Düşünce ve Kuram Dergisi

Heterodoks Bir Marksizm Arayışı: Lenin

Erdem Bulduruç

“Marx, bize ‘köşe-taşları’nı verdi…”
Lenin

‘Marx, bize sadece köşe taşlarını verdi…’ Onların bize verdikleri şey birleşik ve tamamlanmış bir tümlük değil, ama zorlukların, çelişkilerin ve boşlukların yanında, kuramsal ilkeler ve sağlam çözümlemeler içeren bir yapıttır. Bunda şaşırtıcı gelebilecek hiçbir şey yoktur. Eğer onlar bize kapitalist toplumlardaki sınıf mücadelelerine ilişkin bir kuramın temel öğelerini verdilerse, bu kuramın daha doğuştan itibaren “arı” ve eksiksiz olabilmesi akıl dışı olurdu. Esasen, bir maddeci için “arı ve eksiksiz bir kuram” ne anlam taşıyabilir ki?” [Louis Althusser]

“Marx, başkalarından daha fazla, konjonktür içinde yazdı. Böylesi bir tarafgirlik ne Hegel’in ‘kavramın sabrı’ dediği şeyi ne de sonuçlarının kesinliğini dışlar. Ancak bu tutum hiç şüphesiz vargıların değişmezliğiyle uyarlı değildi: Marx gerisinde birçok şantiye bırakan ebedi yeniden başlamanın filozofudur… Fikriyatının muhtevası onun yer değiştirmelerinden ayrı mütalaa edilemez. Bu nedenledir ki, onu incelemek için sistemini soyut biçimde yeniden kuramayız. Fikriyatının evrimini, kopuşları ve yön değiştirmeleri ile izlemek gerekir.” [Etienne Balibar]

Şüphesiz Lenin üzerine kalem oynatmak 20. yüzyılın Marksizm adına pratikleştirilen bütün deneyimleri adına konuşmak anlamına geliyor. Yine Lenin üzerine konuşmak, Marksizmin ideo-politik bir akımdan örgütlü zaferlere evrildiği bir devrimler silsilesi içinde “Marksist Devrim Teorisi” üzerine konuşmanın ağırlığını ister istemez taşımaktadır. 

Bugüne değin, Lenin üzerine farklı merkezlerce farklı değerlendirmeler yapılageldi. Lenin’in Marksizm içinde bir sapma olduğundan tutalım da Lenin’in gerçek Marksizmin temsili yahut Marksizmin en gerçek temsili olduğuna varana değin… Lenin’in Marksizmle rabıtasına ilişkin daha çok Avrupa akademilerinde karşılık bulan bir eğilim ise II. Enternasyonelcilerin Lenin üzerine eleştirilerini refere etmeden ama aynı teorik düzlem içinden Lenin adı üzerinden bir devrimci dönemi mahkum edip Marx’a dönmeyi iş edindi. Devrimlerin yenilgisinden ve “kirliliğinden” Marx’a dönerek arınacaklarını düşünüyorlar olsa gerek! 

Yazı boyunca Lenin’e belirli eleştiriler getirmekle birlikte bunu en doğru sosyalizm adına yani yaşanmamış bir idealin kendini gerçekliğe ikame etmesi adına değil, sosyalizm düşüncesinin genel teorik krizini anlama adına yapacağım. Lenin kendi içinde dönemselleştirilebileceği gibi Marx ve Lenin arasında önlerine gelen pratik sorunlardan da mülhem bazı ayrımsallıklar kurmanın Lenin’in Marksizm içinden yaptığı devrimci hamleleri boşa düşürmeyeceğini fakat Lenin’in iktidar sorunsalına ve öncülük gibi mefhumlara yaklaşımının “Marx’a rağmen Marksizm” adına işlediğini, gelgörelim ki bu hattın Lenin’in iktidar sevdasından ötürü değil; dönemin hakim Marksizminden (Legal Marksizm, İkinci Enternasyonelci anlayış vd.) –ekonomizm- bir kopuş yaratma saikiyle şekillendiğini dönemin Marksizm adına yürütülen hakim tartışmaları içinde ve onlarla etkileşim halinde anlaşılacağını fakat Leninizm olarak inşa edilen söylemin olağanlaştırılıp doktrinize edilmesinin Marksizmin Krizini anlamakta halen engel teşkil ettiğini, önümüze tıkaçlar koyduğunu düşünmekteyim. Marksizmin krizi herşeye karşın Leninizmin krizidir. Bunu kendilerine itiraf etmeyenler kaçak dövüşmektedirler.

Lenin’in Marksizme yaptığı devrim aşısı kurucu Marksistlere mündemiç olmakla birlikte, üretici güçlerin öncelliği, halk kavramının devrimden çıkarı olarak kitleler olarak –yeniden- içeriklendirilmesi, zayıf halkaya yönelik siyasi vurgusu Lenin’i salt hakim Marksizmden değil, kurucu Marksistlerden (Marx, Engels) de öte bir yere taşımıştır. Kastettiğim siyasalın içinde bir politik aksiyomatik inşa etmedir. Teoriyi yeniden kurma işlemidir. Fakat bu sonucun teorik öncülleri vardır. Yani bir “tesadüfün” bir devrimcinin zekasına teslim olmasından ibaret değildir hiçbir şey.

 

Komün Sorunsalı Işığında 

Marx ve Lenin 

“Komün, devletin kendisine karşı, toplumun bu doğa ‘üstü’ düşüğüne karşı bir devrimdi.” 
[Karl Heinrich Marx]
“Fransa’daki gelecek devrim girişiminin, şimdiye değin olduğu gibi, artık bürokratik ve askeri makineyi başka ellere geçirtmeye değil, ama onu yıkmaya dayanacağını belirtiyorum. Kıta üzerindeki gerçekten halkçı her devrimin ilk koşuludur bu.” 
[Marx, Kugelmann’a, 12 Nisan 1871]

Engels, August Bebel’e 1875 tarihli mektubunda çok çarpıcı bir ifadede bulunur. Der ki: “Biz devlet sözcüğünün yerine, her yerde topluluk (gemeinwesen) gibi, Fransızca komünün karşılığı olan mükemmel eski bir Almanca sözcüğünün kullanılmasını önermekteyiz.

Lenin bu mektubu şöyle yorumlamaktan yanadır: Engels şunları öneriyordu: (1) Genel olarak devletten söz etmemek; (2) Bu sözcük yerine, “komün” sözcüğünü kullanmak; (3) Engels’in komünden (yani “proletarya diktatörlüğü”nden) söz ederken, bunun, “sözcüğün asıl anlamıyla artık bir devlet olmadığını” söylemesine karşılık, Marx, bunlar hakkında tek sözcük sarfetmemekte, tersine, “komünist toplumda geleceğin devleti”nden!! bile söz etmektedir. (Neue Zeit, IX. 1. s. 573. İlk bakışta insan, alelade bir çelişki bulunduğu, bir karışıklık ya da görüş ayrılığı söz konusu olduğu izlenimine kapılabilir! Ama, sadece ilk bakışta!)

Asal sorumuz şu olsun: Komünizme üretim olmayan üretim demekle, sosyalizme devlet olmayan devlet demek bir ve aynı şey midir? Geçiş (proletarya diktatörlüğü) tipi devlete, artık sözcüğün esas anlamında bir devlet dememek kafi midir? Lenin ısrarla Marx’ın bir devletten bahsettiğinden söz eder. Engels’in Bebel’e mektubunu böyle ‘anlamak’ eğilimindedir. Çünkü Lenin açısından açık ki ancak özgürlük olduğunda devlet ortadan kalkacaktır. Devlet burada görüldüğü üzere zorunluluk olarak düşünülmüştür. Bu salt Lenin’in bir mektubu yanlış anlamasına indirgenemez. Marx’tan beri var olan, Hegelci yaklaşımın özgürlüğün zorunluluğun bilinci olarak tariflenmesinin gerilimidir bu. Doğallığında tarihsel materyalist hat da koşulların bilgisiyle bu zorunluğu değiştirecek bilinci gerektirir. Şimdi bu tartışma uyarınca tepemize pat diye şu soru düşer:

Geçiş sorunsalı üzerinden mi komünizmi düşüneceğiz, yoksa komünizm içinden mi geçiş sorunsalını düşüneceğiz? Sınıf mücadelesi içinden mi sınıfı düşüneceğiz, yoksa nesnel analitik kategoriler olarak sınıflar üzerinden mi sınıf mücadelesini?

 

Marx’tan Lenin’e Giden Uğrak

Marx’ta Toplum Fikri 
“Tarihin hayal gücü bizimkinden geniştir.”
(K. Marx)
Hayal gücü hiçbir ‘zaman’ tarihe sığmaz.

Marx kendi soyutlama düzlemi içinde toplumu iktisadî olarak sınıflardan müteşekkil ve dağılmış bir yapı olarak ele alır. Ancak bu bölünme Marx açısından yeterli değildir. Yani insanlık tarihini sınıflı toplum tarihine evrilten ve sınıflı toplum tarihinde sınıf savaşımları betimlemesini yapan manifestonun Genç Marx’ı siyasal ihtilafı temel alır. Bu onun salt burjuva ekonomi politiği dışına çıkma eğilimine değil, aynı zamanda eş zamanlı olarak siyasal mücadelenin önceliğini düşünmesine yol açar. Fakat tarihi bilim olarak kavraması ise Marx’ın ayağına çelme takar. Marx politikayı ekonomi politik içinden sıyrılma mücadelesi olarak düşünür. Özetle, antagonizma önceden verili değildir denilse bile “bilim” içinde aranır.

Marx açısından ilk bölünme dışında bölünmüş toplum bir kez daha bölünmelidir. Bu sefer siyasal olarak. Gel görelim ki Marx’ın ekonomi politikten kopuş eğilimi fizyokratlardan farklı olarak sınıfların varlığının onların anmadığı sınıf mücadelesine doğal olarak evrildiği kısmı değildir. Yani Joseph Weydemeyer’e mektubundaki o veciz sözler değil. Sınıf mücadelesi şayet sınıfı öncelemez ise halen ekonomi politik düzlemi içindesinizdir. Yani sınıfların içinden sınıf mücadelesini düşünmek ile sınıf mücadelesi üzerinden sınıfların olduğunu vurgulamak asimetrik düzlemlerdir. Ücretli emeğin içinden emeğin özgürleşimini düşünmek ile emeğin kendini olumlama pratiği üzerinden ücretli emeği düşünmek bambaşkadır. İlki halen ekonomi politiğin içinde kalmayken, ikincisi siyasal olan üzerine düşünmedir. Hareket varlıktan öncedir. Sınıf mücadelesi, sınıfı öncelemek durumundadır.

 

Özgürlük Hareketi’nde Toplum Fikri

“Hakikat kapitalist değildir.”

Tüm bu tartışmalar çerçevesinde meseleyi anlaşılır kılmak açısından bir karşılaştırma yapmak saikiyle olmasa da bir ayrımı belirginleştirmek gerekmektedir.

Özgürlük hareketi açısından toplum bölünemez olan komünalliğin ismidir. Toplumun etik, politik kendini gerçekleştirimi budur. 

Demokrasi, hangi sınıfın demokrasisi sorunsalına indirgenemez. Demokrasiyi bir devlet biçimi olarak düşünmemekten yanadır Özgürlük Hareketi. Demokrasi bir yönetim biçimi olmadığı gibi özerklikte iktidarın paylaşılması olarak görülmez.

Soyutlama düzlemini de sınıf üzerinden değil, demokratik ve merkezi uygarlık arasındaki çatışma üzerinden okur. İktidarın da bir sınıf üretme ilişkisi olduğunu belirtir. İktidara varmayan, iktidarın dağıtmadığı bir komünün zamansallığı içinden düşünür. Özgürlük Hareketi sermayeyi bir kâr hareketi olmadan önce bir iktidar hareketi olarak düşünür. Braudel’in ifadesiyle “İktidar da sermaye biriktirir.” Sermaye ve zenginlik, endüstrileşme ve endüstriyalizm ayrımına gider.

Devleti siyasi iktidarın kökeni olarak düşünmeme eğilimdedir. Özgürlük Hareketi devleti merkezi uygarlığa kayıtlı değişen bir pratikler bütünü olarak kavrar. İktidarın hukukî biçimlerinin hepsine devlet denilebilir mi sorusunu sorması ve bu soruya tereddütsüz evet’i bu yüzdendir. Bu nedenledir ki asal tartışması izlediğim kadarıyla, ezilenlerin ikili iktidar deneyimleri değil; ezilenlerin her dönemde –tarihin her kesitinde- potansiyel ya da cürmü olarak açığa çıkan isyan dinamiğidir. Bütün bir tarih ikili modernite içinden okunur. Kapitalist modernite dışında alternatif modernitenin de kendi zamansallığı vardır. Ezilenlerin ikili iktidar arayışları onların mevcut dinamiğini kapitalist modernite içine taşımaktır. Hegemonik siyaset bir gerçeklik değil, egemenliği tesis eden bir hakikat üretimidir.

 

Proletaryanın Siyasal Bir Kavram Olarak İnşası

“Proletarya” sözcüğünü alalım. Bu sözcük türsel gücün adıydı. Marx bu ad altında tüm insanlığın olanaklı özgürleşmesini düşündü. Bununla birlikte, belli bir “nesnel” Marksizm içinde, ve “işçi sınıfı” adı altında, bu sözcük aynı zamanda, toplumsal analizin bir bileşenini devrimci hareketin yönü olarak adlandırdığı için (“işçi sınıfının partisi” olarak komünist parti), kimliksel bir araçlaştırmayı da temsil etti. Büyük devrimciler daima bu sözcüğün kimliksel türevini engellemeyi dert etti. Lenin “Kriz Olgunlaştı”da, isyanın koşulları bir araya gelirse, bunun nedeninin köylülüğün önemli bir fraksiyonunun başkaldırması olduğunun altını çizer. O halde devrimin öznesi bütün Rus halkıdır. Mao, “proletarya” sözcüğünün kimliği belirlenebilir bir toplumsal sınıfı değil, “Devrimin dostlarını, yani tikel olarak çok biçimli ve bütünleştirilebilir olmayan bir kümeyi ifade ettiğini söyleyerek sözcüğün türsel tarafı üstüne vurgu yapar.” [Alain Badiou]

Marx’ın proletarya olarak kavramatize ettiği şey sınıflı toplumun çözülüşücü gerçekleştirecek siyasal toplanma cephesidir. Yani politik davası için düzenle onları bir arada tutan bağını koparanların, sınıf intiharlarını gerçekleştirdikten sonrası dizilimidir. Dağılımdan sonraki dizilim. İşçi ücretli emeğini olumladığında değil reddettiğinde proleterleşir. Keza başka bir düzen içi unsurda pozisyonunun dışına çıktığında proleterleşir. Bu anlamıyla proletarya ne dar anlamıyla işçi sınıfına ne de geniş anlamıyla ücretli emekçiler topluluğuna karşılık gelir. Marx’ın, Komünist Parti Manifestosu’nda proletaryayı ancak iş bulduğu sürece yaşayabilen ve ancak emeği sermayeyi çoğalttığı ölçüde iş bulan sınıf olarak tariflemesi vurgusu emekçilere, üretimden gelen rolü itibariyle mezar kazıcı diye nitelemesi ise ilk etapta işçi sınıfına, işçi sınıfının kapsamı ve alanını daha geniş tutmak ya da görmek isteyenler açısından ise yine ücretli emekçiler ordusuna bir göndermedir. Fakat tüm bu yazılı ifadelere rağmen Marx’ın siyasal özgürlük mücadelesini belirli bir ideal tipe gönderme yaparak açıklama yapmak niyetinde olmadığı hususunda ısrarcıyım. 1848 devrimleri içinde Marx, proleterleşme dinamiğini yani siyasal mücadelenin çıktısı olarak sınıf mücadelesinin dinamiğini işçilerde görmüştür. Olan bundan fazlası değildir. Nitekim Marx bir başka yerde şöyle der: “Proletarya mevcut dünya düzeninin dağılışını ilân ettiğinde, yalnızca kendi varoluşunun sırrını bildiriyor; çünkü o, bu düzenin gerçek dağılışıdır.” Proleter olduğu için fail değil, fail olduğu, -bu düzeni değiştirme güç ve kudretine sahip olduğu- için proleter olma ismine hak kazanır. Proleter sınıflı toplumun çözülüşünü gerçekleştirecek müfrezeler ordusudur. Bu anlamıyla mücadele evveli içeriklendirilmeye müsait olmayandır. Adlandırılamayandır. Marx, komünizmi yani demokrasinin fethini modern socius’un alt edilmesi olarak düşünmüştür. Modern socius denilen hadise Marx’ın soyutlama düzleminde içinde bulunduğumuz mevcut sınıflı yapıdır. Proletarya da var olan toplumun çözülüşünü geçekleştirecek maddi güçten başkası değildir. Çözülme aynı zamanda içkin bağlanmadır. Yani onun kendini imha ederden bir diğer hükmeden sınıf olarak örgütlemesi yolundaki yapısal imkansızlıktır. Yaygın kanaatin aksine zıddını imha etmez proletarya. Çünkü bir antitez değildir varlığını bütünün dışında kurar. Gelgörelim ki proletarya diktatörlüğünün devlet tartışmasına hapsedilmesi kaçınılmaz olarak onu anti-tez mertebesine indirgemiş karşı iktidar fikri üzerinden socius’a tekrar teğellemiştir. 

Marx’ta toplumun çözülüşünü hızlandıran bir aktör olarak proletarya kavramsallaştırmasına gidilirken Özgürlük Hareketi’nde toplumun komünalliğinin bölünemezliğine dair bir kavram olarak Demokratik Modernite güçleri söz konusudur.

 

Makyavel’den Lenin’e Karşı-İktidar

“Bize güç verin onlara diz çöktürelim” 
“Biz varlıkların direncini onların bizleri ezdikleri araçlarla ezeceğiz.”
Lenin

Makyavel ve Lenin arasında kurulacak bağ birçoklarına şaşırtıcı gelebilir. Nitekim Makyavel çoğunlukla yanlış anlaşılan bir düşünürdür. Makyavel’de bulacağımız şey çoklarının zannettiği gibi pragmatizm değil; güç ilişkilerine yaptığı vurgudur. Lenin’in özgürlük, demokrasi ama kimin için sorusu açıkça Makyavelci bir sorudur. Makyavel siyaseti hukuka dayandırmayı reddetmesiyle kendini belli eder. Makyavel, “hak ancak bir kuvvet tarafından empoze edildiği ölçüde vardır”, diye açıklıyor. Yani siyasette ilk veri olarak kuvvetler oranının kabülü Makyavel ve Lenin arasındaki bağı oluşturan hattır. Dahası Makyavel, toplumun bireylerden –hak sahibi kişilerden- meydana gelmiş olmadığını, fakat zıt çıkar gruplarından oluştuğunu söyleyecektir. Tıpkı Lenin’in farklı sınıflardan oluştuğunu belirtmesi gibi. L. Althusser Amiens Savunusu metninde Makyavelciliği şu sözlerle anlatır: …tıpkı Makyavelli’nin üstüne bastığı gibi… “Düşünceler arası ilişki bir güç ilişkisidir, egemen düşünce bu ilişki içinde ezilen düşünceyi tabi kılar ya da marjine sürer.” Yine Negri, Machiavelli için şöyle der: “Makyavelli’nin tarihi ve politik analizlerindeki kilit nokta öfkeden sosyal düzensizlik ya da isyanların yaratımına doğru ilerleyen ve dolayısıyla da zenginlikten dışlanan ancak zenginliğin üretiminde içerilen çokluğun başkaldırısının koşullarını sunan süreçtir.” Makyavel Hegel’in siyaseti ahlakileştirmesinin tam karşısında konumlanır. Makyavel doğasında iyi ya da kötü insan gibi antropolojik betimlemelere girmez. Ama hükümet kurmak isteyeni baştan uyarır: “İnsanların gerçekten belli bir istidat taşıyıp taşımadıkları tartışmasına girmeye gerek yoktur, biz bu konuda bir şey söylemiyoruz ve bu zaten bizim konumuz değil. Biz sadece kişinin, aksiyonun/eyleminin hesabını bu hipoteze göre yapmasını söylüyoruz.” Yine derginin önceki sayılarında yer verilen Filippo Del Lucchese’nin makalesindeki şu ifadeler Makyavelli’yi anlamak için oldukça sarihtir: Makyavel, mutabakat ve devlet içerisinde ayaklanmanın reddi olarak anlaşılan bu ortak iyi fikrine kuvvetle saldırır. Ortak iyinin iktidar için, hürriyeti sürekli tehdit eden baskıyı saklamaya yarayan bir incir yaprağından başka bir şey olmadığını iddia eder. Makyavel, arkhenin her dışavurumunun altında saklı duran kratosu açığa çıkarmaya çalışmaktadır. Siyasal ilişkilere damgasını vuran doğal çatışmayı teşhir ederek, ortak iyinin ideolojik örtüsünün altından gruplar arasındaki mücadele cebren gün yüzüne çıkar. 

Ortak iyiye karşı hangi sınıfa dair gibi ifadeler Lenin’in de burjuva ideolojisi olarak hümanizmin evrenselliği dışında konumlandığı noktadır. Yine Lenin, Marx’ın yanlış bilinç olarak ideoloji tesbitini ezilenlerin ve egemenlerin ideolojisi olarak iki ayrı forma tabi tutar. 

Lenin toplumsal sözleşmecilerden farklı olarak ama Makyavel çizgisine de sadık olarak: 

“Öncülleri gibi askeri operasyonların ayrıntıları ile değil kitlelerin savaşa girdiği gerçeği ile ilgilidir. “Topyekun savaş” ya da “halk savaşı” fikrinden yalnızca savaşın bir toplum gerçeği olduğunu ve devletlerin çatışmasına indirgenemeyeceğini alır. Bu, onun savaşın en başından beri ikili bir karaktere sahip olduğunu iddia etmesini sağlar.” Leninist haklı savaş ve haksız savaş esprisi sözleşmeci gelenekten (Hobbes, Locke) tevarüs değil, Makyavelyan bir izlektir. Aynı şekilde bunu görenlerden biri de Gramsci’dir. İtalyan Marksist Gramsci Leninist partiyi Makyavel’e atıfla Modern Prens olarak tanımlamıştır. Prens’in tarihin dip akıntısından mı geldiğini yoksa modern mi olup olmadığını bilmiyoruz ama.

 

Mayıs 68’i Leninist Perspektifle Mahkum Etmek!

Lenin kendiliğinden hareketlerle ilişkilenmenin zaruriliğini ortaya koyarken ve toplumsal devrimlerin arı bir sınıf kompozisyonu üzerinden şekillenmeyeceğini ısrarla beyan ederken, eş zamanlı olarak hareketin belirli bir forma girmesini de düşünür. Hiçbir toplumsal mücadele deneyimini küçük burjuva diye mahkum etmemekle birlikte hareketin bir forma evrilip/evrilmemesini ve önderliğini baz alır. Yaptığı teorik akıl yürütmenin doğal sonucu olarak kendiliğindenlik denizine bütün varlığıyla atılmayı salık verirken kendiliğindenciliği mahkum eder. 

Bu nokta yekten Lenin’in hanesine yazılmış ve kapanmış bir tartışma olarak görülmemelidir. Lenin halen tüm devrimci zihin açıklığına rağmen, II. Enternasyolcilerin teorik ayrımları içinden düşünüp çıkış arar. Kendiliğinden harekete bilinç götürmeyi savlar. Hareketin iktidar talebinde bulunmamasını bilinçsizlik olarak okuma eğilimindedir. Bu bağlamda bir spekülasyon yapma pahasına Lenin’in Mayıs 1968’de duracağı yer Türkiye Sosyalistlerinin Gezi Ayaklanması’nda duracağı yerdir. Hareketi belki buradaki gibi önceden içeriklendirmeyecektir, ama yenilgisini Marksizmden sapma olarak okuyacaktır. Veyahut Rojava’daki devrimci dinamiği selamlayacaktır, ama iktidar-dışı toplumsal örgütlenme modeline anarşist dememesi ancak kendi ayrımlarının galebe çalması olacaktır. Lenin Mayıs 68’i ne üniversite işgalleri üzerinden ne de genel grev üzerinden, toplumsal ayaklanma pratiği üzerinden okuyacaktır, fakat yakınlık duyacağı hat kendi ayrımlarıyla örgütlü ve iktidarı isteyen komünistlerdir. Lenin kurucu bir pratiğe yönelmeyi bir halkın devleti soyutlaması içinden düşünür. Yani Mayıs 68 gibi isyan dinamikleri Lenin açısından salt anarşizmle malûl olduğu için değil, ideo-politik olarak yetersizdir.

Lenin kendi döneminde cereyan eden Paskalya Ayaklanması üzerine muarızı Radek’ten farkını ayaklanmaya dair şu tespitleriyle ifadelendirir: “Toplumsal devrimin, sömürgelerde ve Avrupa’da ayaklanmalar olmadan, bütün önyargılarıyla küçük-burjuvazinin bir kesiminin devrimci patlaması olmadan, siyasal bakımdan bilinçsiz olan proleter ve yarı-proleter yığınların, toprakbeyliği, kilise, krallık boyunduruğuna karşı, ulusal vb. boyunduruğa karşı hareketi olmadan düşünülebileceğini sanmak, toplumsal devrimi reddetmektir.

Burada Marksizmi işçi sınıfının üst-ideolojisi gören ve bilinç mefhumunu olmazsa olmaz gören klasik Marksistlerden açık bir farkını görüyoruz Lenin’in. Yine Sovyet pratiğinde de, Paskalya Ayaklanması özgülünde de ezilen ulusların ulusal boyunduruğuna işçicilik adına karşı çıkan değil; devrim adına savunan bir Lenin örneği var karşımızda. Gelgörelim ki “işçi sınıfı ancak sendikalist bilinç geliştirebilir ona dışarıdan müdahale şarttır” diyen Lenin ile siyasal bakımdan bilinçsiz olan proleterlerin isyanını selamlayan Lenin aynı Lenin’dir. Burada siyasetin kısa devresi söz konusudur. “Ayaklanmayı gelecek bahara kadar geciktidik fakat kitleler bize sormayacaklar ki…” diyen Lenin’de aynı Lenin’dir.

Gelelim asal tartışmamız olan Mayıs 68 gibi dinamiklerin reel sosyalizmle gerilimli ilişkisine…

 

Mayıs 68

Mayıs 68 diye anılagelen bütünsel bir politik hadiseden bahsedilebilir mi? Fransa, Meksika, İtalya, Birleşik Devletler, Almanya ve Türkiye’de yaşanan hareketlerin özgül birlikteliği var mıdır sahiden, varsa nelerdir? Bugün aradan geçen kırk küsur yıl sonra neden halen 68’i nostalji değerinde konuşma ihtiyacı duyuyoruz, birilerinin hanesinde tamamlanmamış bir anıyı teşkil ettiği için mi? 68’i unut ve 68’e dön diyenlerin ortak noktası nedir? Şimdinin mücadelesi yerine niçin geçmişin idealize edilen bir bilgiler yığını, dinamik olarak anımsanması? 

Kanımca bazı soruları sormak, ayrımsallıkları görmek açısından gereklidir?

68’de aranan neydi? 

Örgüt formuna evrilmeyen hareketin çoğulluğu mu?

Siyasi iktidara meyletmeyen bir radikal muhalefet mi?

Merkezi/anaakım komünist partilerin toplumsal mücadeleleri sınırlandıran reformizminden kopuş mu?

Yoksa radikalizm esinli yalnızca reddettikleri üzerinden konuşan ve kendi önermelerini kendi gerçekliğinde onaylamayan bir kurucu olmayan politika mı? (Cevabımız bunların her biri olacaktır. Sanıldığı gibi öznelerden mülhem tek bir 68 ve 68’lilik yok ve olmadı.) 

Şüphesiz bu cevaplar içinde birbirini ortak kesenler bulunmaktadır. Yine son soru cevabını kendi içinde barındırmaktadır. Fakat genel manada göze çarpan -daraltacak olursak- iki eğilim vardır. Biri 68’i özgürlük mücadelesinin bitimsiz ufku olarak mevcut haliyle ve içindeki tüm bileşenlerle 68’in olumlanması bir diğeri 68’i içinde barındırdığı dinamikler anlamında sonraki politik mücadeleler açısından bir sıçrama görmekle birlikte eleştirel mesafesini koruyarak okuma.

Şimdi bu gösterenler ışığında bir kategorilendirmeye daha gidip şu soruları sorabiliriz.

Hareketin komünizmi açısından 68 nereye tekabül eder?

Öncü parti, iktidar sorunsalı açısından Mayıs 68 nereye tekabül eder?

Kendiliğindencilik açısından Mayıs 68 nereye tekabül eder? Ve son olarak;

Demokratik sosyalizm perspektifi açısından 68 dinamiği nereye oturur?

Demokratik sosyalizm perspektifi açısından Anarşistlerin ve Marksistlerin iki temel hatası vardır. Biri iktidardan egemenliği, bir diğeri ise egemenlikten iktidarı devralmayı anlar.

Bu bağlamda her tekil olay özgülünde yapılacak değerlendirme kendi kavramsal setinin ayrımları üzerinden okunmalıdır. Özgürlük Hareketi mayıs 68’i devlet dışı örgütlenme isteminin açığa çıktığı bir moment olarak okuyabilir sanıyorum. Ne genç çocuklar devrimi, üniversite işgallerini esas alan öğrenci hareketi olarak ne de iktidar yönelimi ya da başarısız bir iktidar girişimi olarak. 

Not: Demokratik sosyalizm kavramını batı liberalizmiyle “malul başımıza ne geldiyse devrimler sonucu geldi” diyen Özgürlükçü sosyalizm kavramından ayırmak gerekmektedir.

 

 

 

Kaynakça

  • Engels’ten August Bebel’e, https://www.marxists.org/archive/marx/works/1875/letters/75_03_18.html
  • Etienne Balibar, “Siyasette Savaşın Belirlediği Felsefi Uğrak: Lenin 1914-16”, Yeniden Lenin, Otonom Yayıncılık
  • Lenin, Burjuva Demokrasisi ve Proleterya Diktatörlüğü
  •  Louis Althusser, Makyavel’in Yalnızlığı, Epos Yayınları
  • Machiavelli, Hükümdar, Sosyal Yayınları
  •  Marx, Kugellman’a Mektuplar, Köz Yayınları
  •  Filippo Del Lucchese, Ayaklanma ve Modernite Machiavelli ve Spinoza’da Siyaset olarak Ayrılma ve Özgürlük olarak Çatışma, Demokratik Modernite dergisi, Sayı: 18
  •  Patrick Dupouey, Machiavelli’nin Hükümdarını Okumaya Başlarken, Bilim ve Gelecek Dergisi sayı: 152, Ekim 2016

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.