Düşünce ve Kuram Dergisi

Varoluşun Başlangıç Hakikati

Kasım Engin

Neolitik Devrim’in ortaya çıkardığı değerler üzerine bir şeyler söylemeden önce Neolitik’e giden yolu özetlemek yerinde olabilir.

Bugün, Kenya olarak bildiğimiz ülkede, tarih öncesi (pre-historya) döneme ait birçok dinozor ve timsah fosili bulunmuş; en eski fosil kalıntılarının 200 milyon yıl önceye ait olduğu belirlenmiştir. En eski insan fosilleri ise “şimdilik” Kenya’da Turkana Gölü çevresinde bulunmuştur. Dinozorların yaklaşık 65 milyon yıl öncesinde yok olduklarını ve yok oluşlarından 5 milyon yıl sonra da -yani yaklaşık 60 milyon yıl önce- ilk primatların görülmeye başladıklarını, ortaya çıkan fosillerden biliyoruz. Primatların Doğu Afrika’da ilkel araçları tutabilen ve iki ayaküstünde yürüyebilen bir tür olarak gelişme gösterdikleri de kanıtlanmıştır. Hominid denilen insansı aileyi bilim bu dönemle başlatmaktadır. Artık diğer maymungillerle -milyon yıllar sürse de-insan ailesine doğru yolun çatallaşmaya başladığını da bilmekteyiz. İlkel hominid olarak adlandırılan bu türü sırasıyla homo habilitis, homo erectus (1 milyon yıl ile 220 bin yıl arası); 220 bin yıl önce de homo erectus’un yerini neanderthal insanı alır.

Neanderthallerin Üst Paleolitik Çağ’ın başlangıcında sayıları azalsa da 35 bin yıl öncesine kadar yaşamlarını sürdürdüklerine yönelik kanıtlar bugün Avrupa’da ortaya çıkan bulgulardan bilinmektedir. Daha sonra ise -yer yer neanderthallerle aynı tarihi sürece denk gelse de- gelişecek olan homo sapiens’tir. Homo sapiens türünün başlangıcı 300 bin yıl öncesine kadar gitmektedir. Homo sapiens türü, bugünkü yeryüzündeki insanların ana-atası olarak kabul edilmektedir. Homo sapiens ler, Üst Paleolitik kültürü (M.Ö. 60 -20 bin) yaratmışlardır.

Şimdilik en eski insan yapımı alet 2,5 milyon öncesine götürülmektedir. Bunların kullanıldığı yerler ise, insanın ilk çıktığı yer olan, yukarıda da belirttiğimiz Kenya’nın Turkana Gölü çevresidir. Yine Tanzanya ve Etiyopya’yı da coğrafî şartlarından dolayı katmak yanlış olmayacaktır. Buralar da Omo Irmağı çevresi ile Kuzey Kenya ile Güney Batı Etiyopya arasındaki Rodolf Gölü’nün kenarlarıdır.

Afrika’da ilk insanın henüz homo erectus aşamasındayken 1 – 1,5 milyon yıl önce ilk kez Afrika’dan Ortadoğu’ya doğru olan hareketi kanıtlanmıştır. Ortadoğu’da en büyük insan yoğunlaşması ise 1 milyon yıl öncesine rastlamaktadır. Bin yıllar alan bu göç ya da yayılış birkaç koldan yapılmıştır: Afrika’nın kuzey batısından Avrupa’ya; Great Rift Valley diye bilinen Büyük Rift Vadisi’nden -bugünün Etiyopya, Somali coğrafyası- Suudi Arabistan’a; Nil’den yukarıya çıkarak Sina Adası’ndan Ortadoğu’ya. Devam eden göç dalgasında, Ortadoğu’dan geçip Asya’ya ulaşan gruplar da vardır. Örneğin 800 bin yıl öncesine ait insan fosilleri Çin’de ve 1 milyon yıl öncesine ait olanlar da Endonezya’da bulunmuştur. Yine Avrupa’da 700-800 bin yıl öncesine kadar giden insan fosilleri bulunmuştur. Benzer şekilde dünyanın birçok yerinde bu dalga sürüp gitmiştir. İnsansı gelişim sürdükçe bu kez daha gelişkin olan insan türleri, bu göç dalgasını farklı zamanlarda devam ettirmiştir. Bunun içindir ki hem homo sapiens türünün hem de neanderthallerin yayılışını başka kıtalarda da görebilmekteyiz.

Bu şekilde homo sapiensler dünyanın birçok yerine dağılmışlardır. Ancak insan yerleşiminin süreklilik kazandığı yerlerin başında Ortadoğu, daha doğrusu Altın Hilal olarak isimlendirilecek olan coğrafya gelecektir. Buna iyi bir örnek Şanidar Mağarası’dır. Şanidar Mağarası, bugün Kürdistan’da Hewler kentinin Mêrgesor bölgesinde bulunmaktadır. Eski bir tarihsel yerleşim yeri olmasının yanı sıra, burada, 9 neanderthal insan iskeleti bulunmuştur. Bu iskelet kalıntılarının tarihi 60 bin yıl öncesine gitmektedir. Burada elde edilen bulgularda bu insanların ölüleri için ayinler yaptıkları, ölülerini çiçeklerle süsleyerek gömdükleri tespit edilmiştir. Başka önemli bir kalıntı ya da bulgu ise Süleymaniye yakınlarında bulunan Hazarmert Mağarası’dır. Tarihi, 40 bin yıl öncesine endekslenmektedir. Yine önemli başka bir tarihi kalıntı da -25 bin yıl öncesine dayanan-Kerkük civarlarında bulunan Zerzi Mağarası’dır. Yine Kürdistan dışında mağara yaşamı başka coğrafyalarda da görülmektedir. Örneğin Lübnan bunlardan sadece bir tanesidir.

 

Doğal Toplum

1 milyon yıl içerisinde insanların Altın Hilal’de yoğunlaştıkları görülürken, 20 binli yıllarda son Buzul Çağı’nın sona ermesi, havaların ısınması, iklim ve bitki örtüsünün yaşama uygun hale gelmesiyle birlikte yeni gelişmeler ortaya çıkar. Altın Hilal’in bitki zenginliği, hayvan bolluğu, mevsimlerin uygunluğu, su kaynaklarının çokluğu, toprağın uygunluğu bu gelişmeyi hızlandıracaktır. Daha sonra tarihe “doğal toplum” olarak geçecek bu tarihi süreç, esasta giderek Neolitik’e evirilecektir.

Doğal toplumu insanın ilk toplumsallaşmaya başlamasıyla ele alacak olursak, primatlardan kopan ilk insan topluluğundan hiyerarşik topluma kadar uzanan tarihi süreç olarak düşünmek yerinde olabilir. Temel formu 20-30 kişilik klan topluluğudur. Doğal toplum aynı zamanda; Mezolitik (Yontma Taş Devri ya da Epipaleolitik), Paleolitik ve Neolitik merhalelerini de kapsamaktadır. İnsan türü daha önceleri doğada avcılık ve toplayıcılıkla geçimini sağlarken giderek yerleşen ve kendi ürettikleriyle yaşamanı sürdüren bir düzeye gelmiştir. Temel karakteri avcılık ve toplayıcılığın hakim olduğu bir yaşam kültürüdür. Özellikleri ise ateşi kullanılabilmesi, kaba taşlardan, ağaçlardan, alet yapabilmesidir.

Paleolitik Dönem’e (20 bin yıl önce) “Kaba Taş Devri” de denilmektedir. Bu dönemin temel karakteri, avcılık ve toplayıcılığın hakim olduğu bir yaşam kültürüdür. Özellikleri ise ateşin kullanılabilmesi, kaba taşlardan, ağaçlardan hayvan diş ve boynuzlarından -ok ve mızrak da dahil -aletler yapılabilmesidir. Yaşam, klan biçiminde sürdürülmektedir. Çocuklar klanın ortak değeridir. Klan bilincinin sembolü ise totemdir. Doğa ile bütünlük esastır. Klan, kadın-ana etrafında oluşan bir birliktir. Çocuk, ana ile tanınmaktadır. Erkeklerin dışa karşı savunma rolü vardır. Sihirsel düşünüş bu döneme aittir. Mağara sanatı yaygındır.

Mezolitik Dönem’e (20-12 bin yılları arası) “Yontma Taş Devri” de denilmektedir. Mezolitik Dönem’de küçük taşlar da işlenebilmektedir. Estetiği daha gelişkindir. Avcılıkta uzmanlık gelişmiştir. Olta, balta ve zıpkınlar kullanılmaktadır. Köpek ve bazı hayvanlar evcilleştirilmiştir. Doğada yabanıl tahıllar bilinmektedir. Sihirsel düşünüş daha fazla gelişmiştir.

Neolitik Dönem’e (M. Ö. 15-3 bin yılları arası)”Cilalı Taş Devri” de denilmektedir. Ancak Neolitik, Köy Tarım Devrimi olarak da bilinen, insanlığın hafızasının en gelişmiş form alan çağıdır. Bu dönemde, toplayıcılığı aşan, üretime dayalı bir ekonomiye geçiş yaşanır. Ziraat yapılmaktadır. Çiftçiliğe geçiş yapılmıştır. Evcilleştirme çok gelişmiştir. Küçük çapta da olsa sulamayla tarım yapılmaktadır. Tarlalar açılmaktadır. Çobanlık gelişmektedir. Klandan köy toplumuna, oradan da kabile ve aşirete geçiş yaşanmaktadır. Klandan aileye doğru bir evrilme yaşanır. Aile kurumu oluşur. Ortakçı düşünce yapısı ve ortak mülkiyet zihniyetinin gelişmiş olduğu görülür. Toplumsal artı ürün gelişmektedir. İnsanlık tarihinin en büyük icatları bu tarihi sürece denk gelir. Bu dönem aynı zamanda köyden kasabalara geçişin yaşandığı çağdır da. Bunlarla birlikte Neolitik Çağ’da, zanaat ve ticaret gündeme gelerek gelişmiştir.

Neolitik dönemde öne çıkan en belirgin şey kadın kültürüdür. Neolitik’in sadece bir tarım-köy devrimi değil aynı zamanda bir “kadın devrimi” olduğu artık kabul gören bir tezdir. Ana yanlı bir toplum söz konusudur. Yaşam, kadın ekseninde şekillenmektedir. Ana-Tanrıça kültürü esastır. İnsan ilişkileri daha eşitlikçi ve özgürcedir. Daha adaletli ve paylaşımcıdır.

Neolitik dönemin icatlarını sayacak olursak eğer: M.Ö. 8. bin yıla geldiğimizde ağırlıklı olarak hayvanlar evcilleştirilmiştir; tarım konusunda değirmen, dibek, havan, madencilik, çanak-çömlek, dokumacılık, kazma, saban ve yontma taş araçları icat edilmiştir; ilk şarap, ilk kumaş, ilk beyin ameliyatı, ilk depolar bu dönemde hayata geçirilmiştir; yine buğday, arpa, çavdar, yulaf, bezelye, mercimek, yonca ve üzüm bu dönemin karakterini göstermektedir.

Neolitik dönem aynı zamanda tümden bir dil devrimidir. Eğer ki dilin oluşmasını, ilk işaret diline kadar götürecek olursak, bu, bizleri milattan önce 40-50 bin yıl öncesine götürebilir. Ancak dilin en somut geliştiği tarihi süreç Neolitik Çağ’dır. Dil grupları giderek Neolitik dönemin sonuna doğru ayrışacaktır. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın, “Aşiretlerin direniş ve uygarlaşma dönemi de diyebileceğimiz bu aşama, aşiret bilincinin kuvvetle geliştiği, herkesin kendini aşiretten saymasının yaşamın vazgeçilmez bir şartı olduğu ‘destansı, şiirsel çağ’ olarak da değerlendirilebilir,” dediği çağ da özü itibariyle Neolitik çağdır. Unutulmamalıdır ki; “Dilin kendisi doğuşundan itibaren uzun süre şiirsel anlatımlıdır. Dolayısıyla şiirle hakikat arasında sıkı bir ilişki vardır. Şiir eski, özgür (tahakküm tanımayan) toplumun dili ve hakikatidir. İlk ozanlar bilgelerden, peygamberlerden önceki hakikat açıklayıcılarıdır. Bir toplumun dilinin şiirselliği ve ozan anlatımlı gücü, o toplumun ne denli özgür ve anlamlı bir toplumsal gerçekliğe sahip olduğunu gösterir.” İşte bu şiirsellikle yoğrulan çağ da özü itibariyle Neolitik Çağ’dır.

Kürdistan’da Ari diller esasta bu süreçte gelişecektir. Gordon Childe’in, “Neolitik Devrim bir kültür çağıdır. Tüm tarımsal, zanaatsal, ulaşım, barınma, sanat, yönetim, din alanlarında devrim niteliğinde gelişmeler yaşanmıştır,” diye belirttiği çağ da esasta bu çağdır. Prof. Dr. Hauptmann, “Bu bölge Avrupa’da olsaydı, dünyadaki yankıları büyük boyutlarda olacaktı,” demektedir. İşte Huptmann’ın işaret ettiği bu yer, Kürdistan’dır; ancak oluşum süreci Neolitik Çağ’dır. Yine Braidwood’un, “Dünyanın hiçbir yerinde yaşam Toros-Zağros dağ silsilelerinin kavisli eteklerindeki yaşam kadar anlamlı olamaz,” dediği yer de yine burasıdır. Alman arkeolog Klaus Schmidt ise bu bölgeye dair gördüklerinden duyduğu heyecanı, “Çayönü’nde o günlerde bilim tarihi yazılıyordu,” diyerek coşkuyla anlatmakta, yer altından çıkarılan arkeolojik bulguları bu aynı coşkuyla karşılamaktadır.

 

Neolitik’e Öncülük Eden Bölge: Altın Hilal

Bugün dünyada en eski Neolitik bulgularla, arkeologların, “Altın Üçgen”, “Çekirdek Bölge”, “Stratejik Bölge” diye tabir ettikleri coğrafyada karşılaşıyoruz. Altın Üçgen’i arkeologlar Amed’in kuzeyi (Ergani’ye kadar), Fırat’ın (Halfeti civarları) doğusu ile batısı ve Batman ile Siverek arasına kadar uzanan hat olarak tarif etmektedirler. Kimi bilim insanları, bu hattın Qerejdax’ın (Karacadağ) etrafını çemberlediğini ifade etmektedir. Muhtemeldir ki bu coğrafyada daha birçok yeni yerleşim yeri -bugünkü tabirle “şehir”- keşfedilecektir. Şimdiden en eski yer olan Göbekli Tepe (Xerawreşk) bunun bir kanıtı olarak gösterilebilir. Göbekli Tepe, yaklaşık olarak M. Ö. 12 bin yıla endekslenmektedir. Yine M.Ö. 11 binlere varan Urfa’ya yakın Nevala Çori; Diyarbakır’ın Ergani sınırları içinde Çayönü ve Çeme Kota Ber; Batman’da ise Çeme Xalan; Antep etrafında bulunan Oylum Höyük; Urfa’da ise Titriş’i de sayabiliriz. Bunların tümü “Altın Üçgen” diye belirtilen coğrafyada bulunuyor. Ayrıca Güney Kürdistan’da Süleymaniye civarında ise Çermok ve Gıregewre’yi eklememiz gerekiyor. Ganj Dara ve Giyan buluntuları ise Doğu Kürdistan’ın İlam ve Kermanşah şehirlerine yakın düşmektedir. Sözünü ettiğimiz yerleşim yerlerinin nüfusları 1000-1500 arasında tahmin edilmektedir.

Afrika’dan çıkışla başlayan göçün Altın Hilal’e yaklaşık bir milyon yıl öncesinde ulaşmasıyla bu coğrafyada kesintisiz insan yaşamının sürdürüldüğüne tanık oluyoruz. Buradan dünyanın birçok yerine hem insan hem de kültürel yayılışlar yaşanmıştır. Ancak Altın Hilal ve özelde de “Altın Üçgen” diye bilinen coğrafyada yaşam emareleri kesintisiz sürmüştür. Dünyanın diğer coğrafyalarıyla arasındaki büyük fark budur. Bu farktan dolayıdır ki -coğrafik koşulların da elverişli olması nedeniyle- insanlığın kültürel hafızasıyla biriken değerler bu coğrafyada doğal toplumun en gelişkin formu olan Neolitik’e öncülük etmişlerdir. Tarihçilerin de bu hattı “Altın Hilal” olarak isimlendirmesiyle teyit etmeleri ya da onore etmeleri bu gerçeklikle bağlantılı bir durumdur.

 

Komünal, Ortaklıkçı, Barışçı Bir Kültür: Tel Khalaf Kültürü

İlk kasabaların ya da şehirlerin oluşması ardından gelişim seyri devam edecektir. Bu gelişim seyri dalgalar halinde Altın Hilal’den dünyanın diğer yerlerine yayılacaktır. Yayılışın, bu tarihi süreçten sonra esasta kültürel bir yayılış olduğunu unutmamak gerekiyor. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan bu yayılış için, “Neolitik Toplum M.Ö. 6 ve 4 bin yılları arasında Orta Dicle ve Fırat boylarında gelişmiş; Khalaflaşma Kültürü denen aşamaya uğrarken, M.Ö. 6 yıllarında Kuzey Afrika -Mısır-, Aşağı Fırat, Basra

Körfezi ve Orta Anadolu’ya, Çatalhöyük’e, yaklaşık M.Ö. 5000’de Kafkasya, Kuzey Karadeniz, Balkanlar, Kuzeydoğu İran, Hindistan, Pencap ve İndus kıyılarına, 4000’de Çin’e, tüm Avrupa’ya, 3000’de de Amerikan kıtasına ulaşmıştır,” demektedir.

Tel Khalaf Kültürü, birçok buluşa imza atan kültürdür. Çömlek, balta, saban, yün eğirme, dokuma, öğütme, tekerlek, köy mimarisi, bakır taşından yarı madeni aletler verilecek bazı örneklerdendir. Tarihçiler ortak tespitlerini ise, “Genel bir kabul göstermektedir ki; M.Ö. 6. ve 4. bin yılları arasındaki buluşlar -Neolitik toplumun Tel Khalaf Kültürü-, ancak M.S. 16. yüzyıldan itibaren ortaya çıkan buluş ve teknolojilerle kıyaslanabilir,” diye ifade etmektedir. Yine, “Neolitik toplumun Verimli Hilal’de Tel Khalaf Kültürü altında kalıcı bir kurumlaşmaya yol açtığı dönem, aşiret gruplarının şekillendiği bir aşama anlamına da gelmektedir. M.Ö. 6.0004.000 yılları arasında yaklaşık olarak iki bin yıllık bir süreyi yaşayan bu dönem, uygarlığı hazırlayan ‘temel icatlar’ süreci gibi çok önemli bir rol oynamaktadır.”

Tel Khalaf Kültürü, Neolitik kültürle şekillendiği için komünal, ortaklıkçı ve barışçı bir kültürdür. Tarımcılık esastır. Kültür böyle şekillenmiştir. Neolitik dönemin gelişip olgunlaştığı belli başlı toprakların başında ise Kürdistan coğrafyası gelmektedir. Burası, M.Ö. 12000 ile 4000 yılları arasında Neolitik Devrim’in ana merkezi durumundadır.

Sonuç

Neolitik Devrim’in beyinlerde ve yüreklerde silinmeyen ve silinmeyecek olan değerler ortaya çıkardığı bir gerçektir. Öyle ki insanların mutlu yaşadığı ve mutluluğu, yaşamın diyalektiği olarak ele aldıkları bir çağdır Neolitik. Kürt Halk Önderi Öcalan, “dilin şiirselliğine” dikkat çekerek bu döneme ilişkin geliştirdiği formülasyonla bitirecek olursak eğer: “Dili şiirseldir. Başlangıç zamanların mitolojik düşünce biçimlerinde tümüyle şiirsel dil hâkimdir. Yaşamda duruluğu, saflığı en iyi şiir dile getirmektedir. Şiir dili, yaşamın matematiğidir. Şiirselliğin yırtıldığı ilişkilerde yabancılaşma, düşüş boyutlu bir bağıntılık söz konusudur. Yaşamın şiirsel gösterisi, özüne daha doğru bir yanıt niteliğindedir.”

İşte bu çağ, hafızalarda silinmeyen an’dır; hayal edilen ve hep ulaşılmaya çalışılan tarihi kesit ya da “eden”, yani Cennet’tir.

 

 

 

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.