Düşünce ve Kuram Dergisi

Ulusal Bağımsızlık Mücadeleleri; Özgürleşmek mi, Ulus-Devlet mi?

Ergin Atabey

“Özgürlük amaçları kadar araçlarının da temiz olması gerektirir. Hiyerarşik ve sınıf temelli uygarlık ve devlet aygıtlarını ezilen ve sömürülenlerin kullanımına açmak, yozlaşma ve yeni egemen-sömürücü tabakayı ortaya çıkartır. Devletin sönmesine değil, daha da azgınlaşmasına yol açar. Proletarya diktatörlüğü, sosyal devlet v.s. kavramları birer safsataya ve aldatmaca araçları olduğu denendiği ülke pratiklerinden yeterince ortaya çıkmıştır.”[1]

Toplumsallığın temel karakteristik niteliklerinden biri, kendisini gerçekleştirirken belli bir yapısallığı da inşa etmesidir. Toplumsal yapıya bu karakteristik niteliğini kazandıran onun varlığını sürdürme arzusu-istemidir. Tolum inşa ettiği yapısallık etrafında kendisini gerçekleştirdiğinde kendini güvende hisseder.

Egemen siyaset-devlet felsefesi bir taraftan söz konusu yapısallığın genelde devlet, özelde ise ulus-devlet olmak zorunda olduğunu söylerken, öte yandan da toplumsallığın kendisini özgürce gerçekleştirme istencini ya yadsır, ya unutturmaya çalışır ya da özgürlüğü devletle/ulus-devletle özdeşleştirerek işin içinden çıkar.

Toplumsallığın var oluş tarzı bütünlüklüdür. Yapısallık ve özgürlük bu anlamıyla birbirinden kopartılamaz. Toplumsallığın inşa ettiği yapısallık devlet/ulus-devlet olmak zorunda olmadığı gibi özgürlük istencinden bağımsız da değildir. Toplumsallığın yapısallığı inşa etmesi kendisini özgürce gerçekleştirme, anlamlı-hakiki kılma istenci ve arayışıdır. Yapısallık bu temelde anlam kazanır. Toplumsallığın özgürce gerçekleşmesi olmadığında yapısallığın hiçbir anlamı kalmaz. Eğer inşa edilen yapısallık toplumsallığın özgürce gerçekleşmesinde rol oynuyorsa anlamı olur. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, “… sürekli özgürleşen toplum, yegane hakikat zeminimizdir. “[2] diyor. Bu anlamıyla yapısallık toplumun özgürce kendisini gerçekleştirme ve bu temelde varlığını sürdürme temelinde inşa edilmiştir. Devletçi-İktidarcı sınıf bu doğal gelişim sürecine müdahale ederek kendi yapısallığını geliştirmiştir. Bu devlet olgusudur. Kapitalist modernite dönemine dek her dönemin egemen sınıfına göre biçim almıştır. Kapitalist modernite döneminde de devlet egemen sınıf olan burjuva sınıfının devleti olarak ulus-devlet biçimini almıştır. Burjuva sınıfı kendi devlet biçimini inşa ederken, öncülerinden farklı olarak onu ulus ile özdeşleştirerek tamamlamıştır. Elindeki ideolojik hegemonya araçlarıyla bu tanımı belli oranda egemen kılmıştır. İdeolojik hegemonya ile kendi devletini ulus ile özdeşleştiren burjuvazi, onunla birlikte yanılsamalı ve sahte bir özgürlük anlayışını da gerçekleştirmiştir. Burjuva, devleti ulus ile özdeşleştirirken ulusun özgürlüğü de ulus-devletle özdeşleştirilmiştir. Bu özdeşleşme kapitalist modernite hegemonyasının küresel çapta kurulmasıyla dünyanın dört bir yanında etkili olmuştur. Kapitalist ekonomik sömürü ile ulus-devlet eş zamanlı olarak gelişip yayılmıştır. Kapitalist moderniteye karşı çıkanlar bile etkilemeden paylarını düşeni almışlardır. Bunu sonucudur ki son yüz elli yıllık anti-sömürgeci mücadelelere damgasını vuran özgürlük=ulus-devlet özdeşleşmesi olmuştur. Tam da anti-sömürgeci mücadelelerin kaybettiği nokta da burasıdır. Ulusu devletten, ulusal özgürlüğü ulus-devletten ayrıştırmamak en büyük yanılgıları olmuştur. Bu yanılgı anti-sömürgeci mücadeleleri karşı oldukları kapitalist modernite sistemine eklemlemiştir.

Günümüz açısından da bu yanılgının oluşturduğu kör düğüm çözülmeyi bekliyor. Özgür yaşam ve toplum için bu kördüğümün çözülmesi zorunludur. Bu da ulus ile devlet, özgürlük ile, ulus-devlet özdeşleştirmesini ayrıştırmaya bağlıdır. Bu bağlamda kapitalist modernitenin zihniyet formlarından kopuş sağlandığı oranda özgür yaşamın ve toplumun önü o denli açılır ve özgürlük yaşanılır hale gelir.

 

Ulus Olgusunun Gelişimi

Ulus, farklı tarihsel gelişmeyle birlikte, kavram olarak kapitalist modernite döneminde ortaya çıkmıştır. Tarihsel ve sosyolojik olarak etnisitenin aldığı toplumsal formdur. Ulus olgusunun doğru tanımlanması ve kavranması etnisitenin tarihsel-sosyolojik gerçekliğiyle mümkün olabilir. Etnisitenin tarih sahnesine çıkışı dilin şekillenmesiyle paraleldir. Bu tarihi süreç M.Ö. 20.000’lerde başlamıştır. Etnisitenin hâkim kimlik olarak belirmesi MÖ 9000-6000’lere dayanmaktadır. Tarihsel göstergelerden de anlaşıldığı gibi etnisite devletin inşa edilmediği koşularda oluşmuştur. Dilin gelişimi ve dillerin farklılaşması etnisiteyi oluşturan temel faktörlerin başında gelmektedir. Bununla birlikte yerleşik yaşama geçilmesi yurt olgusunun ortaya çıkması diğer bir faktör olmuştur. Dil ve yurt olguları özgün, kültürel gerçekliklerin belirmesine yol açtıkça, denilebilir ki etnisitenin koşulları tamamlanmış oldu. Etnik kültür, dil ve yurtsuz düşünülemez. Etnisitenin yapısallık ve anlamlılıkları dili ve yurduyla bağlantılı oluşmuştur. Etnisite için dilin ve yurdun değeri bu nedenle var oluş saldır. Dili ve yurdu elinden alınan etnik toplumlar kaçınılmaz olarak yok olurlar. Etnisite teklik veya aynılık üzerinden var olmamıştır. Evrendeki çoğullaşma, çeşitlenme ve farklılaşma gelişimine göre etnisite çoğullaşarak, farklılaşarak gerçekleşmiştir. Bunda da belirleyici olan faktörler dil, kültür ve yurt olmuştur. Her farklı dil, kültür ve üzerinde yaşanılan, manevi kültürün bir parçası olan yurt farklı farklı etnisitelerin oluşması yol açmıştır. Ancak kapitalist modernite döneminde olduğu gibi diller, kültürler ve yurtlar arasında sınırlar olmamıştır. Etnisiteler dil ve kültür açısından birbirleriyle üstünlük iddiasında olmadıkları gibi, birbirlerine tekliği, aynılığı da dayatmamışlardır. Yurt açısından da, üzerinde yaşanılan yurt tek bir etnisiteye ait değildir. Yurtlar çizilen sınırlar siyasal sınırlar olduğu için, egemen sınıfın gelişimiyle ortaya çıkmıştır. Herhangi bir yurt parçasında bir etnisite yoğun olarak yaşasa ortak da, yurt gerçekliği varlığı koruyor. Bir yurt parçasında bir den fazla etnisite farklılıklarıyla birlikte yaşayabilmektedir.

Kapitalist modernite döneminde tarihsel ve sosyolojik olarak ulus biçiminde form kazanan esasta etnisitedir. Burada bahsedilen, burjuvazinin “hayali” olarak inşa etiği ulus değildir. Gerçek anlamda ulus olgusu etnisiteden bağımsız değildir. Bu anlamıyla günümüzde ulus olgusu inkâr edilemez bir hakikattir. Bu çoklu ulus hakikatini Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan “demokratik ulus” olarak tanımlamaktadır. Tarihsel ve sosyolojik olarak ulus olgunun genelde devletle, özelde ulus-devletle herhangi bir ilgisi yoktur. Tersine aralarında çelişki ve büyük bir uyuşmazlık vardır. Ulus olgusu ile ulus-devlet bir arada var olamaz. konjonktür el veya geçiş aşamalarında birlikte var olabilirler. Ancak eninde sonunda biri diğerini yok eder. Nitekim ulus-devlet ulus olgusunu saptırarak, çarpıtarak adım adım yok etmektedir. Ulus olgusu ise buna karşı direnmektedir.

Ulus olgusunun toplumsal form olarak kapitalist modernite döneminde var olması onu kapitalist moderniteye, dolayısıyla ulus-devlete ait kılmaz. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, “burjuvazinin ulusun önder gücü olarak kendisini göstermesi ideolojik, politik ve ekonomik amaçları ile yakından bağlantılıdır.”[3] der. Kapitalist moderniteye, ulus-devlete ait bir ulus türü vardır. Ancak bu hayalidir. Gerçeklikteki ulus olgusuyla ilgisi yoktur. Burjuvazi ideolojik hegemonya aygıtlarıyla geliştirdiği devletine göre bir ulus inşa etmiştir. Bunu yaparken etnisitenin tarihini, dil, tarih ve gerçekliklerini çarpıtarak, saptırarak kullanmaktan çekinmemiştir. Ulus-devletin tarih, dil, kültür ve vatan birliği etnisitenin tarihsel dil, kültür ve yurt gerçekliklerini saptırılarak, çarpıtılarak devletin ulusuna mal edilmiştir. Tek ata miti, tek, dil, tek, vatan, tek ulus, tek tarih üzerinden anlatılan ulus-devletin ulusu diye bir şey yoktur. Burjuvazi devleti için yönetecek. Sömürecek ve askeri yapacak köle bir toplum yaratmak amacıyla gerçekleştirilmiştir. Bu “hayali” ulus olgusunun burjuva egemenliğiyle doğrudan ilişkisi vardır. Kapitalist modernitede ulus, devlet ve egemenliğin bu denli iç içe geçmesi “hayali” ulusun inşa mantığında kaynaklıdır. Milliyetçilikle pekiştirilen “hayali” ulus ideolojik ve zor aygıtlarla işlenerek gerçeğin yerini almasını sağlamıştır. Ulus-devletin ulusu bu temelde yaratılmış oldu.

 

Devletin Ulusu Olduğu Yalanı

“Vatanımız için öldüğümüzü düşünüyorduk, ama çabucak banka kasaları için öldüğümüzü fark ettik.”[4] Bu söz bütün olarak burjuvazi şahsında egemen sistemlerin yalan (lar) sistematiğine dayalı nasıl inşa edildiği en yalın haliyle ifşa eder. Yalan (tıpkı egemenler gibi) burjuva sınıfının temel karakteristik özelliklerinden biridir. Burjuvazi hegemonya aygıtlarını da kullanmıştır. Hegel ’in hayranı olduğu Napolyon: “Kılıçla savaşı kazanabilirsin, ama üzerinde otura massın.” der. Burjuvazi efendilik tahtına otururken ilk yaptığı şeylerden biri doğruyu yanlış, yanlışı doğruymuş gibi gösterip buna göre çarpık bir bilinç oluşumunu yaygınlaştırmak olmuştur. Bu doğrultuda rol oynayan liberal ideolojik gücü çarpıklığını geliştiren yalan bütünlüğüdür. Burjuvazi çok iyi bilmektedir ki, hakikat yalanla örtünmedikçe egemen olunmaz. Bu bilindiği için burjuvazi gerçekliği maskelemeyi tercih etmiştir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, “aşırı maskeleme insan anlayışını saptırmakla yakından bağlantılıdır.” der.[5]

Burjuva sınıfın (ve tabi ideologlarının) ürettiği en büyük yalanlardan biri ulus-devletin ulusun olduğudur. Elbette bunun nedeni kapitalist modernitenin devletsiz olmayacağı gerçeğidir. Ulus-devlet tebaası olarak inşa edilmiş oluşa gereksinim duyar. Fernand Braudel “kapitalizm ancak… devlet olduğunda zafer kazanır.” diyor. Ulus-devletin ulusa ait olduğu yalanı ulus-devlet inşasıyla bağlantılıdır. Israrla saklanmaya çalışılan bu husustur. Bu noktada “gerçek ulus-devlet nedir?” Sorusunu sorup doğru temelde cevap vermek ve toplumca ulus-devletin anlaşılmasını sağlamak hayati önem kazanıyor. Ulus-devlet en karanlıkta bırakılan anlaşılması -ısrarla- engellenen olguların başında geliyor. Tarihsel olarak ulus-devletin ilk inşa edildiği mekân Hollanda ve İngiltere’dir. Hollanda ve İngiltere o dönemde yeni yükselen sınıf olan burjuvazinin merkezlerinden biridir. Başta İngiltere, ispanya ve Fransa olmak üzere feodal sınıf ve devlet biçimlerine karşı ulus-devlet burjuva sınıfın devlet-iktidar formu olarak geliştirilmiştir. Burjuva sınıfın üstünlük kazanmasıyla ulus-devlet zamanı (Hollanda, İngiltere ve Fransa vb. yerlerde) da resmen başlamış oldu. İtalya (1861) ve Almanya’da (1871) ulus-devletin kesinleşmesiyle Avrupa çapında kapitalist modernite, dolasıyla burjuvazi kesin üstünlük elde etmiştir. Bu tarihten sonra ki dönem artık burjuvazi eliyle ulus-devletin dünya çapında yayılış ve hegemonyasını inşa etme süreci olmuştur. Nasıl ki burjuva sınıfı kendisinden önceki tekelci uygarlığın egemen sınıfın bir devamıysa ulus-devlet de tekeli uygarlığın devlet geleneğinin bir devamıdır. Bu anlamıyla özde değişen bir şey yoktur. Zaman ve mekân itibariyle aralarındaki fark biçimseldir.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ulus-devlet için “Kapitalist tekelciliğin gerçekleştiği formdur.” diyor. Bir bütün olarak kapitalist modernite ulus-devlet ile mümkün olmuştur. Bu anlamıyla ulus-devlet basit bir araç değildir; kapitalist modernitenin kurucu, inşacı, itici ve koruyucu gücüdür. Kapitalist modernitenin maddi zemini ulus-devlettir. Kapitalist moderniteye ait (ekonomi, hukuk, siyaset, eğitim, ordu, teknik vb. ) ne varsa ulus-devletle ilişkilidir; iç içedir. Ulus-devlet olmadan kapitalist modernite bir an bile işlemez. Burjuva sınıfı, dolasıyla sistemi olan kapitalist modernite ile ulus-devlet arasındaki bağ ontolojiktir. Burada altı çizilen husus dar anlamda ulus-devlet indirgemeci ligi değildir. Burjuvazi ulus-devletle zihniyetini, kişiliği ve kültürü her an toplumun kılcal damarlarına dek enjekte etmektedir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, “ulus-devlet tüm toplum gözeneklerinde kendi ajan kişi ve kurumlarını geliştirerek, iktidarını derinliğine ve genişliğine çoğaltmayı esas alır. Güdülen toplum ancak bu yöntemle gerçekleşir” der.[6] Tüm bu ortaya konulmaya çalışılan gerçekliklerden de anlaşıldığı gibi ulus-devletin ulusla bir ilgisi yoktur. Ulusun devleti diye bir şey olamaz. Tarih boyunca geliştirilen tüm devlet biçimlerinde olduğu gibi ulus-devletin sahibi de, kurucusu da azınlık egemen kesimdir. “Ulus-devlet ulusundur” biçiminde üretilen büyük yalanı ifşa etmek, burjuva sınıfın maskesini düşürmek günümüz anti-sömürgeci mücadelenin en yakıcı görevlerinden biridir. Toplumun kapitalist modernite sisteminden kopuşunun sağlanması bu konuda aydınlatılasına bağlıdır. Belirtmek gerekir ki toplum büyük yalana inandırılmıştır. Çıplaklaştırılmış bu zihniyete karşı hakikati haykırmak, düzeltmeyi buradan başlatmak özgür yaşam ve topluma gitmenin ilk adımı olmak durumundadır.

 

Özgürlüğü Yanlış Yerde Arama Yanılgısı

Pek çok anti-sömürgeci ulusal kurtuluş hareketleri Marksist çizgide mücadele ettikleri için özgürlük arayışları da Marksizm’e göre olmuştur. 20. yüzyıla damgasını vuran bu çizgideki mücadelelerin özgürlüğü ulus-devlette aramaları Marksist paradigmayla bağlantılıdır. Marksist paradigma pozitivisttir. Marksizm bu nedenle (paradoks olarak görülse de) kapitalist moderniteyi (anti-kapitalist niteliğine rağmen) olumlamıştır! Bu olumlamanın Marksist paradigmadaki mantığı, tarihsel olarak kapitalizmin ilerici olduğu, elindeki teknoloji vb.leriyle toplumu arkaik, geleneksel olmaktan çıkarıp proleterleştireceği proletarya ile kendi mezar kazıyıcısını hazırlayacağı, buradan da sosyalizme gidileceğini dayanmıştır. Bu niteliği Marksizm’i kapitalist modernitenin sol akımı (mezhebi) konumuna düşürmüştür. Marksizm kapitalist modernitenin insanlık dışılığını, yok ediciliğini görmüş ve ona karşı mücadele etmiş, önemli bir mücadele geleceği yaratmıştır. Öte yandan tarihsel olarak kapitalist moderniteyi olumlamış, sosyalizmi kapitalist modernite sistemin mutlak anlamda yaşamasına bağlamıştır. Bu olumlamadan dolayıdır ki, kapitalist modernite-dışı kesimleri gerici, arkaik vb. biçiminde tamamlamıştır. Bu tanımlamada kapitalist moderniteyi meşrulaştıran temel faktörlerden olmuştur.

Bu genel bakış açısından hareketle Marksizm ulus-devleti de olumlamıştır. Marks ve Engels bu konuda en açık tavrı Alman ulus-devletini desteklemekle göstermiştir. Marks ve Engels’in “büyük” Alman ulus-devleti üzerine geliştirdikleri tezleri tüm Avrupa ve genel dünyadaki ulus-devletler için temel olmuştur. Marks ve Engels’e göre “merkezileşmiş, güçlü bir ulus-devlet” burjuvazinin egemenliği sağlayacaktır. Kapitalizmin ulus-devletle köylü ve zanaatkâr kesimi içleştirecektir. İşçileşen toplum burjuvaziye karşı mücadele edecek ve sosyalizme geçişi sağlayacaktır.

Bu nedenle Marks ve Engels “büyük, güçlü ulus-devletlerin kuruluşunu coşkuyla” karşılamıştır. (Ancak Marks ve Engels’in bu beklentileri gerçekleşmedi. İşçi sınıfı küçük burjuva oldu) Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Marksizm’i sol Hegelcilik olarak tanımlaması (diğer nedenlerin yanında) bu nedenledir. Ulus-devletin olumlanması anti-sömürgeci hareketlerin kapitalist modernite içinde kalmalarına, özgürlüğü yanlış yerde aramalarına yol açmıştır. Marksizm bir taraftan anti-sömürgeci mücadele dönemini başlatırken, öte yandan objektif olarak özgürlük için ayağa kalkanları kapitalist modernite sistemine bağlamış; bağımlı hale getirmiştir. Bu konuda Öcalan: “Sağ Hegelcilik Alman ulus-devletçiliğini doğururken, sol Hegelcilik de Sovyet Rusya ve Çin başta olmak üzere çevre ulus-devletçiliklerini doğurmuştur.”[7] der. Bu anlamıyla Sovyet, Çin, Küba vb. “devrimler” sosyalist devrimler olarak değil, birer sol Hegelyan ulus-devlet yapılanmaları olarak okunmalıdır.

Anti-sömürgeci ulusal kurtuluş hareketleri de (Asya’dan Vietnam, Kamboçya, Laos; Afrika’dan Angola, Mozambik, Gire Bissau, Ortadoğu’dan Kürt, Filistin… vb.) bu çizgiyi takip etmişlerdir. Kendilerini anti-sömürgeci (ki bunda kuşku yok) olarak tanımsalar da, izledikleri yol sömürgeci sistemi soldan tahkim etmeye varmıştır. Denilebilir ki bu sonuca yol açan, “doğru tutulursa, her araç bir silahtır.” anlayışıdır. Buna karşı Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, “başkalarının silahlarıyla(…) savaşırsan, başkaları gibi olursun” diyor. Yanlış araç(lar) doğru sonuçlar yaratmaz. Sonuçta yaşanan pratiklerde ortaya çıkan şey özgürlüksüzlük olmuştur. Çünkü ulus-devlet ontolojik olarak anti-özgürlükçüdür. Ekonomik sömürüyü; ezilen-ezen ayrımcılığını; tek tipleştirmeyi, cinsiyetçiliği, militarizmi ve milliyetçiliği geliştirir. İddia edildiği gibi ulus-devlet burjuvazinin elinde olunca kötü; sosyalistlerin elinde olunca iyi olmuyor. Ulus-devlet kimin elinde olursa olsun o ontolojik rolünü icra eder. Diğer faktörlerin yanında anti-sömürgeci ulusal kurtuluş hareketlerin özgürlüğü ulus-devlette armalarına yol açan iki temel çarpık ideolojik-politik anlayış olmuştur. Bunlardan birincisi, önce ulus-devleti kurmak, sonra ulus-devletle toplumu özgürleştirmektir. Böylece ulus-devlet özgürlük yerine ikame edildi. Esas sorun özgürlük olmaktan çıkarılıp devletin-iktidarın kimin elinde olacağı haline getirilmiştir. Anti-sömürgeci mücadelenin pozitifliği yerini ulus-devletin negatifliğine bıraktı. İkincisi ise, UKKTH’ nin ulus-devlet tercihi temelinde esas ilke olarak benimsenmesi, böyle yansıtılması ve buna yönlendirilmesidir. Her ne kadar sol retorik ile yorumlansa da, UKKTH’nin ulus-devletle özdeşleştirilmesi anti-sömürgeci hareketleri sistem içine gömmüştür. Ulus-devlet tek seçenek olarak ele alındığı için özgürlük seçenekleri ortadan kaldırılmıştır. Ulus-devletin bu temelde tek seçenek haline getirilip fetişleştirilmesi, tapınılır hale getirilmesi, toplumsal özgürlük dalgasının yükseldiği bir çağda, tüm özgürlük çabalarını yutan kara delik rolünü görmüştür. Marks başta olmak üzere sosyalist önderler ulus-devletin geçiciliğinden bahsetmişlerdir. Bu geçicilik de ulus-devlet eliyle ulus-devletin sönümlendirilmesi koşuluna bağlanmıştır. Burada göz ardı edilen gerçeklik, devleti ele geçirenlerin onu sönümlendirmesi bir yana, “en idealist anti-Devletçilerin bile devletle flört etmeye başladıkları andan itibaren devletin onları yozlaştırmasıdır.”(M. Bookchin)[8] Sovyet Rusya, Çin, Küba… Örneklerinde görüldüğü gibi ulus-devlet, ulus-devlet eliyle yok edilemez. Tersine bir devlet-iktidar biçimi olarak kendisini daha fazla güçlendirir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, “tarihsel yanlışlık zincirleme devam ettikçe en soylu ve kutsal amaçlar bile uygarlık ve modernitenin buzlu hesaplarına araç olmaktan kurtulamıyor.” der. Anti-sömürgeci ulusal kurtuluş mücadelelerin yaşadığı akıbet de bu olmuştur.

 

Özgürlük: Demokratik Ulus Çözümü

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan özgür yaşam yolunu tanımlarken, “çokça bilinir; önceden çizilen yollarda yürüyenler, o yolların vardığı köyler ve kentlere ulaşmaktan başka bir şey yapamazlar. Bilimsel sosyalizm de dâhil, sistem karşıtlarının başına gelen de budur.” diyor.[9] Sosyalizm ve anti-sömürgeci ulusal kurtuluş hareketlerini kapitalist modernitenin birer mezhebi konumuna düşüren izledikleri yoldur. Bu bağlamda Öcalan yeni bir özgürlük yolunu ve düzlemini kurmuştur. Öcalan’ın kurduğu yol ve düzlemde tercih özgürlüktür. Genelde her tür devleti-iktidarı, özelde ise ulus-devleti dışlar. Ulus-devlet “sahibi” olmamayı avantaj olarak değerlendirir. Devlet-iktidar dışı toplumu esas özgürlük zemini olarak görür. Bu anlamıyla Öcalan’ın anti-sömürgeci mücadeleler için kurduğu yol ve düzlemin toplumsal alandaki karşılığı demokratik ulustur.

Demokratik ulus özgürlük için sossuz oluş, gerçekleşme akış zeminidir. Bu zeminde ulus-devlet olmadığı için toplumsal özgürlüğün tüm inşa gücünü kendisinde somutlaştırır. Özgürlüğü ulus-devlet zemininden alıp gerçek zemini olan toplumsallığa iade etmektedir. Özgülüğün esas koşulları, ilkeleri ve ilişkileri bu anlamıyla demokratik ulusta içkindir. Özgürlük ulus-devlette gerçekleşemeyeceği gibi boşlukta, başıboş ve tekillik üzerinde de gerçekleşmez. Özgürlük belli koşulları, ilkeleri ve ilişkiler bütünlüğünü gerektirir. Demokratik ulus ahlaki-politik ve devlet dışı niteliğiyle söz konusu koşulları, ilkeleri ve ilişkisel bütünlüğü sağlar.

Elbette özgürlük salt toplumsal düzlemle ilgili değildir. Evrenle ilgili yönü de vardır. Ancak evrenin özgürlük yönü toplumsallıktan ve onun yapısallığından bağımsız değildir. Evrenin özgürlük arayışı toplumsal özgürlükte ifadeye kavuşur, anlam kazanır. Tıpkı evrenin kendisi toplumsallıkla bilmesi gibi, özgürlüğünü de toplumsallıkla bulur. Bu gerçekliğin günümüzdeki ifadesi ise Demokratik ulus çözümüdür. Demokratik ulusu özgürlük vahası kılan eşit, özgür ve demokratik niteliğidir. Bu nitelik ezilen-sömürülen toplum kesimlerinin dil, kültür, inanç, kimlik vb. farklılıklarının koruyarak eşit, özgür ve demokratik esaslar üzerinden yasamasını sağlar. Ahlaki, politik, özgür, eşit ve demokratik ilkelerle ezen-ezilen, cinsiyetçi, militarist, milliyetçi, sömüren-sömürülen… ikilemlerin oluşmasını önler. Her birey ve topluluk, demokratik ulusun öznesidirler. Devlet-iktidar amaçlı olmamak koşuluyla her birey ve toplumsal kesim farklılığını korur, kendisini özgürce ifade eder ve örgütleyerek demokratik ulus içinde yer alabilir. Öte yandan demokratik ulusta her toplumsal kesim özerk örgütlenme hakkına sahiptir. Eşitliği, özgürlüğü ve demokratikliği yerelliğe dayalıdır. Çünkü yaşamın kalbi yerellikte atar. demokratik ulus (demokratik konfederal sistemde) yerelden genele doğru kendisini örgütler. Yaşamın her alanında (ekonomik, eğitim, sosyal, öz savunma, siyasi) komünal yaşam esasına dayalı geliştireceği meclis, akademi, kooperatif ve kongre kurumlaşmalarıyla her bireyin ve kesimin yaşama aktif katılım mekanizmalarını geliştirerek hem gereksinimlerin karşılanması, hem de sorunların çözümünü esas alır. Bu anlamıyla demokratik ulus özgürlüğün bedenleşme inşasıdır. Tüm bu hususlar yeni bir anti-sömürgecilik, özgürlük ve mücadele tanımını gerektirdiği gibi yeni bir devrim tanımını da getirmektedir. Yeni devrim tanımında “ulus-devleti kur, özgürleş!” stratejisi, anlayışı yoktur. Demokratik ulusun inşasını hedefler; özgürlüğü, eşitliği ve demokrasiyi belirsiz bir geleceğe ertelemez; an’da gerçekleştirmeyi ve yaşa(t)mayı esas alır. Öte yandan UKKTH’ yi ulus-devlete bağlamaz, bu hakkı demokratik ulustan yana kullanır. Özgür yaşam ve toplumun esas zemini olan demokratik ulusa ezilen-sömürülen toplum yabancı değildir. Toplumsal var oluş bir yönüyle demokratik ulus niteliklidir. Demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigmayla bir tarafta varoluşsal niteliklerin önü açılırken öte yandan da güncel gerçekliğe göre yeniden inşa edilmektedir. Ezilen-sömürülen toplum için 21. ve gelecek yüzyılların özgürce mi yaşanacağı, yoksa ulus-devlet vb. devlet-iktidar biçimlerine mahkûm olarak mı yaşayacağı demokratik ulusun inşa edilip edilmemesine bağlıdır.

 

[1] Öcalan Abdullah, Bir Halkı Savunmak,(2015) Amara Yayın, İstanbul
[2] a.g.e.
[3] a.g.e.
[4] France Anatole, Tanrılar Susamışlardı, (1998) Çev. Erdoğan Alkan, Bordo-Siyah, İstanbul
[5] Öcalan Abdullah, Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Ulus Çözümü, 2. Kitap (2015) Amara Yayın, İstanbul
[6] Öcalan Abdullah, Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Ulus Çözümü, 4. Kitap (2015) Amara Yayın, İstanbul
[7] a.g.e.
[8] Bookchin Murray, Toplumu Yeniden Kurmak (2014), Sümer Yayın, İstanbul
[9] Öcalan Abdullah, Bir Halkı Savunmak,(2015) Amara Yayın, İstanbul

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.