Düşünce ve Kuram Dergisi

Bir Modernite Masalı: Yüzükteki İktidar

Sercan Aydın

Üçüncü bir dünya savaşı yoğunluğunda yaşadığımız şu günlerde, uygarlık nehrinin hangi yataktan akacağı da merak konusu. Zira kapitalist uygarlığın kaderi de Ortadoğu’da yaşanacak olası gelişmelerle doğrudan bağlantılı. ABD-Avrupa modernitesi Ortadoğu’ya müdahale ederek yaşadığı finans-kapital krize çözüm arıyor. Kapitalist modernitenin kriz hali, bu yeni tür savaş biçimiyle aşılmaya çalışılıyor. Ancak kriz, liberallerin iddia ettiği gibi ne “dönemseldir” ne de “son”dur. Kriz yapısaldır. Sistemin genleriyle ilgilidir. Kapitalist modernitenin üzerinde şekillendiği kapitalist üretim tarzı, endüstriyalizm ve ulus-devlet, insanlığın sorunlarına çözüm olmadığı gibi dünyayı daha da yaşanılmaz hale getirdi. Ekonomide aşırı tekelleşmenin, ekolojik felaketlerin, çevre yıkımının, milliyetçiliğin yol açtığı savaşlar, toplumu adeta nefessiz bıraktı. Krizin sebebi, azami kar güden tekellere dayanan kapitalizmin ta kendisiydi. Kriz sadece aşırı tekelleşmenin yol açtığı finans krizinden de ibaret değildir. Dünyanın bir bölümünde aşırı üretim/tüketim varken diğer bölümünde açlık ve kıtlığın yaşanması, bir bölümünde “demokrasi/hukuk” varken diğer bölümünde despot yönetimlerin olması, insan soyunu da tehdit ediyor. “Uygarlık krizi” tanımı, dünyamızın mevcut halini anlatan en özlü belirlemedir. Merkezi uygarlığın 5 bin yıldır biriktirdiği sömürü, sermaye ve iktidar, dünyanın/insanlığın geleceğini tehdit etmektedir. Kapitalist modernite, varlık sebeplerinden dolayı yaşanan sorunları da çözememektedir. Zira Sümer başkenti Uruk’tan başlayarak edindiği 5 bin yıllık birikim üzerinden kendini kurumlaştırmıştır. Bu birikim sorunları çözmemekte, tam tersine daha da derinleştirmektedir. Paradoks şudur ki, sistem ancak bu şekilde hayatta kalabilmektedir. Bir avuç iktidar sahibinin çıkarı-yaşamı uğruna gezegenimizin maddi-manevi değerlerinin heba edilişidir söz konusu olan.

 

İktidar ve Cinsiyetçi Toplum

Hikâye çok eskidir aslında, binlerce yıl süren neolitik çağa damgasını vuran anaerkil düzenin yerini erkek egemenlikli ataerkil düzene bıraktığı dönemde başlar. Hem de darbeyle, hileyle, kurnazlıkla. Sümerlerde İştar ile Enki, Babil’de Marduk ile Tiamat, Atina’da Zeus ile Hera’nın kavgaları, toplumsal düzenin nasıl değiştiğini anlatır. Bu öyle sıradan bir değişim değildir. Oldukça muazzam sonuçlara yol açar. 5 bin yıl önce yaşanan bu değişim, aslında günümüz modernitesinin de temeli olmuştur. Erkek egemenlikli iktidar Sümerlerde başlamış, ardından Arap çöllerine, Mısır’a, oradan Yunan adalarına akarken, diğer yandan da Hititler üzerinden Anadolu yarımadasına ve oradan da Atina içlerine yayılmıştır. Yayılma Atlas Okyanusu kıyılarına kadar devam etmiştir. Ancak Sümerler’de başladığı gibi değildir artık. Kartopu misali yuvarlandıkça büyüyen, New York’a ulaştığında artık tüm dünyaya kendini dayatan hegemonik bir karaktere bürünmüştür. Sümer mitolojisinden başlayarak artık ana tanrıça devrinin sona erdiğini baba tanrı dönemine geçildiğini anlıyoruz. Erkek tanrı yerin ve göğün yaratıcısı olmuştur. Buna karşın kadın kutsallığı ise alabildiğine alçaltılır. Bu yeni toplumsal düzen muazzam bir mitolojiyle –dinler de buna dâhildirtüm topluma özümsetilir. İktidarlar artık “erkek”tir. Dolayısıyla kadın cinsi bu iktidara göre şekillenmelidir. Bu yüzdendir ki devletin sınırları içinde her türlü uygulamalarda bulunma hakkı iktidarların elindeyse, onun mikro modeli olan ailede de aynı haklar erkeğe ait olmaktadır. Tersi düşünülemez. İktidarla cinsiyetçi toplum kardeştirler. Eşitlik ve özgürlük ilkesi yoktur. Çünkü iktidar erkeklikle özdeş olmuştur. Kadının durumu ise köleliğe kadar varacak bir kurumlaşmanın trajik öyküsü haline gelecektir. Erkek egemenlikli zihniyet, toplumu da tıpkı kadının yeni statüsü –köleliktemelinde hazırlayacaktır.

 

İktidarın Toplum İnşası

Erkek egemenlikli yeni toplumsal düzen, inşa edildiği günden bu yana hegemonyasını sağlamlaştırmak için çeşitli yönetim-yaşam biçimleri ve yine çeşitli dininanç biçimlerini benimsemiştir. Bir yandan iktidarlarını sağlamlaştıracak devletler –hukuk ve askeri düzenyoluyla, diğer yandan yine kendi iktidarlarını topluma kabul ettirmek için din –rahip ve peygamberleryoluyla her gün biraz daha güçlendiler. Zira iktidar sahipleri de çok iyi biliyordu ki sorgulayan bireyler her zaman tehlikelidir. İktidarlar biat eden toplumlar ister. Bu yüzden vatandaşlık/hukuk veya din/inanç, toplumları yönetmek için gerekliydi. İbrahim, Musa ve İsa rahip geleneğinden, Hammurabi, Firavun, Nemrut ve ardılları da kral statüsüyle devletçi bir geleneğin temsilcisiydiler. Rahip gelenekli olanlar, iktidarlarını semavi buyruklara, kral gelenekli olanlar ise sahip oldukları kudretli imparatorlukların kurallarına dayandırıyorlardı. Bugün bile erkek zihniyetinin en fazla hissedildiği alanların başında din ve devlet gelmektedir. Erkeğin analitik aklı her iki olguya da –devlet ve dinkutsallık giysisi giydirerek toplum üzerinde hegemonya inşa eder. Hiyerarşi de bu aklın ürünüdür. Tüm toplumsal sistemlerin bu eril düzene referanslar vererek kendilerini inşa ederler. Hiyerarşik ataerkil düzenle birlikte iktidar kendisini devlet şeklinde görünür kılmıştır. Ancak iktidar eşittir devlet değildir. İktidar olmak için devlet olmazsa olmaz değildir. Öcalan’ın tabiriyle “kadim bir gelenek, artık ürünü elde etmeye, artırmaya ve ele geçirmeye yönelik her türlü toplumsal faaliyetti” iktidar. Üstelik iktidar devletten daha yaygın, devlet olmadan da yaşanabilen bir olgudur. Esas hedefi kârdır. Kârdan ayrı düşünülemez. Devlet ise yine Öcalan’ın tabiriyle “iktidarın hukuklaşmış biçimdir.”

İktidar ve devletin asıl hedefi her zaman toplumsal sömürü olmuştur. Bu anlamda toplum esasen üzerinde her türlü tasarrufta bulunulabilecek bir zemin olarak kullanılmaktadır. Bu ilişki biçimi de binlerce yıl boyunca özenle hazırlanmıştır. Şayet toplum bu duruma itiraz ederse, o zaman savaşlarla, darbelerle yola getirilmeye çalışılır. Kapitalist uygarlığın en büyük başarısı, toplumsallığı önemli oranda çözmesidir. Toplumsal bağlar, ahlak, gelenekler, aile önemli oranda geçerliliğini yitirmiştir. Yerine koyulan ise popülist unsurlarla bezenmiş tüketime dayalı bir yaşamdır. Ahlaki bağların çözüldüğü toplum, artık bireylerden oluşan bir “sürü” haline gelmiştir. Sürüleşme insanın kendi gerçeğine yabancılaşmasıdır. Yaşamın anlamını yitirmesidir. Anlamdan yoksun yaşam, bir kişiliksizlik durumudur. Bu durum aynı zamanda hem toplumun, hem de sistemin yaşadığı krizin izdüşümüdür. Oluşturulan toplum kişiliksiz, sürü toplumdur. İktidarların istediği tam da budur.

 

Kapitalizm ve İktidar

Uygarlığın kapitalist aşaması –günümüz modernitesiinsan/toplum üzerinde en sistemli tahakkümü yürütmektedir. Geçmiş tüm uygarlıklardan kat be kat daha fazla sömürü ve baskı icra etmektedir. Kapitalist aşama öncesinde de toplum/doğa üzerinde baskı, sömürü vardı. Nice büyük savaşlar, felaketler yaşandı ancak hiçbir dönemde toplumun sürdürülemezliği söz konusu olmadı. Kapitalizm, geçmiş uygarlıkların iktidar birikimlerinin oluşturduğu tecrübeyle adeta gezegenimizi tehdit eden bir canavara dönüştü. Devlet denilen kurumu insanlığın başına bela ederek daha fazla baskı ve sömürüyü geliştirdi, sistemleştirdi. Devlet obezleştikçe toplumsal sorunlar büyüdü, sömürü arttı. En değme firavunların, nemrutların gücü bile bugün bir eyalet valisinin yetkileri karşısında bir değer ifade etmemektedir. Bütün uygarlık tarihi boyunca gerçekleşen sömürünün toplamı, günümüz küresel sermayesinin bir yıllık kazancına yetişmez. Bütün uygarlık tarihi boyunca savaşlarda yaşamını yitirenlerin sayısı, son 5 yüz yılda yaşanan savaşlardaki kayıpların yanına bile yaklaşamaz. Dehşet verici bir durumdur yaşanan. İktidarı elinde tutan bir zümre –tekeller, devletlerbütün bir toplumu çağdaş köleler haline getirdi. Ulus-devlet ile insanlığın tüm renklerini, dillerini, kültürlerini adeta kafesledi. Toplum/doğa üzerindeki sınırsız egemenlik istemi, ekolojik dengeyi alt-üst etti. Bu durum ancak kanserle izah edilebilir. Bir kapitalist modernite hastalığı olarak kanser, sistemin ruhunun insanın vücuduna yansımasının bir sonucudur aslında. İnsanın vücudundaki kanserli bir hücre nasıl ki tüm hücrelere yayılıyor, organizmayı öldürüyorsa, toplumu da aynı şekilde çürütmektedir.

 

Yüzükteki Hastalık: İktidar

İktidar bir hastalıktır. Hem de onulmaz bir hastalıktır. İktidara sahip olmak aynı zamanda onun ve kötülüğün kölesi olmak anlamına geliyor. Yüzüklerin Efendisi kitabında iktidar yüzükle tarif edilmektedir. Ancak dikkat çekici yönü, kimin elinde ya da boynundaysa onu kötülük yapmaya yöneltmektedir. Yani yüzüğe/iktidara “kötülük” atfedilmiştir. Sahibinin iyi olması bir şey değiştirmemektedir. Sözün özü, iktidarın iyisi yoktur. Bu önermeye karşı olanlar da vardır. Yani sorunu iktidarda değil de, iktidar sahibinin niyetinde arayan yaklaşımlar vardır. Platon’dan günümüz burjuva partilerine, hatta sosyalist-komünist yapılanmalara kadar iktidarın “iyi yöneticilerin” elinde olması halinde, kötülüklerin son bulacağını, hatta “proleterya diktatörlüğünün, iktidarı halkın eline vereceğini” böylelikle sömürü düzeninin son bulacağını dile getirmişlerdir. Oysa iktidarın var olma sebebi kötülük/sömürüdür. Yani varlığı sorunludur. Yönetmek, doğasında baskı altına almayı bir ilişki biçimidir. Bu yüzden “iyi iktidar” yoktur, olamaz. Halkın kendi kendini yönetme mekanizmalarının olmadığı yerlerde halk adına onları yönetenlerin elindedir iktidar. Polis, ordu, devlet, yargı gibi kurumlar da halkı yönetmek için oluşturulmuştur. Yine yönetmek için yasa ve yasakları zorunlu kılar.

 

Devletleşmiş İktidar

Devlet iktidarı, öncelikle sahip olduğu sınırlar içerisinde kendi yargı gücünü inşa etmeyi ve geçerli kılmayı hedefler. Böylelikle sınırlarından giriş ve çıkışları denetimi altına alır. Mal, para-sermaye ve işgücü hareketleri üzerinde denetim kurar. İkinci olarak da üretim ilişkilerinin tabi olacağı kuralları belirler. Toplu sözleşmeler, sendikal hareketlere dair bir sınırlamadır bu. Amaç işgücünün daha çok metalaşmasıdır. Emeğin denetim altına alınması için bu gereklidir. Yeri geldiğinde bu kuralları anayasal değişiklikler yaparak yeniden düzenler. Üçüncü sırada ise vergilendirme vardır. Kapitalizmde vergilendirme, sermaye birikimi sürecine katkıda bulunacak en dolaysız yöntemdir. İktidarlar/hükümetler, vergilendirme yoluyla büyük miktarda sermaye toplayıp sübvansiyonlar aracılığıyla ellerinde zaten büyük sermayeler bulunan kişi ya da gruplara dağıtır. Sonra da bu vergilerin yol, su, elektrik vb. hizmetlerle topluma geri döndüğüne dair bir propaganda yapar. Oysa bu işten asıl kazançlı çıkanlar, ihaleleri alan şirketler/tekellerdir. Devletleşmiş iktidar, iktisadi yapılanmalarla da yetinmez. Emek sömürüsü iktidarların baki olabilmesi için yeterli değildir. Yasa/yasaklar veya vergilerle kendini sonsuz kılamayacağını bilir. Bunun için toplumsal alanın her tarafına sızar. Eğitim kurumları, medya ve din, en uygun araçlardır. Bu şekilde tüm toplumsal ilişkileri eline geçirir.

İktidarın var olduğu toplumlar zorunlu olarak da hiyerarşik olur. İçselleştirilen iktidar öyle bir hal alır ki, hiyerarşik düzen günlük hayatta karşılığını bulur. Patron/amir, işçi/memura karşı; evde erkek kadına karşı; aile çocuklara karşı; öğretmen öğrencilere karşı… Her şey iktidarla düzenlenmeye çalışılır. Yönetilenler iktidarı içselleştirdiği için çoğu zaman baskının farkında bile olmazlar. Hatta bunu hayatın doğal akışı olarak bellerler. İktidarlar bu silsileyi büyük bir kurnazlıkla inşa ederler. Zira baskı her zaman şiddet yoluyla olmaz. Bugünün iktidarları ileri teknolojiden de yararlanarak neredeyse insanların günlük yaşamlarını denetleyebiliyorlar. Telefon dinlemeleri, bilgisayar takipleri, sokaklarda-otobüslerde kameralar vb. Baskıcı iktidar mekanizmaları ve denetim biçimleri, özgürlük alanlarını her geçen gün daha fazla gasp etmekte. İktidar karşıtı toplumsal hareketler, bu ileri teknoloji sayesinde denetim altına alınmakta, üzerlerinde baskı kurulmaktadır. Devletlerarası iletişim/bilişim işbirliği “emperyal” bir karaktere bürünerek küreselleşiyor. Yeni teknolojiler toplum yararına kullanılacak özellikler içerirken tam aksi yönde toplumsal yaşamı hücre tipi bir hapishaneye dönüştürme amacıyla kullanılıyor. Örneğin medya, tam bir savaş silahına dönüştürülüyor. Çünkü medyanın denetimiküresel iktidarların elindedir. Hakeza internet de demokratik iletişim alanı olmaktan çok küresel ticaretin ve denetimin etkin bir aracına dönüştürülüyor. Medya aracılığıyla inşa edilen aslında sanal toplumdur. Toplum kırımın önü açılmaktadır. Özü itibariyle iktidar sahipleri yaşamınızın her alanında belirleyici/etkileyici/denetleyici bir konumdadırlar. Artık iktidar her yerde bizimle birliktedir. Haliyle düşüncelerinize/davranışlarınıza “çeki düzen” vermek zorundayızdır. “Çeki düzen verme” eylemi o kadar içselleştirilir ki toplum, söz konusu denetçi/baskıcı uygulamaların kendi güvenliği için olduğunu düşünür. Toplumsal düşürülme/uyuşma/körleşmedir yaşanan. Egemen ideolojinin etkisi altındaki toplum, kendi gerçekliğini göstermeye çalışan her türlü sese de kulağını kapatır. Hatta bundan rahatsızlık duyarak futbolu, magazini, televizyon dizilerini tercih eder. Aslında kendisinin olmayan, yanlış kurgulanmış bir hayatı yaşamaktadır.

 

İktidarsız da Yaşanır!

İktidarlar, sahip olduğu ezici güç ve zihin yıkayan araçlarıyla toplumu kendine bağımlı kılar ki toplum, kendisini yönetecek bir iktidar erki olmaksızın yaşanamayacağına ikna olur. Oysa insanlığın binlerce yıl devletsiz/iktidarsız/sömürüsüz yaşadığını biliyoruz. Böyle bir dünya bugün de mümkündür. Birliktelik için evliliğin, işlerin yürümesi için otoritenin ve kimse için mülkiyetin gerekli olmadığı bir dünyada da yaşanılabilir. İktidarlar, dünyayı ezilenler, ötekileştirilenler, azınlıklar için bir kâbusa dönüştürmek istiyor ve şiddeti de yoğun bir biçimde kullanıyor ve kendi kurgusunu toplum için gerçeklik haline getirmeye çalışıyorlar. İktidarın bu kurgusuna karşılık özgürlükçü-eşitlikçi kurguyu ortaya koymak bir zorunluluktur. Tanrısallaşan küresel iktidarın bize gösterdiği karanlığa karşılık aydınlık bir geleceği aramak gerekir. Tarihe bakıldığında aydınlık geleceği yaratmak için mücadele edenleri hiçbir gücün durduramadığı görülecektir. Yapılması gereken iktidardaki kötülüğü değil, iktidarın ta kendisini yüzüğüyok etmektir.

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.