımını gözlemektir. Vali yalnız devletin genel görevleri ile bölgesel görevler arasında çatışma olursa işe el koyar.

“İlçe

Madde 15- İlçe yalnız idare ve asayiş parçası olup tüzel kişiliğe sahip değildir. İdaresi Büyük Millet Meclisi Hükümeti tarafından atanan ve valinin emri altında bulunan bir kaymakama verilir.

Bucak

Madde 16- Bucak özel hayatında özerkliğe sahip bir tüzel kişidir.

Madde 17- Bucağın bir Meclisi bir Yönetim Kurulu, bir de Müdürü vardır.

Madde 18- Bucak Meclisi, bucak halkın-

ca doğrudan doğruya seçilmiş üyelerden meydana gelir.

Madde 19- Yönetim Kurulu ve Bucak

Müdürü, Bucak Meclisince seçilir.

Madde 20- Bucak Meclisi ve Yönetim Kurulu yargı, ekonomi ve maliye yetkilerine sahip olup bunların dereceleri özel kanunlarla belirtilir.

Madde 21- Bucak bir veya birkaç köyden meydana geldiği gibi bir kasaba da bir bucaktır.

“Genel Müfettişlik

Madde 22- İller ekonomik ve sosyal ilişkilerine göre birleştirilerek, Genel Müfettişlik bölgeleri meydana getirilir.

Madde 23- Genel Müfettişlik bölgelerinin genel olarak asayişinin sağlanması ve bütün dairelerin işlerinin denetlenmesi Genel Müfettişlik bölgesindeki illerin ortak işlerinde ahengin düzenlenmesi görevi Genel Müfettişlere aittir.

“Genel müfettişler devletin genel görevleriyle bölgesel idarelere ait görevleri ve kararları devamlı olarak denetlerler.

“Ayrı Madde- Bu kanun yayımı gününde yürürlüğe girer. Ancak toplantı halinde bulunan Büyük Millet Meclisi 5 Eylül 1920 günlü Nisabı Müzakere Kanunu’nun 1.maddesinde gösterildiği üzere amacını elde edinceye kadar aralıksız toplanacağından bu Anayasadaki 4. 5. ve 6.maddeler, amacın elde edilmesine bugünkü Büyük Millet Meclisi tüm üye sayısının üçte iki çoğunluğu ile karar verilmesi halinde ancak yeni seçimden itibaren yürürlüğe girecektir”.

Görüleceği gibi 1921 Anayasası, 1. maddesiyle adını açıkça belirtmese de yeni devletin biçimini Cumhuriyet olarak ilan ediyordu. 2. ve 3. maddeleriyle yasama ve yürütme (İstiklal Mahkemeleri ile Meclis yargı görevlerini de üstlenmişti) yetkilerini mecliste toplayan ve daha çok olağanüstü dönemlerde görülen kuvvetler birliği sistemini getiriyordu. 4, 5, 6 ve 7. maddeleriyle, meclisin yetkileri, milletvekillerinin görev ve sorumlulukları belirtilirken, “daha sonraki tüm anayasalarda da yer alan ve Türk siyasal kültürüne damgasını vurmuş olan Jakobenizmin ve emredici vekalet alerjisinin varlığı hissedilmekteydi”. 8. maddeyle kuvvetler birliğine dayanan meclis hükümetini yürütme işlerinde meclisin vekili sıfatıyla bir İcra Vekilleri Heyeti oluşturuyordu. İcra Vekilleri Heyeti, üyeleri tek tek meclis tarafından seçilen ve başkanını kendi arasından seçen bir meclis hükümeti konumundaydı. 9.maddeyle kuvvetler birliğinin güç odağı, hem yürütmenin ve hem de yasamanın başı olan Meclis Başkanına indirgenmişti. Böylece, hem devlet başkanı, hem meclis başkanı, hem yürütmenin başı olarak, adeta Mustafa Kemal’in şahsına göre yapılmış bir şeflik sistemi öngörülüyordu.

Öte yandan, bu anayasa 1876 Anayasası’nı yürürlükten kaldırmıyordu. Mustafa Kemal 31.1.1921’de İstanbul Hükümeti’ne bir mektup göndererek, 1876 Anayasası’nın 1921 Anayasası ile çelişmeyen hükümlerinin eskiden olduğu gibi yürürlükte olduğunu belirtiyordu.

Bu Anayasanın uygulama şekillerini gösteren gerekli kanunlar çıkarılmadığı için uygulanamayan 10-21 maddeleri Yerel Yönetim’le ilgiliydi. Anayasanın sonradan tartışılan en önemli maddeleri olan hiçbir zaman uygulanmayan, ancak o zamanlar Kürt sorununa çözüm olarak düşünüldüğü ve Kürt isyanları nedeniyle vazgeçildiği iddialarına konu olan Yerel Yönetim’le ilgili maddeleriydi.

Anayasa’da Yerel Yönetimler ve Özerklik Sorunu

Bu sorun, somut olarak El-Cezire Cephesi Komutanı Nihat Paşa’ya Bakanlar Kurulu tarafından gönderilmiş olan bir talimatla gündeme gelmişti. Daha sonra M. Kemal’in İzmit Basın Toplantısı’ndaki açıklamaları ve Mecliste Yerel Yönetim Yasası çıkarma girişimleri olarak kendini göstermişti. Ama bütün bu girişimler sadece vaatler şeklinde “sözde” kalmış ve pratikte hiçbir adım atılmamıştı.

BMM’ nin gizli oturumlarında M. Kemal tarafından kürsüden okunan 22 Temmuz 1922 tarihli karar, El-Cezire Cephe Komutanı Nihat Paşa’ya Bakanlar Kurulu tarafından gönderilmiş olan gizli bir talimattı. Meclis soruşturması nedeniyle M. Kemal’in açıklamak zorunda kaldığı bu gizli talimat şöyleydi:

“Kürdistan hakkında Büyük Millet Meclisi Vekiller Heyeti’nin El-Cezire Cephesi Kumandanlığı’ na Talimatı.”

1- Göreceli olarak bütün ülkede geniş çapta doğrudan doğruya halk tabakalarını ilgilendiren ve etkili biçimde yerel yönetimler kurulması iç siyasetimiz gereklerindendir. Kürtlerin oturdukları bölgelerde hem iç hem dış siyasetimiz bakımından göreceli olarak yerel bir yönetim biçimini gerekli görüyoruz.

2- Ulusların kendi kaderlerini kendilerinin belirlemeleri bütün dünyada kabul edilmiş bir ilkedir. Biz de bu ilkeyi kabul etmişizdir. Öngörüleceği üzere Kürtlerin bu zamana kadar yerel yönetim birimlerini tamamlamış ve başkanlarının ve tartışan yandaşlarının bu amaç adına tarafımızdan kazanılmış olması oylarını kullandıkları zaman kendi kaderlerine zaten sahip olduklarını TBMM yönetiminde yaşamayı istedikleri duyurulmalıdır. Kürdistan’daki bütün sorunun bu amaca dayalı siyasete yönelmesi El-Cezire Cephesi Kumandanlığı sorumluluğundadır.

3- Kürdistan’da Kürtlerin Fransızlar ve özellikle Irak sınırında İngilizlere karşı husumetini silahlı çatışma ile değiştirilmeyecek ölçülere vardırmak ve yabancılarla Kürtlerin uyuşmalarına engel olmak, göreceli olarak yavaş yavaş yerel yönetimler kurarak, bu nedenleri açıklamak ve bu yolla içtenlikle bize bağlılıklarını sağlamak Kürt liderlerine mülki ve askeri görevler vermek, bize bağlılıklarını güçlendirmek gibi genel ilkeler benimsenmiştir.

4- Kürdistan iç siyaseti El-Cezire Cephesi Kumandanlığı’ nca yönetilecektir. Cephe kumandanlığı, bu konularda BMM başkanlığa ile görüşür. İller arasında izlenecek siyaseti düzenleyecek olan Cephe Komutanlığı aynı zamanda bu illerdeki sivil memurların bu konularda başvuracakları yerdir.

5- El-Cezire Cephe Komutanlığı yönetsel, yargıya ilişkin ya da önemli değişiklik ve iyileştirmeleri gerek gördükçe bunların uygulanmasını hükümete önerir.

Mustafa Kemal, Büyük Millet Meclisi Reisi”

Birçok yazar tarafından değişik yorumlara yol açan “Kürdistan hakkında Büyük Millet meclisi Vekiller Heyeti’nin El-Cezire Cephesi Kumandanlığı’na Talimatı”, Nihat Paşa’nın bazı uygulamalarıyla birlikte ele alındığında daha bir anlam kazanmaktadır.

Kimi yazarlarca abartılan, kimi yazarlar tarafından önemsenmeyen, fakat döneme ilişkin önemli bir belge niteliğinde olan bu Talimat üzerine bazı vurgular yapmamız gerekmektedir.

Birincisi, bu talimattaki yerel yönetim anlayışı ve modeli, teorik olarak 1921 Anayasası’nın 10-21 maddeleriyle paralellik göstermiş olsa da pratikte hiçbir uygulaması olmadığı için kağıt üzerinde kalmıştı.

İkincisi, bu talimatta “ulusların kendi kaderlerini kendilerinin belirlemeleri” hakkından söz edilmesine karşın, bunu Kürtler için “yerel yönetim birimlerini tamamlamış ve başkanlarının ve tartışan yandaşlarının bu amaç adına tarafımızdan kazanılmış olması” koşuluna bağlaması bakımından, egemen ulus ve devlet şovenizmine dayalı tipik bir tutumdu.

Üçüncüsü de, bu talimatla verilen görev, “Kürtlerin Fransızlar ve özellikle Irak sınırında İngilizlere karşı husumetini silahlı çatışma ile değiştirilmeyecek ölçülere vardırmak ve yabancılarla Kürtlerin uyuşmalarına engel olmak” tı. Bu da, gizli talimatın en temel amacıydı.

Nihat Paşa, zaten asli görevini böyle kavradığı ve bu yönde çalışmalar yaptığı için talimatın 4. maddesinde ifade edilen “göreceli olarak yavaş yavaş yerel yönetimler kurarak, bu nedenleri açıklamak ve bu yolla içtenlikle bize bağlılıklarını sağlamak Kürt liderlerine mülki ve askeri görevler” vererek Türk ulusal hareketine “bağlılıklarını güçlendirmek gibi genel ilkeleri” uygulama gereği bile duymamıştı. Savunmasında da belirttiği gibi o, bu talimatın kendisine tanıdığı yetkileri esas olarak, “Anasırı muhtelife-i (çeşitli unsurların) devleti birleştiren ve hükümeti Osmaniye’nin umde-i teşekkülü olan İslamiyet siyasetini takip ederek (…) hükümeti milliyenin maksadı ulviyesini her vesaite müracaatla halka ve rüesaya teklin ederek (…) vekayi (olayları) parça parça eden millet ve tefrika cereyanlarını” durdurmuştu.

Bu uygulama sadece bir askeri komutana verilmiş gizli bir talimata dayalı yetkiydi. Nihat Paşa bu yetkisini ne bir Yerel Yönetim oluşturma anlayışıyla kullanmış ve ne de Kürtlerin özerklik taleplerini gerçekleştirmeleri için çaba sarf etmişti. Nihat Paşa’ya verilen bu tür yetkiler böylesine açık bir şekilde yazılmış olmasa da, o dönemde bu tür askeri ve politik yetkiler zaten bütün askeri komutanlar (özellikle Paşalar) tarafından kullanılabiliyordu.

Nihat Paşa hakkında açılan meclis soruşturmasının gerekçesi de açıkça halka ilan edilmemişti. Bu tür sorunlar/siyasi çözümlemeler olağanüstü yönetim tarzından kaynaklanan bir tutumla yapılıyordu. Bu tarz, Osmanlı Devleti’nden devralınan bürokratik ve askeri geleneklere uygun (ve hala günümüzde de devam eden) olağanüstü rejim standartlarına dayalı askeri-politik otoriter yönetim anlayışıydı. M. Kemal de, kendi komutanlık döneminden ve özellikle de 3. Ordu Müfettişliği döneminde bu tür yetkilerin nasıl verildiğini ve nasıl kullanıldığını herkesten daha iyi bilen kişiydi.

Sonuç Yerine

Uzun bir dönemi incelemeye çalıştığımızda; hem meclisin kuruluşu ve 1921 anayasasının içeriği ve uygulama sathı günümüze kadar kendini ören bir zihniyetin ve baskıcı bir yaklaşımın sonucu olmaktadır. Verilen mücadele ve yılların mayaladığı iki halk arasındaki ilişkiler bu dönemde ciddi anlamda bir kırılma yaşamış ve ezen ile ezilen düalizmine dayalı bir tablo açığa çıkmıştır. Döneminde ilerici ve muasır bir hamle olarak ele alınan meclis ve anayasa; karakteri gereği özünde hiçbir zaman halkları kapsamamış, ötekileştirmeyen bir realite açığa çıkarmamıştır.

Elbette dış güçlerin ve dünya konjonktürünün de bunda önemli bir etkisi olmuştur. Ama onun öncesinde Kürtleri kabullenmeyen ve haklarını tanımamada ısrar eden bir Kemalizm, ulus-devlete dayalı faşizanlık günümüze kadar süre gelmiştir. Halkların bu birlikteliği ve ortak yaşamlarının güçlendirilmesi ise belirli çerçeveleriyle izah etmeye çalıştığımız gibi dönemin kırılma noktalarını güçlü bir bilince dönüştürme ve önümüzdeki yaşam formüllerini dengeleyecek bir sağlamanın olmasını kaçınılmaz kılmaktadır.

 

 

 

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.