Düşünce ve Kuram Dergisi

Ulusal Sorun ve UKKTH

Ergin Atabey

Öcalan, toplumsal olguların inatçı olduğunu, ne denli bastırılıp yok edilmeye çalışsalar da günün birinde ortaya çıkıp, onu bastırıp yok etmeye çalışandan intikamını alacağını belirtir. Günümüzde küresel çapta olup bitenlere bakıldığında demokratik ulus eğilimi şahsında ortaya çıkan gerçeklik Öcalan’ın çözümlediği durumu ifade etmektedir.

Bu dönem aynı zamanda burjuva devlet ulusu eğiliminin kurgulanıp geliştirildiği dönemdir de. Demokratik ulus eğilimi toplumsal oluş ve gerçekleşme durumunun bir sonucu olarak gelişirken, devlet ulusu eğilimi burjuvazi tarafından kurgulanıp geliştirilmiştir. Burjuvazi sınıfsal avantajlarını da kullanarak 16. yüzyıldan itibaren demokratik ulus eğilimini bastırarak, hatta yok etmeye çalışarak devlet ulus eğilimini adım adım başat kıldı. Bu durum aynı zamanda ulusal sorunun tarihsel olarak ortaya çıkmasını beraberinde getirmiştir. Devlet ulusu ulus-devletle başat kılındığı için ulus devletin geliştirilmesi ulusal sorunu ortaya çıkartmıştır.

Ancak devlet ulusunun tüm ideolojik ve zor aygıtlarının bastırma ve yok etme çabalarına rağmen demokratik ulus eğilimi yok edilmedi. Avrupa’daki üç yüzyıllık savaş; 1. ve 2. Dünya Savaşları ve Ortadoğu’daki son yaşanan 3.Dünya Savaşı bir yönüyle bastırılamayan, yok edilemeyen demokratik ulus eğiliminin başat kılınması, ulus-devletin geliştirilmesiyle ortaya çıkan ulusal sorunla bağlantılıdır.

Hakim görüş, birkaç istisna dışında ulusal sorunun çözüldüğü yönündedir. Oysa ulusal sorunun çözümünden kastedilen şey devlet ulusçuluğuna dayalı ulus-devletin inşasıdır. Küresel çapta gerçekleşen ulusal sorunun çözümü değil, ulus-devletin geliştirilmesiyle ulusal sorunun ortaya çıkışı ve derinleşmesidir.

Şüphesiz ulusal sorun Avrupa’da, Amerika’da, Asya’da farklı, Ortadoğu ve Afrika’da farklı yönleriyle cereyan ediyor.

Bu bağlamda küresel çapta ulusal sorunun ‘’geri dönüşü’’ yaşanmaktadır. İster göçmen karşıtlığı, ırkçılık ve milliyetçilik temelinde olsun, ister demokratik ulus eğilimli temelde olsun; yaşananlar ulusal sorunun daha ağır bir şekilde ‘’geri dönüşü’’nü ifade etmektedir. Devlet ulusu, dolayısıyla ulus-devletle demokratik ulus eğilimini bastıran ve yok etmeye çalışan kapitalist modernitenin, yarattığı ulusal sorunun “geri dönüşü”yle ciddi bir sistemik kriz yaşanmaktadır. Bu, Öcalan’ın ifade ettiği gibi, demokratik ulus eğiliminin intikamıdır.

Ulusal sorunun “geri dönüşü” üç temel göstergede kendisini dışa vurmaktadır:

1- Ulus-devletin küresel çapta tıkanması ve sorgulanması

2- Toplumsal gelişimin sonucu olarak ortaya çıkan demokratik ulus eğilimi şahsında toplumsallığın dağıtılmasıyla geliştirilen bireyciliğin ve vatandaşlığın yaşadığı bunalım sonucu toplumsal- demokratik ulus aidiyetine yöneliş ve kimlik duygusunun canlanışı

3- Tarihsel toplumun bir formu olan demokratik ulus eğilimi şahsında ahlaki ve politik toplum bir taraftan pozitivist laikçilikle dünyevileştirilirken öte yandan maddileştirilerek toplumsal kutsallıkların ayaklar altına alınması sonucu yaşanan nihilizm bunalımı ve nihayetinde ahlakiliğe ve toplumsal kutsallığa geri dönüş arayışının ortaya çıkması

Özetlemeye çalıştığımız “ geri dönüşü”ler  bu konudaki Marksist-Leninist bakış açısını ve ideolojik- politik çizgisini de sorgulanmayı beraberinde getirmiştir. Kapitalist modernitenin sol akımı olarak Marksizm’in devlet ulusunu benimsemesi ve ulus- devleti “ilerici” ve “devrimci” olarak tanımlaması, desteklemesi ulusal sorunun daha da derinleşmesine yol açmıştır. Bu anlamıyla ulus, ulusal sorun ve UKKTH ele alınırken Marx, Engels ve Lenin’in bu konulardaki anlayış, bakış açısı ve tutumları sorgulanmaksızın doğru bir ulus tanımı ve ulusal sorun çözümü geliştirilemez.

 

Demokratik Ulus Eğilimi

Her sorun gibi ulusal sorunun bir yönü de ulus olgusunun oluş ve gerçekleşme durumuna göre tanımlanmasından kaynaklanmaktadır. Özellikle burjuvazinin ideolojik hegemonik gücüyle devlet ulusunu kurgulayıp başat kılması ve ulus olgusunun burjuvaziye, dolayısıyla kapitalist moderniteye mal edilmesiyle ulusal sorun içinden çıkılmaz hal almıştır. Ulusal sorunun çözümü için demokratik ulus eğilimi olarak ulus olgusunun oluş ve gerçekleşme durumuna göre tanımlanması zorunludur.

Öcalan, ulus olgusunu tanımlayıp çözümlerken, “kavram olarak ulus klan, kabile ve akraba aşiretlerin kavim, halk veya milliyet biçimindeki oluşumlarından sonra gelen ve kendini en çok dil kültür benzerliğiyle karakterize eden toplum biçimlenişidir. Ulusal toplum daha çok çağımızın bir olgusudur. Genel tanımı yapılırsa, ortak bir zihniyeti paylaşanların topluluğudur denilebilir.”[1] der.

Bu bağlamda ulus olgusu dil, kültür ve ortak zihniyete dayalı toplumsal oluş ve gerçekleşme sonucu geç Ortaçağ, erken kapitalist modernite döneminde ortaya çıkmıştır. 14. yüzyıla gelindiğinde yüksek ruhban sınıfına ve mutlakiyetçi monarşilere karşı aynı hedef ve amaç etrafında (ortak zihniyet) toplanan köylülerin, serflerin, zanaatkarların, bağımsız çiftçilerin, komünal dindarların, entelektüellerin ve şehir pleblerinin birleşmesiyle ulus olgusu oluşmuştur. İngiltere, Hollanda, Fransa, Almanya başta olmak üzere yüksek ruhban sınıfının ayrıcalıklarına son vermek ve mutlakiyetçi monarşilerden kurtulup kendi özyönetimlerini, eşit, özgür ve demokratik yaşamlarını inşa etmek için yukarıda ifade ettiğimiz toplumsal kesimler ulus’ta birleşmişlerdir. Ortak arazilere zorla el konulması, vergi ve kira yükünün dayanılmaz düzeye ulaşması, kentlerde çalışma ve yaşam koşullarının zor olması ve zulmün artışı toplumsal kesimleri harekete geçirmiştir.

1381’de İngiltere’de, 1350’de Fransa’da, 1382’de Flaman bölgesinde ve 1493’de Almanya’da başlayan ayaklanmaların gerekçeleri ve talepleri benzerdir. Öcalan’nın “ortak zihniyet” olarak tanımladığı olgu söz konusu taleplerde ve gerçeklerde somutlaşmaktadır. Murray Bookchin ulus olgusunun ortak zihniyetini oluşturan toplumsal kesimlerin talep ve hedeflerinin başında özyönetimin geldiğini belirterek ve “Devrim onların gözünde doğrudan eylemin kurumsallaştırılması anlamına geliyordu; yani politikanın, normal bir biçimi olarak özyönetim girişimi… özyönetimin kurumsallaşması ve örgütlü bir katılımcı demokrasi biçiminin yaratılması”([2]der. Özyönetim talebi ve hedefiyle birlikte ulus olgusunu oluşturan ortak zihniyetin talep ve hedefleri şunlardır;

1- Köylülerin ortak araziye sahip olması

2- Toplumun kereste, odun ve benzeri ihtiyaçları için ormana erişmesi; balık vb. avına yönelik yasağın kaldırılması, odun, kereste vb.’nin para ile alınıp satılmaması

3- Vergilerin kaldırılması, kiraların ucuzlaması

4- Ortak araziler üzerine kurulu çitlerin kaldırılması

5- Adaletin ortak hukuka göre belirlenmesi

6- Kimsenin itaate zorlanmaması, serfliğe son verilmesi

Bu talepler ve hedefler doğrultusunda ortak zihniyeti paylaşanların topluluğu olarak ulusal toplumlar Avrupa’ya damgasını vuran halk devrimleri sürecini başlatmıştır. Saptırıcı bir anlayışla ”burjuvazi devrimi” olarak tanımlanan 1640 İngiltere, 1794-1781 Fransa ve 1760-1789 Amerika devrimleri esas olarak ulusal toplumların mutlakiyetçi monarşilere karşı gerçekleştirdiği demokratik halk devrimleridir. Burjuvazinin söz konusu devrimlere el koyması, devrimleri burjuvaziye ait kılmaz. Öcalan, Avrupa’da yankılanan “özgürlük, kardeşlik ve eşitlik” sloganının halk devrimlerinin sloganı olduğunu belirterek, Marx’ın söz konusu devrimleri “burjuva devrimleri” olarak tanımlanmasını eleştirerek bu devrimlerin tanımının özüne uygun olarak yapılması gerektiğini önemle belirtmektedir. Bookchin de demokratik halk devrimlerinin “burjuva devrimi” olarak tanımlanmasına karşı çıkarak, “bir sınıf olarak burjuvazi, isyancı olmak bir yana, politik olarak da asla devrimci değildi”[3]diyor.

Bu bağlamda ulus olgusu ulusal toplum devrimi sürecinde oluşup gerçekleşmiştir. Öcalan’nın ifade ettiği anlamıyla belirtirsek, köylülerin bağımsız çiftçilerin, zanaatçıların, şehir pleplerinin ve entelektüellerin “kendilik bilinci” sonucu “ varlıklarını koruma, özgürlüklerini koruma, özgürlüklerini sağlama” temelinde başlattıkları devrim sürecinde toplumsal bir form olarak oluşmuştur. Egemenliğe, tekli milliyetçiliğe ve devlete dayalı olmadığı için demokratiktir. Ötekileştiren yapıda değildir. Çoklu ve farklılığa açıktır. Kendisini sınırlara hapsetmez. Bu nitelikleriyle mutlakiyetçi monarşilere son vermiştir. Kapitalist modernite tarafından bastırılıp yok edilmeye çalışılsa da, ona karşı direnerek varlığını günümüze taşımıştır.

Bu anlamıyla ulus olgusunun kapitalist moderniteyle, dolayısıyla burjuvaziyle ilgisi yoktur. Demokratik ulusal toplum gerçekte mutlakiyetçi monarşik sistem karşıtı olduğu kadar, burjuvazi/kapitalist modernite karşıtıdır da.

 

Ulusal Sorunun Çıkışı ve UKKTH

Ulus toplumsal oluş ve gerçekleşme sonucu oluşan bir olguysa, devlet ulusunun da tersine toplumsallıkla ilgisi yoktur. Önemle belirtmek gerekir ki, devlet ulusu kapitalist modernitenin ideolojik hegemonyasıyla kurgulanıp geliştirilmiştir. Demokratik ulus eğilimi mutlakiyetçi monarşilere karşı gelişirken, devlet ulusu “monarşik devletin patrimonyal [hanedanlığa dayalı kişisel ve bürokratik güç, otorite veya tahakküm] bedeni miras almış ve onu başka bir biçimde yeniden icat etmiştir. Bu yeni iktidar bütünlüğünün çatısı kısmen bir yandan kapitalist üretim süreçleri, öte yandan ise eski mutlakiyetçi yönetim mekanizmaları tarafından kurulmuştur.”[4]

Benedict Anderson devlet ulusu için, “Antropolojik bir ruhla ulus hakkında şu tanımı öneriyorum: ulus, hayal edilebilmiş bir siyasal topluluktur- kendisine aynı zamanda hem egemenlik hem de sınırlılık içkin olacak şekilde hayal edilebilmiş bir cemaattir.”[5]derken; Öcalan ulusu şöyle tanımlamaktadır: “devlet ulusu: sermaye ve iktidar tekelinin kapitalist dönüşüm aşamasında toplumun bağrına tepeden tırnağa yerleşmesi, sömürgeleştirmesi, kendi içinde eritmesi gerçekliğini ifade eder. Azami iktidar, azami sömürü olgusunun gerçekleştirildiği biçimidir. Toplumun tüm ahlaki ve politik boyutundan soyutlanarak ölüme yatırılması, bireyin karıncalaşması, böylece faşist sürü toplumunun oluşturulmasıdır.”[6]

Bu tanımlamalar devlet ulusunun kapitalist modernite güçlerince geliştirilmesinin nedenini de açıklamaktadır. Devlet ulusu bir taraftan mutlakiyetçi monarşilerin bedeninde geliştirilirken, öte yandan burjuvazinin siyasal egemenliğinin ve azami karın dayandığı düzlem olarak geliştirilmiştir. Devlet ulusuna dayalı mit, söylence, imge ve simgelerle burjuvazinin amaçladığı siyasal egemenlik ve azami kar için bir topluluk oluşturulmuştur.

Özellikle demokratik ulus eğilimi bastırılarak, ideolojik hegemonyayla toplumsal zihniyet çarpıtılarak devlet ulusu, ulusal toplum olarak sunulmuştur. Devlet ulusu için geliştirilen mitler, imgeler, düşünceler ve davranışlar burjuvazinin egemenliğine göre şekillendirilmiştir. Düşüncelerin ve davranışların şekillendirilmesinde edebiyat, müzik, sanat, spor, ekonomi, medya, kışla ve eğitim en etkin araçlar olarak kullanılmıştır. Toplum bu araçlarla ulus-devlete bağlanmıştır. Ulus- devletin ulusalcı eğitimi, sanatı, edebiyatı, müziği, ekonomisi, sporu, ordusu, medyası ve eğitimi geliştirilip kurumsallaştırıldıkça devlet ulusu yeniden üretildi ve toplum yeniden ve yeniden daha sıkı bir şekilde ulus-devlete bağımlı hale getirildi. Özellikle yeni nesillerin bu yeniden üretim içinde doğup şekillendirilmeleri ulus-devletin kök salmasına yol açmıştır. Devlet ulusuyla ulus-devletin kaynaştırılması bu temelde oluşmuştur.

Ulus ve devletin bu temelde kaynaştırılmasını çözümlerken Jurgen Habermas oluşturulan ulus-devleti şöyle tanımlamaktadır: ”modern anlayışa göre ‘devlet’ [ulus devlet], hukuksal anlamda tanımlanmış bir kavram olup, nesnel anlamda içte ve dışta egemen bir devlet gücüne; coğrafyası bakımından kesin olarak sınırları çizilmiş ülke topraklarına, yani devlet halkına [ulusuna] işaret eder.”[7]

Avrupa’da burjuvazi üç yüzyıl boyunca devlet ulusunu, dolayısıyla siyasal egemenliği olarak ulus-devletini geliştirme ve inşa etme savaşlarını geliştirdi.  Devlet ulusunu/ulus- devletini bu tarihi kan deryası içinde inşa etti.

Tarihsel olarak ulusal sorun da bu temelde ortaya çıkmıştır. Ulusal sorun kimi ulusların ulus-devlete sahip olmayışları sonucu ortaya çıkmamıştır. Ulusal sorun, Ulus-devletin/devlet ulusunun geliştirilmesi, demokratik ulus eğiliminin bastırılması sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda ulusal sorunun ortaya çıkışını kapitalist modernitenin geliştirilmesiyle ele almak gerekiyor. Hollanda, İngiltere, Fransa, Almanya, Türk, Arap, Rus vb. ulusal toplumlar adına ulus-devletin kuruluşuyla söz konusu ulusların sorunları çözülmüş olmuyor. Tersine devlet ulusu olarak devletleştirildikçe ulusal sorunlar ekonomik, sosyo-kültürel, siyasal vb. yönleriyle derinleşmiştir. Bu uluslar kendi yazgıları üzerinde ne kadar söz ve karar sahibidirler? Ne kadar eşit ve demokratik bir şekilde yaşıyorlar? Bu ve benzeri sorulara olumlu cevap vermek imkansızdır. Dahası ulus-devletle geliştirilen sömürü ve baskıyla birlikte; geliştirilen bilimcilikle, dincilikle, milliyetçilikle ve cinsiyetçilikle toplum toplum olmaktan çıkartılmıştır.

Bağlantılı olarak ulusal sorunun sürgit yaşanmasına yol açan diğer bir husus ise, ulus-devlet kuruluşunun ulusal sorunun çözümünde temel ilke haline getirilmiş olmasıdır. Ulusal sorunun çözümü, “ulusal özgürlük ve eşitlik eşittir ulus- devlet” olarak kapitalist modernite güçlerince UKKTH temelinde formüle edildi.

Öcalan “aslında ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesi ABD başkanı Wilson’un 1. Dünya Savaşı sonrası ortaya attığı ve ABD’nin hegemonik çıkışıyla yakından bağlantısı olan bir ilkeydi.”[8]diyor. Nasıl ki Avrupa’da kapitalist modernitenin geliştirilmesi, kurumsallaştırılması ve süreklileştirilmesi ulus-devlet ile mümkün olduysa; kapitalist modernitenin küresel çapta yayılması, bir sistem haline getirilmesi ve devamlılığının sağlanması da ancak yer kürenin her yerinde ulus-devlet(ler)in geliştirilmesiyle mümkün olacaktı. 1.Dünya Savaşı sonrası koşullar bunun için en elverişli ortamı sağlamıştı. Rusya ve Osmanlı imparatorlukların yıkılışı, Doğu Avrupa, Ortadoğu ve Asya’da ulus devletlerin inşası için uygun bir zemin sunmuştu. Wilson’un geliştirdiği bu ilkenin ‘milletler cemiyeti’nde (doğrusu ulus-devletler cemiyetidir) kabul ettirilişi bu hedefle bağlantılıdır. Kapitalist modernite güçleri yine ideolojik hegemonyayla ulus devlet eşittir bağımsızlık, eşitlik ve özgürlük algısını yaratarak azami kar ve iktidar araçları olan ulus-devletin her yerde kurulmasını sağlatmıştır. Bu temelde dünya halklarını egemenlikleri altına aldılar. ”Her ulusa bir devlet” formülü en masrafsız egemenlikçi sistem olarak vücut bulmuştur. Ulusal toplumlar kendi adlarına kurulan ulus-devletin köleleri haline gelmeleri komünistlerin (ardılları da) bu gerçekliği görememeleridir. Bu nedenle ulus-devlet sistemini savunmuş ve yine sosyalizme karşıt olan ulus-devletle sosyalizme ulaşmayı zorunlu bir aşama olarak kabul etmişlerdir.

 

Marx’da Ulus Sorunu 

Marx ve Engels açısından ulus olgusu ve ulusal sorun hiçbir zaman kayda değer olgular olmadı. Onlar insanı, toplumu homo economicus olarak ele aldılar. Toplumsal çözümlemelerine bu nedenle damgasını vuran üretim ilişkileri ve biçimi oldu. Bu nedenledir ki kavramsal ve kuramsal tanımlama ve çözümlemelerinin odağına işçi sınıfını koydular. Bunun sonucudur ki “Marksizm, ulus kavramını açıklayacak araçlara sahip olmadı. Bu yetmiyormuş gibi, bir de ulus-devlete bulaştı, karıştı.”[9]

Marx ve Engels’in işçi sınıfının, sorunlarını ve özgürlüğünü esas almış olmaları, ulus olgusunun oluş ve gerçekleşme durumunu kavramamalarına;  devlet ulusu ve ulus-devlet dışında tanımlayamamalarına yol açmıştır. Geç Ortaçağ, erken kapitalist modernite dönemindeki ayaklanmaları da anlamlandırmamışlardır. Ulus olgusunun tanımlanması ve ulusal sorunun çözümüne ilişkin liberal tanımlar kapitalist modernitenin ideolojik parametreleriyle ele almalarına yol açmıştır. Bu da Marksizm’in aşamadığı paradoks olmuştur. Bir taraftan özgürlük iddiasıyla ortaya çıkarken, öte yandan da karşı oldukları sınıf ve sistemin bir nevi yedeği konumuna düşmüştür.

Bu bağlamda Marx ve Engels’e göre “büyük tarihsel uluslar” ve “tarihsel olmayan uluslar” vardır. “Büyük tarihsel ulusalar” Avrupa’da modern uygarlığın gelişmesine yol açan İngiltere, Fransa, Almanya vb. ulus-devletlerdir. Burjuvazi “ilerici” ve “devrimci” rolüyle feodal sisteme karşı mücadele ederek “büyük tarihsel ulusları” kurmuştur. Bu kuruluş (ulus-devlet) sosyalizme giden yolu ve zemini açmış ve hazırlamıştır. Dolayısıyla “büyük tarihsel uluslar “(ulus-devletler) desteklenmelidir. “tarihsel olmayan uluslar”ın  “büyük tarihsel uluslar” gibi “ilerici” ve “devrimci” rol oynamaları; sosyalizme geçişin yolunu açmaları imkansızdır. Bu nedenle hem desteklenmemelidirler; hem de “tarihsel olmayan ulusların” “büyük tarihsel uluslar”a “dahil” edilmesi teşvik edilmelidir. Galler, Korsika, Çek ve diğer uluslar için geliştirdikleri çözüm bu temeldedir. İrlanda ve Polonya sorunlarına yaklaşımlarında ise dolaylı olarak yine aynı “tarihsel uluslar”ın desteklenmesine dair geliştirilen formül vardır.

1867’de İrlanda’da başlayan ayaklanma Marx ve Engels’i İrlanda sorununa yöneltmiştir. Marx ve Engels İrlanda sorununu irdelerken daha çok İngiltere ulus-devletinin İrlanda’ya nasıl yaklaşacağı üzerine durmuşlardır. Onlara göre isyan İngiltere ulus-devletini İrlanda’da kapitalist üretim ilişkilerini ve üretim biçimini geliştirmeye yönelterek İrlanda’yı “geri” kalmış konumundan kurtaracaktır. Bu anlamda isyan kaldıraç olacaktır.

Marx ve Engels’in Polonya sorununa eğilmeleri de “uygar Avrupa”nın  ‘doğu despotizmi’nin bir parçası olan Rusya çarlığından korunması amacıyla ortaya çıkmıştır. Polonya özellikle Rusya ve Almanya arasında büyük bir hegemonya savaşına sahne olmuştu. Marx ve Engels’e göre “doğu despotizmi”nin güçlerinden biri olan Rusya Polonya’yı işgal etmesi durumunda oradan Avrupa’ya yayılacaktır. Bu da “uygar Avrupa”nın sonu anlamına gelecektir. “Uygar Avrupa”nın korunması için Rusya ve “Uygar Avrupa” arasında tampon bir bölgenin oluşturulması için Polonya’nın “ bağımsız” ulus-devlet sahibi olması gerekiyor.

Marx ve Engels döneminde her ne kadar UKKTH formüle edilmemiş olsa da, Marx ve Engels “büyük tarihsel uluslar” formülüyle ulus-devlet(ler)in kuruluşunu ve geliştirilmesini benimsemişlerdir. Marx ve Engels’e göre kapitalist üretim ilişkileri ve biçiminin hakim olduğu ulus-devletlerde işçileşme gelişecek; işçilerin mücadelesiyle sosyalizme varılacaktır. Ancak Marx ve Engels’in bu öngörüsü gerçekleşmemiştir. Hem ulus-devlet ile sosyalizm birbirine zıt olduğu için, hem de işçi sınıfı  kapitalist moderniteye bağımlı olduğundan tersi bir durum yaşanmıştır. Kapitalist modernite geliştikçe bırakalım sosyalizme geçiş zeminini hazırlaması, tüm gücünü toplumsal mücadeleleri ortadan kaldırmaya harcamış, harcamaktadır. Öcalan, Marx ve Engels’in ulus-devleti desteklemelerini eleştirirken, “K.Marx ve Engels Almanya merkezi ulus-devletini proletarya için en yararlı biçim olarak ilan etmekle, sınıf mücadelesine bizzat kendi elleriyle nasıl büyük bir darbe indirdiklerinin farkında olmayacak denli sınıf milliyetçiliğine gömüldüler.”[10]demektedir.

 

Lenin, Ulus ve UKKTH

Reel sosyalizmde ulus, ulusal sorun ve UKKTH’ye damgasını vuran, Lenin’in ideolojik- politik anlayışı olmuştur. Öncelikle belirtmek gerekir ki Lenin için de esas olan ulusal toplum, ulusal sorun değil, işçi sınıfı ve sorunlarıdır. Lenin de toplumsal hakikati dar sınıf açısıyla ele almıştır. Lenin, “burjuva milliyetçiler için ulusal dava önce, proletarya davası sonra gelir(…) Biz ise önce proletarya davası diyoruz”[11]der.

Tıpkı Marx ve Engels gibi Lenin de her ne kadar ulusal sorundan uzak durmaya çalışmış olsa da, toplumsal hakikatlerden biri olan ulus ve ulusal sorun kendisini Lenin’in gündemine dayatmıştır. Bu anlamda gerek 1.Dünya Savaşı öncesi, gerekse de sonrasındaki koşullar Lenin’i ulus olgusunu ve ulusal sorunu ele almaya itmiştir.

Ancak Lenin de öncelikle ulus olgusunu yanlış tanımlamayla ele aldığı için ulusal sorunun çözümüne dair geliştirdiği model de kapitalist moderniteye göre olmuştur. Lenin, “…genel ulusal kültür, toprak sahiplerinin, pazarların ve burjuvazinin kültürüdür.”[12]der. Bu bağlamda Lenin ulus olgusunun gelişimi ve varacağı “son” noktaya göre iki aşamalı bir şema çizer. Lenin’e göre ulus olgusu esas olarak burjuvaziye, kapitalist moderniteye ait olarak geliştiği için öncelikle ulus-devlete varmak zorundadır. Ulusal toplumların kendi ulus-devletlerini kurması birinci aşamadır. İkinci aşama ise ulus-devletlerin gelişip büyümesi, ulus aşırı düzeye ulaşıp ulusal çitleri yıkması, kapitalist modernitenin ekonomik, sosyal, kültürel, politik, bilimsel ve sanayi alanlarında küresel bir birlik yaratmasıyla yaşanacaktır. Lenin birinci aşamayı kapitalizmin başlangıcı; ikinci aşamayı ise kapitalizmin sosyalist toplum aşamasına doğru dönüşmeye başladığı olgun kapitalizm olarak niteler. Bu anlamda zorunlu olarak ulusal toplum ulus-devlete, ulus-devlet de sosyalizme varmak temelinde gelişip dönüşmek zorundadır. Ulus olgusunu bu yönüyle ilerlemeciliğin zorunlu yasasına göre ele alan Lenin için ulusal toplum kapitalizmin olgunluk aşamasında zaten kaybolup gitmeye mahkum olan bir olgudur.

Bu temelde Lenin, ulusal sorunu birbirleriyle bağlantılı iki yönüyle ele almıştır. Birincisi, gerek gelişen ulusal kurtuluş hareketlerini ve gerekse de kurulmuş veya yeni kurulacak ulus-devletleri reel sosyalizme ya dahil etmek ya da onun ittifakçısı olacak konumda tutmaya yöneliktir. İkincisi ise, Lenin, Marx ve Engels’in “büyük tarihsel uluslar” tanımının bir versiyonu olarak “merkezileşmiş büyük devlet” eksenindedir. Lenin’e göre, “merkezileşmiş büyük devlet, ortaçağın dağınıklığından dünyanın gelecekteki sosyalist birliğine doğru atılan devasa bir tarihsel adımdır. Böyle bir devlet dışında sosyalizme giden yol yoktur.”[13]

Lenin UKKTH’yi da bu temelde ele almış ve savunmuştur. Lenin 1. Dünya Savaşı öncesinde farklı ulusal toplumların Marksist devrime katılmalarını sağlamak için UKKTH’yi savunurken; savaş sonrasında ise gerek Kafkasya ve gerekse de Doğu Avrupa’daki ulusları reel sosyalist sistemin hegemonyasına dahil etmek için UKKTH’yi temel ilke olarak ele almıştır. Bunun bir diğer yönü de kapitalist moderniteye karşı savaşında küresel çapta ulus-devletlerin desteğini almaktır.

Lenin UKKTH’yi savunurken gerçek manada ulusların özgürlüğünü esas almamıştır. Lenin için bu ilkenin önemi, reel sosyalizme, yani kurduğu ”merkezileşmiş büyük devlet”e hizmeti oranındadır. Lenin UKKHT’yi savunurken, “büyük devletler hem ekonomik gelişme hem de kitlelerin çıkarı açısından tartışma götürmez üstünlükler sağlayacaktır.”[14]diyor. Bu bağlamda Lenin’in UKKTH savunusunun uluslara özgürlük istemi olmadığını Kafkasya ulusal sorununa yaklaşımında ortaya çıkmaktadır. Lenin, “Kafkasya’da ulusal sorun sadece geri kalmış, ulusların ve milliyetlerin daha yüksek bir kültür seli içine çekilmesiyle çözülebilir. Tek ilerici çözüm budur.” [15]demektedir.

Öte yandan Lenin UKKTH’yı kapitalizmle mücadele yönüyle de savunmuştur. Ancak bu savunu kapitalist modernite silahıyla olmaktadır:Yani ulus-devletle. Öcalan “Lenin, Wilson’dan daha geri kalmamak ve ezilen uluslara sömürge halkların desteğini Sovyetler Birliği’nden yana çekmek için, aynı ilkeyi daha da radikalleştirerek bağımsız devlet kurmaya indirgemişti.” [16]diyor

Ancak varoluşu ve yapısı gereği “ulus-devlet sorun çözmez, sorun üretir.”[17], ister kapitalist modernite güçleri elinde olsun, ister sosyalistlerin veya komünistlerin elinde olsun, sonuç değişmez. Nitekim bilimciliği, cinsiyetçiliği, dinciliği ve milliyetçiliğiyle reel sosyalizm de sorun üretmiş, yıkılışına yol açmıştır.

Bookchin, “devrimlerin bizlere verdiği dersi öğrenmeksizin gelecekle yüzleşmeyi göze alamayız.”[18] der. Günümüzün devrimci güçleri açısından ulus, ulusal sorunun çözümü ve UKKTH konusunda geçmiş devrimlerin öğrettiği önemli dersler vardır. Bunlar;

Ulus olgusunun toplumsal hakikatin bir parçası olarak ele almak, tanımlamak

Ulusal toplumu demokratik ulus, ulus kavramlaştırılması ekseninde ele alıp ulusal sorunun çözümünü demokratik ulusla geliştirmek

UKKTH’yı demokratik konfederalizm ekseninde demokratik ulusun özgürlüğünün sağlanması ve varlığının korunması temelinde savunmak ve pratikleşmesi için mücadele etmektir.

 

 

 

 

[1] Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Çözümü, Cilt 5, Amara Yayıncılık, 2015, s.50
[2] Murray Bookchin, Köylü İsyanlarından Fransız Devrimine, çev: Sezgin Ata, Dipnot Yayınları, 2012, s.32
[3] Age, s. 36
[4] M. Hardt ve A. Negri, İmparatorluk, çev: Abdullah Yılmaz, Ayrıntı Yayınları, 2015, s.17
[5] Benedict Anderson, Hayali Cemaatler, çev: İskender Savaşır, Metis Yayınları, 2015, s.20
[6] Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Çözümü, Cilt 3
[7] Jürgen Habermas, ”Öteki” Olmak, ”Öteki”yle Yaşamak, çev: İlknur Ata, YKY, 2015, s.15
[8] Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Çözümü, Cilt 3
[9] Kavramlar ve Bağlamlar Arasında/ 20.Yüzyıl Düşünürleriyle Söyleşi, Haz. Cem Aktaş , 2002, s.163
[10] Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Çözümü, Cilt 4
[11] Vladimir İlyiç Lenin , Josef V. Stalin, Marksizm ve Ulusal Sorun, çev: Gökhan Atılgan, Evrensel Basım Yayınları, 2013, s. 88
[12] Age, s. 79
[13] Age, s. 101
[14] – Age, s. 131
[15] Age, s. 88
[16] Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Çözümü, Cilt 5, s. 272
[17] Age, s. 494
[18] Ergin Atabey, Devlet Dışı Toplum ve Demokratik Konfederalizm, Aram Yayınları, 2016

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.