Düşünce ve Kuram Dergisi

Uluslararası Komployu Doğru Anlamakla Günceli Özgürleştirebiliriz

Ayhan Kaya

9 Ekim 1998’de başlayan ve 15 Şubat 1999’da Kürt Halk Önderi Öcalan’ın esaretiyle yeni bir boyuta taşınan uluslararası komplonun 16. yılında, komplo gerçekliğini her yönüyle ele almak, çözümlemek, sonuçlar çıkarmak ve ona göre mücadeleyi yükseltmek her zamankinden daha önemli olmuştur. Çünkü komplo süreciyle başlayan uluslararası hegemonik güçlerin Ortadoğu’ya yeniden müdahalesi, en sıcak dönemini günümüzde yaşamaktadır.

Bu nedenle de günümüz Ortadoğu’sunda yaşananları anlamak, ancak komployu anlamakla mümkün olabilir. Aslında sadece Ortadoğu’da değil, dünya çapında yürüyen ve Ortadoğu’da somutlaşan bir savaş durumu söz konusudur. Kürt Halk Önderi Öcalan bu savaş durumunu ve komplonun bu süreçle bağını çok çarpıcı ortaya koymaktadır. “Üçüncü dünya savaşı bir gerçektir ve ağırlık merkezi Ortadoğu coğrafyası ve kültürel ortamıdır. Sadece Üçüncü Dünya savaşının yoğunluk merkezi olan Irak’ta yaşananlar bile buradaki savaşın bir ülke ile ilgili olmadığını, dünya hegemonik güçlerinin çıkarları ve varlığı ile ilgili olduğunu gayet iyi açıklamaktadır. Bu savaş ancak İran’ın tamamen etkisizleştirilmesi, Afganistan ve Irak’ın istikrara kavuşturulması, Çin ve Latin Amerika’nın birer tehdit unsuru olmaktan çıkarılmasıyla sonlandırılabilir. Dolayısıyla savaşın daha ortalarındayız. Bazen diplomasi bazen şiddet yoğunlaşacaktır. Gündeme şiddetli ve kontrollü ekonomik krizlerle müdahale edilecektir. Alanların önceliği değişecek, ama şöyle veya böyle savaş komple olarak birçok alanda cereyan edecektir. Ancak savaşın bu temel doğası göz önüne getirildiğinde, bana yönelik 1998 operasyonunun neden uluslararası çapta yürütüldüğü ve NATO’nun en büyük Gladyo operasyonu olduğu daha iyi anlaşılacaktır.”

Kürt Halk Önderi’ nin 2004 yılında ortaya koyduğu üçüncü Dünya Savaşı gerçekliği, geçen on bir yıllık pratikte, doğruluğu tartışmaya yer bırakmaksızın ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla uluslararası komplo üzerinde yoğunlaşarak çözümlemek, anlamak bugün çok daha yakıcı olarak kendisini dayatmaktadır.

Komplo, egemenlerin esas aldıkları en temel siyasal mücadele yöntemidir. “Komplo, iktidar sanatının en önemli aracı ve ruhu durumundadır.” İktidar sahipleri toplumsal gerçekliğe zıt uygulamaları pratikleştirmek için, toplumda bir kabul edilebilirlik algısı yaratmak zorundadırlar. Çünkü en büyük korkuları toplumsal tepki ve karşı çıkıştır. O yüzden toplumsal tepkiyi yumuşatacak, yapacakları toplum karşıtı uygulamalara meşruiyet kazandıracak yöntemlere ihtiyaçları vardır. Bunun yolu da komplodur. Komplo zaten kelime olarak da hile ve yalanlarla tuzağa düşürmek, etkisizleştirmek anlamına gelmektedir. Burada her türlü hile, yalan, sahtekârlık meşrudur. Yani komplo gayri ahlakiliktir. Hiçbir toplumsal, ahlaksal, dinsel ve hukuksal kural ve kaide göz önüne getirilmez. Sadece komplo ile hedeflenen amaca ulaşmak esas alınır. Yani her komplo bir amaç doğrultusunda yapılır. Bir nevi bu amacın gizlenmesi, meşrulaşması ve pratikleşmesine hizmet eder.

Bu bağlamda 9 Ekim komplosunun neden ve amaçları üzerinde durmak gerekmektedir. 9 Ekim komplosunun nedenlerini ele alırken geniş perspektiften bakmak bizi doğru sonuçlara ulaştıracağı gibi, güncelde yaşananları da daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır. Çünkü NATO bünyesinde GLADYO eliyle yürütülen, 15 ülkenin direkt, 40’a yakın ülkenin endirekt içinde yer aldığı, NATO tarihinin en büyük operasyonundan bahsediyoruz. Sonuçları itibariyle de üçüncü Dünya Savaşı’nın başlangıcı diyoruz. Mesela birinci Dünya Savaşı’nın görünürdeki nedenlerinden birisi de Avusturya-Macaristan veliahdının bir Sırplı tarafından öldürülmesiydi. Dünyayı paylaşmak, bunun için de yeni düzenleme yapmak için bu gerekliydi. Veliahtta yönelik komplo ve suikast sürecin başlangıcı olacaktı. Kürt Halk Önderi Öcalan’a yönelik komplo da hegemonik güçler açısından yeni bir sürecin başlangıç adımıydı. Ancak Kürt Halk Önderi; komployu ilk andan itibaren derinlikli anlayıp, tahlil etti ve komplocuların istediği gibi yaklaşmadı. Komplocular bunun üzerine 11 Eylül olaylarıyla hedefleri doğrultusunda harekete geçtiler.

Burada şu soru akla gelebilir. Bir dünya savaşını başlatmak için neden Kürtler ve Sayın Öcalan seçildi. Nedenlerini üç başlıkta toplamak mümkündür.

1-İdeolojik nedenler

Uygarlık tarihinde egemen-devletçi ve iktidarcı güçlere karşı her zaman doğal toplum unsurlarının büyük direnişleri olmuştur. Etnik, dinsel ve ulusal pek çok biçimde ortaya konulan bu direnişler, özünde iktidarcı devletçi sistemi aşmayı, toplumcu alternatifleri yaratmayı amaçlamışlardır. Bu direnişlerden her biri kendi dönemindeki hakim iktidarcı-devletçi gücün temel hedefi haline gelmiştir. Bu anlamda kendi sistemini ideolojisini hedefleyen, alternatif sistemini yaratmak isteyen toplumsal kesimler iktidarlar için birincil önemde tehlike olarak görülmüşlerdir. Sınırların anlamsızlaştığı günümüz dünyasında ise tüm hegemonik güçlerin hedefi haline gelmişlerdir. İdeolojik olarak kendilerine karşıt olan bir güç, bir düşünce söz konusu olduğunda, egemenlerin arasındaki çelişki hangi düzeyde olursa olsun, bu çelişkiler hemen bir tarafa bırakılarak ortak hareket etmektedirler.

Kürtlerin, PKK Hareketinin ve onun Önderliğinin hedeflenmesi esasta bu ideolojik yaklaşımdan kaynaklanmaktadır. 90’larda reel sosyalizmin çözülüşüyle ideolojilerin sonunun geldiğini ilan eden kapitalist modernite güçleri, artık ideolojik temelde karşılarına etkili bir gücün çıkamayacağını varsayıyorlardı. Kendi sistemlerini ebedi ilan ediyorlardı. Kürt Halk Önderi Öcalan öncülüğünde PKK, siyasal ve askeri mücadelesiyle olduğu kadar, ideolojik olarak da reel sosyalizmi doğru çözümleyip, bundan doğru sonuçlar çıkardı. Demokratik sosyalizmi hem teorik, hem de sistemsel-örgütsel olarak pratikleştirmeye çalışınca, başta ABD ve batılı kapitalist güçler olmak üzere tüm hegemonik güçlerin hedefi haline geldi. 1990’dan 1998’e kadar PKK ile her alanda mücadelede bu güçler TC devletiyle ortak hareket ettiler ve TC devletine her türlü siyasal, diplomatik, ekonomik, askeri ve istihbarı yardımda bulundular. Ancak tüm bunlara rağmen Kürt Özgürlük Hareketi yenilmedi, aksine hem ideolojik hem siyasal ve askeri olarak Kürdistan’ın dört parçasını ve Ortadoğu’yu etkileyen bir güç haline geldi. Reel sosyalizmin çözülüşünden sonra dünyayı ve özelde de Ortadoğu’yu küresel sermayenin çıkarları temelinde yeniden dizayn etmek isteyen küresel hegemonik güçler, PKK ve onun Önderliğinden başlayarak, Ortadoğu’ya direkt müdahale sürecini başlattılar. Kuşkusuz PKK, stratejik, güncel-politik pek çok konuda bu hegemonik güçlerin çıkarlarına aykırıydı ama hepsinden de önemli olan ideolojik temsiliyetiydi. PKK ve Önderliğinin komplonun hedefine konulmasının en temel nedeni bu ideolojik temsiliyetti.

2-Stratejik nedenler

İdeolojik nedenlerin yanında hegemonik güçlerin uzun vadeli stratejik hedefleri de komplonun temel bir nedenidir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’dan yapacağımız uzun bir alıntı bu konuyu daha anlaşılır kılacaktır:

“Bizim varlık nedenimiz ise, partimiz ve özgürlük çizgisiydi. ABD ve İngiltere 1925’ten beri Türkiye’ye verdikleri sözü (Irak Kürdistan’ına dokunmamak şartıyla Türkiye Kürdistan’ını feda etmek) tutmak durumundaydılar. Türkiye bu temelde NATO’ya girmiş, kendisiyle bu temelde Kürt Sorunu üzerinde anlaşmışlardı. Konumumuz ve stratejimiz, geleneksel ve güncel olarak büyük önem arz eden Ortadoğu’daki bu dengeyi ve hegemonyayı tehdit ediyordu. Ya bu hegemonyanın yörüngesine girecek ya da tasfiye edilecektik. Türkiye Cumhuriyeti 1925’ten beri bu hegemonik güçlerle yaptığı antlaşmaları (1926’da Musul-Kerkük konusunda anlaşma, 1952’de NATO’ya giriş, 1958 ve 1996’da İsrail’le yapılan anlaşmalar) Kürtleri tarihten silme temelinde kullanmak istiyordu. Laik milliyetçi pozitivist ideoloji bu imkânı veriyordu. Cumhuriyet kadrosu buna inandırılmıştı. Bu aslında tarihsel Türk-Kürt ilişkilerinin ruhuna ve ittifakına çok aykırı bir durumdu. Ama İsrail’in kuruluş hesapları nedeniyle sistemin yapamayacağı çılgınlık yok gibiydi. Beyaz Türk gerçeği denilen yapay ideoloji, kadro ve sınıf oluşumu bu temelde inşa edilmişti. Ayrıca PKK bu oluşuma öldürücü darbe vurmuştu. Çünkü Kürt kimliğinin kabulü ve özgürlüğünün tanınması bu oluşumun inkârı anlamına geliyor, en azından bu ölümcül politikaların terk edilmesini gerektiriyordu. İsrail’le yapılan antlaşmalar bu oluşum için hayati anlam ifade eder. Zaten Türk ulus-devleti Proto-İsrail olarak inşa edilmişti.

KDP bağlamında da benzer bir Beyaz Kürt oluşumu inşa edilmeye çalışıldı. Aynı merkez hem Türklerde hem de Kürtlerde benzer ama aralarında çelişkiler bulunan iki güç yaratmayı varlıkları için (ABD ve İngiltere başta olmak üzere, Batının Ortadoğu’daki hegemonik çıkarları ve İsrail’in güvenliği için) hayati önemde görmekteydiler. Kendilerine bağlı ama aralarında hep problemler olan bu iki güç bağlamında bölgedeki çıkarlarını kollamak son derece akıllıca bir politikaydı. PKK’nin çıkışı, tarihsel olduğu kadar güncel geçerliliği de olan bu oyunu bozuyordu. 1993 ve 1998’deki çözüm ve barış imkânının doğması bu oyunun sonu demekti. Onun için bu tarz bir çözüme müsaade edilmedi. Büyük suikastlar ve komplolar düzenlendi. PKK’nin Kürtleri denetim altından çıkarıp, başta Türkler olmak üzere diğer toplumlar ve devletlerle barıştırması, bu güçlerin Ortadoğu’daki hegemonik oyunları ve çıkarlarının devamı açısından stratejik bir darbeydi. Gerekçelerini daha da kapsamlı biçimde sıralayabileceğimiz bu hususlar, 1998 komplosunun neden büyük ve stratejik amaçlı olduğunu yeterince kanıtlamaktadır.”

3-Güncel-politik nedenler

9 Ekim komplosunun belirtilen ideolojik ve stratejik nedenleri kadar, tüm güçlerin güncel-politik çıkarları da bu komplo içerisinde rol oynamalarının bir nedeniydi. Hatta birbirine karşıt gibi görünen güçler bile güncel politik çıkarlar üzerinden birbirlerine yakınlaştılar. Kimi güçler bu komplodan çıkar temelinde yararlanmak istediler, kimileri de çıkarları için komplonun içinde yer aldılar. Yoksa kırka yakın devletin tavrını ABD ve İngiltere’nin Ortadoğu çıkarları ve İsrail’in savunulması stratejisiyle açıklayamayız. Mesela Rusya Mavi Akım projesi ve 10 milyar dolarlık IMF kredisi karşılığında Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ı Rusya’dan çıkardı. Yunanistan Ege ve Kıbrıs sorunu konusunda TC’den önemli tavizler kopararak en etkili şekilde komploda yer aldı. İtalya’daki D’Alema hükümeti sorunu Avrupa’ya mal ederek bir çözüm bulmak istedi ancak gücü yetmedi. Ülke olarak da hükümet olarak da çıkarları tek başına bir şeyler yapmasına elvermedi. Kaldı ki ABD, İngiltere ve Israil’in yaratmak istedikleri yeni Ortadoğu için TC’ye ihtiyaçları vardı ve çıkarları temelinde TC’yi de yeniden bu politikaya uygun olarak düzenlemeleri gerekiyordu. Bu anlamda komplo içinde yer alan tüm güçler güncel-politik çıkarları temelinde hareket ediyorlardı. Büyük ağabey ABD bir çark kurmuştu, onlar da bu çarkın bir dişlisi olup, çarkın ortaya çıkaracağı üründen faydalanmak istiyorlardı. Zaten pek çoğunun bu çark dışında hareket etme gücü ve yetisi de yoktu. Bunun için kendi ulusal, uluslararası hukuklarını, toplumsal ahlak kurallarını çiğnemekte bir sakınca görmüyorlardı.

9 Ekim uluslararası komplosunun nedenlerini ortaya koyarken yetersiz yoldaşlıktan ve sahte dostluktan bahsetmeden geçemeyiz. Çünkü Kürt Halk Önderi, komplonun en temel nedeni olarak “yetersiz yoldaşlık” ve “sahte dostluğu” göstermişti. Yani 20-25 yıllık mücadele görevlerini yerine getirmeyen, zaferi yaratmanın tüm imkânları olmasına rağmen, buna öncülük edemeyen ve gerekli taktik önderlik becerisini ortaya çıkarmayan, bu anlamda önderliğini yalnız bırakan, hedef haline getiren kadroların duruşu, komploculara umut ve güç vermişti. Bu duruşa bakan komplocular “Öcalan giderse PKK biter” düşüncesiyle doğrudan Sayın Öcalan’ı hedef aldılar. Bu da bir yana 1998 yılının 9 Ekimine gelene kadar Kürt Özgürlük Hareketinin ciddi, kalıcı kimi sonuçlara ulaşmaması için hiçbir neden yoktu. Sayın Öcalan’ın deyimiyle tek engel yoldaşlarının gerçekliği idi.

Sahte dostluk konusunda ise Kürt Halk Önderliği’ nin şu açıklamaları yeterince açıklayıcıdır. “Moskova’yı hemen tercih etmem, ‘Ne de olsa yetmiş yıllık bir sosyalizm deneyimi yaşadılar; ister çıkarları ister enternasyonalist tutum gereği olsun, beni rahatlıkla kabul ederler’ inancından kaynaklanıyordu. Sistemin çöküşüne rağmen, moral açıdan bu kadar düşmüş olabileceklerini beklemiyordum. Liberal kapitalizmden çok daha kötü bir bürokratik kapitalizm çöküntüsüyle karşı karşıyaydık. En az Atina’daki dostlar kadar Moskova’daki dostların tutumundan da hayal kırıklığına uğradık. Daha doğrusu, kurulu dost ilişkilerinin pek güvenilir olmadığı açığa çıkmıştı.”

Komplonun hedefleri

Bundan önceki bölümlerde komplonun nedenlerini ortaya koymaya çalıştık. Tabi komplonun hedefleri nedenlerinden bağımsız değildir. Bu yüzden komplocuların esas amaç ve hedefleri temel noktalarda ortaya konuldu. O yüzden sonuç olarak konuyu, komplonun hedefleri bağlamında toparlayıp özetlemek mümkündür.

9 Ekim komplosu, görünürde Kürt Halkı’na ve Önderliğine karşı yapıldı ama esasta Kürt Halkı kadar Türk Halkı’na karşı da düzenlenmiş bir komploydu. Komplo ile Kürt Halk Önderi TC devletine teslim edilecek, idam edilecek ve bu da Türk-Kürt savaşımını en derinlikli ve acımasız temelde yüzyıla yayacaktı. Dönemin başbakanı Bülent Ecevit; “bize neden teslim ettiler, anlayamadık” derken bu gerçekliği ifade ediyordu. Zaten TC devleti komplonun pratikleşme sürecinde fazla yer almadı. Kenya’da kendilerine teslim edilen Kürt Halk Önderini Türkiye’ye getirmek gibi çok sınırlı bir rolü oldu. Operasyon baştan sona ABD öncülüğünde diğer ülkelerdeki Gladyo örgütlenmeleri üzerinden, NATO adıyla yürütüldü. Yani öyle, Türk Devleti’nin ayarladığı ya da içinde aktif rol oynadığı bir durum değildi. ABD, İngiltere ve İsrail tarafından planlanıp, NATO üzerinden pratikleştirilen komployla, yüzyıllık Türk-Kürt çatışması hedefleniyordu. Böylece Kürt de Türk de hep zayıf kalacak, hep bu güçlere bağımlı kalacak ve hep bu güçler tarafından kullanılacaktı. Sayın Öcalan’ın “komplo, esasta histeri düzeyine varan şovenizme, havadan bir paket sunarak, tam bir 20. Yüzyılın arenada aslana yedirme Roma oyununu hazırlamıştı” tespiti, bu gerçekliğin en çarpıcı ifadesi oluyor.

Diğer bir hedef ise direkt Kürt Halk Önderinden intikam almaktı. Adeta “sen misin bizim sistemimize başkaldıran. Sosyalizm bitti, ideolojiler çağı bitti, kapitalizm ebedi olacak. Sen mi buna engel olacaksın” dercesine bir yaklaşımla komplo tezgâhlanıp yürütüldü. Kürt Halk Önderi Öcalan kendi durumunu Kafkas Dağları’na çivilenen Prometheus’ la benzeştirirken bu intikam hareketini ifade etmekteydi. Bu durumu Kürt Halk Önderi Öcalan AİHM’ e sunduğu savunmalarda çok çarpıcı ortaya koymaktadır. “Aslında her şey benim ölümüme göre ayarlanmıştı. Ağırlıklı olarak fiziki, bu olmazsa anlam itibariyle yok edilmem temel hedefti. Tüm dünyanın karşı taraf durumuna düşürüldüğü, en yakın dost ve yoldaşların bile hakim inançlarına ve moral değerlerine göre ‘şerefli bir ölüm’ den başka bir şey beklemedikleri bir acımasızlık kaderine göre düzenlenmişti. Asrın mantığı buydu. Dostun da, düşmanın da mantığı buydu. Duygu ve inançların donduğu nokta da burasıydı. Her şey korkunç bir yalnızlığa mahkum ediyordu. Bir savaş kuralına göre ‘kurşuna dizilmek’ çok uzak bir ceza demeyeceğim, bir hak olarak görülmesine rağmen, bu hak bana tanınmıyordu. Uygarlık başka türlü intikam almak istiyordu”

Tabi bu durumu tarihte tüm büyük önderliksel çıkışlarda görmek mümkündür. İsa’nın çarmıha gerilişi, Hallac-ı Mansur’un derisinin yüzülüşü, Hz Hüseyin’in Kerbela’ da çöl ortasında tüm yakınlarıyla birlikte katledilişi, Prometheus’ un zincirlenişi, Bruno’ nun yakılışı hep bu intikam ve ibretlik cezalandırma yaklaşımlarının sonucudur. 9 Ekim Komplosuyla da Kürt Halk Önderliğine uygulanan da bu durumun güncel uygulanışıdır

Komplocu güçler, PKK’yi yaratanın bugünlere getirenin Önderliğinin olduğu gerçeğinden hareketle, Öcalan’ın imhası ya da esaretiyle PKK’yi de tasfiye etmeyi hedefliyorlardı. Kürt Halk Önderi bunu “başı götürüp gövdeyle oynama” biçiminde tanımladı. Yani Önderliğinden sonra ya PKK teslim olacak ve dağılacak; ya da içten bölünüp parçalanarak uluslararası güçlerin maşası olup, sisteme eklemlenecekti. Bunun dışında seçenek tanınmıyordu. Komplodan hemen sonra PKK’ye, ABD’li yetkililerin ağzından 6 aylık ömür biçilmişti. Bunu gerçekleştirmek için de hem içten, hem dıştan yoğun saldırılar yapıldı. Ancak Öcalan’ın İmralı duruşu, Kürt Halkının Önderliğine görkemli serhıldanlarla sahiplenişi, yetersizliklerine rağmen PKK’ li yoldaşlarının fedailik ve Önderliğini ateşten çemberle korumaya almaları, komplocuların tüm bu beklentilerini boşa çıkarmıştı. Artık İmralı’da, dağda, ovada, Kürdistan’da, Avrupa’da, dünyanın dört tarafında Apocu Çizgi ile komplocuların amansız mücadelesi başlamıştı. Günümüzde de esasta yürüyen mücadele komplocu çizgi ile Apocu Çizgi arasındadır.

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.