Düşünce ve Kuram Dergisi

Entelektüeller ve Devrim

Erdem Bulduruç

Entelektüel kavramı her ne kadar belirli bir zamansallık içinde açığa çıksa da yazı kapitalist zamansallığa karşı ezilenlerin kendi içsel zamanı üzerinden entelektüel kavramını ele alma derdiyle kaleme alınmıştır. Kapitalist modernitede entelektüel kavramı bağlamından koparak bir evrenselleştirici söylemsel pratik içinde düşünülmüştür. Etik yerine ahlâk, komünite/cemaat yerine birey, hakikati yaşamak yerine hakikat anlatıcısı olmak, bir örgütsel ilke olarak hareketle birlikte, onun genel zekası içinden düşünmekle ona dışsal ve doğruları hareketin bilgisine fazla gelen bilinç olarak Entelektüel ..!

Şüphesiz bu idealize edilmiş sözceler yığını içinde sosyolojik bir kategori olmaktan öteye gidemeyen Entelektüel, modernitenin krizini, onun bilgi yapılarını sorunsallaştırmadığı için yeniden-üretme “riski” ile karşı karşıyadır. Bu risk onun ontik gerçekliğidir.

Yazı boyunca aydın ve entelektüel kavramı arasında bir ayrıma gidileceği gibi; bağlam kaymasına itiraz üzerinden iki sorunsal da berraklığa kavuşşturulmaya çalışılacaktır. Birincisi temsili evrenselleştirme pratiği olarak kendinde entelektüel, ikincisi ise yine aynı sorunsaldan muzdarip kendine yeterlilikleri olan modernitenin yanılmayan öznesi entelektüel.

Modernitenin yapageldiği belirli tanım aralıklarından kaçınılmaya çalışılsa da yer yer bir ayrıştırmaya imkan tanıması açısından ayrımların ifade biçimine kavuşması saikiyle tekil bilmeler ve mikro-anlatılar üzerinden konuma dair hükümlü sohbetler yapılacaktır.

 

Entelektüel Birey Midir?

Kuşkusuz bu soru esnetilerek entelektüel toplum(d)a ayrıcalıkları olan birey midir? Entelektüel genele oranla düzeyi yüksek birey midir? Entelektüel formasyonu olan birey midir gibi genişletilerek yeni yeni sorular formuna büründürülebilir. Fakat soruyu her genişletme hamlesi, sorudaki her esneme sorunsalın bağlamını kaydıracağından en uygun soru tarafımca Entelektüel Birey özdeşliğini sorunsallaştırmamıza imkan tanıyan Entelektüel Birey midir sorusudur.

İtalyan düşünür Antonio Gramsci “toplumda herkes entelektüeldir, ama herkes entelektüel işlevi görmez der.” Bir pratik sorunsal ve bilginin toplumsallığına -ayrıcalık, konum, statü- yapılan göndermede bu ifade toplumu kapasiteler düzleminde entelektüel görmekle birlikte, entelektüel işlevi görmeyi organik aydın tanımına iter. Pek tabi belirli bir çoklu-tekil bilme biçimi, o bilgiyi taşıma, o bilginin hakikatini üstlenme ve sarfettiğin sözün diyetini ödeme düzleminde herkesi eşit kılmaz. Pekçokları yolda düşer ya da yola dahi çıkmaz.

Fakat en nihayetinde bu ifade dahi Entelektüeli toplum-birey dikotomisi içinden gören ve konum alan bireylerin entelektüel sıfatına hak kazandığı bir zemini sunar.

Entelektüel kavramı bir tarihsel yolculuğa çıkacak olursak Michel Foucault’nun değindiği gibi II. Paylaşım Savaşı sonrası atom fizikçilerinin edindiği mesleki bilgilerinin evrenselleştirilmesi esası üzerinden düşünülebilir. Nükleer savaşlar yaşanırken atom fizikçisinin söylemi evrensel alana taşınıyordu. Bu nedenledir ki o evrensel rolünü oynamalıydı…

Hazır evrenselleştirme söylemine girmişken entelektüelin bir bireye indirgenip indirgenemeyeceği tartışmasını buradan ilerletelim.

Benjamin Constant ve Kant yalan kavramı üzerine ve bunun evrenselleştirilip evrenselleştirilemeyeceği üzerine bir polemiğe tutuşurlar. Constant evrensel seçimlerin mutlak değil koşullu olduğunu savunurken, Kant ise tümellerinden ödün vermez ve empirik koşullar ahlaki seçimlerimize müdahale etmemelidir der.

Benjamin Constant Kant’a ve bizlere bir soru sorar: Evin(iz)de saklanmış olan bir arkadaşın(ız)ın peşinden bir katil kapın(ız)a dayandığında yalan söyler misin(iz)?

Kant bu soruyu şöyle yanıtlar: Senin söylediğin yalan, arkadaşının kurtulmasına imkan tanımayabilir nitekim arkadaşın sen katille konuşurken arka kapıdan çıktığında, kaçarken uzaklaşmış olan arkadaşını katil yine görüp öldürebilir veyahutta koşarken düşer ve ölür vs.

Kant’ın buradaki bütün derdi empirik olanı benim tümellerime bulaştırmayındır. Kavramı pratiğin güç ilişkilerinden söküp çıkarır Kant. Kantçı anlamda aydınlanan Münevver de Devrim olsa da evden çıkma saatini, yemek yeme saatini değiştirmeyendir.

Constant ise evrenselleştirmeyi paranteze alır ama onu koşula bağladığı için ve seçtiği örneğin negativite içermesinden dolayı. Yani yalan ve doğrunun hangi söylemsel pratikler üzerinden kurulduğunu sorunsallaştırmaz. Birey ve aydın olarak partiküle bilgisini savunur. Kant’ta yine birey aydın ve filozof olarak Aydınlanan bireyin sırrına nail olduğu kategorileri, önümüze döşer.

Bu tartışmayı güncele ve Kürt coğrafyasındaki Devlet terörüne bağlayacak olursak Benjamin Constant ile Kant’ın yalan kavramı üzerinden yaptığı evrensellik polemiğinin yerine Savaş ya da Şiddet kavramını koyalım. Evrensel bir tutum olarak Savaş kimden gelirse gelsin reddedenler Kantçı, çok özel durumlarda savunma üzerinden Savaşa evet diyen Sol ise en fazla Constantçı olabilir. Halbuki Demokratik Ulus, savaşı devlet denen kurumsal yapısal “bir” ve bütünle yaparken, barışı halklarla yapıyor. Barış için savaşmak bu bağlamda demokratik ulus fikrinin dağılımı yönünde engel teşkil eden verili aygıtların müdahalesinden kurtulmak anlamına geliyor.

 

Entelektüel Aydın Mıdır?

Entelektüel Aydınlanmanın uydurulmuş kavramı aydın(enlightened) değildir. Hareketin fazlalığı olmadığı gibi doğrusu harekete yön gösteren, yanlışa da harekete etki etmeyen kendini bağlayan değildir. Doğrusu da yanlışı da hareketin bütününü bağlayandır. Çünkü burada kendi olan self/birey değildir. Hareket derken plural(çoğul) olanı anlıyorum.  Hareket derken dar ya da yerine göre geniş anlamda bir siyasi örgütten ziyade en geniş toplumsal muhalefeti kastediyorum. Türkiye açısından konuşursak Düzen cephesi ve devrim ve demokrasi cephesi olarak ayrıştırılabilir.  Bazı durumlarda genel zekâyı bir siyasi örgüt yakalar ve her şey dikine ya da yatay onun çizdiği ayrımlar üzerinden bölünür. Entelektüel’in aydınlığı zaten entelektüelin birey olmasını koşullayan ifadedir. Bilakis entelektüel o düzlemin toplumsal kuvvetler ve güçler, açtığı imkan sonucu düşünme düzlemindeki genişlemedir. Ezilenlerin ifade biçimi, düşünme biçimi, genel zekâsı her yeni karşılaşmada kendini yeniden örgütler ve kurar. Evet, toplumda herkes entelektüel işlevi görmez çünkü entelektüel olarak konum almak için önce Aydın basamaklarından inmek gerekir. Aydın basamaklarında iken de entelektüel müdahale zemini mikro ölçekte yaklanabilinir ama bu –yani konumunun verdiği avantajla bunu yapabildiğini zannetmesi- kendini aydın zanneden zatın kendi iç çelişkisidir.  Ona konumunu tahakkümü onaylayan toplum verir. Aydın kategorilerinin hakikatine inanır. Bizden onun kategorileri dışına çıkmamazı ister. Devlet ve Komün arasında bir tercihe yaslanmaz. Onun kategorik buyruklarını kabul eden düzenin yanındadır. Aydın Kant’ın buyurgan aklıdır. Muhakeme özgürlüğümüzü bastıran kategorik buyruklarıdır. Kategorik buyrukların hüküm sürdüğü bir düzende toplumsal olan normatif alana çekilişmiştir. Aydın en fazla devlet terörünü çirkinliği üzerinden kınayabilir.

Aydın modernitenin iddiasına göre dar anlamıyla bilgisi toplumun önünde olandır. Onun gerçekleştirdiği her türlü düşünsel üretimin bilgi vermesi savlanır. Üstelik bu bilgi, tek tek tekil bilme süreçlerini aşan onların içinde kendini hiyerarşize eden adına açıktan bilim denmese de hakikatin bütününü kuşattığı savlanan tümelin bilgidir. Aydının aydınlatıcı yol gösterici bilgisi (!)

Gel görelim ki bilgi toplumsaldır ve alınıp verilebilecek, hele de öğretilecek bir şey değildir.  Bilgi verili bir deneyim alanının içinde yaşanılarak öğrenilir. Sanat ya da başka bir ifade şekli bilgi vermez gözler önüne serer, gözler önüne serdiği şey ise gören gözün hakikatidir. Estetik bir bilgi olabilir, estetiğin bilgisi olabilir, politik bir bilgi ya da politikanın bilgisi olabilir. Teorinin bilgisi olabilir keza pratiğin bilgisi de ama bilginin bilgisi aklileştirme evrenselleştirme işlemi değildir.  Daha da önemlisi bilgi zaten başlıbaşına pratiktir. Pratiğin bilgisi ve kendisi arasındaki ayrım modernitenin düalist ayrımıdır. Bilimsel bilgi dahi bir pratiktir. Anlama yetisi(kavrayış gücü) faaliyetini sınırlandıran koşullar tarafından önsel olarak belirlenmez. Doğru düşünce anlama yetisine dayanan ve nesnesini(bilgi nesnesi) neden olarak kabul etmeyen düşüncedir.

 

Entelektüel Dışardan Bilinç midir?

Entelektüel, genel zekânın toplumsal zekânın uygunluk düzleminde yakalanmasıdır. Genel zekânın “Bir” adı altında temsili değildir. Entelektüel genel zekâ özne olmayı kendine reva görüp nesne olmayı topluma pay biçmek değildir. Entelektüel genel zekâ açısından, doğa, öznenin kaynak hizmeti gördüğü alan değildir. Bilmenin tarihi, imal edilmiş öznenin tarihi olmadığı gibi; uygarlık altında bize öğretilmiş kapitalist modernitenin bilim-bilim altı, uygar-barbar, göçebe-yerleşik gibi negativiteleri veyahutta soyut-somut, iyi-kötü, normal-patolojik gibi pozitivist ayrımları da değildir. Nietzsche bize genel bir iyi fikri nasıl olabilir ? Genel bir iyiden bahsetmek kendi içinde çelişiktir der yine Nietzscheci bir perspektifle Öcalan savunmalarının 3.cildinde satır arasında tartışmayı açar ve iyilik ve güzellik duygularının fiziki bir karşılıkları olmadığını söyler. Bunların insana özgü değerler, değerlerle örülü yargılar olduğunu kayıt düşer. Bu basitçe bir rölativizm/görecelilik tartışması değildir. Fransız felsefeci Etienne Balibar ise : “Kuşkusuz “soyut”, epistemolojik bir özellik değildir; kendisine tekabül eden uygulamalar daha somut, ya da daha etkili olduğu oranda uygun düşen bir değer yargısıdır.” der. Fransız filozof Louis Althusser ise tartışmanın düalizmle ilişkisini gözler önüne seren ve öldürücü darbe indiren şu sözleri sarfeder: “Olgular/yasalar, somut/soyut gibi pozitivizmin tipik ikilikleri, yasa/norm, normal/patolojik, olan/olması gereken, ekonomizm/hümanizm ikilikleriyle tanımlanırlar (yani bunlara dayanırlar) ve maddenin zihne, sınıf çatışmasının hümanizme, vb. Boyun eğdiği, muhafazakâr bir politikada tamamlanan daima dülaist bir dünya görüşüne doğru giderler. “

Entelektüel, evrenselcilik ve görececilik tartışmasının da buna koşut tikellik ve tümellik tartışmasının da aynı fanusun iki yüzü olduğunu bilir. Varlığı önceleyen Çokluğun Ontolojisi üzerinden varlığı baskılayan iktidar ve devleti sorunsallaştırır.

Spinoza’nın sözleriyle: “Her şey, kendi var olma gücüne göre [quantum in se est], varlığında direnmek için çabalar.”

Bu anlamıyla gerek Rönesans’ın doğanın fethi ve dünyanın dönüştürlmesi masalı gerekse de toplumsal sözleşme teorisinin doğa durumunu herkesin herkesle savaş durumu diye niteleyerek olumsuzladıktan sonra organik topluma egemenlik adı altında “özgürleştirme hamlesi” özgürlük ithali aynı sorunsalla örülüdür. Hobbes’un sahiplenici bireycilik kavramı toplumun genel zekâsına küfürdür.

Entelektüele temsile gelmeyen organik toplumun genel zekâsını komünün ortaklaşmacılığı ifade ederken biz aydın adı altında cemaat dışı bireye entelektüellik bahşediyoruz. Aydın ortak zenginliğin (commonwealth) dışında bir düşünme düzlemi olarak egemenlik teorisinin uydurduğu bir mitostur. Aydın zaten sömürgecidir. Bu bağlamda Musa Anter bir aydın değildir. Toplumun entelektüel genel zekâsı içinden konuşan bir bedendir. Böylece o, “doğu bilgeliği” dediğimiz hakikatte anlaşılmalıdır.

Aydın ise topluma dışardan bilinç taşımakla kendini avutur. Kendini komünist ya da başka sıfatlarla anmasının bir esprisi yoktur. Mevcut bir savaş ortamında barış savaşın sonucu değil sonlanmasıdır diyerek kendini devletin savaşından azade tutar ve topluma akıl verir. Egemenlik teorisi ve onun içinde konuşlanmış Devleti görmeden uzlaşma(grith) barış(peace) değildir der. Evet barış, savaşın sonlanmasıdır ama bu demek değil ki savaş ortamında bölünmüş bir toplumsal yapıda yani etik mekanın yokluğunda halka susun demek, ona bilginin bilgisi ile hükmetmektir. Ya da tersinden özerklik şöyle olmaz böyle olur, devlete karşı kendinizi hedef göstermeyin demek toplumun genel zekâsını devlet biçimi tartışmasına sıkıştırmaktır.

Entelektüel doğrusu harekete fazla olmayan hareketle koşut olandır. Türk sömürge aydınının entelektüel hareket karşısında galebe çalması temennisi ile!..

Steve Biko’nun bir sözü ile noktalayacak olursam: “Doğruluktan, fikirlerin tasavvur edilmesi, düzgünce ileri sürülmesi, sonra da bir duruma uyarlanmasından ziyade, halkla birlikte gerçekleşen bir hareketi anlıyorum.”

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.