Düşünce ve Kuram Dergisi

‘Kan Var Bütün Kelimelerin Altında’

Nilüfer Şahin

Zigmund Bauman, Yahudi soykırımının iddia edildiği gibi modernizmin bir sapması olmadığını, kaçınılmaz ve doğal bir sonucu olduğunu savunur haklı olarak. Aynı biçimde, modernizmin ürünü olan ulus-devletlerin, asimilasyon başta olmak üzere başvurdukları tedip ve tenkil yöntemlerinin de ulus-devlet olgusunun doğal bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz.

Osmanlı imparatorluğunun parçalanması sonrası gelişmeler ve Türk-Ulus devletinin kuruluş süreci, dünyadaki pek çok örneği gibi ulus-devlet inşasının ancak asimilasyon, tehcir ve soykırımlar pahasına gelişebildiğini gösterir. Homojen bir ulus yaratma pahasına, halkların fiziksel ve kültürel olarak yok edilmesinin, uygulayıcılarının aşırılıklarına bağlanması, gerçeği açıklamaktan uzaktır. Ayrıca esasta da egemenlerin suçlarını gizleme, kendilerini aklamak çabalarından öte bir anlam taşımaz.

Bu açıdan bakılırsa Dersim tertelesi ve Dersim’in insansızlaştırılmasının Türk ulus-devletinin kurulması sürecinin büyük tablosu içinde ele alınmadan anlaşılması olası değildir.1937-38’de yaşananlar, 1925 Şeyh Said isyanı ile başlayan Ağrı-Zilan, Koçgiri ve orada ulus-devlete karşı bir dizi daha direnişin bir parçasıdır. Özellikle direniş özneleri arasında organik bağın olup olmamasından bağımsız, aralarında tarihsel, toplumsal ve siyasal süreklilik vardır ve Dersim bu anlamda Kürt direnişinin halkalarından biridir. Katliam ve sürgünler de ulus-devletin homojen bir ulus yaratma politikasının ifadesidir.

Bu tablo içinde Dersim, Kızılbaş-Kürt kimliği nedeni ile özgün bir yer de tutar. Çok kimlikli yapısı (ki yoğun bir Ermeni nüfusu da vardır),bir anlamda farklı kimliklerin kesişen kümesi durumunda olması, tüm tarihi boyunca Dersim’i egemenlerin hedefindeki bölgelerden biri haline getirir. Cumhuriyetin Türkleştirme politikalarından çok önce, Yavuz’la başlayan mezhepsel kırımın hedefidir ve bu yanı ile 1938’e kadar Dersim’e yönelik tedip ve tenkil harekatları neredeyse aralıksız sürmüştür.

Osmanlı Döneminde Dersim

1514 Çaldıran seferi ile Safevi hareketini gerileten Osmanlı yönetimi, savaş öncesinde on binlerce Kızılbaş Alevi katleder. İran’dan gelen Şia tehdidine karşı içte Alevi-Kızılbaş topluluklara karşı sistemli bir baskı ve yok etme politikası izler. Dersim bu açıdan merkezi önemdedir. Dersim’in sert coğrafi yapısı, merkezi yönetime karşı otonom bir yaşam sürdürmelerinde önemli avantajlar sağlamaktadır. Bu durum Dersim’in uzun yıllar boyunca Osmanlı yönetimi için çözümsüz bir sorun haline getirecektir.

Osmanlı mühimme defterine ,’katli vacip, rafizî, din dışı’ gibi nitelemelerle geçen Kızılbaş Kürtleri 17.ve 18 .yy.’lar boyunca da yönetimin hedefindedir. Dersim’deki silahlı aşiretlerin bölge dışına sürülmesi, yol yapımı, vali atamaları, toplu sürgünler, bazı aşiret liderlerinin öldürülmesi dönemin başlıca çözüm yöntemleridir.1896’dan 1906’ya dek Dersimle ilgili hazırlanan raporda, okul yapılması, Nakşibendi tekkelerinin açılması, yolların yapılması, aşiretlerin elindeki silahların toplanması bölgedeki askeri kuvvetin arttırılması Seyyid, Dede ve diğer dini liderlerin uzak yerlere sürülmesi gibi uygulamalar, Dersim’in denetim altına alınmasının yolları olarak açıkça yansır. Raporların tümünde öne çıkan Dersim’in sünnileştirilerek ıslah edilmesi amacı gütmesidir. Dersim’in merkezi yönetime bağlanması, dinsel aidiyet bakımından da kendini ayrı tutan Kızılbaşların bulunduğu doğu sınırlarını güvenceye almak açısından önemlidir. Nihayetinde 1875’te Osmanlı redif taburları için Dersim’den asker istemiş; fakat olumlu yanıt alamamıştır. Yine 1877-1878 Rus savaşında Dersim’den 10 bin milis istenir ve yine reddedilir. Bununla birlikte Dersim aşiretleri Rus saldırılarına karşı kendi sınırlarını savunmak için gerektiğinde savaşacaklardır.

Konumunu savunan ve merkezi yönetime ayak direyen Dersim’e 1877’de ilk kara harekatlardan biri (Koçuşaklılara karşı) düzenlenir. 1892’de yine Koçuşağı ve Şamuşaklılara karşı bir askeri harekat düzenlenir.1907, 1908, 1909 ve 1916’da yapılan askeri harekatlar da nihai sonuçlar vermez. Dersim tüm saldırılara direnir. Hamidiye alaylarının Dersim üzerine gönderilmesi de sonuçsuz kalır.

Osmanlı dönemi Dersim politikaları ve uygulamalar, 1938’dekilerle tam benzeşmez. Zira bu dönemde esas olarak Kızılbaşların gücünün kırılması, dağıtılmalarını ve etkisizleştirilmeleri hedeflenir. Cumhuriyet döneminde ise Dersim politikası başka bir evreye taşınacaktır.

Türk Ulus-Devleti İnşası ve Kürtler

Homojen bir Türk ulusu oluşturma isteği İttihat ve Terakki ile başlar ve Cumhuriyetle yeni bir boyut kazanır.1915 Ermeni soykırımı Türk ulus-devleti yaratmanın en trajik dönemeçlerinden biridir. Cumhuriyet, Osmanlı’nın son süreçlerinden başlayan Türkleştirme politikasını rasyonalize ederek sürdürür. İmparatorluğun dağılması, işgal güçlerinin azınlıklıkları kullanarak toprak talebi ve siyasi çıkarlar gütmesi, Kemalistlerin “gayri-müslim” halklar karşısında Türk ve Kürt halklarını ortak çıkarlar etrafında birleştirmesini kolaylaştıran bir faktör olur. Buradan hareketle Rum, Ermeni ve Yahudi halklar önceden büyük oranda bertaraf edilir.1923 yılına kadar Cumhuriyet Kürtlerin ve Türklerin ortak cumhuriyetidir. Ayşe Hür bu süreci şöyle aktarır: “O yıllarda M. Kemal imparatorluktan kalan parçayı Rumlara, Ermenilere, Yunanlara ve itilaf devletlerine kaptırmamak için, mümkün olan her türlü ittifakı kurduğu görülüyor. Bu ittifakın en önemlisi kuşkusuz Kürtlerle kurulmuş olandır. Bu nedenle 1923 yılına kadar Türklük vurgusu yoktur. M. Kemal dahil tüm yetkililer ‘Türkiye halkı, Türkiye devleti’ ifadelerini kullanırlar. İmparatorluğun yıkılışından Cumhuriyetin temel güvenlik sorunlarının çözüldüğü döneme kadar- Türk-Kürt ittifakı barizdir.1923’e kadar süren ittifakın kronolojisi, sonraki yılları anlamak açısından önemlidir.1919 Erzurum kongresi Kürtlerin desteği ile yapılır, bu kongrede UKY(ulusların kaderini tayin hakkı)benimsenir.1920 Ağustos’unda Sevr’de Kürtleri temsilen Şerif Paşa, ayrı bir delege olarak katılır.1919 (20-23 Ekim ‘Amasya tamimi’ nde sınırların Türk ve Kürtlerin oturduğu arazi ile tanımlanması, Kürtlerin gelişme serbestliği, yerel yönetim hakkı ve UKH’nin tanınması kabul edilir.1922 (10 Şubat)sınırlı özgürlükler tanınsa da, Kürt ulusu için adaletleri ile uyumlu özerk bir yönetim kurmayı meclis üstlenir. Bu haklar yerel bir Kürt meclisinin kurulmasını da içerir.1923 Ocak ayında İzmit konuşması (M. Kemal ):Kürtlerin özerkliğinin gerekliliği ve buna uygun bir program yapma düşüncesini açıkladığı konuşma.

1923 İzmit konuşmasından birkaç hafta sonra İzmit iktisat kongresinde köklü bir politika değişikliğine gidildiği yansır. Kongrede Mustafa Kemal’in Kürtlerle ilgili yaptığı tüm bölümlerin yayınlanırken çıkarılması bunun işaretidir. Daha sonra da M. Kemal’in o güne dek Kürtler ve özerklik içeren Kürtleri ortak vatanın temel bileşeni sayan tüm ifadeleri sansürlenecektir.

Bu tarihten itibaren politika değişikliği tanımlara da yansır. Artık Türkiyelilikten değil Türklükten söz edilecektir. Bu aşamaya varılması başta da belirttiğimiz gibi bir ‘tercih’ ten ziyade ‘ulus-devlet’ mantığının sonucudur. Konjonktür artık homojen bir Türk ulus-devleti için uygundur ve kesin bir dönüşle Kürtlerin ulusal, kültürel ve siyasal olarak Türk kimliği içinde eritilmesi gerekmektedir.1924 Anayasası ile politika Devletin kurucu politikası haline gelir. Anayasa’nın vatandaşlık tanımı politikanın özetidir. Kürtler için inkâr imha ve asimilasyon süreci başlayacaktır artık ki 1923 yazından itibaren fiilen adımlar atılmıştır. Bu yaz sürecinde Kürdistan’da devlet görevlisi olan Kürtler görevden alınmış, yerine Türkler atanmıştır. Kürdistan’da yer cadde isimleri değiştirilmiş, Ordu’da Kürtlere karşı ayrımcılık hissedilir düzeye varmıştır. 1924’te eğitim ve hukuktan Kürtçe tümden çıkarılmış ve tüm bu fiili uygulamalar 1924 anayasası ile de anayasal düzeye çıkarılmıştır. Bu dönemden sonra Kürt kimliğinin reddi, Kürtlerin aslında Türk olduğu ile ilgili teoriler ileri sürülür. Ziya Gökalp’ten devşirilen ulus tanımı ile ulus devlete yeni ideolojik arka plan oluşturulur. Bundan sonra başlayacak Kürt isyanları Kürtlerin Cumhuriyetin verdiği sözleri tutmaması ile birlikte inkar ve asimilasyon politikalarına katliamlara verdiği doğal tepkiler olacaktır. Artık ulus devlet statükosu pekiştikçe sorun da derinleşecektir. Dersim tertelesine gelene kadar onlarca isyan, katliam ve yerinden etme olayı vardır. Bunlardan Şeyh Said, Ağrı, Zilan devletin Kürt politikasının en dehşetli dönemeçlerini yansıtır. Şeyh Said isyanı sonrası kurulan İstiklal Mahkemeleri, Takrir-i Sükun ve Şark Islahat Planı yeni isyanları mayalayan adımlardır. Şeyh Said isyanında 206 köy yerle bir edilmiş, 8 bin 785 ev yıkılmış, 15 bin 200 kişi öldürülmüştür. 1927’de bölgeden sürülenlerin sayısı 200 bin olarak tahmin edilmektedir. Ağrı isyanından sonra 150 Kürt idam edilmiş, kadın, çocuk, genç, yaşlı 3 bin kişi öldürülmüştür. Zilan katliamında öldürülenlerin sayısı 15 bini buluyordu. Birçok kaynakta bahsedildiği üzere Zilan deresi “ağzına kadar” ceset dolmuştur. Sürgün politikaları ise her isyanın bastırılmasının ardından gelen rutin bir harekettir, nihayetinde Ağrı İsyanı sonrasında da uygulanır.

Şark Islahat Planı

Şark ıslahat Planı, Kürdistan’ın Türkleştirilmesi amacı ile 24 Eylül 1925’te bakanlar kurulu kararı ile hazırlanır. İsyanları bastırma, Kürt nüfusunu Türkleştirme, sürgünler ‘Islahat’ adı altında meşrulaştırılacaktır artık. Ağır yasaklar ve sert önlemler içeren Islahat Planı 27 maddeden oluşur. Plana göre öncelikle Türkiye 5 umum müfettişlik bölgesine ayrılacaktır. Buna göre; mahkemelerde asker veya sivil, yerli halk çalışmayacak. Faalî memuriyetlerde dahi Kürtler tayin edilmeyecek. Doğuda Ermenilere ait yerlere yerleştirilen Kürtler, batıda belirlenen mahallelere sürülecektir.

İsyanlar rolü olan yerlerdeki halk isyanlardan doğan zararları karşılayacaktır. İsyanı teşvik edenler akrabalarıyla birlikte Batı’ya nakledilecektir. Aslında Türk olan ve Kürtlüğe benzemekte olan yer de Siirt, Mardin, Savur gibi halkı Arapça konuşan mahallelerde Türk ocakları ve mektepleri ve özellikle kız mektepleri açılacaktır.

‘özellikle Dersim, tercihen leyli iptidailer (gece liseleri) açılmak suretiyle Kürtlüğe karışmaktan bir an evvel kurtarılmalıdır’.

Dersim’den çıkmak isteyen kesimler Sivas’ın batısındaki yerlere nakledilecektir. Plana göre, ulaşımın kolay yapılması için şark trenlerinin yolu kısaltılacak biçimde yol yapılacaktır. 17. maddeye göre; ’Fırat’ın batısındaki illerin batı bölümüne Kürtler dağınık şekilde yerleştirilecek, Kürtçe konuşmaları yasaklanacak, kız okullarına önem verilecek ve özellikle kadınların Kürtçe konuşması yasaklanacaktır.

41. maddeye göre ise; Malatya, Eleziz, Diyarbekir, Van, Bitlis, Muş, Urfa, Ergani, Hozat, Erciş, Besni, Ahlat, Palu, Ovacık, Çarsancak, Akçada, Hısnımansur, Çemişgezek, Hekimhan, Birecik, Çermik il, kaza merkezlerinde, çarşı-pazarda, hükümet ve belediye dairelerinde ve diğer kuruluşlarda Türkçe’den başka dil kullananlar “hükümet ve belediye emirlerine karşı gelmekle” suçlanacak ve cezalandırılacaktır. Islahat planı daha sonra Dersim politikalarının kanuni dayanaklarından biri olacak ve geliştirilerek uygulanacaktır.

İskân Kanunları ve Dersim

İskân politikaları 19. yy’de Osmanlı döneminden başlar. Cumhuriyet sonrası ulus-devletin sistemli politikalarından biri olur. Nihayetinde Şeyh Said ayaklanmasının bastırılmasının ardından çıkarılan kanun sonradan çıkarılacak kanunlarla genişletilecektir. 19 Haziran 1927 yılında çıkarılan 1907 sayılı 15 maddelik İskân Kanunu ‘Bazı kişilerin Doğu bölgelerinden Batı bölgelerine taşınmalarına ilişkin ‘dir. Kastedilenler elbette Kürtlerdir. Bu kanun öncesi henüz 1925 Nisan’ında bakanlar kurulu kararı ile yüzlerce kişi sürgün edilmiş yerlerine Türk muhacirler yerleştirilmiştir.1927 mecburi iskân yasası da sürgünleri süreklileştirme amacı ile yürürlüğe konulur. Amaç sindirme ve asimilasyondur. Yasa maddelerinde bu açıkça ifade edilir. Bunlardan bazıları şöyledir;

1-1400 kişinin Garp Vilayetine nakli

2-bunların Akdeniz, Ege, Marmara ve Trakya bölgesine yerleştirilmesi.

3-Anadili Türkçe olmayanların toplu olarak köy ve mahalleler, işçi ve sanatçı kümesi kurması köyü veya mahalleyi ya da iş veya sanatı kendi soydaşlarına inhisar etmesi yasaklanır.

4-Türk ırkından olmayanların serpiştirme suretiyle köylere ayrı mahallelere topluluk olmayacak biçimde kasaba ve şehirlere dağıtılması.

5-Nakledilenlerin taşınır/eşyalarına alabilecekleri, cezaevinde olanların cezaları bitince aileleri ile aynı yere aynı koşullarda nakledileceği (sürgün).

6-Sürgün edilenlerin geri dönmesi durumunda cezalandırılacağı.

1934 yılına kadar iskân ile ilgili 43 yasal düzenleme yapılacaktır. Bu, nüfus değişikliği yolu ile Türkleştirmenin boyutunu göstermesi açısından çarpıcıdır. Bununla birlikte çıkarılan onca yasal düzenleme yeterli görülmez ve 1934 yılında 2510 sayılı yeni bir iskân kanunu çıkarılır, 1934 iskân yasasının Dersim düşünülerek hazırlandığı söylenebilir.

“1927’deki nüfus sayımından ülkenin neresinde ne tür bir nüfusa ihtiyaç olduğu” tespit edilmiş, buna göre bakanlar kurulu kararı ile yapılan düzenlemede ülke dört iskân bölgesine ayrılmıştır. Bu düzenlemede 1 numaralı bölgeye Türk nüfusunun yoğunlaştırılması, 2 numaralı bölgelere Türk kültürüne geçmesi istenen nüfusun iskân edilmesi, 3 numaralı bölgeye dışardan gelen mali gücü yüksek Türk nüfusunun yerleştirilmesi, 4 no’lu bölge ise yerleşimin yasak olduğu bölge olarak kararlaştırılmıştır.

4 numaralı bölge, siyasi askeri ve güvenlik nedeniyle iskânı yasak yerler olarak tanımlanır yasada ve Dersim 4 numaralı bölge kapsamındadır!

Yasaya göre, 4 no’lu bölge (Dersim) halkı 1 ve 2 numaralı (yani Türk kültürüne geçmesi istenen, Türk yoğunluklu) bölgelere nakledilecek ve “zorunlu ikamet süresi dolsa dahi yeniden dönemeyecektir“ (Dersim’e) Yasanın 13/3 maddesi 1927’deki iskan kanununun genişletilmiş halidir; “Türk ırkından olmayanların serpiştirme suretiyle köylere ve ayrı mahallelere ve küme teşkil etmeyecek şekilde kasaba ve şehirlere iskânları mecburidir”. Kısa bir dökümünü verdiğimiz yasal düzenlemeler Dersim katliamı ve sürgünlerinin ön hazırlıklarıdır. İskân kanunlarına ek olarak 1935’te ’Tunceli Kanunu’ diğer adı ile ‘Tunceli Vilayetinin İdaresi Hakkında Kanun’ çıkarılır ve 1936 tarihli resmi gazetede yayınlanır ve yürürlüğe girer. Ancak Tunceli kanununun amacı en iyi Umum Müfettişliği Kurumu raporları ve Dersimle ilgili hazırlanan diğer raporlarla birlikte anlaşılabilir.

Umum Müfettişlikleri-Raporlar

19.yy’de ikinci Aldülhamit’le ‘Anadolu umum müfettişliği‘ adı ile ilk müfettişlik kurulur. 1927’de meclis kararı ile cumhuriyet döneminde müfettişlik daha sistemli bir kurumlaşmaya dönüşür. Kurulan müfettişliklerden 4. Umum Müfettişliği, Dersim, Bingöl, Munzur ve Eleziz’i kapsayacak yetki ile donatılır. 1935’te kurulan kurumun (4. Umum Müfettişliği) başına General Abdullah Alpdoğan getirilir.

Umum Müfettişlikleri Kürdistan’ın genelinde asimilasyon, tedip ve tenkil politikalarının uygulanmasında belirleyici rol oynarlar. General Alpdoğan örneğindeki gibi katliamların yürütücüsü olurlar. Umum Müfettişlik rapor ve toplantı tutanakları, yapılanların-yapılacak olanların ayrıntılı planlarını içeren belgelerdir aynı zamanda.

General Alpdoğan 4. Umum Müfettişi olarak hazırlandığı 1936 (Aralık) tarihli raporunda Dersim ile ilgili şunları belirtir; “İşe başladığım zaman 4. Müfettişlik mıntıkasında can ve mal güvenliği yoktu… Yabancı memleketten ve yakın vilayetlerden bizim mıntıkaya gelmiş bazı insanlar halkı devlet aleyhine ayaklanmağa ve silah kullanmaya teşvik ederlerdi”.

Teşkilatımız tahakkuk edince beşinci maddede yazılan suçları yapanlar ve yaptıranlar endişeye düşmüşlerdi. Aralarında mektupla konuşmalar yapmış ve kararlar almışlardır. Bunlar şunlardır hükümet ciddi tedbir alıyor bunun neticesi olarak

a)bizleri Ermeniler gibi kırıp imha edecek

b)Öldürücü havalı yerlere göndermek sureti ile öldürecek Hitlerin gaz odalarından halkın haberdar olduğunu düşündüren cümleler aktarmış (Alpdoğan)

c)Islah yapıp adam edecek a ve b maddeleri tatbik olursa silahla ölünceye kadar karşı koymak kararı halk tarafından olduğu işitilmiş ve öğrenilmişti.

Halkın kafalarında esen rüzgar bu idi

Alpdoğan devamında halkla yaptığı temaslarda hükümetin maksadını nasıl açıkladığını anlatır. Hükümetin amacı a)Mıntıka halkını ıslah etmek mıntıkayı diğer vilayetler gibi imar etmek olduğunu kanuna itaat lüzumu suç işleyenlerin cezalandırılacağı suçsuzların hükümetten hakiki evlat muamelesi göreceği, anlatılmıştır. Bu raporda vali ve kumandana yüksek salahiyet veren Tunceli kanunu da anlatılmıştır. Bu beyanda kendilerinin Türk tohumundan ve aslından geldikleri… Türk devletinin sadık evladı kalmalı isteyenlerin devlet Türkçesi konuşmaları iktiza ettiği bütçenin müsaadesi nispetinde okul açılacağı söylenmiştir.

Alpdoğan Dersim halkının hükümetin uygulamalarından duyduğu kaygıları doğrularcasına aktardığı “hükümetin amaçları “ dışında raporunda bundan sonra “yapılacaklara” değinir.

Yaşadığımız günler zarfında yapılmış askeri hareketlerin maliyeti hesaplandıktan sonra bu maliyette yapılabilecek yol, karakol, hükümet konağı, köprü, okul ve telgraf hatlarını sayar. Bu hesap askeri hareketle asimilasyon aracı ve yöntemlerinin mali karşılaştırılması olarak da okunabilir.

Tümü sonuçta aynı hedefe yöneliktir. Dersim ‘in Türkleştirilmesi Türk kültürünün yerleştirilmesi hayati önemdeydi. Bunun için merkezlere Türk nüfusu yerleştirmek, iskân yasalarına dayanılarak önerilir. Ayrıca itaatsizlik gösterenlerin ‘4. mıntıka dışına sürgünü planlanır’. Raporda Alpdoğan Türkleştirme hedefi doğrultusunda… Türk soyu adlarının soyadı kanunu gereği olarak verilenlerin bu adlarla çağrılması… Seyyar sinemalar göstermek ve halk evlerinde devamlı çalışmak sureti ile Türk kültürünü aşılamak… Yaşamayan çocuklara verilmekte olan menedilerek Türk adı koydurulması gibi ölülerin isimlerinin dahi Türkçeleştirmeye ‘önlemler’ alınması buyurur.

Rapordaki “Şu hale nazaran en çok suç ve suçlu Tunceli’dedir. Bu sebeple Tunceli’de adliyeye çok iş ve sermaye çıkmaktadır.” ifadeleri ise sömürge valisinin yaklaşımını özetler niteliktedir.

Alpdoğan’ ın raporlarının dışında, çeşitli devlet yetkililerinin, bakan ve generalllerin hazırladıkları Dersim raporları mevcuttur. 1926 yılında 1937’ye kadar hazırlanan raporlarda Dersim için ön görülen en hafif politika asimilasyondur. İçişleri bakanı Şükrü Kaya raporunda 3570 kişinin Batı’ya sürgün edilmesini, Fevzi Çakmak 1930 tarihli raporunda Dersim’in koloni olarak görülmesini ve buna uygun tedbirler alınmasını, İnönü: Dersim dahil tüm Kürdistan’da devletin askeri temele dayanması gerektiğini Celal Bayar Dersim katliamından iki ay önce hazırladığı raporunda Dersimlilerin sürgününü ve zorunlu iskanını önerir. 1937-38 yıllarında bütün raporların gereği yerine getirilecektir.

Tunceli Kanunu 4. Umum Müfettişliği kurulduktan birkaç hafta sonra 2 Ocak 1936’da yürürlüğe girer. Yasa Dersim bölgesindeki yetkilere olağanüstü yetkiler vermektedir. Dersim katliamı ve sürgünlerin ön hazırlıklarından biridir. Başta “Munzur vilayeti hakkında kanun” adı ile hazırlanan yasa, komisyonda görüşülürken “Tunceli Vilayeti İdaresi hakkında kanun” olarak değişir ve Dersim’in adı resmen Tunceli olarak değişmiş olur. Yasanın resmen amacı; “halkı ağaların elinden kurtarma, halka yakın olup koruma altına alma” olarak açıklanır. Fakat İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, yasanın amacını daha gerçeğe yakın biçimde açıklar ve savunur. Ona göre; Osmanlı döneminde bölge ağalara beylere bırakılmış, Tanzimat döneminde il yapılmasına karşın başına buyruk kalmış, 1876’dan beri 11 askeri harekat düzenlenmesine rağmen çözüm olmamıştır. Bu nedenle Dersim Cumhuriyet ilkelerine bağlanmalıdır, yasa bunu amaçlamaktadır.

38 maddeden oluşan Tunceli yasasının bazı maddeleri şöyledir:

1-Yeni oluşturulacak İl’e komutan-valinin askeri ve idari yetkisi olacak, komutan-vali aynı zamanda 4. Umum Müfettişliği görevini de yapacaktır. (Belirttiğimiz gibi bu kişi General Abdullah Alpdoğan’dır).

2-Komutan vali 4. Bölgeye bağlı ilçe merkez sınırlarını değiştirme yetkisine sahip olacaktır.

3-Yerel yöneticileri değiştirebilecek 31. madde; vali-komutana il içinde iskân değişikliği yapma yetkisi verir. 32. maddeye göre askeri vali, verilecek cezaları onama ve erteleme yetkisine sahip olacaktır. Buna idam cezası da dahildir. (Bu yetki, katliam ve idamların önceden planlandığını açıkça gösterir) yasaya göre adli konularda kamuoyu davası açılabilmesi için izin yetkisi komutan valiye aittir. Soruşturma yargılama usullerine yapılan tüm vurgular katliamın ön hazırlıkları niteliğindedir.

Bir soruşturma hakim reddi, itiraz hakkı kesin olmayacak, iddianame sanığa tebliğ edilmeyecektir. Duruşmalar iddianamenin hazırlanmasından sonra en geç beş gün içinde yapılıp bitirilecek, yoksa duruşma tek celsede bitirilecek, hüküm duruşmadan sonra en geç üç günden sonra açıklanacak ve sanığın temyiz hakkı olmayacaktır. Yasanın bu bölümü, Seyit Rıza ve diğer isyan liderlerinin yargılanma hızı ve asılması ile birlikte düşünülürse, daha anlaşılır olacaktır. Liderlerin katledilmesi de adeta bu yasa ile önceden planlanmıştır.

Yasanın toplamından bakılırsa; Tunceli Kanunu’nun, Dersim’de bir “savaş hükümeti” kurulması anlamına geldiğini belirtmek yerinde olur. Nitekim 1937-38’e kadar Dersim halkına karşı acımasız, kuralsız bir savaş yürütülecek ve Dersim insansızlaştırılacaktır.

1937-38 Katliam ve Sürgün

Dersim’in zaptedilmesi için gerekli yasal ve idari hazırlıklar 1930 ortalarına kadar büyük oranda hazırlanmıştır.1930’dan itibaren sürgünler başlamıştır. Halk, liderler Türkleştirmeye karşı direnç gösteriyor, öfke birikiyor.1930’da Pülümür köyleri bombalanmış, köylere top ve makinalı tüfeklerle ateş açılmış,200 kişi öldürülmüştür. 1937’ye gelindiğinde daha kapsamlı bir askeri harekatın hazırlıkları tamamlanmak üzeredir. 1937 ilkbaharına kadar Alpdoğan’ın emri ile 25 bin kişilik askeri birlik Dersim civarına konumlandırılmıştır. Bazı kaynaklar askeri işgale karşı 1500 direnişçinin hazırlandığını bildirir.

Mart ayında bir karakol inşaatı direnişçiler tarafından basılır. Ordu Seyit Rıza’nın köyü ve çevresini bombalar. Hüseyin Aygün’e göre ilk direniş eylemi Demenan ve Haydaran aşiretlerinin Hancık Suyu üzerindeki köprüyü yakmasıdır ve ardından askerle girilen çatışmadır.

8 Mayıs 1937’de Genelkurmay, 4. Umum Müfettişliğine ‘Genel Tenkil Harekatının’ başlatılması emrini verir.

Saldırı öncesi halk sığınaklara çekilir. Mayıs ayında ordu daha önce boşaltılan bazı köyleri yakar.

Saldırılar başladığı sıralarda bazı aşiretler elçilerle Alpdoğan’a mektup yollayıp özerk bir yönetim istediklerini belirtir. Alpdoğan’ın cevabı elçileri idam ettirmek olur. Direnişçiler buna on subayı pusuya düşürüp öldürerek karşılık verir.

Haziran’da direnişçiler ve ordu birlikleri arasında çarpışmalar sürer. Aliboğazı’na sığınan halk uçak filolarınca bombalanır. Dersim’in iç tarafında köyler işgal edilir, ateşe verilir, sivil silahsız halk katledilir. Ormanlar yakılır, hayvanlar öldürülür, gasp edilir. Kalan sivil halk kurşuna dizilmek veya sürgün edilmek üzere derdest edilir.

Temmuz’da Seyit Rıza’nın İngiltere Dışişleri Bakanı’na yazdığı mektup Dersim’in neden direndiğini özetler. “hükümetin halkı asimile ettiği baskı uyguladığını Kürtçeyi yasaklayıp konuşanlara dava açtığını, halkı Kürdistan’ın bereketli topraklarından Anadolu’nun çorak bölgelerine göçe zorladığını hapishanelerin savaşa katılmayanlarla dolu olduğunu, aydınların kurşuna dizildiğini, asıldığını ya da sürgün edildiğini anlatır ve sözlerini üç milyon Kürt kendi ülkelerinde barış ve özgürlük içinde yaşamak istiyor” diyerek tamamlar. Bu bir yardım çağrısıdır fakat yanıtsız kalır.

Ağustos ayına kadar, Alişer ve Zarife’nin işbirlikçi bir (Rayber) hain tarafından öldürülmesi, Seyit Rıza’nın ailesinden bazılarının öldürülmesi dahil, pek çok direniş lideri hayatta kalmaz.

1937 Eylülünde Seyit Rıza yakalanır. Mustafa Kemal, İnönü, Şükrü Kaya, Rauf Orbay bu başarısı için Alpdoğan’a kutlama mesajı gönderir. Direnişin sonunun geldiği düşünülmektedir. Ekim 1937’de Seyit Rıza Elazığ’a götürülür orada 58 Dersimli tutuklu ile beraber yargılanır. Tunceli mahkemesi hızlı bir yargılama ile Seyit Rıza dahil yedi isyan liderini idama mahkum eder.

15 Kasım’da Seyit Rıza oğlu Reşit Hüseyin ve beş aşiret lideri Elazığ Buğday Meydanında asılır…

İsmet İnönü idamların ardından “Dersim meselesini bitirdik, Dersim müşkilesinden kurtulduk” diyerek demeç verir. Fakat henüz direniş tümden kırılamamıştır. Ele geçirilen bölgelerde kalan halkın sürgün edilmesi sürerken, parçalı olsa da direniş yer yer sürmektedir. 1938 Haziran’ında Celal Bayar “Dersim halkının tamamen kaldırılacağı ve meselenin kökten çözüleceğin” meclis konuşmasında bildirir.

1938 Temmuz başında direnişin sürdüğü yerlere yeniden hava saldırıları düzenlenir. Temmuz sonuna kadar onlarca köy kuşatılır, mağaralara sığınan kadın, çocuk ne kadar sivil varsa öldürülür. Yine mağaralarda kuşatılan onlarca direnişçi öldürülür, köyler yakılır.

Mağaralarda kuşatılanlar boğucu öldürücü gazlarla; çıkanlar kurşunlanarak katledilir. Katliam hunharcadır. Hiçbir insani zaaf gösterilmeden, tıpkı Zilan’da,1915 Ermeni soykırımında uygulandığı gibi yürütülür.

1938 Ağustosuna gelindiğinde 50 binin üzerinde sayıya ulaşan üç kolordu Dersim çevresini kuşatmıştır.

10-31 Ağustos tarihleri arasında üçüncü harekat başlatılır. Yabancı gözlemcilerin katılımına yer verilmeyen bir “tatbikat” olarak yansıtılır 3. Harekat. Bu, toplu katliam ve kalanların sürgün edilmesi için son aşamadır.

Dışarıdan bakanlarda şüphe uyandıran harekat için söylentiler dolaşır. Askeri yetkililerin bulunduğu bölgelerin temizlenmesinde büyük savaş sırasında Ermenilere karşı kullandıkları yöntemlere benzer yöntemleri kullandıkları çeşitli kaynaklardan anlaşılmaktadır. Kadın ve çocukların içinde olduğu binlerce Kürt katledilmiş, çoğu çocuk olan diğerleri Fırat’a atılmıştır. Düşmanlığın daha az olduğu bölgelerde binlerce insan, koyun sürülerinden ve diğer mal varlıklarından uzaklaştırılarak orta Anadolu vilayetlerine göç etmeye zorlanmıştır.

Bu bilgiler yabancı elçiliklerde “söylenti” denilerek gizlenir. Ağustos sonunda, Dersim’den geriye on binlerce ölü ve sürgün edilmek üzere toplanmış binlerce sürgün kalmıştır. Harekat tamamlanmıştır…

Sürgün

‘’Bizi kamyona doldurdular

Tüfekli iki erin nezaretinde

Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular

Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar

Tarih öncesi köpekler havlıyordu’’

Bombalanan, yakılan köylerden, katliamdan geriye kalanların trenlere yüklenip batıya gönderilmesi anları, savaş sırasında uygulamaları gözden uzak tutulmasını engelleyen en önemli belgelerdir. Hiçbir anlatım, hiçbir resmi belge, sürgüne gönderilme üzere toplanmış insanların fotoğraflarından yansıyan anlamdan daha güçlü anlatılamaz. Dersim’e yaşatılanları 1915’ten ve yahut Nazi Almanya’sından görüntülerle ayırt edilemeyen yüz ifadelerine sürgünler, görenler, tanık olanlar için canlı belgedir.

Sürgüne gönderilenlerin seçimi ile ilgili herhangi bir ayırım yoktur. Kadınlar, çocuklar, askerdeki gençler, hastalar, yaşlılar trenlere doldurularak zorunlu iskân bölgelerine yollanır.

Yanlarına pek az şey almalarına izin verilir. Bir daha geri dönmemek üzere doğup büyüdükleri yurtlarından koparılırlar. Yollarda hastalık ve bakımsızlıktan ölenler çok sayıdadır kaçan sürgünler takip edilip bulunur. Kimsesiz çocuklardan bazıları “düşkünler evine” gönderilir. Çok sayıda çocuk asker ve subaylara hizmetçi veya evlatlık olarak verilir. Yanlış yere gönderilenler ailelerinden kopar, bu nedenle de aileler parçalanır. Askerden dönenler ailelerinin sürgün olduğu yere gönderilir sürgünlerden zorunlu iskân yerlerine ulaşanlar yalnız fiziksel katliamdan kurtulmuştur. Topraklarını, dillerini, tarihlerini geride bırakmaya zorlanan Dersimliler ikinci bir ölüm şekliyle tanışırlar. Kimlikleri yok edilecektir. Zorunlu iskân ve asimilasyon yolu ile bu da hayata geçirilir.

İskân planı Dersimlilerin sürgün yerlerinde birbiriyle iletişiminin engellenmesi sağlanacak biçimde düzenlenmiştir. “Her köye bir aile” düzenlemesine sürgünlerin Türk köyleri içinde kendi insanlarından yalıtılarak yerleştirilmesi, bu yolla Türkleştirilmesi hedeflenmiştir. 1938 Tarihli resmi bir belgeye yansıyanlar iskân planının nasıl uygulandığını, sürgünlerin nasıl dayatıldığını gösterir. Bu belgede sürgünlerin Denizli’ye 158 hane 161 köye, Aydın’a 100 hane 100 köye, Bilecik’e 100 hane 50 köye, Bursa’ya 200 hane 100 köye ve benzeri şekilde dağıtılması belirtilir.

Yine Hüseyin Aygün’ün elde ettiği belgelere dayanarak, sürgünlerin yerleştirilme planına başka bir örnek verir, buna göre 6 Ağustos 1938 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile 1246 haneden, 5000 kişi 15 ayrı şehrin (batı’dan) 50 kazasına bağlı 922 köye serpiştirilerek yerinden edilmiştir. Sürgünlerin sayısı hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte, resmi belgelerden ve tanıklıklardan elde edilen bilgiler 10-12 bin kişinin sürgün edildiği (Dersim katliamı sonrası) şeklindedir. Fakat Dersim Tertelesi’ne varıncaya kadar belli aralıklarla sürgünler olduğunu da hatırlamak gerekir. Katliam ve sürgünlerle Dersim büyük oranda insansızlaştırılmıştır. Katliam sırasında ölenlerin sayısı 40 bin olarak bilinir. Sürgünlerle birlikte düşünüldüğünde, Dersim nüfusunun önemli ölçüde ortadan kaldırıldığı açıktır. Sürgün edilenler zorunlu iskân yasası gereği uzun yıllar yerleştirildikleri Batı bölgelerinden çıkamadılar. Dersim’in boşaltılmasının dayanağı olan 2510 sayılı yasa ancak 1947’de değişikliğe uğradıktan sonra, geri dönme hakkı doğar Dersim sürgünleri için; ancak çoğu geri dönmeyecektir.

Dersim’in katliamı, sürgün ve iskân yasaları yolu ile insansızlaştırılması, bu gün hala tüm yönleriyle ortaya çıkarılmış bir konu olmaktan uzaktır. Oysa sürgünler katliamın düzeyini ve amacını görünür hale getirmek ve hesap sormak açısından kritik bir noktada durmaktadır.

Dersim katliamı ve sürgün, Cumhuriyet tarihinin en karanlık dönemlerini yansıtmaz yalnızca, ulus -devletin kuruluşunun, resmi tarihin anlattığı gibi bir kahramanlık öyküsü olmadığını, sistemli katliamlar ve acılarla var olup geliştiğini gösterir.1938 koşullarında dünyada faşizm rüzgarları eserken sorgulanmayan, sonraki yıllarda ise UKH ilkesinin yüceltilmesi nedeniyle üstü örtülen ulus-devlet olgusunun, yapılan katliamların aydınlatılması ile sorgulanması bu günün koşullarında mümkündür. Dersim’de yaşatılanların bütün boyutları ve suçların açığa çıkarılması, işlenen suçların ortaya konması ve suçluların cezalandırılması, yalnız Dersim Kürtlerine karşı bir ödev değil; tüm halkların ortak kaderini Demokratik Ulusta birleştirmeleri ve ulus-devlet yerine Demokratik Ulus seçeneğini koymaları, toplumun demokratik dönüşümü için de zorunludur.

 

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.