Düşünce ve Kuram Dergisi

AB Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile Kürt Sorununun Çözümü Mümkün Müdür? 

Demir Çelik

Türk Devleti İmralı’da Sayın Öcalan’la yaptığı sayısız görüşmelerde Kürt sorununun çözümüne dair toplumda umuda yol açsa da, her seferinde çözümsüzlükte ısrar etmiş, yeniden güvenlikçi politikalara dönmüş. En son 2013 Ocak ayında başlayan görüşmede, PKK Mayıs’tan itibaren silahlı güçlerini sınır dışına çekecek, çatışmasızlık pozisyonunu koruyacaktı. Buna karşın devlette sorunun demokratik çözümü doğrultusunda adımlar atacaktı. Bu görüşmede devletin atma taahhüdünde bulunduğu adımlar; anayasada vatandaşlık tanımı yeniden yapılacak, buna bağlı olarak yasadaki tekçi, milliyetçi maddeler ayıklanacak, tekçi zihniyet terk edilecekti. Anadilde eğitimin önündeki engelleri kaldıracak ve kademeli anadilde eğitime geçişin koşullarını hazırlayacaktı. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi amacıyla Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na koyduğu şerhleri kaldıracak, demokratik çözüme fırsat verecekti. Ancak Türkiye taahhüt ettiği bu adımların hiçbirini atmaz, süreci kesintiye uğratarak, yeniden güvenlikçi politikalara geri dönmüştü.7 Haziran 2015 seçimlerini yok hükmünde saymış, 30 Ekim 2014 MGK kararlarını uygulamaya koyar. O tarihten bu yana önceki dönemleri aşan şiddette topyekûn saldırıyla Kürt Siyasal Hareketini tasfiye etme yönlü milli güvenlik siyaset belgesi gereğince askeri, siyasi, sosyal,  diplomatik, kültürel ve kadın kırımı devam etmektedir.

Kürt Siyasal Hareketi; yerel yönetimlerin idari ve mali özerkliğe kavuşturulması halinde Demokratik Özerklik’ in inşasının meşruiyet kazanacağını, bu meşruiyet üzerinden Kürtlerin kendi kendilerini yönetmelerinin siyasal yolu açılmış olacağını öngörmekteydi. Bu nedenle AB özerklik şartını gündemde tutuyor, önemseyerek soruna yaklaşıyordu. İdari ve siyasal alanın paylaşılmasını reddeden Türk ulus-devletinin tekçi zihniyetine rağmen Demokrat Kürt Siyasal Hareketi kendisini ve bölgesini yönetme ısrarı ve arayışı meşru zeminlerde devam ediyor.  DTK bu görüşme öncesinde 14 Temmuz 2011’ de Demokratik Özerklik’ i ilan etmişti. KSH, Demokratik Özerkliğin Kürt sorununun çözümü ve Kürt statüsünde yeni sınırlara ihtiyaç duymadan çözümün mümkün olduğunu ifade etse de, başta ulusalcı, milliyetçi kesim olmak üzere birçok çevre yerel yönetimlerin güçlendirilmesinin, dolayısıyla özerk yerel yönetimlerin ülkeyi böleceği propagandası yapmakta, buna karşı çıkmaktadırlar. Ulusalcı sol çevreler ise ulus-devleti koruma adına yerel yönetimlerin güçlendirilmesine karşı çıkarlarken, liberal sol çevreler ise “devletin küçültülmesi” adına bu adımları destekler görünmektedirler. Görüleceği üzere herkes ve her kesim kendi öncelikleri ve içinden geldikleri sınıf ile siyasal ve toplumsal kesimlerin hassasiyeti ile soruna yaklaşmaktadır. Kürtlerin siyasal ve kültürel taleplerinden çok kendi kaygıları, korkuları ve beklentileri siyasal konumlanışlarında belirleyici olmaktadır.

 

Yerellik ve Yerindelik

Demokratik modernitenin kapitalist moderniteye karşı mücadelesi devletçi-iktidarcı sistemi her gün yeni formlara doğru değişime zorlamaktadır. 1929 Ekonomik krizinin neden olduğu İkinci Dünya Savaşı siyasal, sosyal, kültürel ve ekolojik kırımlarıyla büyük alt üst oluşların yaşanmasına neden olmuştu. Savaş sonrasında ekonomik bunalımı aşmak adına kapitalist sistem,  sosyal devlet politikalarına yönelmiş, devletin ekonomiye müdahalesiyle kamu hizmetleri ‘sosyal haklar’ diye bedelsiz vermeye başlamıştı. 1973’te petrol krizi ve sonrasında yaşanan siyasi krizin nedenini devletin ekonomiye müdahalesinde gören egemen sınıf, bu uygulamadan vazgeçerek neo-liberal politikaya dönmüştü. Neo-liberalizm krizin nedenini devletin ekonomiye müdahalesinde görünce, çözümü devletin üretim ve hizmet alanlarından el çekmesi paralelinde, sosyalizmin de yakın tehlike olmaktan çıktığı o süreçte emperyalist-kapitalist sistem demokratik uygarlık dinamiklerini sisteme entegre etme, meşru taleplerini karşılıyor görünerek yerellere idari ve mali özerklik uygulamasına geçme kararına varır. Küreselleşme olarak ifade edilen bu süreçte, devlet kendisinin mutlak ve değişmez olduğuna insanlığı iknâ etmeye kalkışarak, bu süreci yönetmeye başlar.  Kapitalist modernite 1989’da reel sosyalizmin çökmesiyle daha bir cesaretle dillendirmeye başladığı ‘yeni düzen’ söylemi aslında emperyalist kapitalist yayılmacılığın yeni formuydu. Küreselleşmenin yoğunca yaşandığı günümüzde, devlet değişimi çok derinden hissetmekte, her gün açığa çıkan yeni gelişmeler karşısında kendisini yeniden değişime evirmektedir. Toplumun doğal topluma erişmek için verdiği mücadelenin yol açtığı değişim dinamiği devleti otoriter, katı merkeziyetçi formdan âdem-i merkeziyetçi formlara doğru hızla değişime zorlamaktadır. Devlet, bu değişimi kendi bekasını riske etmemek adına, topluma değişimci tek dinamik olarak kendisini sunmaktadır. Desantralizasyon, ya da başka bir ifade ile adem-i merkeziyetçilik olarak ifade edilen bu süreç; yerelin ve yerelde yaşayan halkların, toplum kesimlerinin ve kültürlerin ‘doğrudan doğruya’ politik süreçlere dahil olması anlamındadır. Yerellik ve yerindelik ilişkilerinin öne çıktığı adem-i merkeziyetçi bu yeniden şekillenme, toplum-devlet ilişkisinin yürütülmesinde yeni anlayışların öne çıkmasına da neden olmuştur. Kapitalist modernite âdem-i merkeziyetçi anlayışıyla, kendisini yeniden sürdürmeye bakar.

1-Hizmet bireye en yakın birim tarafından yerine getirilmeli (Yerellik, yerindelik) ilkesi,

2-Toplumsallaşmanın odağına insanı almayı,

3-Gücün merkezileşmesi yerine, tabana doğru yatay dağıtılmasını (Egemenliğin paylaşımı)

4-Hizmetlerin üretilmesi ve yürütülmesinde olduğu kadar, kaynakların rasyonel kullanılması için katılımcılığın esas alınması kararlaşması içinde olur. (Katılımcılık ilkesi)

Bu değişim kendiliğinden de oluşmuş değildir. Tarih boyu kapitalist moderniteye karşı demokratik toplum mücadelesi ile merkeziyetçi yapılar, daha yumuşak yapılara dönüşerek, toplum dinamiklerinin sistem içine çekilmesi arayışı içinde olmuşlardır. Bu arayış son kırk yılda daha derinlikli ve hızla yaşanmaya devam ediyor. Yaşanan bu süreç, aynı zamanda uçların ehlileştirilmesi, sisteme entegrasyonu, radikal olanın törpülenmesi, sisteme dâhil edilmesi süreci olarak görülmelidir. “Az devlet, çok demokrasi” söylemi eşliğinde topluma pazarlanan “Yönetişim” halkın yönetime ve karar alma süreçlerine katılmasından çok, asıl olarak sermayenin sivil toplum kuruluşları (STK) üzerinden kamunun işleyişini ve kaynaklarını kendi ihtiyaçlarına göre belirleme ve denetlemesidir.  Halkın karar alma süreçlerine katıldığı demokratik yönetim olarak sunulan bu yönetişim,  esas olarak sermayenin üretim, dağılım ve kullanım için ihtiyaç duyulanın denetlemesini sağlamaktan başka bir şey değildir. Yerel yönetimler bünyesinde örgütlenen ‘kent konseyleri’ ‘yerel gündem 21’ gibi yapılanmalar, “halkın yönetime katıldığı” imajını vermekten başka bir işlevi olmamıştır.  Merkezin planlama, karar verme, kaynak oluşturma sürecinin yetkilerini yerel yönetimlere, özerk yapılara devretmesi ile “kamusal hizmetlerin parayla karşılanan hizmetler haline gelmesi  (ulaşım, eğitim, sağlık, temizlik, barınma, su vb.) sermaye için yeni pazar demektir.  “Kalkınma ajansları” , “kararların halkın katılımı ile en yakın düzeyde alınması”, “hizmetlerin en yakın birim eliyle götürülmesi de asıl amaç yerel kaynakların sermayeye sunulmasıdır.   “Merkezin denetim ve yetkisinin sınırlandırılması”, “hizmetlerin yerinde karşılanması”, “halkın denetiminin ve katılımının sağlanması” gibi demokratik söyleme rağmen yerelleşme sürecinin öncülüğünü IMF ve DB gibi uluslararası sermaye örgütlerinin yapıyor olması, sermayenin sınırsız serbest hareketliliğine alan açmak içindir. Uluslararası tekelci sermayenin merkezi ulus-devletin bürokratik engellerini aşmak istemesinin yanında, yerel kaynaklara ve hizmet alanlarına doğrudan ulaşabilmesini bize küreselleşme diye sunmaktadırlar. Demokratik modernitenin kapitalist moderniteye karşı mücadelesinde, devletçi-iktidarcı yapılar katı merkeziyetçi yapılardan konfederasyon, federasyon, otonom, kanton vb. yapılara doğru değişmektedir. Yirminci yüzyılın son çeyreğinde bu mücadele neticesinde birçok devlet kendisini âdem-i merkeziyetçi yapılanmaya evirmek durumunda kalmıştı. Bu sürecin temel hedefi sermayenin önündeki ulus-devlet engellerinin kaldırılmasıydı. Devletin ekonomiye müdahalesinin sınırlandırılması ve sosyal güvenlik harcamalarının azaltılması adımıydı bu. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın esas olarak kapitalizmin sermayeye sınırsız, kuralsız yayılma özgürlüğünü sağlama amacına hizmet ettiğini bilmek durumundayız. Yerellik ve yerindelik denilen bu süreç yerel hizmetlerin piyasalaştırılması ve sermayenin yeni birikim alanlarına yönelmesi olduğunu unutmadan Kürt sorununun çözümüne olası katkılarıyla Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na yaklaşmamızda yarar vardır.

AB, 1980’lerin ikinci yarısında reel sosyalizmin çöküşü ve çözülmesi sonrasında merkezi yapılardan uzaklaşmaya çalışarak, kendisi için risk arz eden yapıları sistem içine çekerek kendisini revize eder. Merkeziyetçi yapıdan kendisini egemenliğin paylaşımına dayalı bölgesel ve yerel yönetimler sürecine eviren AB, nispeten demokrasiye daha duyarlı olur.  Bölgelere ve yerellere idari ve mali özerklik tanıyarak değişime açık kalmakla kalmamış, toplum dinamiklerinin taleplerini karşılayan noktadan soruna yaklaştığından meşruiyeti daha az tartışılır olmuştu.  Bu yönüyle hem yüksek maliyetten kendisini kurtarmış, hem de sistem dışılığı sisteme dâhil ederek riski ortadan kaldırmış oluyordu. Reel Sosyalizmin çöküşü ile birlikte Avrupa Konseyinin 1989 yılında imzaya açtığı Yerel ve Bölgesel Özerklik Şartı bu anlamda sistemin kendini revize etmesinin şartı dersek yanlış yapmış olmayız.

Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Özerklik Şartı; halkların ve toplulukların kendi kendi kendisini yönetmesinin ilk adımı olarak açığa çıkar. Bu şart, yerel yönetimlerin idari ve mali özerkliğe kavuşturulmasının yanında, devletinde demokratikleşmeye açık olmaya zorlayan bir işleve sahiptir. 20.Yüzyılın son çeyreği bu anlamıyla sistem içi yaşanan önemli değişimlere sahne olmuştu. Buna rağmen Türkiye gibi katı merkeziyetçi ulus-devletler 21.Yüzyılın ilk çeyreğinde, ya bu özerklik şartına kimi çekinceler koyarak ya da imzaladıkları şartın gereklerini yerine getirmeyerek ayak diremişlerdir.

 

Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı 

Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, Avrupa Konseyi (AK) tarafından 15 Ekim 1985’te üye ülkelerin imzasına açıldı. Şart üç bölümden oluşur. Şarta göre;1. Bölümden en az 10 tane olmak üzere, toplamda en az 20 paragraf ile kendisini bu şarta bağlı kabul etmeyi taahhüt eden ülkeler, şartı imzalamış sayılmaktadır. Türkiye Şartı 1988 yılında imzalamasına rağmen 1991’de Meclis tarafından kabul edilen Şart, bir yıl sonra 1992’de Bakanlar Kurulunun bazı maddelerine çekince konmasıyla yürürlüğe girer.   Özerklik Şartı sadece genel bir çerçeveyi tarif eder. Bu nedenle şartı imzalayan ülkelerde farklı uygulamalara olanak tanıyan bir esneklik söz konusudur. Bu esneklik “halkın yerellerde kendisiyle ilgili karar alma süreçlerine katılımı” ülkelerdeki siyasal ve toplumsal mücadele güçlerine bağlı olarak değişmektedir. Şarta katılım, kapitalist sistemin sınırlarını aşmayan düzeyde ve işleyiştedir. Başlangıç bölümünde:  Avrupa Konseyi kendisini, “Atlantik sahilinden Rusya’nın uzak doğusuna kadar uzanan bir alanda, yaklaşık 800 milyon insanın kaygı, ümit ve emellerinin seslendirildiği bir ideal forum olmuştur. 1949’dan beri Konsey’in başlıca hedefi, Avrupa ulus ve vatandaşlarının vakarını, temel değerlerimiz olan demokrasiye, insan haklarına ve yasa düzenine saygıyı sağlamak yolu ile güvence altına almak olmuştur.   Konsey, çocuk hakları, uyuşturucu bağımlılığı, hoşgörüsüzlük, azınlıkların korunması, biyo-etik ve gençlere daha geniş eğitim fırsatı sağlanması alanlarında Avrupa vatandaşlarının artan kaygılarına cevaplar getirmiştir.

İnanıyoruz ki, bu değer ve kaygılar, hoşgörülü ve uygar bir toplumun temellerini oluşturmalıdır. İnanıyoruz ki, bunlar Avrupa’nın istikrarı, ekonomik gelişmesi ve sosyal refahı için vazgeçilemez ögelerdir. Kısacası, Konsey, Avrupa’nın demokratik vicdanıdır. ” diye tanımlar.  İş bu şartı imzalayan Avrupa Konseyi üyesi Devletler, Avrupa Konseyinin amacının üyeleri  arasında ortak mirasları  olan ideal ve ilkeleri  korumak ve gerçekleştirmek için daha ileri bir birlik sağlamak olduğunu düşünerek; Bu amacın gerçekleşmesinin yollarından birisinin idarî alanda anlaşmalar yapmak olduğunu düşünerek,  Yerel Makamların her türlü demokratik rejimin ana temellerinden biri olduğunu düşünerek, Vatandaşların kamu işlerinin sevk ve idaresine katılma hakkının Avrupa Konseyine üye Devletlerin topluluğunun paylaştığı demokratik ilkelerden biri olduğunu düşünerek, bu hakkın doğrudan kullanım alanının yerel düzeyde olduğuna kani olarak,   Gerçek yetkilerle donatılmış yerel makamların varlığının hem etkili hem de vatandaşlara yakın bir yönetimi sağlayacağına kani olarak,  Değişik Avrupa ülkelerinde özerk yerel yönetimlerin korunması ve güçlendirilmesinin demokratik ilkelere ve idarede âdemi merkeziyetçiliğe dayanan bir Avrupa oluşturulmasında önemli katkı sağlayacağını düşünerek,

Bunun demokratik bir şekilde oluşan karar organlarına ve sorumlulukları bakımından, bu sorumlulukların kullanılmasındaki olanak ve yöntemler bakımından ve bu sorumlulukların karşılanması için gerekli kaynaklar bakımından geniş bir özerkliğe sahip yerel makamların varlığını gerektirdiğini teyit ederek,

Madde 1:Taraflar bu Şartı’n 12. Maddesinde belirtilen şekil ve ölçüde kendilerini aşağıdaki maddelerle bağlı kalacaklarını taahhüt ederler:

Bölüm I.  Madde 2 – Özerk yerel yönetimlerin anayasal ve hukuki dayanağı: Özerk yerel yönetimler ilkesi ulusal mevzuatla ve uygun olduğu durumlarda anayasa ile tanınacaktır.

Madde 3-   Özerk yerel yönetim kavramı:

1- Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların, kanunlarla belirtilen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme ve yönetme hakkı ve imkânı anlamını taşır.

2- Bu hak, doğrudan, eşit ve genel oya dayanan gizli seçim sistemine göre serbestçe seçilmiş üyelerden oluşan ve kendilerine karşı sorumlu yürütme organlarına sahip olabilen meclisler veya kurul toplantıları tarafından kullanılacaktır. Bu hüküm, mevzuatın olanak verdiği durumlarda, vatandaşlardan oluşan meclislere, referandumlara veya vatandaşların doğrudan katılımına olanak veren öteki yöntemlere başvurulabilmesini hiç bir şekilde etkilemeyecektir.

Madde 4 – Özerk yerel yönetimin kapsamı:

1-Yerel yönetimlerin temel yetki ve sorumlulukları anayasa ya da kanun ile belirlenecektir. Bununla beraber, bu hüküm yerel yönetimlere kanuna uygun olarak belirli amaçlar için yetki ve sorumluluk verilmesine engel teşkil etmez.

2- Yerel yönetimler, kanun tarafından belirlenen sınırlar içerisinde, yetki alanlarının dışında bırakılmış olmayan veya başka herhangi bir makamın görevlendirilmemiş olduğu tüm konularda faaliyette bulunmak açısından tam takdir hakkına sahip olacaklardır.

3- Kamu sorumlulukları genellikle ve tercihen vatandaşa en yakın olan makamlar tarafından kullanılacaktır. Sorumluluğun bir başka makama verilmesinde, görevin kapsam ve niteliği ile yetkinlik ve ekonomi gerekleri göz önünde bulundurulmalıdır.

4- Yerel makamlara verilen yetkiler normal olarak tam ve münhasırdır. Kanunda öngörülen durumların dışında, bu yetkiler öteki merkezi veya bölgesel makamlar tarafından zayıflatılamaz veya sınırlandırılamaz.

5- Yerel makamların merkezi veya bölgesel bir makam tarafından yetkilendirildiği durumlarda, bu yetkilerin yerel koşullarla uyumlu olarak kullanılabilmesine, yerel makamlara olanaklar ölçüsünde takdir hakkı tanınacaktır.

6- Yerel makamları doğrudan ilgilendiren tüm konulara ilişkin planlama ve karar alma süreçleri içinde, kendileriyle olanaklar ölçüsünde zamanında ve uygun biçimde danışılacaktır.  ( Türkiye çekince koymuştur).

Madde 5 -Yerel Yönetim sınırlarının korunması: Yerel yönetimlerin sınırlarında, mevzuatın elverdiği durumlarda ve mümkünse referandum yoluyla ilgili yerel topluluklara önceden danışılmadan değişiklik yapılamaz.

Madde 6 – Yerel makamların görevleri için uygun idarî örgütlenme ve kaynaklar:

1- Kanunla düzenlenmiş daha genel hükümlere halel getirmemek koşuluyla, yerel makamlar kendi iç idarî örgütlenmelerini, bunları yerel ihtiyaçlarla uyumlu kılmak ve etkin idare sağlamak amacıyla, kendileri kararlaştırabileceklerdir. (Türkiye çekince koymuştur).

2- Yerel yönetimlerde görevlilerin çalışma koşulları liyakat ve yeteneğe göre yüksek nitelikli eleman istihdamına imkân verecek ölçüde olmalıdır; bu amaçla yeterli eğitim olanaklarıyla ücret ve mesleki ilerleme olanakları sağlanmalıdır.

Madde 7 – Yerel düzeydeki sorumlulukların kullanılma koşulları:

1-Yerel düzeyde seçilmiş temsilcilerin görev koşulları görevlilerin serbestçe yerine getirilmesi olanağı sağlayabilmelidir.

2-Görev koşulları söz konusu görevin yürütülmesi sırasında yapılacak masrafların mali tazmini ile birlikte, uygunsa, kazanç kaybının tazminine veya yapılan işin karşılığında ücra ve buna tekabül eden sosyal sigorta primlerinin ödenmesine olanak sağlayacaktır.

3- Yerel olarak seçilmiş kişilerin görevleriyle bağdaşmayacak işlev veya faaliyetler kanunla veya temel hukuki ilkelere göre belirlenir. (Türkiye çekince koymuştur.)

Madde 8 –Yerel makamların faaliyetlerinin idarî denetimi

1- Yerel makamların her türlü idarî denetimi ancak kanunlarla veya anayasa ile belirlenmiş durumlarda ve yöntemlerle gerçekleştirilebilir.

2-Yerel makamların idarî denetimi normal olarak sadece kanunla veya anayasal ilkelerle uygunluk sağlamak amacıyla yapılacaktır. Bununla beraber, üst makamlar yerel makamları yetkili kıldıkları işlerin gereğine göre yapılıp yapılmadığını idarî denetime tabi tutabileceklerdir.

3-Yerel makamların idarî denetimi, denetleyen makamın müdahalesinin korunması amaçlanan çıkarların önemiyle orantılı olarak sınırlandırılmasını sağlayacak biçimde yapılmalıdır. ( Türkiye çekince koymuştur.)

Madde 9 – Yerel makamların mali kaynakları.

1- Ulusal ekonomik politika çerçevesinde, yerel makamlara kendi yetkileri dâhilinde serbestçe kullanabilecekleri mali kaynaklar sağlanacaktır.

2- Yerel makamların mali kaynakları anayasa ve kanunla belirlenen sorumluluklarla orantılı olacaktır.

3- Yerel makamların malî kaynaklarının en azından bir bölümü oranlarını kendilerinin kanunun koyduğu sınırlar dâhilinde belirleyebilecekleri yerel vergi ve harçlardan sağlanacaktır.

4- Yerel makamlara sağlanan kaynakların dayandığı malî sistemler, görevin yürütülmesi için gereken harcamalardaki gerçek artışların mümkün olduğunca izlenebilmesine olanak tanımaya yetecek ölçüde çeşitlilik arz etmeli ve esnek olmalıdır. ( Türkiye çekince koymuştur)

5- Malî bakımdan daha zayıf olan yerel makamların korunması, potansiyel malî kaynakların ve karşılanması gereken malî yükün eşitsiz dağılımının etkilerini ortadan kaldırmaya yönelik malî eşitleme yöntemlerinin veya buna eş önlemlerin alınmasını gerektirir. Bu yöntemler ve önlemler yerel makamların kendi sorumluluk alanlarında kullanabilecekleri takdir hakkını azaltmayacaktır.

6- Yeniden dağıtılan kaynakların yerel makamlara tahsisinin nasıl yapılacağı konusunda, kendilerine uygun bir biçimde danışılacaktır.  ( Türkiye çekince koymuştur)

7- Mümkün olduğu ölçüde, yerel makamlara yapılan hibeler belli projelerin finansmanına tahsis edilme koşulu taşımayacaktır. Hibe verilmesi yerel makamların kendi yetki alanları içinde kendi politikalarına ilişkin olarak takdir hakkı kullanmadaki temel özgürlüklerine halel getirmeyecektir. ( Türkiye çekince koymuştur)

8- Yerel makamlar sermaye yatırımlarının finansmanı için kanunla belirlenen sınırlar içerisinde ulusal sermaye piyasasına girebileceklerdir.  ( Türkiye çekince koymuştur)

Madde 10 – Yerel makamların birlik kurma ve birliklere katılma hakkı

1- Yerel makamlar yetkilerini kullanırken, ortak ilgi alanlarındaki görevlerini yerine getirebilmek amacıyla, başka yerel makamlarla işbirliği yapabilecekler ve kanunlar çerçevesinde birlikler kurabileceklerdir.

2- Her Devlet, yerel makamların ortak çıkarlarının korunması ve geliştirilmesi için birliklere üye olma ve uluslararası yerel makamlar birliklerine katılma hakkını tanıyacaktır.( Türkiye çekince koymuştur)

3- Yerel makamlar, kanunla muhtemelen öngörülen şartlar dâhilinde, başka devletlerin yerel makamlarıyla işbirliği yapabilirler. ( Türkiye çekince koymuştur)

Madde 11 – Özerk yerel yönetimlerin yasal korunması

Yerel yönetimler kendi yetkilerinin serbestçe kullanımı ile anayasa veya ulusal mevzuat tarafından belirtilmiş olan özerk yönetim ilkelerine riayetin sağlanması amacıyla yargı yoluna başvurma hakkına sahip olacaklardır.    

Bölüm 11 Madde 12 – Yükümlülükler

1-  Her  Âkit Taraf, bu Şart’ın I. Bölümündeki paragraflardan en az 10 tanesini aşağıdakilerin arasından seçmek üzere en az 20 paragrafı ile kendisini bağlı kabul etmeyi taahhüt edecektir.

2-  Şart’a Taraf olan her Devlet onay, kabul veya tasvip belgesini tevdi ederken bu Maddenin 1. Paragraf hükümlerine uygun olarak seçtiği paragrafları Avrupa Konseyi Genel Sekreterine bildirecektir.

3-  Herhangi bir Taraf Devlet, bu Maddenin 1. Paragrafı hükümlerine göre Şart’ın henüz kabul etmemiş olduğu herhangi bir paragrafıyla veya paragraflarıyla kendini bağlı addedeceğini,  daha sonraki herhangi bir tarihte Genel Sekretere bildirebilir. Sonradan kabul edilen bu tür yükümlülükler, böylece bildirimde bulunan  Âkit Tarafın onay, kabul veya tasvip işleminin ayrılmaz parçası addedilecek ve Genel Sekreterin bildirimi aldığı tarihten sonra üç aylık süreyi izleyen ayın ilk gününden başlamak üzere aynı etkiyi taşıyacaktır.

Madde 13 – Bu Şartın kapsayacağı makamlar: Bu Şart’ta yer alan özerk yerel yönetim ilkeleri  Âkit Tarafların ülkesinde mevcut bulunan yerel makamların tüm kategorileri için uygulanır. Bununla beraber, her  Âkit Taraf, onay, kabul veya tasvip belgesini sunarken, bu Şart’ın yerel veya bölgesel makamların sadece hangi kategorileri için uygulanmasını öngördüğünü veya uygulama dışında bırakmayı öngördüğü kategorileri belirleyebilir. Avrupa Konseyi Genel Sekreterine daha sonra yapacağı bildirimlerle, yukarıdakilerden başka yerel veya bölgesel makam kategorilerini de Şart’ın kapsamına dâhil edebilir.

Madde 14 – Bilgi sağlanması: Her Âkit Taraf, bu şart’ın hükümleriyle uygunluk sağlamak amacıyla kabul ettiği mevzuat hükümleriyle aldığı diğer önlemler konusuna ilişkin bilgiyi Avrupa Konseyi Genel Sekreterine iletecektir.

Bölüm III Madde 15 – İmza, onay ve yürürlüğe girme   1- Bu Şart Avrupa Konseyi üyesi tüm Devletlerin imzasına açık olacaktır. Onay, kabul veya tasvip işlemine tabi olacaktır. Onay, kabul veya tasvip belgeleri Avrupa Konseyi Genel Sekreterine tevdi edilecektir.   2- Bu Şart Avrupa Konseyi üye Devletlerinden dördünün bu Şart’la bağlı olmayı kabul ettiklerini yukarıdaki paragraf hükümlerine uygun olarak daha sonra bildirmelerinden itibaren geçecek üç aylık süreyi izleyen ayın ilk günü yürürlüğe girecektir.  3- Bu Şart’a bağlı olmayı kabul edeceğini daha sonra beyan eden herhangi bir üye Devlet bakımından, bu Şart, onay, kabul veya tasvip belgesinin tevdi tarihinden sonra geçecek üç aylık bir süreyi izleyen ayın ilk gününde yürürlüğe girecektir.

Madde 16 – Topraklara ilişkin hüküm  1- Herhangi bir Devlet daha sonraki herhangi bir tarihte yapacağı ve Avrupa Konseyi Genel Sekreterine muhatap bir beyan ile bu Şart’ın uygulanma alanını beyanda belirleyeceği başka herhangi bir toprağa teşmil edebilir. Şart, bu tür topraklar için, bu beyanın Genel Sekreterin eline geçtiği tarihten sonra geçecek üç aylık süreyi izleyen ayın ilk günü yürürlüğe girecektir. 2- Yukarıdaki iki paragraf çerçevesinde yapılan herhangi bir beyan, bu beyanla belirlenen herhangi bir toprak bakımından, Genel Sekretere hitaben yapılacak bir bildirim ile geri çekilebilir. Bu geri çekme, Genel Sekreterin bu bildirimi aldığı tarihten sonra geçecek altı aylık süresi izleyen ayın ilk günü yürürlüğe girecektir.

Madde 17 – Çekilme

1-Herhangi bir Taraf, kendisi bakımından bu Şart’ın yürürlüğe girişini izleyen beş yıllık bir sürenin geçmesinden sonra, bu Şart’tan çekilebilir. Bu durumlarda, Avrupa Konseyi Genel Sekreterine altı ay önce bildirimde bulunulacaktır. Bu tür çekilmeler, Taraf Devlet sayısının dörtten az olmaması koşuluyla diğer Taraf Devletler bakımından Şart’ın geçerliliğini etkilemeyecektir.

2-Yukarıdaki paragrafta belirlenen hükümler çerçevesinde herhangi bir Taraf Devlet,

12. Maddenin 1. Paragrafında öngörülen sayı ve tipteki paragraflarla bağlı olduğu sürece, Şart’ın I. Bölümünün herhangi bir paragrafından çekilebilir. Herhangi bir Taraf Devlet bir paragraftan çekilerek

12. Maddenin 1. Paragrafının gereğini karşılamayan bir duruma geliyorsa, Şart’ın kendisinden çekilmiş sayılacaktır.

İdari (4 ve 6. Maddeler) ile mali özerklik

(9. Madde) Şart’ın ruhunu oluşturan maddelerdir. İdari özerklikte;“yerel yönetimlerin kanuni sınırlar içerisinde başka bir makamın görevlendirilmemiş olduğu bütün konularda takdir hakkına sahip olması” ile “ihtiyaçlarına bağlı olarak kendi iç örgütlenmelerine kendilerinin karar vermesi” önemlidir. Bu maddeler, merkezin yerel üzerindeki denetimini sınırlamakta ve yerele önemli oranda özgün ve özerk olmayı sağlamaktadır. Ancak mali özerklikle ilgili düzenlemelerde, halkın karar alma süreçlerine katılımından çok ekonomik alanda halka yeni yükümlülükler getirme ve sermaye ile her türlü işbirliğinin önünü açma amacına yöneliktir. Yerel makamların kaynaklarından en azından bir bölümünün kendi koyacakları vergi ve harçlardan sağlanması

(9. Madde, 3. Paragraf), yerel makamlara harcamalarındaki artışa uygun çeşitlilikte kaynaklar sağlanması

(4. Paragraf) ve  yerel   makamların ulusal sermaye piyasasına girebilmelerine olanak tanıyan

(8. Paragraf) mali özerk hizmet alanlarının ticarileştirilmesini ve sermayeye açık hale gelmesini sağlamaktadır. Yerel meclislerde temsiliyet, sivil toplumun örgütlülük düzeyi ve demokratik mücadelenin yarattığı kazanımlar üzerinden Avrupa’nın birçok ülkesinde devlet dışı halk kesimlerinin karar süreçlerine belli düzeyde katılabilmişlerdir. Devletin elindeki yetkiler yerel yönetimlere verilirse Kürtler ülkeyi bölme niyeti ile bu hakları kullanır korkusundan hareketle Türkiye Şart’ ın önemli madde ve paragraflarına çekince koymuştur. Türkiye’nin uygulamayı taahhüt ettiği maddelere baktığımızda, Kürt belediyelerinin güçlenmesine yol açmayan, devleti sıkıntıya sokmayan düzenlemeler gözetilmiştir. Mali ve idari özerkliğe dayalı maddelerde, kendi bekası aleyhine sorun teşkil edeceğini düşündüğü paragraflara ise çekince koymuştur. Bununla birlikte yerel yönetim gelirlerinin bir kısmını kendi koyacakları harç ve vergilerden oluşması, yerel hizmetlerin ticarileştirilmesini sorun yapmamıştır.

 

Yerel Yönetimlerin Güçlendirilmesi ve Kürt Sorunu

Türkiye’de yerel yönetimlere sınırlıda olsa özerklik hakkı 1921 Anayasasında tanınmıştı. 1921 Anayasasının 11. Maddesi: “Vilayet mahalli işlerde manevi şahsiyete ve özerkliğe sahiptir. Dış ve iç siyaset, şer’i, adli ve askeri işler, uluslararası iktisadi ilişkiler ve hükümetin genel vergileri ile birden fazla vilayeti ilgilendiren hususlar istisna olmak üzere Büyük Millet Meclisi tarafından konacak kanunlar gereğince vakıflar, medreseler, eğitim, sağlık, iktisat, tarım, bayındırlık ve sosyal yardım işlerinin düzenlenmesi ve idaresi vilayet şûralarının yetkisi içindedir.” der.  Bu Anayasada, her il yerel düzeyde vakıf, medrese, eğitim, sağlık, ekonomi, tarım, bayındırlık ve sosyal yardım konularında idari yetkilere sahiptir denilmiş, yerel özerkliğin sınırları belirlenmişti. Üç yıl sonra 1924 Anayasası bu maddeyi lağveder. Sonrasındaki hiçbir anayasada bu hak dile bile getirilmez. Tarihi boyunca ulus, üniter devlet esas alınmış, “idarenin bütünlüğü” ilkesi temelinde yerel yönetimleri denetim altında tutma, illeri ve bölgeleri atanmış valilerle yönetmek temel zihniyet olmuş, devletin yerel yönetimler üzerindeki denetimi ve mutlak otoritesi azalmadan devam etmiştir.   Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, Kürt belediyelerine ve yerel yönetimlerine kimi fiili uygulama hakkı tanısa da, Kürt Statüsünü karşılamaktan uzaktır. Çünkü Kürt sorunu esasen siyasal, kültürel, toplumsal ve tarihsel bir sorundur. Şart “idari yerinden yönetim”e (idari adem-i merkeziyet) dayanmakta, yerel yönetime siyasi statü tanımamaktadır. Oysa KSH’ nin savunduğu demokratik özerklik, esas olarak bölgesel özerklik statüsü olup bölgesel meclisi, bayrağı ve anayasası ile kendi kendisini yönetmesi demektir. Bununla birlikte Türkiye’nin Özerklik Şart’ına koyduğu şerhleri kaldırması halinde, Kürtler demokratik özerkliğin inşasında önemli imkân ve olanak sahibi olmuş olacaklardır.  Devletin şerh koyduğu maddeler, Kürt sorununa yaklaşımın temel mantığını göstermektedir.

Madde 4-6 “kendilerini ilgilendiren konularda yerel makamlara danışılması”,

Madde 6-1 “yerel makamların kendi iç idari örgütlenmeleri konusunda karar sahibi olabilmeleri”, Madde 7-3 “seçilmiş yerel yöneticilerin görevleriyle bağdaşmayan faaliyetlerin hukuki ilkelere göre belirlenmesi “,

Madde 8-3 “yerel makamların idari denetimi ile ilgili düzenlemeler”,

Madde 9-4, 6,7 “yerel makamların maddi kaynaklarının ihtiyaçlarını karşılayacak biçimde çeşitlilik arz etmesi ve esnek olması ve yeniden dağıtılan mali kaynakların yerel makamlara tahsisinin nasıl yapılacağı konusunda kendilerine danışılması ile hibeler konusunda yerel makamlara takdir hakkı verilmesi ”,

Madde 10-2.3“yerel makamların başka ülkelerin yerel makamları ile birlik kurma ve işbirliği yapabilmeleri” , “yerel yönetimlerin yetkilerini serbestçe kullanabilmeleri” ve

11. Madde “özerk yönetim ilkelerine riayetin sağlanması için yargı yoluna başvurma hakkı” şerh konulan maddelerdir.  Şart’ın bu maddelerine şerh koymasının asıl nedeni Kürt sorununa yaklaşımındaki inkâr ve katliamcı zihniyet nedeniyledir. Türk Devleti çekince koyduğu maddelerle, Kürt belediyeleri üzerindeki idari ve mali denetimini, baskısını devam ettirmek istemiştir.  Şart’ ta yer alan yerelin kendilerini ilgilendiren planlama ve karar alma süreçlerinde söz sahibi olması, kendilerine tanınmış yetkileri serbestçe kullanması için yargı yoluna başvurabilmesi gibi düzenlemelere şerh koymasının temel nedeni; Kürtlerin özerklik taleplerinin önünü kapatmak istemesindendir. Belediyelerin uluslararası birliklere katılma ve işbirliği yapmasına konulan şerhle uluslararası sermayenin yerel yönetimlerle “işbirliği”’ni sınırlandırmak ve Kürt belediyeleri üzerindeki devletin ekonomik ablukasını sürdürmek, onları hizmet üretmez noktada tutmak istemesindendir. Bu şerh aynı zamanda dört parça Kürdistan’da Kürt belediyeleri arasında ekonomik, kültürel işbirliğini engellemek, dayanışma ve ortaklaşmanın yaşanmasını istenmemesindendir. Türkiye’de ve dört parça Kürdistan’ın yerel yönetimleri arasında siyasi, ekonomik, kültürel işbirliğinin geliştirilmesi, anadilde eğitim ve sağlık hizmetlerinin verilmesi demokratik özerkliğin inşasına olanak sağlayacağı gibi bölgesel ve küresel sorun olan Kürt sorununun uzun vade de çözümünü de kolaylayan olur. Yerel yönetimlerin idari ve mali özerkliği hem demokratik özerkliğin fiili olarak inşasına, hem de  demokratik konfederal sistemin örgütlenmesine meşruiyet sağlar.  Kürt Siyasal Hareketinin(KSH) toplumun sivil demokratik örgütlülüğü üzerinden demokratik özerklik inşa çalışmaları Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartından bağımsız olarak yıllardır sürmektedir. Kürdistan coğrafyasında Kürtlerin kendi özerk bölgesel yönetimlerini örgütlenmeleri onların halk olmaktan ileri gelen meşru haklarıdır. Özerklik Şartı bu hakkın kullanılmasında Kürtlere ve Kürt Siyasal Hareketine önemli meşruiyet verir. Türkiye, Kürtlerin ulusal demokratik mücadelesinin önünü almak için yerel yönetimlerin özerkliğini istemez. Devletin, Şart’ın kimi maddelerine çekince koyması; Kürt Statüsü önünü açacağı korkusundandır. Bu nedenle anayasal vatandaşlık, idari, mali özerklik ve anadilde eğitim olanaklarını sağlayan maddelere çekince koymuş, 2013 görüşmelerinde ana konu başlıkları olmasına rağmen çekinceleri kaldırmamış, tekçi zihniyet ile iktidarını paylaşmak istememiştir. Bu nedenle asıl olan devletin yanı başında, devletçi-iktidarcı sisteme karşı toplumun kendi özgürlükleri için öz gücüne dayanarak mücadele etmesidir. Bunun için demokratik siyaset ve uluslararası meşruiyet esasıyla hareket etmek önemlidir.  Demokratik modernite bilinmez bir gelecekte var olacağı varsayılan bir toplum tahayyülü değildir. Demokratik modernite doğal ve demokratik topluma el konulduğundan beri zaten var olan, ahlâki ve politik topluma erişilinceye kadar da var olacak olan mücadeleler bütünüdür. Bu mücadelenin yol açtığı değişim dinamiğinin günümüz küreselleşmesine neden olduğu bilinmektedir. Küreselleşme kendiliğinden ortaya çıkmış değildir. Kapitalist modernite ile demokratik modernitenin tarih boyunca kıyasıya mücadelesi, devletçi iktidarcı sistemleri siyasal ve yapısal değişimlere zorlamaktadır. Mücadelenin giderek toplumsallaşması beraberinde yeni arayışları da gündemleştirmektedir. Bugün 3. Dünya Savaşı ile devam eden bu süreç:

1-Uluslararası sermaye ve iktidar biriktirme araçlarının sürekli olarak doğal toplum lehine değişiyor olması,

2-Her tür ulusal sınırın devasa ölçekte bilim ve teknolojik gelişmelerle aşılması,

3-Devletçi, iktidarcı yapılara karşı halkların demokratik toplum esaslı demokratik mücadelesi yüzünde yaşanmaktadır.    Bu üç nesnel duruma rağmen otoriter, katı merkeziyetçi devletçi sistemin varlığını devam ettirmek istiyor olmasının neden olduğu, derin bir krizde yaşanmaktadır. Günümüzde devam eden sistem krizinin aşılamamış olmasının yol açtığı kaos aralığının devletçi sistemi ciddi düzeyde sıkıntıya soktuğu ve sarstığı da bilinen bir durumdur.

Yaşanan kriz yapısal ve tarihseldir. Yapısal ve tarihsel olan bu kriz, tarihi temel çelişki olan devletçi-iktidarcı yapıyla doğal demokratik toplum arası çelişki ile daha da derinleşerek devam edecektir. Devlet ve iktidarcı, hiyerarşikçi sistem tümden kaybedeceğine, toplumsal dinamikler mücadelesinin sistemi alabora etmesine fırsat vermeden seçenekler geliştiriyor olması, devrimsel hamleler olarak görülemez.  Bu arayış; yıpranan, tökezleyen ve toplum karşısında itibarsızlaşan kapitalist modernitenin kendisini süsleyerek ve yeniden topluma tek seçenek olarak sunması çabasından başka bir şey değildir. Bu durum devletin mücadeleler sonucunda katı merkeziyetçi formdan istemeyerekte olsa âdem-i merkeziyetçi yeni formlara açık olmaya evirilmesidir. Tarihsel temel çelişki olan devletçi-iktidarcı yapılarla doğal demokratik toplum arası çelişki, günümüzde:

1-Küresel emperyalist sistem bloğu ile ulus-devletler arası çelişki,

2-Bu her iki iktidarcı güce karşı devletsiz halkların çelişkisi şeklinde yaşanmaktadır  Bugün genelde Ortadoğu’da özelde Suriye ve Rojava’da bu iki çelişki iç içe yaşanmaktadır.

Kapitalist modernitenin stratejik amaçlarını halklar üzerinden yürüttükleri vekâlet savaşlarıyla yürütüyor olması, küresel emperyalist güçlerle ulus-devletler arası çelişki kadar, bu her iki egemenlikçi anlayışa karşı devlet dışı, iktidar dışı toplum dinamiklerinin kendi alternatiflerini, ya da kendi seçeneklerini ete kemiğe büründürmesi mücadelesidir yaşananlar. Yapısal olan sistem krizi aşılamadığından; hiyerarşi ve tahakküm ile doğal toplum formları arası kaos aralığı da her geçen gün artarak devam etmektedir. Halkların doğal demokratik toplum seçenekleri henüz yeterince gelişmediğinden, demokratik modernitenin kapitalist moderniteye alternatif örgütlü mücadelesi ulusal, bölgesel ve küresel düzeyde oluşmadığından sistem kendi içinde krizi aşmanın bir yoluna bakmakta, iktidarını sürdürmektedir. Devletçi, iktidarcı hiyerarşikçe  yapı toplumsal dinamikleri bünyesine dâhil etme kapasitesine sahiptir. Devletin demokratik Modernite karşısında kendisini yeniden değişime tabii tutması, ona hem varlığına ideolojik gerekçe oluşturmaya, hem de toplumsal yaşamı siyasal, sosyal ve psikolojik olarak yeniden düzenlemesine fırsat verir. Bu özelliği ile toplumun üstünde topluma yabancılaşmış olmasına karşın, toplum tarafından vazgeçilmez olarak görülmeye başlar ki, asıl tehlike de burada yaşanmaktadı.  Devlet, toplumsal mühendislik yöntemleri ve köklü ideolojik aygıtlarıyla bireye ve topluma, kendisinin mutlak olduğuna inandırır, rıza üretir. İtaat eden birey, itaat eden toplum üzerinden varlığını yeniden biçimlendirmeye çalışarak, sürdürülebilir yolları bulmakta son derece mahir sahibi olduğundandır ki, binlerce yıldır varlığını sürdüre bilmiştir. Küreselleşme, bu kaos aralığını yumuşatma, halklar mücadelesini sisteme çekme, uçları ehlileştirme ve sisteme dahil etme arayışıyla kendisini yeniden tek seçenek olarak halklara ve topluma sunma girişimidir. Toplum büyüdükçe toplumsal örgütlenme formu da büyüyecektir. Toplumsal ihtiyacın karşılanması devletçi, iktidarcı yapılara bırakılmayacak kadar meşru ve tarihseldir. Bu meşruiyet, devlet+ demokrasi paradigmasıyla devleti ne ret, ne de mutlak kabul eder. Halkların ve toplulukların öz güç ve öz yeterliliğine dayanarak kendi meclisleri ile eşit-özgür yurttaşlar olarak kendilerini yönetmelerinin meşru ve hukuki gerekçeleri her zamandan daha çok evrensel ölçekte yaşanmaktadır.  Devlet ve onun ideolojisi olmadan da toplumun kendisini devletin yanı başında demokratik, ekolojik ve ekonomik olarak örgütlediği, bir kez daha Kürt siyasal mücadelesi sayesinde görülmüştür. İktidarcı formlarla doğal toplum arasında binlerce yıldır süren mücadele, uzun bir süre daha süreceğe de benzer. Bu nedenle iktidar formunu mutlaklaştırmadan, onun yanı başında meşruiyete dayalı yaşam alanlarını inşa etmek esas olandır.  Demokratik uygarlık mücadelesinde özgür toplum arayışımızı tahakkümcü, hiyerarşikçi sisteme ve onun insafına bıraktığımızda insanlık ve ekolojik felakete yol açmış oluruz. Eğer kapitalist sisteme karşı özgür toplumu gerçekleştirmek istiyorsak, sınıf çıkarlarına dayalı savaşların ideolojik yaklaşımlarına ve liberal demokrasinin basit sıradan sistemi iyileştirici politikalarına gelmemeli, sürekli mücadele eylemselliği içinde olmalıyız. Demokratik özerklik; özgür bireyin ve özgür toplumun kendisini devletin yanı başında örgütlemesi eylemselliği olduğundan aşağıdaki evrensel değerlerden referans alarak kendisini örgütler.

 

 

1-Demokratik Toplum Hukuku,
2-Ekolojik Toplum Hukuku,
3-Avrupa Konseyi Bölgesel ve Yerel Yönetimler Özerklik Şartı,
4-BM’ in Yerli Halkların Hakları Sözleşmesi,
5-Evrensel Hukuk,
6-BM’nın Habitat Formunun İyi Yönetim Kriterleri.  Devletsiz halklar ile iktidar dışı kalmış toplum kesimleri bu alanların meşruiyeti üzerinden siyasal, sosyal ve kültürel taleplerini geliştirmeleri ve bu haklarını ete kemiğe büründürmeleri meşru ve demokratik haktır.
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.