Düşünce ve Kuram Dergisi

Uygarlığın Başlangıcından Günümüze Birey ve Toplum Kırım

Cemal Şerik

Toplum Kırım için “21. yüzyılın sömürgeciliği” biçiminde bir tanımda bulunmak mümkündür. Ancak Toplum Kırım’ı 21. yüzyılla birlikte başlatmak yeterli olmaz. O nedenledir ki, Toplum Kırım’ı tarihsel bir bütünlük içerisinde ele almak gerekmektedir. Burada ise karşımıza iki temel nokta çıkmaktadır. Bunlardan birincisi; bir bütün olarak toplumun kırım politikasına tabi tutulması olurken, diğeri de bunu hazırlayan tarihsel koşulları olmaktadır. Bunların her ikisinin diyalektik bir bütünlük içerisinde ele alınması, Toplum Kırım’ın her boyutuyla anlaşılmasını olanaklı bir hale getirirken, aynı zamanda buna karşı toplumun hangi esaslar üzerinde savunulacağına dair yol gösterici olacaktır.

 

Toplumsal Kırım’ın Tarihseller Temelleri

Burada Toplumsal Kırım’ın tarihsel temelleri ele alınırken, yine iki başlık altında bunu temellendirmek gerekmektedir. Bunlardan birincisi; tarihsel kökleri itibariyle toplum kırımın gelişim sürecinin irdelenmesi olurken ikincisi de;  toplum kırımın bir politik çerçeveye oturtularak onun bir sisteme kavuşturması olmaktadır.

 

I.

Toplum Kırım’ı tarihsel gerçekliği içerisinde ele aldığımızda, karşımıza ilk çıkan, toplumsal sorunlar olmaktadır. Burada da toplumsal sorunlardan kastedilen, toplumun içerisinde yaşamış olduğu alelade sorunlar değildir. Elbette bu tür sorunlar da önemlidir. Fakat bu sorunlar, ana sorunlar karşısında ayrıntı kabilinde ele alınması gereken sorunlar olma boyutunu aşamamaktadırlar.

Burada üzerinde durulması gereken, toplumu meydana getiren ana hususlar üzerinde, yaşamaya başlamış olduğu sorunlardır. Bunlar ise; kadının toplum içinde ikinci plana düşmesi olan anacıl dönemin yerini ataerkilliğe bırakması, toplum içerisinde yaşanan hiyerarşinin üst sınıf olarak kendisini iktidar gücü olarak örgütlendirmesi, toplum ekonomisinin bu üst sınıfların tekeline geçmesi ve yine bu üst sınıflar tarafından düşünce üzerine kurulan tekelleşme ile yaşanmaya başlayan sorunlardır. Toplumsal sorunların kaynağını oluşturan bu ana hususlar, aynı zamanda toplum içerisinde yaşanmaya başlanılan bir yabancılaşmanın da kaynağını teşkil etmişlerdir. İşte Toplum Kırım’ın tarihsel köklerinin oluşum noktasını da burası oluşturmaktadır. O nedenledir ki yabancılaşma için, Toplumun Kırım’ın başladığı yer olarak bir belirlemede bulunmak en doğru olan bir yaklaşım olmaktadır. Toplum Kırım’a ilişkin genel belirlemeleri, bu noktadan hareketle yapmak gerekmektedir.

Yabancılaşma için genel olarak yapılan tanımlama, her hangi bir cismin özünden uzaklaşması ya da başkalaşıma uğraması olmaktadır. Buna göre de, toplumun yabancılaşması onu var eden temel özelliklerden uzaklaşmaya başlaması anlamına gelmektedir.

Toplum için, “insanın kendisini var etme biçimi” şeklinde bir tanımlamada bulunulmaktadır. Aslında yabancılaşma burada insanın toplum olmaktan uzaklaşmaya doğru yol almaya başlaması anlamına gelmektedir. Bunun da toplumun kendi içerisinde alt sınıf- üst sınıf şeklinde ikiye bölünmesi ile doğrudan bir ilişkisi bulunmaktadır. Çünkü toplum içerisinde, bu şekilde temel iki sınıf biçiminde bir ayrışma yaşanmadan önce, herhangi bir yabancılaşma söz konusu değildir. Bilince ve örgütlenmeye dayalı olarak oluşan toplum içerisinde gerçekleşen üretim topluma ait bulunmaktadır. Yine aynı şekilde toplum kendi kendini yönetmekte ve öz savunmasını gerçekleştirmektedir. Bilgi birikimi de topluma aittir. Bunlar üzerinde her hangi bir kişi ya da bir kesimin tasarrufta bulunması söz konusu değildir. Bu ortaklaşmacılık ilkesine ters düşen bir kimsenin, o toplulukla her hangi bir bağı kalmamakta ve toplumun dışına itilmektedir. Ne zaman ki birey toplum içerisinde yaptığı iş üzerinde uzmanlaşmaya, üzerinde yaşadığı yeri kendi mülkü haline getirmeye başladı, o zaman toplum içerisinde bireyler içerisinde yaptığı işe göre bir sınıflaşma da oluşmaya başladı. Bu da daha çok kendisini ‘üst sınıf’ diye ifadeye kavuşturan, toplum içerisinde belirlenmiş olan yöneticilerde, bilge kişilerde, din adamlarında ve askeri şeflerde somutlaştırdı. Bu şekilde oluşan üst sınıflar da giderek toplumun onlara vermiş olduğu yetkiyi kendi elerinde tutmaya ve bunu sürekli kılmaya başladılar. Bu da beraberinde bunlar arasında topluma karşı bir ittifaka ve güç ilişkisine dönüştü. Daha sonra kendini iktidar biçiminde somutlaştıracak olan bu erk sahibi güçler, giderek toplumun elinde ne varsa onu kendilerinin bir mülkü haline getirmeye başladılar.

Toplum içerisinde yabancılaşma bu şekilde başlamış oldu. Topluma ait olanların, toplumun elinden çıkarılarak üst sınıfların mülkü haline gelmesi,  yabancılaşmanın da temellerini oluşturdu. Artık o andan itibaren toplum kendine ait olandan uzak bir konuma itilirken, topluma ait olan değerler üzerinde üst sınıflar kendilerini var etmeye başladılar. Aslında bu tarihin tanımış olduğu ilk köle-efendi ilişkisinin de temellerini oluşturdu.

Bu efendi-köle ilişkisi içerisinde de kadın erkeğe, toplum da üst sınıflara tabi hale getirildi. Kadının erkeğe, toplumun da üst sınıflara tabi hale getirilmesi kadının kadınlığından, toplumun da toplum olma kimliğinden uzaklaşmaya başlaması anlamına geldi.

İşte Toplum Kırım’ı da bu tarihsel gerçeklik üzerine oturtmak gerekmektedir. Toplum, alt ve üst sınıf şeklinde bir ayrışma içerisine girmeden önce, kadın toplum içerisinde öne çıkan ve soy açıklanılırken temel dayanak olarak ele alınmakta ya da öyle kabul edilmekteydi. Kadına toplum içinde verilen rol de buna göre belirlenmekteydi. Erkeğin rolünün toplum içerisinde öne çıkması ve soyun erkeğe göre belirlenmesiyle birlikte ise toplumun o zamana kadar kendini var ettiği temel değerlerden uzaklaşmaya başladığına tanık olundu. Komünal, ortaklaşa yaşam son bulmaya başladı. Mülk toplumun elinden çıkarak erkeye ait hale geldi. Yine bu mülk, esas alınır hale gelen erkeğe göre belirlenen soya bağlı olarak bir miras hakkına dönüştü. Bununla birlikte toplumun ürettiklerinin, üst sınıfların eline geçmesi ve bunun bir mülkiyet birikimine dönüşmesi ve yine üst sınıfların toplumun yönetimini ele geçirmesiyle birlikte kendi yönetim tekelini kurması, toplumu tamamen kendine ait olan değerlerden de uzaklaştırmış oldu.

Toplum üzerinde kurulan bu tekel, toplumu kırıma doğru götüren sürecin, kendini bir sisteme kavuşturması anlamına geldi. Burada en çok dikkat çeken de toplumun kendi olmaktan çıkmaya başlaması ve giderek o devletin toplumu olarak anılır hale gelmesi oldu.

Toplumun ‘devletin toplumu’ haline gelmesi, özünde yabancılaşmanın da somut bir ifadesi anlamına geldi. Bu, aslında sınıflı-devletçi bir tarihin gelişimi içerisinde, toplumun da giderek kendi gerçekliğinden uzaklaşma sürecine girdiği anlamına geldi. Toplum Kırım da oluşmaya başlayan bu tarihsel süreç içerisinde giderek boy vermeye başladı.

Tarihçiler toplumun köleleşmesinin farklı biçimlerde gerçekleştiğini dile getirmektedirler. Tabii böyle bir değerlendirmede bulunurlarken bunu bazı temellere dayandırmaktadırlar. Bu çerçevede de;

1- İnsanın üretimde yetkinleşmeye başlamasıyla birlikte, savaş tutsaklarının öldürülme yerine çalıştırılmaya başlamaları ile,

2- Sümer tapınaklarında, Zigguratlarında görüldüğü gibi baskıya ve zora dayalı olmaktan daha çok din üzerinden kabul edenler tarafından benimsenerek gerçekleştiğine dair görüşler tespitler söz konusu edilmektedir.

Burada hangi biçimde olursa olsun -ister zoraki, isterse gönüllü- her ikisi de bir köleliği yaşamakta ve kendi ürettiklerine uzak bir konuma getirmektedirler. Kölelik de bunların ürettikleri üzerinden kendini bir sistem olarak örgütlemektedir.

Toplumsal Kırım’ın tarihsel temelleri bir sistem olarak bu şekilde atılırken, toplum da giderek kendisi olmaktan çıkar bir hale gelmektedir. Tarihin daha sonraki ilerleyen safhalarında da bu gerçeklik farklı biçimler altında da olsa daha da derinleşerek devam etmektedir. Yine tarih ve toplum bilimcilerine göre insanlığın değişik isimlerle ifadelendirdikleri toplum biçimlenişleri de bu gerçekliği anlatmaktadır. Tabi bunun da doğru bir tanımlama ve anlama kavuşturulması gerekmektedir.

Kendini bir sitem olarak örgütleyen sınıflı devletçi uygarlık ile kendi gerçekliğine yabancılaşan toplumun da hep aynı kaldığından bahsetmek mümkün değildir. Köleciğin tarihsel gelişimi içerisinde yaşamış olduğu evreler, aynı zamanda kendi olmaktan çıkan toplumun da yaşadığı evreler haline gelmiştir. Onun içindir ki, köleciliğin; köleci, feodal ve kapitalist dönemleri aynı zamanda toplumun da içine çekilmiş olduğu dönemler olarak kabul edilmektedir. Buradan hareketle de; köleci, feodal ve kapitalist uygarlıklar döneminde, bu uygarlıkların kendi sömürü mekanizmalarını üzerinde kurdukları toplumları da, kendi toplumları haline getirdiklerini kabul etmek gerekmektedir. Çünkü toplum olmadan, sınıflı devletçi uygarlık biçimlerinin de varlıklarını bir sisteme kavuşturmaları mümkün değildir. O nedenle de, sınıflı-devletçi uygarlığın yaşamış olduğu tarihsel dönemleri, topluma mal ederek anlamlandırmak, ya da onların adını topluma vermek doğru olmamaktadır.

Eğer sınıflı devletçi uygarlığın tarih içerisindeki yaşadığı her dönem topluma mal edilirse, orada toplumun kendi gerçekliğine yabancılaştırılmış olma gerçekliği de yanlış bir anlama kavuşturulmuş olacaktır. Toplumun içerisine çekildiği köleci ilişkiler, sanki toplumun yaşadığı bir içsel gelişim süreciymiş gibi algılanacaktır. Oysa toplumun içerisine çekildiği kölecilik ilişkileri, toplum içerisinde çıkan üst sınıfların toplumun dışına çıkarak ona yabancılaşması ve kendini bir iktidar kurumuna dönüştürmesiyle birlikte yaşanmaya başlamıştır. O nedenle de topluma dışarıdan dayatılmıştır.

Bu gerçeklikten hareketle sınıflı devletçi uygarlığın kendisi olan köleliğin, kölecilik biçimlerinin adıyla toplumu adlandırmak doğru olmamaktadır. Diğer bir tabirle de; köleci toplum, feodal toplum, kapitalist toplum biçiminde yapılan toplum tanımları gerçeği ifade etmemektedir. Burada sınıflı-devletçi uygarlığın yaşadığı tarihsel süreçlerle, toplum arasındaki ilişkiyi doğru kurarak ona göre anlamlandırmak gerekmektedir. Onun içindir ki, sınıflı- devletçi uygarlığın her döneminin kendi toplumunu yaratarak ancak var olabileceğini söylemek ve ona göre bir adlandırmada bulunmak bizi daha doğru bir sonuca ve tanıma kavuşturmuş olacaktır.

 

II.

Toplum Kırım’ı böylesine tarihsel bir gerçeklik içerisinde ele alırken, kendini sisteme kavuşturduğu tarihsel koşulları da bu gerçekliğin bir devamı olarak görmek gerekmektedir. Ancak bu devamlılık aynı güzergâh üzerinde ritmik olarak bir gelişme seyrinin yaşandığı anlamına gelmemektedir. Buradaki devamlılık, oluşum ve gelişim sürecinde beslenilen kaynaklarla ilgili boyutlara dair olmaktadır.

Toplumsal Kırım’ın kendini bir sistem olarak örgütlemesinin, sınıflı-devletçi uygarlığın tarihsel seyri içerisinde almış olduğu biçimler ve öne çıkan yönlerle doğrudan bağlantılı olan yönleri bulunmaktadır. Bunu şu şekilde açımlamak da mümkündür. Sınıflı-devletçi uygarlık kendini bir sistem olarak örgütlemeye başladığı andan itibaren, her şeyiyle tamamlanmış bir kurumsallaşmaya da sahip değildir. Zaman ve mekan koşulları içerisinde farklı biçimlenişler ve kurumsallaşmalarla varlığını devam ettirmiştir. Tarih içerisinde ya da aynı zaman kesiti içerisinde farklı isimlerle adlandırılan devlet biçimlerinden bahsediliyor olmasının, sömürü-soygun ilişkilerinin farklı biçimlerde gerçekleştirilmesinin ve dönemsel olarak farklı isimlerle adlandırılmasının nedenini de bu gerçeklik oluşturmaktadır.

Hep bu şekilde, tarihsel yaşanmışlıklar içerisinde birçok yön bir arada yer almıştır. Bunlar sürekli bir ilişki ve çelişki içerisinde olmuşlardır. Ama bunlar yaşanmışlıklar içerisinde birlikte yer alırlarken,  hepsi aynı oranda bir etkinlik düzeyine sahip olmaktan daha çok, hangisi daha etkinse onun etrafında varlıklarını sürdürme biçiminde birlikte oluşu ifade etmişlerdir. Tabii bu sürekli olarak hep düz bir çizgi şeklinde de sürekli bir halde almış değildir. Etkin olan bir güç zamanla gücünü kaybetmiş ve onun yerine güçlenen bir başka güç daha etkin bir hale gelebilmiştir. Ancak bu etkin hale gelen önceki sömürü ve baskı biçimlerinin daha etkin bir şekilde temsilcisi ve mirasçısı olma gibi bir özellik de taşıyabilmiştir. Bunu tüm sömürü, egemenlik ve köleci biçimlenişler için söylemek mümkündür.

Tarihin tanımış olduğu ilk kölecilik ilişkisi toplumun doğrudan köleleştirilmesini anlatmaktadır. Bu kölecilik ilişkisi içerisinde kadının, erkek tarafından mülkleştirilmesi aynı zamanda toplumun üst sınıflar tarafından köleleştirilmesinde de temel teşkil etmiştir. Kadın nasıl mülkleştirilmişse, toplumda aynı şekilde mülkleştirilmiştir. Erkeğin kadın üzerindeki tahakkümünü ifade eden tüm ilişki ve araçlar üst sınıflar tarafından toplum üzerinde de hükmünü sürdürmüştür. Bunun bir sonucu olarak kadın nasıl kendine yabancılaştırılmışsa, toplum da aynı şekilde kendine yabancılaştırılmıştır. O nedenledir ki; kırıma uğrayan kadın, kırıma uğrayan toplum anlamına gelmiştir. Tüm tarih içerisinde gerçekleşen sömürü, baskı ve tahakküm ilişkileri incelendiğinde de bu gerçeklik kendini göstermektedir.

Toplum Kırım’ın ne olduğu dile getirilirken; toplumun yaşamış olduğu çürüme ve çözülmeye dair anlatılanlar ve bunların tarihteki bazı yaşanmışlıklarla olan bağının kuruluyor olması da bu gerçeklik içerisinde yerini bulmaktadır.

Tarihte lanetli bir kavimden bahsedilmektedir. Bu kutsal kitaplarda da yer almaktadır. Lut Kavmi’nin yaşadıkları olarak tarihe geçen bu lanetli kavim, o zamanki toplumun içerisine düşürülmüş olduğu çürüme ve çirkinliği en dorukta yaşamaktadır. Belki de bugün Toplum Kırım diye ifade edilen tüm çirkinlik ve çürümeler o zamanlar Lut Kavmi’nin yaşadıklarında ifadesini bulmaktadır. Onun içindir ki, tanrı Lut peygambere ailesi ile birlikte yaşadıkları kenti terk ederken, “dönüp arkana bakmayacaksın” der. Ona rağmen, dönüp arkalarına baktıklarında da taş kesilirler. Bu anlatım, Lut peygamber dönemindeki toplumsal çürüme ve çirkinliğin boyutunu gösterirken, aynı zamanda sınıflı-devletçi uygarlığın ilk oluşumundan itibaren toplumu nasıl bir felaketle karşı karşıya getirdiğinin de bir göstergesi olmaktadır.

Sınıflı-devletçi uygarlık tarihinde benzeri lanetli haller hep yaşanmıştır. İktidar güçleri toplum üzerinde kendi egemenliklerini kurmak için sadece toplum üzerinde fiili bir baskı uygulamamışlardır. Bununla birlikte, toplumu boyunduruk altında tutmak için farklı yöntemlere de başvurmuşlardır. Öyle ki bu yöntemlerle toplum ona itaat eder hale getirilmiştir. Hatta itaat eder hale getirilenleri, başkalarını köleleştirmenin etkin araçları olarak kullanmaları da söz konusu olabilmiştir. Egemen sınıfların elinde dinin baskı ve sömürü aracına dönüştürülmesi yine kutsallıklar atfedilerek yağma-talan savaşlarının geliştirilmesi sonucunda kölelik sistemlerinin kendini birer imparatorluklar biçiminde örgütlendirilmiş olmaları da bu gerçekliği kanıtlamaktadır.

Sadece bunlar da değildir. Sınıflı-devletçi uygarlığın biçimleri olan köleci, feodal, kapitalist uygarlıklar dönemindeki sömürünün gerçekleşme biçimleri de köleliğin kaba, baskı, zor yöntemleri dışında farklı yöntemlerin de kullanıldığının birer kanıtı olmaktadır. Feodal uygarlığın, kölecilikten farklı olarak köleye aile kurma ve o aile ile birlikte bir toprak üstünde yaşama imkanı tanıması o köleyi, köle efendiden daha çok toprak sahibine bağlaya bilmiştir. Yine aynı şekilde toprak sahibinin üretime dayalı sömürüsü ve üretim dışı baskısını anlatan angarya karşısında toprak kölesinin iş gücünü ücret karşılığı sattığı patronla ilişkisini bu temelde ele almak mümkündür. Bu her üç kölelik biçiminde de sömürü devam etmektedir. Değişen sadece biçimdir. Hatta her yaşanan biçimsel değişimde de sömürü çok daha fazla derinleşmiş, efendi mülk sahibi ve patronu daha büyük, daha fazla mülk ve servetin sahibi haline getirmiştir. Ama buna rağmen, köle bir kimse karşısında bir diğer egemeni tercih eder hale gelebilmiştir.

Toplum Kırım böyle bir tarihsellik içerisinde sürekli olarak birbirini besleyen süreçler yaşamış ve bir derinleşme içerisine girmiştir. Bu da kapitalizmle birlikte daha da bir somutluk kazanarak gerçek bir toplum karşıtı sisteme dönüşmüştür.

Kapitalizmi diğer kölelik biçimlerinden ayıran daha farklı özelikler de söz konusudur. Köleci ve feodal uygarlıklar döneminde kişi yoktur. Ya doğrudan bir köle ya da toprak ile birlikte alıp-satılan bir köle söz konusudur. Kapitalizmde ise bu kölelik biçimi bireyin kendi iş gücünü satmasıyla gerçekleşmektedir. Aslında bu kölelik ilişkisinin çok daha fazla derinleşmiş olduğunun da bir göstergesidir. Köleci ve feodal uygarlıklar döneminde köle başkaları tarafından satılırken, kapitalizmde bu öyle bir hale gelmiştir ki; artık başkaları onu satmadan, köle kendi kendini satar hale gelmiştir. Bu çözülme ve çürümenin de toplum açısından bir göstergesi olmaktadır.

Kapitalizmin kendini bir sistem olarak örgütlemeye başlaması ile birlikte, bu kendini çok daha fazla aleni bir hale getirmiştir. Aleni hale gelen bu sitem içerisinde de, insan yeniden şekillendirilmeye başlanılmıştır. İnsan kendi karnını doyurmak için yapmayacağı bir iş, çalmayacağı bir kapı bırakmaz hale getirilmek istenilmiştir.  Kapitalizme ev sahipliği yapan kıta Avrupa’sındaki 18. 19. yy’i anlatan romanlarda bu gerçekliği çok yakından görmek mümkündür. Emile Zola’nın, Victor Hugo’nun kitapları bu konuda çarpıcı örneklerle doludur.

Kapitalizmde kendini satar hale getirilen köle, insanlığından daha da uzaklaştırılırken, aynı zamanda toplumun nasıl bir çürüme ve çözülme içerisine çekildiğinin de bir göstergesi olmuştur. 20.yüzyılda yaşanan büyük krizler ve savaşlar aslında toplumun hangi düzeye getirildiğinin bir göstergesidir. Buna toplumun ve insanın bittiği an demek de mümkündür. Özellikle de 2. Dünya savaşından sonraki dönem için böyle bir değerlendirmenin yapılması çok daha fazla gerekli hale gelmektedir.

2. Dünya Savaşı’ndan sonraki süreçte uluslararası sermaye güçlerinin giderek büyümelerine karşın, toplumun hızla yoksullaşması kıtlık, açlık, yozlaşma, bulaşıcı hastalıkların yaygınlaşması ve tüm bunlar yaşanırken de toplumun bunun bir parçası haline getirilmiş olması, bu anlamda toplumun içerisine çekilmiş olduğu ve karşı karşıya getirildiği yaşam biçiminin de bir göstergesi olmaktadır. Artık bu aşamadan itibaren de toplumun içerisinden çekildiği kölelik ilişkisinin yeni bir tanıma kavuşturulması gerekli bir hale gelmektedir. Çünkü sömürü ve egemenlik o ana kadarki gerçekleşme düzeyinin çok üstüne çıkmış ve buna karşı da toplumun direnç duvarlarının iyice zayıflayarak onun tamamen kendi gerçekliğine uzaklaşmasına neden olacak bir süreçle karşı karşıya gelinmesine neden olmuştur.

 

Toplum Kırım’ın Sistemsel Bir Boyut Kazanması                      

Toplum Kırım’ı böyle bir tarihsellik içerisinde anlam kazanan bir sömürgecilik biçimi olarak ele alırken; onun bir sistem olarak örgütlendirilmesinde 2. Dünya Savaşı sonrası sürecin önemli bir rol oynadığını görmekle birlikte, 1990 sonrası sürecin bir başlangıç olarak kabul edilmesi daha doğru olacaktır. Çünkü 20. yüzyılın başlarında oluşan iki kutuplu dünya, kendi içerisinde çok başlılığı içermiş olsa da; tek kutuplu bir dünya gerçekliğine yerini bırakmıştır. Bu gerçeklik içerisinde de reel sosyalizm S.S.C.B’ nin dağılması ile çözülürken, bunun karşısında kapitalizm kendisini ABD’nin öncülüğünde yeniden örgütlendirmeye başlamıştır. Tabi bunu sadece bir sistemin örgütlendirmesi olarak da görmemek gerekir. Bu aynı zamanda toplumun yeniden şekillendirilmeye başlanması anlamına gelmektedir.

Kapitalizm kendini bir sistem olarak örgütlerken, aynı zamanda 18. ve 19 yüzyıllar da insanın toplum olarak kendini var etme direnişi ile karşı karşıya kalmıştı. Önce ütopik daha sonra da Bilimsel Sosyalist görüşler ve bu doğrultuda atılan pratik adımlarda bunun bir göstergesi olmuştu. 1848 Avrupa Devrimleri, 1871 Paris Komünü bu anlamda 19. yüzyılın yaşadığı önemli toplumsal direnişler olarak tarihte yerlerini almışlardı. 20. yüzyılda ise gerçekleşen başta Rus Devrimi olmak üzere Çin, Vietnam, Küba vb. kapitalizme karşı gerçekleşen bu toplumsal direniş ve devrimleri çok daha ileri noktalara taşımıştı. Bu giderek dünyanın önemli bir bölümünü de etkisi altına almıştı.

Bunun karşısında ise, toplumsal direnişleri geriletmek için kapitalizm tarafından farklı politikalar devreye konuldu. Bunun bir sonucu olarak da kaçınılmaz bir şekilde; toplumla kapitalist sistem arasındaki çelişkiler çok daha fazla şiddetlendi. Bu da giderek kapitalizm aleyhine sonuçlar ortaya çıkardı. Tüm bu yaşananlar karşısında kapitalizmin arayışları son bulmadı. Aksine daha farklı yönelimler içerisine girerek, kendi ile toplum arasında var olan çelişki ve çatışmayı yumuşatarak geri çekmeye ve giderek onu sistem içileştirmeye çalışan politikaları devreye koydu.

Birinci Dünya savaşı içerisinde sosyal- demokrasinin resmi temsilcilerinin emperyalist burjuvazinin saflarına geçmesi, işçi sınıfı mücadelesi içerisinde reformist eğilimlerin öne çıkarılarak sınıf uzlaşmacılığının geliştirilmesi ve giderek de sosyalist ideoloji ve politikaların burjuva etkilenmeler altına girmesi, toplumsal direnişleri de önemli oranda etkilemeye ve kapitalist sistem için daha az tehlikeli hale getirmeye başladı.

Reel sosyalizmin çözülüşü ile birlikte tüm bunlardan kendisi için sonuçlar çıkartan uluslararası sermaye güçleri, toplumu harekete geçirici temel dinamiklerden ve toplumsal özelliklerden mahrum bırakmak için daha farklı politikaları devreye koydu. Bunların başında da bireyi/insanı toplum olarak yaşamaktan, düşünmekten, hareket etmekten alı koyacak olan bir düşünüş, yaşayış ve hareket tarzının geliştirilmesi geldi. Topluma karşı olan tüm politikaları da buna göre belirleyerek harekete geçti. Bunu yaparken de, sınıflı devletçi uygarlığın ilk ortaya çıktığı andan itibaren ki topluma karşı olan saldırı ve pratiklerinde günümüzde bir mirasçısı olarak sürdüreni olarak edindiği tüm bu birikimlerin güncel boyutları ile yürütücüsü haline geldi.

Bu şekilde Toplum Kırım, devletli–iktidarlı sistemin ilk ortaya çıkışıyla başlayan bir sorun olarak tarih içerisindeki yerini almaya başlamış oldu. Kapitalizmin kendini bir sistem olarak örgütlemeye başlaması pozitivist bilim yöntemiyle desteklenerek, sözde kaçınılmazlığı “bilimsel” hale getirildi. Bu sayede Toplum Kırım’ı toplum olarak kendisini var eden insana karşı, egemenlikli-sınıflı uygarlığın insanı yok etme yöntemi olarak değerlendirmek olanaklı bir hale geldi.

İçerisine girilen böyle bir süreçle birlikte, toplum, sadece ulus-devlet ve ona dayalı politikalar ile fiili katliam ve yönelimlerle değil, temel dokularına/doğasına yönelinerek kırıma uğratılmaya, yapay-sanal bir hale getirilmeye çalışıldı. Günümüzde ise bu, topluma karşı her yönüyle sistemsel özellik kazanan bir savaş halini aldı. Bu savaşın sistemsel bir karakter kazanması; bir bütün olarak toplumu ve bireyin hedeflenmesi anlamına geldi. Nasıl küreselleşen emperyal güçler için evrenin, dünyanın her santimetre karesi girilmedik, sömürülmedik, egemenlik altına alınmadık bir alan olarak kabul görmez bir boyut kazanmışsa; toplum ve birey de aynı mantıkla ele alınmaya başladı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan tarafından bu gerçeklik, “Giderek toplum tümüyle ulus-devletçe militaristleştirilerek bir nevi savaş hali içine sokulmuştur. Günümüz toplumlarına savaş hali toplumları demek daha gerçekçidir. Dayatılan savaş hali iki kanaldan yürütülmektedir: Birincisi, gerçekçi yol kanalı olan iktidar ve devlet aygıtlarının toplumun tüm gözeneklerini bir ağ gibi sarıp gözetim, denetim ve baskı altına almasıdır. İkinci yol, son elli yıl içinde niteliksel bir devrimle gelişen bilişim teknolojisi kanallarıyla (medya tekelleri) sanal toplumun gerçek toplum yerine ikame edilmesidir. Her iki savaş haline de toplum kırım demek mümkündür. Eskinin daha sınırlı uygulanan soykırımlarıyla birlikte, bu yeni toplum kırımlar daha yoğun ve sürekli halleriyle toplumsal doğanın sonunu hazırlamaktadırlar. Belki insan türüne benzeyen yaratıklar var olmaya devam eder: Ama sürü kitle, faşizm kitlesi olarak. Toplum kırımın bilançosu soykırımlardan daha ağır olarak tüm toplumun ahlaki ve politik niteliğini yitirmesinde kendini gösterir. En ağır toplumsal ve ekolojik felaketlerde bile sorumluluk duymayan insan yığınları bu gerçeği kanıtlar. Bunalım ve kriz ötesi bir durumun yaşandığı inkâr edilemez,” biçiminde bir değerlendirmeye tutularak, ifadeye kavuşturuldu.

Toplum Kırım böyle bir gerçeklik içerisinde sistemsel bir boyut kazandı. Fakat asıl olarak da, toplumu var eden doğasına ve temel dokularına karşı yürütülen bir savaş olarak kendini örgütlendirdi ve buna göre de biçim(ler) kazandı.

 

Toplum Kırım’ın Gerçekleşme Biçimleri

Burada Toplum Kırım’ın hangi biçimlerde, kendini nasıl gerçekleştirdiğine dair görüşler belirlenirken, bunu kendine has olan yönleri ve topluma karşı gerçekleştirilen diğer saldırı biçimleri ile olan ortak yönleri ile birlikte ele almak gerekmektedir.

Günümüze kadar yaşanan tarihsel süreç içerisinde egemenler tarafından topluma karşı saldırılar ve kırımlar gerçekleştirilmiştir. Ama bunların hiçbiri 21. yüzyılın sömürgeciliği olarak nitelendirdiğimiz Toplum Kırımla aynılaşan bir düzeye varmamıştır. Daha çok farklı kimliklerden, inançlardan, kültürlerden olan topluluklar egemenlerin, sömürgecilerin doğrudan hedefi haline getirilmişler, baskılama altına alınmışlar ve giderek de sistemli bir şekilde kırıma tabi tutulmuşlardır.

Bu tür kırımlara tarih içerisinde farklı adlarda verilmiştir. Kimi yerde “Soykırım”, kimi yerde “Pogrom”, kimi yerlerde de “Büyük Felaket” adıyla adlandırılsalar da bunlar özünde birer soykırım olarak tarihe geçmişlerdir. Tarihte bunun yaşanmış örnekleri de bulunmaktadır. İspanyol sömürgecilerin; Amerikan kıta yerlilerine,  Osmanlı İmparatorluğu’nun Ermeni, Asuri-Süryani ve Êzidî-Kürt topluluklarına; TC devletinin ise Kürtlere; ve Hitler Almanya’sının da Yahudiler üzerinde gerçekleştirmiş olduğu soykırımlar hep bu çerçevede tarih içerisinde yerini almışlardır.

Tabi tarihte gerçekleştirmiş olan soykırımları sadece ulusal ya da etnik kimlik üzerinden ele alarak sınırlandırmamak da gerekmektedir. Sosyal, inançsal, kültürel vb. yönler itibarıyla farklılıklar arz eden topluluklar üzerinde uygulanan ve böylece onları yok oluşa doğru götüren yönelimleri de soykırım kapsamında ele almak gerekmektedir. Bu BM tarafından da kabul edilen bir gerçeklik olmaktadır.

Toplum Kırım’ı bu şekilde gerçekleştirilen soy kırımlardan ayrı düşünmek mümkün olmadığı gibi aynılaştırmak da mümkün değildir. Çünkü Toplum Kırım, bir yönü ile egemenlerin sınıflı-devletçi uygarlığın topluma karşı işlediği suçların bir toplamı olurken, aynı zamanda belirli tarihsel koşullarda topyekûn olarak topluma karşı onu yok etme temelinde uygulamaya konan bir sömürgecilik biçimi olmaktadır. Bu yönü itibarıyla da tarih içerisinde gerçekleştirilmiş olan soykırımlardan bir farklılık arz etmektedir.

Bu anlamda Toplum Kırım, toplumun tamamına karşı gerçekleştirilen bir saldırıyı ifade etmektedir. Burada toplum kendi içinde sınıflara, kesimlere, gruplara vb. gibi ayrıştırmalara tabi tutulmamakta ve doğrudan bir saldırı hedefi haline getirilmektedir.

Toplum gerçeğinin anlaşılması açısından da bu, önemli bir noktadır. Daha önce de belirtildiği gibi, toplum içerisinde alt sınıf, üst sınıf ayrışması yaşanmaya başladığı andan itibaren toplum içerisinde bir çatallaşma yaşanmıştır. Bu çatallaşma içerisinde üst sınıflar; kendilerini iktidar ve devlet olarak örgütlerken aynı zamanda tamamen toplumun dışına çıkmışlardır.

İşte Toplum Kırım, toplum dışılığı ifade eden ve kendini iktidar ve devlet olarak örgütleyen üst sınıfların topluma karşı yürüttüğü savaşın günümüzdeki biçimini anlatmaktadır.  Bu saldırılar, kapitalizmin günümüzde içerisinde bulunduğu gerçeklikle doğrudan bir bağ içerisindedir.  Bu bağa göre de, toplum üst sınıflar tarafından her yönü ile de teslim alınmak istenmektedir. Eğer bunu gerçekleştirebilirlerse orada her yönüyle toplum tepkisiz bir hale getirilerek sömürüye açık bir konuma getirilmiş olacaktır.

Toplum Kırım günümüz koşullarında toplumu bu konuma getirmenin kendisi olmaktadır. Kapitalizm bunu gerçekleştirirken bugüne kadar, topluma karşı yürüttüğü savaşta uyguladığı yöntem ve taktiklerden vazgeçmemekle birlikte, daha farklı bir yönelimin sahibi haline gelmiştir.

Bu yönelimlerin pratikleştirilmesinde ise toplumu var eden temel boyutlar kapitalizm tarafından hedef haline getirilmektedir. Burada en çok öne çıkan, toplumun bilince ve örgütlülüğe dayalı yapısının hedef alınması olmuştur. Eğer toplum bunlardan uzak kılınırsa, onun diğer biyolojik varlıklardan bir farkının kalmayacağı tezinden hareketle böyle bir yönelim içerisine girilmiştir. Elbette bu gerçekleştirilirken de toplumu kuşatma altına alarak onu baskılayan, cendere altında tutan askeri, siyasal, ideolojik vb. saldırılardan vazgeçilmemiştir. Bunlar bir gereklilik olarak kabul edilmekle birlikte, daha çok öne çıkarılan, hedefin merkezine oturtulan toplumun sosyal ve kültürel hakikati olmuştur. Sosyal ve kültürel olarak toplumun kendi gerçekliğine tamamen yabancılaştırılması ile birlikte,  geriye toplum adına bir şeyin kalmayacağı gerçekliği neden olmaktadır. Asıl olarak da Toplum Kırım’ın başarısı burada görüldü. Gelinen aşamada da Kapitalist sınıflı-devletçi uygarlığın tüm egemen sömürü ve baskı sistemi tamamen bu temel yönler üzerinde odaklaştırıldı. Toplum, aileye varana kadar parçalandı.  Bir apartman içerisinde yer alan dairelerde oturanlar birbirlerini tanımaz hale gelirken, aile içerisinde bireyler birbirinden uzaklaştırılmaya başladılar. “Gemisini yürüten, kaptandır” misali toplumsal sorunlardan uzak duran, anı yaşayan bir kişilik tiplemesi ortaya çıkarıldı. Böylesi bir kişilikler önünde de düşünceden, amaçtan uzak bir yaşam modeli oluşturuldu. Neredeyse ‘Üç S’ şeklinde formüle edilen yoz, çarpık yaşam tarzı, biricik bir model haline getirilmek istendi.  Hiçbir değer ve ahlâk kuralına bağlı kalınmadan, her yol ve yöntemin kullanılması mubah sayıldı. Bununla da yetinilmeyerek beyinler yıkanmaya, kişilikler yok edilmeye, silik, kendisi olmaktan çıkarılmış uydu kişilikler türetilmiştir. Toplum “kendi kendinin kurdu” kılınmaya çalışılmıştır.

Bu noktada önemli sonuçlar elde ettiler. Bugün insanlık kendini var eden değerlerden uzaklaşırken; açlıktan, hastalıktan, savaşlardan insanlar büyük acılar çekerken; sömürü, soygun, talan had safhaya varmışken, eğer bunlar karşısında sesiz kalınıyorsa, bundan daha farklı bir belirlemede bulunmak imkânsız hale gelmektedir.

Toplum Kırım, tam da bu gerçekliği ifade etmektedir. Bu noktada Toplum Kırım insanı toplum olarak var eden temel özelliklerden uzaklaştırılmış ve bunlara yabancı hale getirilmiş olması gerçekliği ile karşılaşılmış olunmaktadır.

 

Toplum Kırım’ı Gerçekleştirmenin Araçları

1-Toplum Mühendisleri:

Toplum Kırım’ı gerçekleştirmenin en etkili araçlarından biri olarak rol sahibi kılınmışlardır. Bunlar aracılığıyla toplum yeniden biçimlendirilirken; eğitimleri, bilinçleri, ölçüleri, gündemleri, çalışma tarzları, üslupları ve hatta ihtiyaçları vb. belirlenir bir hale gelmiştir. Öyle ki, hemen hemen her konuda toplumun önüne “bilirkişi”, “uzman” çıkarılmaya ve bunlara danışılmadan hiçbir adım atmamaları istenmekte ve bunu da içselleştirmeleri sağlanmaya çalışılmaktadır.

“Toplum Mühendisliği” de bu noktada duyulan ihtiyacın sonucunda özel bir alan olarak kendisini hissettirmiştir. Öncelikli olarak bu vasıflara sahip olan kişilerin görüşlerinden, sonra da kendilerinden yararlanılmaya başlanılmış ve uygulanmak üzere projeler geliştirmeleri istenilmiştir. Bu konuda atılan ilk adımlar yaşanan toplumsal başkaldırıların bir tehlike olmaktan nasıl çıkarılabileceği vb. hususlarda atılmıştır. Fakat kullanılmak istenilen yöntemlerin kendi başlarına yeterli olmadıkları da açığa çıkmıştır. Bunun anlaşılması üzerine de topluma karşı yürütülen egemenlik savaşının daha geniş ve farklı alanları da içerisine alması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Özellikle de toplumsal reflekslerin ölçümü burada özel bir önem kazanmıştır. Pavlov’un “Şartlı Refleks” teorisi ise burada temel çıkış noktalarından birini oluşturmuştur.

Egemenler tarafından Toplum Mühendislerine duyulan ihtiyaç, kaynağını buradan almıştır. Böylece egemenler, topluma karşı “Toplum Mühendisliği” eksenine oturttuğu politikalar ile toplumun taleplerini yine ona karşı, kendi sistemine dahil etme yönünde kullanmaya başlamışlardır. Bu çerçevede de kendilerini ekonomiden-kültüre, ideolojiden-davranışlara, beğeni, tercih ve yaşam tarzını belirlemeye varıncaya kadar toplumu ilgilendiren her alana müdahale ederek, çıkarları doğrultusunda yön verir bir konuma getirmeye çalışmışlardır.

Bu şekilde kapitalist uygarlık, toplumu yeniden şekillendirirken kendisi açısından atılan önemli bir adımın sahibi haline gelmiştir. Bunu gerçekleştirirken de harekete geçirdiği Toplum Mühendisleri’ne dayanarak kendisini kurumsallaştırmış ve bunu gerçekleştirmek için ihtiyaç duyduğu daha farklı araç, kurum ve örgütleri kullanmaya başlamıştır.

2-Tink-Tank Kuruluşları:

Toplum Mühendisliği’nin geliştirildiği alanlar olarak küresel sermaye güçlerinin belki de en fazla başvurduğu bir kurum olma özelliğine sahip olmuştur. Daha çok da, 20. yüzyılda dünyada ve farklı coğrafyalarda yaşanan; siyasal, askeri, sosyal, kültürel vb. sorunları, çatışmaları ele alan, bu konular üzerine araştırma yapan gruplar olarak oluşturulmuşlardır. Bunlar yapmış oldukları incelemelere göre sahip oldukları düşüncelere dayanarak “beyin fırtınaları“ yaratıp rapor hazırlayarak çözüm, proje üretme vb. görevlerle sorumlu kılınmışlardır. Özel, resmi vb. statülere sahip olmakla birlikte; Çalışma Merkezleri, üniversite kürsüleri, grup, komisyon vb.lerinin yürütmüş oldukları çalışmaları kendileri için bir çıkış noktası olarak almışlardır.

Bu tür oluşumların hedef olarak da önüne herhangi bir alan sınırlanması konulmadan; silahlanmadan-uzay savaşlarına, insandan-ekonomiye, botanikten-yeni enerji kaynaklarına, yönetme sanatlarından- askeri taktiklere, çatışmalı bölgelerde sorunların kendi lehlerine nasıl sonuçlandırılabileceğine varıncaya kadar vb. birçok konu üzerine fikir ve proje üretme konulmuştur. Bunu sağlamak için de, beyin göçü dahil, o zamana kadar tüm bu alanlarda var olan birikim ve kaynakları belirlemiş oldukları merkezlerde toplamışlardır.

Bunun bir sonucu olarak da oluşturulan Tink-Tank kuruluşları kendi içerisinde gruplar halinde kurumsal bir yapıya dönüştürülmüşler ve uluslararası alanda referans kaynağı haline getirilmişlerdir.

Tink-Tank kuruluşları, yürüttükleri bu faaliyetlerle bireyi-toplumu en küçük parçalarına kadar tanıyıp-ayrıştırarak; onların duygu, düşünce, davranışlarına hükmetmeye çalışmıştır.

3-Medya:

Toplum Mühendisleri’nin üzerinde en fazla çalıştığı konuların başında gelmiştir. Medyanın toplum yaşamının belirlenmesinde oynamış olduğu rol buna neden olmaktadır. Medyanın kurumsal bir güç haline gelmesinin tarihçesi o kadar geçmişe dayanmamasına rağmen, alan olarak etkileme gücü ve dayandığı temeller çok daha etkili bir güç haline gelmesine olanak sağlamıştır.

Medya; görsel, işitsel, yazımsal ve sanal alanda toplumun bilgilenmesi ve düşünce oluşturması yönünde en etkili bir araç olurken, esas olarak ideolojiye dayanması itibarıyla da güçlü bir konumda bulunmaktadır. Tarihte ideolojik kimliklerin oynamış olduğu rol göz önünde bulundurulduğunda, bu gerçeği bilince çıkarmak daha da olanaklı hale gelmektedir.

Medya, tarihteki rolü belirleyici bir düzeyde değerlendirmeye tabi tutulan ideolojik kimliklerin vücut bulmasında rol oynayan diğer araçlara göre daha kısa sürede, doğrudan ve yaygın olarak kullanılması itibarıyla bir farklılığa sahip olmuştur.

Toplum içerisinde okuma-yazma oranının yükselmesi ve yeni basım tekniklerinin kullanılması, teknik açıdan önemli bir gelişme düzeyini ifade etmiş olsa da, asıl olarak; düşüncelerin, ideolojilerin kısa sürede, daha etkili ve aslına uygun bir şekilde yaygınlaşmasında rol sahibi olmuştur. Kapitalist uygarlık sürecinde bu gerçek çok daha net bir şekilde görülmüştür.

4-Sivil Toplum Örgütleri

Toplum Kırım’ın gerçekleştirilmesinde en etkili bir şekilde kullanılan araçlardan biri de STÖ’lerdir. Burada en trajik olan yan, bu aracın kendisine verilen rolü oynarken “toplum” adını kullanarak bunu gerçekleştiriyor olmasıdır. Hemen hemen dünyanın her bölgesinde kurulmuş olan ve faaliyet yürüten STÖ’ler bulunmaktadır. Tabi burada tüm STÖ’leri aynı kefeye koymak da mümkün olmamaktadır. Çünkü gerçek anlamda STÖ’ler olmakla birlikte, adı dışında STÖ olmayanlar da bulunmaktadır. Topluma karşı asıl tehlike, adı dışında STÖ olmayanlardan gelmektedir. Toplum Kırımın gerçekleşmesinde rol sahibi kılınan STÖ’ler de bunlar olmaktadırlar.

5- Eğitim Kurumları:

Toplum Kırım’ın gerçekleştirildiği araçların başında,“bilim ve irfan yuvası” olarak kabul ettirilmeye çalışılan “Eğitim Kurumları” ve “Okullar” gelmektedir. Okullar adeta toplumu bir değirmen taşı gibi öğüterek toplumun kendi gerçekliğinden uzaklaştırılmasında rol sahibi kılınmışlardır. Topluma buralarda şekil verilmeye çalışılmıştır. Daha çocuk yaşlarda iken insanlar buralara alınarak sistemin süzgecinden geçirilip onun bir parçası haline getirilmeye başlanılmıştır. Buralarda sisteme “nasıl yararlı vatandaşlar” haline gelinebileceği, uyulması gereken kurallar ve yasaklar öğretilmeye başlanmıştır. Sistemin ölçülerine uymayanlar ise“yola gelmek” ya da “sistemin dışına atılmak” ikilemiyle karşı karşıya bırakılmışlardır. Toplum-kırımcı hegemonya, okullara bu temelde kendi çıkarları doğrultusunda bir rol biçmiştir. Daha çok da kapitalist uygarlık döneminde böylesi bir rol ile donanımlı kılınmışlardır.

Egemenler, eğitimi, toplumu yönetme, yönlendirme ve o zamana kadarki insanlığın sahibi olduğu bilgi birikimini tekeline alma aracı haline getirmişlerdir. Fakat bunu da, eğitimi esas sahibi olan toplumun elinden alarak gerçekleştirmişlerdir. Sümer rahiplerinin pratiğinde bunu görmek mümkündür. Öncesinde toplumun bilge kişileri kendilerinde birikmiş olan bilgi ve deneyleri toplumun tamamına sunmakla yükümlüydü. Ona verilen rol bu çerçevede belirlenmişti. Toplum içerisinde hiyerarşik bir yapılanmaya dönüşen görevlendirmelerin, giderek bir ayrıcalık haline gelmesiyle birlikte; sahip olunan bu bilgiler de birer tasarruf aracı haline geldiler. Sümer rahipleri de bunu, egemenlik araçlarının en güçlülerinden biri haline getirerek toplumu sömürüye açık hale getirmiş oldular. Daha sonraki süreçlerde tarihin ilerleyen yılları içerisinde egemenler kendileri için hep bu gerçeği esas aldılar. Zaman zaman bazı farklılıklar yaşanmış olsa da bu gerçek değişmedi.

6-Devlet Görevlileri:

Tink-Tank Kuruluşları, STÖ’ler, Eğitim Kurumları ve Medya gibi kurumsal bir örgütlülük adıyla hareket etmeseler de, Toplum Kırım’ın gerçekleşmesinde önemli bir rol sahibidirler. İçerisinde yer aldıkları kurumlara bağlı olarak hareket etmeleri, kendilerine verilen “görevleri” yerine getirmeleri için büyük kolaylık sağlamaktadır. Devlet görevlisi toplum karşıtı her faaliyetin temsilcisi ve memurudur. Yürüyen ve işleyen devlettir. Bu şekilde hareket eden devlet görevlilerinin sayıları da oldukça fazladır.

 

Toplum Kırımın Hedefleri

1- Kadın:

Toplum Kırım’ın esas ve doğrudan hedefi olma konumunda bulunmaktadır. Toplumsallaşmanın kadın etrafında oluşmuş olması gerçekliği de neden Toplum Kırım’ın kadın üzerinde gerçekleştirilmek istenildiği gerçeğine açıklık getirmektedir. Bu gerçekliği toplumsallaşmayı kaynağında kurutmak olarak da ifade etmek mümkündür.

İlk el koyma ve egemenliğin kadın üzerinde gerçekleştirildiği bilinmektedir. Bu konu üzerine yapılan değerlendirme ve tespitler de bulunmaktadır. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın bu konuda yapmış olduğu çözümlemeler bu anlamda tarihi önemdedir. Öcalan yapmış olduğu tespitlerde toplumun özgürleşmesinin kadının özgürleşmesi ile başlayacağına dikkat çekmiş ve geliştirilecek olan toplumsal mücadelede esas olarak bu gerçeğin; ilk ve en fazla sömürülen olarak kadının temel alınması gerektiğini belirtmiştir. Ayrıca bu temel görevin tali bir konumda tutulmasının ve ertelenerek sonraki bir sürece bırakılmasının mümkün olmadığına dikkat çekmiştir. Ve bugüne kadar toplum adına yapılan özgürlük mücadelelerinin hatalarının da bu noktada başladığını belirtme gereğini duymuştur.

Toplum Kırım’ın gerçekleşmesinde, kadının neden temel hedef olarak belirlendiği gerçeği üzerine görüş oluşturulurken mutlaka bu gerçeğin esas alınması gerekmektedir. Eğer bu gerçek doğru anlaşılmazsa daha önceki dönemlerde yürütülen özgürlük mücadelelerinin içerisine düştükleri yanılgılar ve yaşadıkları trajediler kaçınılmaz hale gelecektir.

Küresel sermaye güçleri de bu gerçeği görmüşlerdir. O nedenledir ki, kendilerini “Yeni Dünya Düzeni” (YDD) adı altında örgütlerlerken nasıl Sivil Toplum Örgütlerine yönelik özel politikalar belirlemişlerse, kadına yönelik olarak da benzeri politikaları devreye koymuşlardır. Bunu yaparlarken bugüne kadar baskı ve egemenlik altında tuttukları kadını daha fazla sistem içerisine çekme gereğini duymuşlardır. Kadın sadece reklam ve en kaba haliyle erkeğin hizmetine sunulmak dışında tüm varlığı üzerinden hegemonik sistemin hizmetine sunulmaya başlanmıştır. Bunun bir sonucu olarak da kadın bugüne kadar olmadığı düzeyde, hatta kendisine yasaklanan birçok alanda rol sahibi kılınmıştır. Bu aynı zamanda kadının, kadın olarak kendi gerçekliğine yabancılaştırılması anlamına gelmektedir.

2-) Gençlik

1968 Devrimi ile birlikte, o zamana kadar yapılan tahlil ve değerlendirmelerden farklı olarak ele alınmaya başlanılmıştır.1968 Devrimi’nin Avrupa toplumu üzerinde yarattığı etki ve bu etkinin dünya geneline yayılması buna neden olmuştur. O zamana kadar gençlik, sahip olduğu dinamizm ve aktiviteye bağlı olarak görülürken, gerçekleştirmiş olduğu Devrim ile öncülük rolünü de ortaya koymuştur. Başlattığı ayaklanma ile iktidarları sarsmış, Fransa’da görüldüğü gibi iktidar sahiplerini, koltuklarını bile terk ederek ülkeden kaçmakla karşı karşıya getirmiştir. Bu gerçek Avrupa açısından İkinci Dünya Savaşı sonrasında başlayan yeni bir dönemin özelliklerini açığa çıkarırken; o zamana kadarki devrim tartışmaları ve stratejilerinin de gözden geçirilmesine neden olmuştur.

1968 Gençlik Devrimi’nin açığa çıkardığı bu gerçeklik sol, devrimci, demokrasi güçleri açısından bir değerlendirmeye tabi tutulduğu kadar, uluslararası sermaye güçleri tarafından da önemle ele alınmış ve onları, yeni politikalar geliştirmek zorunda bırakmıştır. O süreçle birlikte, uluslararası güçlerin gençliğe yönelik politikası, onun taşıdığı dinamizmi ve sahip olduğu devrimci öncülük rolünü ortadan kaldırmaya yönelmiştir. Bunu gerçekleştirirken, gençliği sistemin içerisine almayı öncelikli bir politika olarak benimsemiş ve toplumsal, siyasal vb. birçok alanda buna göre konumlandırmaya başlamıştır. Fakat gençliği kendi kimliği ile değil, egemen siteminin bir parçası olarak kabul etmişlerdir.

3-) Çocuklar

Kadın ve gençlerle birlikte Toplum Kırım’ın en vahşi ve kuralsız bir şekilde yürütülmesinin muhatabı haline getirilmişlerdir. Toplum Mühendisleri’nin hazırlamış oldukları uzun vadeli Toplum Kırım projelerinin merkezine alınmışlar ve dünya insanlığının bugüne kadar tanık olduğu kırımların en tehlikeli ve çirkin olanını yaşar hale getirilmişlerdir. Bu çerçevede onlar da küresel sermaye güçlerinin dünyanın hiçbir yerinde sömürüye açık bir alan bırakmama politikasından “paylarına “ düşeni almışlardır. Bunun bir sonucu olarak da çocuk bedeni, işgücü egemen güçler tarafından tam bir hoyratlıkla sömürüye açılmıştır.

Çocuklara yönelik yapılan araştırma ve yayınlanan istatistikî bilgilerle de bu gerçek doğrulanmaktadır. Bugün çalıştırılan, suça bulaştırılan, kaçırılan, fuhuş, uyuşturucu, hırsızlık vb. gibi kirli işlerde kullanılan, organ mafyalarının hedefi haline gelen çocukların sayısında hızlı bir artış yaşanmaktadır.

 

Toplum Kırıma Karşı Politik-Ahlaki Toplumu Savunmak

Toplum Kırım, topluma ait olanların egemenler tarafından gaspı ile başlamıştır; öyleyse toplumun savunularak, Toplum Kırım’ın engellenmesi de buradan başlayacaktır. Bu da ancak toplumun “kendine ait olanları” tekrar elde etmesiyle gerçekleşmiş olacaktır. Kürt Halk Önderi bu gerçekliği “Ekolojik, Demokratik ve Kadın Özgürlükçü Toplum Paradigması”nda anlamını bulan Politik Ahlaki Toplum olarak ifade etmektedir.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan tarafından yapılan bu belirlemeler Toplum Kırım’a karşı toplumun nasıl savunulması gerektiğinin bir göstergesi olmaktadır. Önemli olan da asıl olarak bu noktadan itibaren nelerin yapılmasının gerektiğidir. Burada yapılması gerekenler de yine Öcalan tarafından “demokratik uygarlığın yeniden inşası” sürecinde yapılması ve yerine getirilmesi gereken görevler olarak belirlenmektedir.

Bu ise devlet karşısında devletsiz, örgütlü ve kendi kendine yeterli bir toplum gerçekliğinin oluşturulması anlamına gelmektedir. Elbette burada temel görev, bu gerçeği bilince çıkaranlara ve örgütlü topluma düşmektedir.

Her zaman toplum kendi başına, devletsiz olarak var olma koşullarına sahip olmuştur. Fakat egemen-devletçi sistem, “Topluma devletsiz olunamayacağını” zoraki kabul ettirmeye çalışmıştır. Bunda başarılı da olmuştur. Burada öne çıkan temel görev bu bilinç ve zihniyet yapılanmasının parçalanması noktasında ortaya çıkmaktadır. Tabii ki bunun da kendiliğinden gerçekleşmesi beklenmemelidir. Bu, örgütlenme ve yoğun bir tempoyla çalışmayı gerekli kılmaktadır. Toplumun bilincine zorla yerleştirilen “devletsiz toplum olmaz” yargısı yalnızca örgütlenerek kolektif bilinçten kaldırılabilir. Böylece bir zihniyet yenilenmesi sağlanabilir.

Bu da ancak topluma devletsiz de olunabileceğinin pratik olarak gösterilmesiyle olanaklı hale gelecektir. Toplum kendi öz yönetimlerine, öz savunma güçlerine, eğitim ve sağlık kurumlarına, ekonomilerine, sorunlarını çözüm imkanlarına vb. kavuştuğunda ve bunları pratikte gördüğünde bunun gerçek olduğunu görecek ve buna inanacaktır. Asıl olarak da toplum kırıma karşı, toplumun savunulması bu şekilde yine toplumun kendisi tarafından gerçekleştirilmiş olacaktır.

Dünyada Toplum Kırım çok tehlikeli bir boyuta ulaşmış bulunmaktadır. Öyle ki, insan üzerinde kendisini var ettiği doğa ile birlikte yok olmanın eşiğine getirilmiştir. Bu konuda birçok bilim insanı ve bilimsel araştırmalarda bulunan kurumlar tarafından yapılan incelemeler ve bu incelemeler sonucunda hazırlanan raporlar söz konusudur.

Bilim insanları hazırlamış oldukları bu raporlarda, doğa ve insanın yok oluş sürecine girdiğini, temiz su ve beslenme kaynaklarının tükenmekte olduğunu, doğanın dengesinin bozulduğunu, doğada bulunan canlı türlerinin sayısının azalmaya başladığını, neredeyse kendi organik gerçekliği içerisinde sağlıklı bir canlı türüne rastlanılamaz hale geldiğini, insanların hormonlu yiyeceklerle beslenmeye başladığını, atmosferde bulunan kirli hava miktarının arttığını, dünya dışında yeni yaşam alanlarının bulunmaya çalışıldığını ve bunun için de “uzay yolculuklarının” başlatılacağını vb. belirtmektedirler. Bunları belirtirlerken doğa ve insanın karşı karşıya kaldığı bu tehlikenin insanın sosyolojik gerçekliği üzerinde yaratmış olduğu tahribata da dikkat çekmektedirler. Bu çerçevede insanın toplum olarak kendini var etme gerçeğinden uzaklaştırılmaya çalışıldığının üzerinde durmaktadırlar. İnsanın birey olarak; çevreden, ortaklaşa üretimden, aileden, ailenin yaşadığı ortamdan; komşularından vb. arayışlar içerisine girmeye başlamış olmasını da bu gerçekliğe bağlı olarak açıklamaktadırlar.

İnsanın toplumsallıktan uzaklaştırılmak istenilmesi, aynı zamanda insanı var eden gerçeklikten uzaklaştırılması anlamına gelmektedir. Bugün insanlığın karşı karşıya getirilmiş olduğu bu tehlike, bir Toplum Kırım olarak somutlaşmış bulunmaktadır. Topluma karşı yürütülen bu kırım harekâtı da son derce bilinçli bir şekilde Toplum Mühendisleri eliyle geliştirilmekte ve egemenlikli/devletçi güçler tarafından uygulanmaktadır. Dünyanın hemen hemen her yerinde bu Toplum Kırım politikasından nasibini almayan hiçbir toplum yok gibidir.

Fakat tüm dünya insanlığının bu şekilde bir tehlike içerisinde bulunması, Toplum Kırım’ın başarılı olacağı ve sonuç alacağı anlamına gelmemektedir. Toplum, kendisini var eden temel direnç noktalarını, egemenlikçi/devletçi güçlerin kırım politikalarına karşı harekete geçirerek, kendini koruma potansiyeline her zaman sahip bulunmaktadır. Doğanın kendisine karşı geliştirilen kırım karşısında adeta intikam alırcasına sergilediği direnci; toplumun göstermemesi mümkün değildir.

Bugün dünyanın her tarafında bu temelde de harekete geçmiş bulunmaktadır. Toplum, devlet dışında kendisini örgütlemeye başlamıştır. Eko-yaşama dönüş çabaları, “Üçüncü Alan” olarak adlandırabileceğimiz toplumsal, çevreci, gençlik, kadın vb. örgütlerin, hareketlerin varlığı da bu gerçeği doğrulamaktadır.

Bu şekilde bir kez daha görüldü ki; örgütlü toplumun direnişi karşısında hegemonik/devletçi sistemin toplum mühendislerinin bir icadı olan ve 21. yüzyılın sömürgeciliği olan Toplum Kırım’ın hiçbir şekilde başarı şansı yoktur. Eğer burada mücadele içerisinde direnerek kendini var eden bir toplum gerçekliği söz konusu ise bunun hiç mi hiç olanağı bulunmamaktadır.

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.