Düşünce ve Kuram Dergisi

Kürtler Kültürleriyle Var Oldular

Aysun Genç

Kürtler kültürleriyle var oldular. Ancak bu varoluş 20.Yüzyıla kadardı. 20.Yüzyıldan itibaren kendilerini çağın varoluşsallığına ulaştırmanın, kendini çağ içinde yeni kültürel değerlerle yaratmanın, zihniyet ve anlamsal yapısallıklarını oluşturmanın görünür adımları olmazsa, bugüne kadarki kültürel varoluş kendi ömrünü tamamlamış olur.

Varoluştan söz ediliyorsa, mekan ve zamanın varlığından söz ediliyor demektir. Kürtlerin varoluşu sorunlu olduğundan, varlıkları inkar edildiklerinden, buna rağmen varolduklarından ve buna rağmen yok edilmeye çalışıldıklarından, Kürtlere mekan olan, Kürt ülkesi, Kürt vatanı yok hükmündedir. Ve Kürtlerin zamanı yok hükmündedir. Zaman ve mekan dışı bırakılmaktadır Kürtler. Bir toprak vardır üzerinde yaşadıkları, ancak buna Kürtlerin mekanı demek kolay değildir. Yaşadıkları anlar vardır, ama buna Kürtlerin zamanı demek pek kolay değildir.

Değişim nedir, Kürtler değişiyor mu? Değişim kendi dinamikleriyle ve kendi doğasında olmazsa değişim denemez. Asimilasyon, çözülme, bozulma da bir tür değişimdir. Değişim eğer varlık ve zamanın olması için bir şartsa, ve Kürtlerde bu temelde bir değişim yok ise, varlıktan söz etmek de güçleşmektedir. Ama Kürtler vardır. Az da olsa değişiyor, dönüşüyor, başkalaşıyorlar. Kimi kesimler hainleşiyor, Bekolaşıyor, bir Beko bin Beko oluyor ama bu Bekolar karşısında Kürt bireyinin yaşamını 21.Yüzyılda dünya egemenliğine rağmen yaşayan, temsil eden ve geleceğe taşımak isteyenler de var. Bu var oluşu yok sayamayacağımıza göre değişimin özgün bir biçiminin yaşandığı söylenebilir. Kürtlüğün yok edilmesi pahasına varlıklarına müsamaha gösterilen işbirlikçi kesimler giderek arttırılmaktadır. Ehmedê Xanî bugün yaşasa, Mem û Zîn destanındaki Beko karakterini tek bir kişide ele alır mıydı, tartışılır. Çünkü Bekolar giderek çoğalmaktadır.

Kendi tekil varoluşumuza rağmen, varolmamıza rağmen varlığımızı tartışıyor olmamız, toplumsal kimliklerin henüz oluşturulmamış olmasından, birey olarak varlığın, hakikaten varlık anlamına gelemeyeceğinden kaynağını alıyor.

Kürtler kültürüyle varoldular” belirlemesi doğrudur ancak kapitalist modernitenin her şeyin üzerinden silindir gibi geçtiği kapitalist modernite çağında bu varoluşun salt kültürün maddi yapısıyla sürdürülmesini iddia etmek zordur. Kültür, toplumları vareden en temel gerçektir. Ali Fırat, kültürü “insan toplumunun tarihsel süreç içinde oluşturduğu tüm yapısallıklar ve anlamlılıklar bütünü” olarak tanımlıyor. Kurumlar ve bunların anlamı, maddi ve manevi çerçeve olarak somutlaşıyor.

Ancak A. Fırat, “Tek başına kurumsal ya da anlamsal toplumdan bahsetmek oldukça yanıltıcı olur. Tikel bir toplum ancak yeterli ölçüde kurumsal ve anlamsal bir düzey taşıyorsa kendisini bir varlık olarak kimliklendirebilir, adlandırabilir. Kendi başına kurumsal veya anlamsal toplumdan bahsetmek, bu tür toplumlar içinde insanca yaşanabileceğini varsaymak, tarihte tüm toplumların yaptığı gibi yanlışlık, sapma, ahlâksızlık ve çirkinlik olarak yargılanır.” der.

Yeterli ölçüde kurumsal ve anlamsal düzey taşımak” tanımı, Kürt toplumu söz konusu olduğunda özgün bir değerlendirmeyi gerektirdiğine çeker dikkatimizi. Daha ötesi, kurumsal olarak dağıtılan toplumun anlamından, hatta dar kültüründen bahsedilemeyeceğini belirtir. Tas kırılmış ve suyun varlığı artık söz konusu olmamışsa, kültürün varlığından da söz etmek zorluklar barındırmaktadır. Artık su, tasın kapsamında değil döküldüğü havanın, toprağın ya da iklimlerin bir unsuru olacaktır. 21.Yüzyılda büyük emek ve bedellerle tasın parçalarını bir araya getirip canımızı harç yapıp tası birleştirmemize rağmen, tas durmadan kırılmakta, sisifos’un lanetini başucumuzda hissettirmektedir.

“Zihniyet ve estetik dünyasını yitiren bir toplum çürümeye, vahşice parçalanmaya ve yenmeye terk edilmiş bir leşe benzer.” Kürtler, toplumsal anlam, zihniyet ve estetik yitimi yaşıyor mu? Yaşıyorsa böyle bir durumda nasıl bir canlılıktan-varoluştan söz edilebilir. Böyle bir tam sayılamayan bir varlık durumundan dolayı, Kürtlerin iki yüzyıldır yaşadıkları süreğen çırpınış hali, nasıl bir boğazlaşmayla an an yüzyüze olduklarını açıklamaktadır. “Hem kurumsal hem de anlamsal olarak derin bir parçalanmayı ve zihniyet yitimini yaşadığı için, Kürt toplumu ancak bir ‘kültürel soykırım altındaki toplum’ olarak tanımlanabilir.”

 

Dil Toplumun Kimliğidir 

Kültürün temel oluşturucularından biri olan dil, en dar kültür tanımı olarak ele alınmakta ve toplumun tarihi boyunca yarattığı zihniyet, ahlak ve estetik duyguların, düşüncelerin birikimi, bilince çıkmış ve ifadeye kavuşmuş hali olmaktadır. Özcesi, dil, toplumun kimliğidir. Dildeki anlatım gücünün zenginliği, maneviyatla yüklü oluşu, zengin kelime hazinesi kadar zengin anlamsal oluşum dinamiği, o toplumun kültürel zenginliğini, evren içinde kendini yaratmadaki başarısını, gerçek anlamda kadimliğini gösterir. Toplumsal tarihin sözcüklerle şifrelenmesi olan dildeki fakirlik, yaşamdaki fakirliktir. Bu durumu, Kürtlerin yaşadığı son iki yüzyıl ve uğradıkları yoğun asimilasyon, uluslaşma dışı bırakılması ve uygarlığın dışına atılmışlığı değiştirmez. Çünkü Kürt dili, bin yıllar öncesinden inşa edilmiş, toplumsallaşmanın en zengin halini oluşturarak tüm toplumlara maya olmuştur.

Başka dillerdeki kelimelerin bir toplumun diline girmesi, o toplumun büyüsünün bozulması anlamına gelir. Kelimelerin alındığı toplumun büyüsü içine girilir. Her kelimede, kelimenin temsil ettiği yaşam anlamı alınır. Türk diliyse bu, Türk kültürü alınır, zihniyeti şekillendirmeye başlar ve Kürt kültürünün büyüsü bozularak Türklük büyüsü inşa olmaya başlar. Karşılıklı demokratik etkilenmeler bu alışverişi kültürel zenginlik olarak kendi kimyasına katar ancak demokratik olmayanlar aynı anlamı yaratmaz. Bu bir anlamda kara büyüdür. Ve her kara büyü, etkisi altına aldıklarını takatten düşürür, hastalıklı hale getirir. Kürt toplumunun tüm mücadelesine, verdiği bedellere, yakaladığı gelişim düzeyine rağmen göreli hastalıklı durumu kısmen böyle açıklanabilir.

Kürtler entelektüel olarak çağın dışına atıldığından çağın bilgisinden mahrum kalmıştır. Bu durum Kürtleri sistem dışı bir konumda tuttuğu kadar, bulunduğu her yerde sistemin içine girmenin süreğen çabasıyla da başbaşa bırakmıştır. Aynı zamanda Kürtler çağın neredeyse tek varoluş şartı olarak görülen ulus-devlet tanımının da dışındadır. Güçlü uluslar, kurumlarıyla, yapısallıklarıyla, kendini savunmanın kurumsallaşmaları ve yetkinliğiyle, bunu tüm dünya ulusları içinde kabul ettirmişlikleriyle, ve nihayetinde kurdukları devletleriyle var olurlar.

Ancak Kürtler ulus-devlet olmadıkları gibi tam uluslaşmayı da yaşamamışlardır. Tüm dünya ulusları ordularının büyüklüğüyle övünürken Kürtlerin bıçak taşıması bile suçtur bu çağda. Böyle bir durumda Kürtler hem fiziki hem de anlamsal-bilinçsel güç tanımının dışında bulunmaktadır. A. Fırat’ın belirttiği gibi “iktidar hem fiziki hem de entelektüel güç potansiyeli” olduğundan, Kürtlerin son iki yüzyıldır yaşadıkları iktidarsızlık durumu var olmalarını da güçleştirmiştir diyebiliriz. Ancak iktidar, yönetim olgusuyla kendini özdeşleştirmesine rağmen, iktidar özyönetim değildir. Özyönetimini yaratmayan toplumların sömürge olmaktan ve akabinde asimilasyon ve kültürel soykırım sürecinden kurtulamayacağı da kesindir.

Kürtlerin uğradığı kültürel soykırım, Kürt halkını yok etmenin zamana yayılmış formudur. Kültürel soykırım içinde tüm kültürel, maddi, manevi, emek değerleri, yeraltı-üstü zenginlikleri her şeyi talan ve yağma ile ya yok edilir ya da çalınır ve hakim kültüre duhul ettirilir. Geriye kalana Kürt denilemez. Kürt olmaya çalıştıkça sistem dışı-terörist, .Türk-Arap-Fars olmaya çalıştıkça köle olunur Aslında kültürel soykırıma uğramış Kürt’e hiçbir şey olmak bırakılır. Kültürel soykırım çirkinleştirir.

Kürt kültürü güçlüdür. Birçok yan kültürü, kendi içinde doğal yaşam seyrinde kendine katacak kadar kadim bir yürüyüşün tarihsel sahibidir. Kürtlerle yaşayan halkların, son yüzyıl dışında doğalında Kürt kültürünü benimsediklerini, dilini öğrendiklerini ve Kürt yaşamını önemseyip yaşadıkları görülür. Genelde son yüzyılda, özelde de Türk ulus-devletleşmesi sürecinde bu değişir. Kürt kültürü on yıllarca yok sayılmasına, yok etme saldırılarına maruz kalmasına rağmen yok edilememiş, kart-kurt teorilerini yaratanlar büyük özgürlük mücadelesi sonunda “bi her ben” (Kürtçe doğru yazılışı “bi xêr bên”dir. Onu bile beceremiyorlar.) demek zorunda kalmışlardır. Kürtleri yok sayanlar, Newroz Bayramı kutlamasını resmi devlet protokolünü yaptırmışlardır. Türk diline bakıldığında görülecek olan yüzlerce, belki de binlerce kelime, Kürt kültürünün gücünü göstermenin minimal örneklerindendir.

Ancak bu güçlü kültürü taşıyacak, koruyacak, kurumlaştıracak çok güçlü yapısallaşmalar yaratılamadığından bu yükü taşımak artık Kürt insanına dahi zor gelmektedir. Kapitalist modernite içinde erimek bir anlamda bu yükü taşımaktan vazgeçmek demektir.

 

Kürt’ü Devlet Eksenli Tarihte Değil, Kültürel eksenli Tarihte Aramak

Kapitalizme özenen feodal-kabile topluluklarının erken kapitalist dönemi çağrıştıran yaşamları, düz ilerlemeciliği, kesintisiz tarihsel akış mantığını kanıtlamaz. Zira onu ileri oldukları için değil başka çareleri olmadığı için, mecbur bırakıldıkları için yaşadıkları daha gerçekçidir. Başka çare yaratamadıkları için yaşıyorlar. Kürtlerin tarihi, düz ilerlemeciliğin yanılgılarını ortaya koymaya yetecek düzeydedir. Bu ve benzer durumlar, Kürtler şahsında tarihe yeni bir bakış açısı yaratmaya da zorlamaktadır.

Kürt gerçeğini devlet eksenli tarihte değil de kültürel eksenli tarihte aramak doğru olandır. Mitoloji ve destanlar, devletçi tarih anlatımından dah değerlidir. Bu anlamda kültürel tarih kavramını esas almış oluyoruz. Kültürel tarih uygarlıksal değişimleri de içine alır.

Kürtler de bu anlamda binlerce yıllık başat bir tarihe sahiptir. Temel karakteri kabile aşiret formunu güçlü yaşaması, tarım ve hayvancılık ekonomisinde devrimsel rol oynamasıdır.

Verimli Hilal’de davulu zurnasıyla kendi varlığını ilan eden ve bugüne dek yaşayan kadim Kürt kültürü bugün davul zurna çalmıyor, bugün silah sesleriyle kendi varlığını kabul ettirmeye çalışıyor. Zira kadim bir halkın bireyi olmak, o halkın inkar edilmişliğini görüp kabullenmekten daha zordur.

Göbeklitepe’de ortaya çıkan veriler Kürt coğrafyasının kadim toplumsallığını gösterir. Sümer ve Mısır şehir toplumlarına ilham veren Toros ve Zagros hattında yaşayan toplulukların, yukarı Mezopotamya kültürünün gücü, bugünkü Kürtlüğün gücüyle aynıdır. Kadim bir halk olan Kürtler olan Sümerler “kuzey ve doğudaki dağlık bölge halkı” anlamında “Kurti” adını vermiştir.

Verimli Hilal’i merkez alan 12 bin yıllık bir kültürel önderlikten söz edilmektedir ki, hiçbir kültürün bu kadar uzun dönemde kapsamlı öncülük etmesi görülmemiştir.

Devletleşmemeyi uluslaşmamakla özdeşleştirmemek gerekir. Devletleşmemiş olmak, birebir olarak demokratik olmak anlamına gelir. Devlet dışı kültürün başat örneği olarak Kürt kültürü, güçlü bir demokratik toplum örneğini ortaya koymaktadır. Kürt kültürü gücünü, uygarlığa devletleşmeye karşı direncinden, bu direncin ürünü olarak demokratikleşmesinden almıştır.

Ancak “M.Ö. 4300’lerden itibaren Aşağı Mezopotamya kökenli El Ubeyd kültürünün Yukarı Mezopotamya kültürünü etkilediğini tespit edebilmekteyiz. El Ubeyd kültürü, güçlü hanedanlar etrafında oluşan hiyerarşik toplumla daha önceki kabile kültüründen ayrışır.”

Hurriler M.Ö. 2000’lerden itibaren önemli adımlar atmışlar ve Gudea Hanedanlığıyla M.Ö. 2150-2050’lerde Sümer kentleri üzerinde hakimiyet kurmuşlar. Yine M.Ö. 1600’lerden sonra İç Anadolu’da Hititler ve Yukarı Mezopotamya’da Mitanniler adında iki komşu imparatorluk kurmuşlardır. Bu oluşumların komşuluktan öte akraba oldukları da söylenebilir. Hitit ve Mitani örnekleri, Sümer kültürünün etkisindeki Hurrilerin en güçlü uygarlaşma örneğidir. Semitik kökenli Babil ve Asur’a karşı birleştikleri, M.Ö. 1596’da Babil’i işgal ettikleri bilinir. Ancak Asur karşısında uygarlık gücü olarak dağılan Hurriler, kabile kültürüne dönmüş ve uzun süre yaşamışlardır. M.Ö. 1200-850 döneminde Nairi konfederasyonu olarak, katı olmayan kabile birlikleri şeklinde yaşamışlardır.

Hurri kökeni bulunduğu muhtemel olan ve dönemin Ermeni kültürel öğeleriyle sentezlenerek oluşan Urartu kültürü M.Ö. 850-600 merkezi uygarlık sisteminin güçlü bir halkasını temsil eder. Dünya hegemonu Asur’a karşı koyarak ayakta kalabilen tek güç olma özerkliğini savunur.

Asur başkenti Ninova’yı yıkarak imparatorluğa dönüşen Med Konfederasyonu Zagros dağ kültürünün zirvesidir. Ancak imparatorluğa dönüştükten sonra entrikalar sonucu iktidar M.Ö. 550’lerde Fars Akhamenit soylu krallara geçer. Perslerin dünya gücü haline gelmesinde Med kültürünün başatlığı belirleyici olsa da sadece İskender’in fetihlerine kadar bu başatlık sürmüştür.

Avrupa kendi tarihini Roma’ya dayandırmaktadır. Roma uygarlık kültürünün oluşumunda Aryen kültürün başatlığı etkindir. 12 bin yıllık neolitik ardından 2 bin yıllık uygarlık kültürünün inşasında Hurri, Mitani ve Hitit mayasını yok saymak, insanlık tarihini tümden inkar olur.

Sasaniler ve Romalılar, çağlarının son iki büyük gücü olsa da birbirlerini yıprata yıprata zayıf düşmüş ve İslami fetihlerin yolunu açmışlardır. İslamla birlikte artık yeni bir dönem başlamakta ve bu yeni dönem Kürt kültürü açısından da yeni bir sayfayı açmaktadır.

Dağ Kürtlerinin uygarlık kültürleriyle ilişkilenerek bu durumu kendi lehine değerlendirmesi, özümsemesi, Kürt kültüründe “uygarlığın yansımaları, bir anlamda kentli, sınıflı ve devletli zihniyet ve kurumların oluşması” şeklinde ele alınabilir. Bu süreç, uygarlığın gelişiminde İslamiyet’in geliş sürecinin ön aşaması olarak da tanımlanabilir. Söz konusu kesimler dağ etekleri ve ovalık kısımlarda gelişmektedir. Bu dönem Kürt kültürü içinde sınıflaşmanın ortaya çıktığı dönemdir. Dağ Kürtleri dediğimiz kendi öz dil ve kültürlerini yaşayan kesimler sonraki dönemlerin alt sınıfları olacaktır. Ova Kürtleri ise, benzeşmeye çalıştıkları uygarlıkların dil ve kültürlerinin etkisinde kalarak aristokratik üst sınıfı oluşturacaktır. Kürt kültürünün bu ikili tanımı bir karakteristik olarak ortaya çıkmaktadır. Bu kesim kendi öncülük ettiği uygarlıklarda bile kendi dil ve kültürünü egemen kılmaya çalışmamıştır.

 

Zerdüştlük Bir Anlamda Kürtlüğün Proto Uluslaşmasıdır

Ova Kürtlerine ters bir şekilde dağ Kürtleri de değişmeyen kabile ve aile kültürünü binlerce yıl içine kapanarak korumuş ve bugüne taşımıştır. İki kültür arasında uçurumlar vardır.

Kabile yapısını ortak zihniyet etrafında birleşmesini getiren Zerdüştlük, İslami çıkışa formatif öncülük etmiştir. İslami çıkış bir anlamda Zerdüştlüğün Arap yarımadasındaki versiyonudur.

Dağınık kabilelerin ortak anlayış etrafında birleşmesi için ayrışan yanlarını değil benzeyen yanlarını öne çıkarmaları ve esas almaları gerekecektir. Magi adı verilen bilgeler toplumun ortaklıklarını bulup çıkarmak ve görünür kılmak, bu yolla dağınık kabile yapısını ortak zihniyet etrafında toparlamakla görevlidir. Aryenik bir üst kimlik çıkmaktadır ortaya. Bu anlamda Zerdüştlük bir anlamda Kürtlüğün proto uluslaşmasıdır. Ümmet mantığı gerçekte İslam’dan çok önce Zerdüştlükte ortaya çıkmıştır.

Zerdüştlük Kürt kültüründe zihniyet devrimi yaratır. Üst kimlikte buluşan Aryenik topluluklarda büyük bir enerji ortaya çıkar. Bir araya gelemeyen kabileler bu kimlik altında bir araya gelir. Med aşiretler konfederasyonunu yaratan da bu enerjidir. Benzer bir enerjiyi tüm Kürdistan parçalarının özgürlüğünü hedefleyen ve Kürt uluslaşmasının çağdaş versiyonu olan Kürt Özgürlük Hareketinde görmekteyiz. Bu gerçeklik, tarih yazımı ve sosyoloji anlamında üzerinde daha fazla durmayı da gerektirir.

Sonraki dinsel çıkışlar kaynağını Zerdüştlükten alır. Geleneğin saptırılıp kendi özünden boşaltılması ve aristokratik üst sınıfların sömürü aracına dönüştürülmesinin gelip dayandığı yer, İslam’ı kabul edip kendine uyarladığını iddia eden İran İslam devletidir. Zerdüşt geleneğinin içi, Pers saraylarındaki despotizm tarafından boşaltıldıktan sonra geriye kalanların İskender ordularına direnmesi ve kendi kültürünü koruması zordur.

Yüzlerce yıllık baskıya rağmen devlet dışı toplum olma özelliğini bırakmayan, İslami fetihlere kapıyı aralamayan Alevi ve Êzidî toplulukların direnişinde dağ Kürtlerinin kendi özünü koruma geleneğini ve gücünü görmek gerekir.

“Êzidî Kürtlerinde neredeyse kurumaya yüz tutmuş bu tarihsel demokratik gelenek araştırılmaya değer önemli bir konudur. Êzîdî Kürtlerle Alevi Kürtler yakından gözlemlendiğinde, özellikle kadınlarında temsilini bulan Zerdeştî kültürün demokratik, özgür ve eşitçi özellikleri rahatlıkla fark edilebilir. Tüm bastırılmışlıklarına rağmen, doğayla bütünleşmiş, açık sözlü ve cesur yanları dikkate değerdir.”

Êzidî ve Alevi Kürtler arasındaki benzerlikler, yine Yarsan, Kakaî ve Alevi Kürtler arasındaki ortaklıklar Kürdistanî bütünlük anlamında büyük umut vermektedir. Bugün hepsine Zerdüştî denmese de, Zerdüştî özelliklerin yerele göre uyarlanışını, İslam öncesinin animist düşüncesine yakın bir inanç-yaşam formunu görmekteyiz.

Kürtlerin İslam’dan etkilenmesi ağırlıklı olarak yıkıcı oldu. Kanlı fetih savaşlarıyla Kürt coğrafyası Emevi saltanatına alındı. İslam’ın Kürdistan’a girişinde yaşanan katliamlar, bugün DAİŞ karşısında yaşananlardan daha büyük ve fazladır. Kürt erkeklerin katledilmesi, kadınların ve çocukların kaçırılarak götürülmesi, köle yapılması gibi yöntemler, ilk İslam saldırılarında uygulanan bir yöntemdir. “Allahu Ekber” bağrışması ardından kan ve can veren Kürtlerin bilinçaltı da parçalanmıştır. Korkuyla karışık bir teslim olmuşluk Müslümanlığı benimseyen Kürtlerde derinden yaşanırken, Müslümanlaşmayan Kürtlerde de temsili düzeye indirgenen, sembolikleşen bir karşı koyuş ve direniş, ve yine de bununla karışık bir korkunun varlığından söz edilebilir.

Nihayetinde her iki durumda da Kürtlük, Kürt kültürü baskılanmıştır. Müslümanlaşanların tarikatlaşmaları, hatta tarikat öncülüğüne yönelmeleri iktidar İslam’ı dışında bir arayışı da göstermektedir. Hepsinin toplamında dinciliğin korkuyla hüküm sürmesi gerçeği vardır. Ki nihayetinde inanan cehennemle, inanmayan kılıçla korkutularak Müslümanlaştırılmış olan Kürtlerin zihniyetinde İslamiyet korkuyla özdeşleşmiştir.

Üst tabakalar zamanla Emevi saltanatıyla bütünleşip giderek Araplaşmış ve Araplaşmayı ayrıcalık olarak görüp kendi dilini terketmişlerdir. Öyle ki Kürdistan özgürlük hareketi kuruluşuna kadar çocuklarına Kürtçe isim koyan aile sayısı parmak sayısını aşmazdı. Üst tabakaların kendi kültürlerine inkârcı davranmalarına rağmen kapitalizmin gelişimiyle bu durum farklılaşır ve kültürel soykırıma kadar varır. Ancak Kürtlüğü de kendilerinin tanımlaması, belirlemesi ve inşa etmesi gibi bir iddiaları da vardır.

Bununla tam ters bir şekilde dağ Kürtleri İslam’ı kabullenmemiş, kendi kültürünü korumuş, asimilasyonu küfür saymıştır. Kurmançlık, aşiret ve kabilelerden çeşitli sebeplerle koparak köy ve kentlerde bağımsız güçlenen, Kürt halklaşmasının temel gücü olarak tanımlanmaktadır. Son yıllara kadar kendilerini “Kurmanç” olarak tanımlayan bu kesimlerin büyük kısmı Kızılbaş olarak tanımlanmış, bu tanım günümüze gelince yerini Alevi kavramına bırakmıştır. Kendi kültürel varlıklarıyla uyumlu olacak kimi İslami öğeleri kabul etme dışında İslamla alakaları yoktur.

“Aleviliğe tam anlamıyla İslâm kültürü denilemez. Kendi kabile ve aşiret kültürlerine en çok bağlı kalan, kendi kültürleriyle uyuştuğu ölçüde bazı İslâmî değerleri başkaları için değil, kendileri için asimile edip içselleştiren bir kültürdür. Bu özellikleri nedeniyle beş bin yıl öncesindeki Hurri kültürü ve dilsel varlığıyla benzerlik göstermeleri anlaşılır bir husustur. Dış istilalara karşı sürekli direnmeleri, dağların gerektirdiği sıkı kabileci yaşam kültürü bu sonucu doğurmuştur.”

Zerdüştiler zayıf bir halka olarak kalmış, giderek zengin zihniyet kaynakları kurumuştur. Sınıflaşmayı, özünde parçalanmayı yaşayan Kürt kültüründe, ova Kürtlerinde direnen kesimler de tasavvufi tarikatları benimseyerek devlet dışı İslam’ı yaşamışlardır. A. Fırat tarikat örgütlenmelerini işçi sınıfının tarikatlarına benzetir. Politikleşmeleri saptırılarak iktidar inşasında kullanılmıştır.

İslam’ın yükselişiyle birlikte Araplar, farslar ve Türklerden sonra dördüncü büyük milliyet olarak belirginlik kazansalar da Kürtler, devletleşmediklerinden her üç ulusun da gerisinde bir konumda kalmışlardır.

Parçalanmış aşiretler gerçekliği, İslam’ın girişiyle ortaya çıkan Kızılbaş Sünni parçalanması Kürtlerin en zayıf noktası olarak Sünni Kürtler içinde etkide bulunmuş ve Yavuz Selim karşısında işbirlikçi bir konum yaratmıştır.

Yine Osmanlı tarihi boyunca Sünni İslam ortaklığı yaklaşımı Kürtlerin de Türk devlet aklı öncülüğünde ortaya çıkan ve farklı inançlardaki Kürtlere ve diğer halklara yaklaşımında ortaya çıkan sorunlu tarz, Kürdün iflah olmayışını önemli ölçüde etkilemiştir. Çünkü böyle zamanlardaki uygulamalar uzun yıllar boyunca unutulmamış, hafızalara yazılmış ve parçalanmışlık olarak derin izler bırakmıştır.

Kendi özünü arayan, kendi toplumsallığını inşa etmek için verili olanı reddeden, aslında verilinin de bir olmayan olduğunu görenlere dağlı-deli tanımının yakıştırılması, tarihsel bir bilinç olarak dağ Kürtlerinin kendi özlerine bağlılığını anlatır. Öcalan’a daha küçücük çocukken ‘Dinê Çolê’ (Dağın Delisi) denmesi de buna iyi bir örnektir. Kürdün gerçek kültürü, özgür ruhlu dağ kültürüdür. Çağın akıl çemberinden çıkarak deli olmayı gerektirir.

Sümerler Kurti, Luviler Kurdivana, Helenler Kardokya derken, ve yine Selçuk sultanı Sançar Kürdastan derken, Kürtlere vatan olan bir coğrafi bölgeye işaret ediyordu. Son yapılan ve tarihe geçen tanımlama olan Kürdistan, Osmanlı sultan fermanlarında da yer alarak resmi devletlerce kabul edilmiş, Osmanlı mirasıyla kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu cumhurbaşkanı da defalarca mecliste Kürdistan kavramını telaffuz etmiş. Ancak “1925’teki Beyaz Türk komplosundan itibaren Kürt, Kürdistan ve Kürtlükle ilgili her tür miras ve adlandırma birdenbire dehşet verici yöntemlerle yasaklanıp olgu olmaktan çıkarılmak istenmiştir.” Kürt vatanı anlamına gelen Kürdistan kelimesini Kürtlerin kullanmada ve Türklerin kullanmama da bunca ısrarı, sosyolojik olmaktan ziyade siyasal çözümleme gerektirir.

Vatan, toprağın o toprak üzerinde yaşayan, kültür yaratan ve yaşamını sürdürenlerce sahiplenilmesi, tarih boyunca yaratılan kültürün yapısal ve anlamsal kurumlaşmalarının oluşturulmasıyla oluşur. Yani toprağın siyasal ve toplumsal bir anlama kavuşmasıyla oluşur. Bundan dolayı sosyolojik ve siyasal şartları önceleyen bir kavramdır. Salt maddi üretim ve kültürle inşa olmaz. Onun tarihselliği ve anlamsallığıyla inşa olur. Yapısal ve anlamsal kurumlaşması oluşmamışsa, o toprak üzerinde kim-nasıl yaşarsa yaşasın, o toprak vatan olamaz. Bundan dolayı toplum kültürle var olur derken, salt maddi kültürle varolmayacağı da güncel olarak da yaşadığımız süreçlerden ispat olmaktadır.

Salt maddi kültüre dayanarak toprak üzerinde yaşamak, kökü her an dışarı çıkarılıp atılabilecek bir bitki olmak gibidir. Türk devleti başta olmak üzere egemen sömürgeci devletlerin Kürtlere uyguladıkları ve Kürtleri bitkisel hayata mahkum eden kültürel soykırım sistemi, bu siyasal durumun sonucudur. Planlı bir soykırıma maruz bırakılan Kürt halkı, kadim kültürüne rağmen kendi dilini dahi konuşamaz durumdadır. Şark Islahat planı gibi vahşi bir uygulama, bugün tüm bölge egemenleri ve dünya hegemonları tarafından uygulanmaktadır. Kendi sistemini inşa etme çabaları, ilk adımda katliamla karşılık bulmaktadır. Tüm bu sonuçların sebebi, Kürtlerin kökleri derinlere dayanan kültürlerine rağmen bu kültürü anlamsal kurumlara kavuşturamamalarında barınmaktadır.

Ulus-devlet inşasının düşünce tarzı pozitivizmdir. Pozitivizmin sosyal bilimleri parçalayarak egemenlik ideolojilerine göre yeniden toplumları mühendisliğe tabi tutmasında Kürtler büyük darbe almıştır. Devletleşememiş olan Kürtler böyle bir düşünce sisteminin vahşeti altında, on binlerce yıllık kültürlerine rağmen yok hükmünde ele alınmıştır. Pozitivist bilim tanrı olmuş ve Kürtler yok sayılmıştır. Akabinde yok sayılmanın gereği yok etme politikalarını uygulamak mubah sayılmıştır. Gereken demirden kanunlar çıkarılırken bir yandan da bilim adamları, yeni ürettikleri teorilerle Kürtleri yok saymanın ilmî zeminlerini oluşturmuşlardır.

Tüm dünya ulus-devletleşmenin zorluklarıyla uğraşırken Kürtlerin kaderine, dünya hegemonları elinde parçalanmak düşmüştür. İngiltere Musul-Kerkük petrolleriyle ödüllendirilirken, sosyalist teorinin düşünsel temellerini oluşturan Fransa, Türk ulus-devletine ve anayasasına da temel oluşturmuş, fikir babalığı ünvanıyla ödüllendirilmiştir.

Ruslar, Mahabad’da Kürtleri ulus-devlet anlayışına kurban edeceklerinin ilk denemelerini Bakur kürdistan’da başlatmış, Kürt varlığı ve isyanları karşısında Türk ulus-devletleşmesini, gericiliğe karşı büyük ilerici adım saymışlardır.

Dünya güçlerinin egemenliğinin günlük çıkarları uğruna kadim kültürel dayanağı olan Kürt halkının varlığı, vatanı bir çırpıda yok sayılmıştır. Kala kala maşa olarak kullanmak ve sistemin ileri karakolu olarak kullanılmak üzere bırakılan küçük bir Kürdistan olasılığı kalmıştı. Ermenilere yapılan, Kürtlere Başûr Kürdistan şahsında yapılmıştır.

Hemen hemen tüm dünya ülkeleri ulus-devletleşmesini tamamladığında, tarihin kadim kültürü Kürtler neredeyse yok edilmiştir. Tüm kapitalist modernite güçlerinin yurtsuz saydığı Kürtler varlığının ve gerçekliğinin yarısını kaybetmiştir. Vatan’ı yok sayılan Kürtlerin nasıl ve hangi güç ile ayakta kalacağı, mucize kabilinden durumlara kalmıştır. Adı Welat olan bir gazetenin her sayısının ceza alması, Kürdün vatansızlaştırılmasının, kültürünün başka vatanların hizmetine alınmasından kaynaklanmaktadır. Böyle bir durumda her bir Kürt’ün boşlukta yüzmesi-yürümesi, özünde toplumsal olarak aklı başından alınmışlığı ifade etmektedir.

Her şeye rağmen Kürdistan bir hakikattir. Tüm yok saymalara, inkarlara, katliamlara, soykırımlara ve imhalara rağmen Kürdistan vardır ve bir hakikattir. Adını Almanya koyan kadınlar var mıdır Almanya’da bilemiyoruz, ancak Kürdistan’da kadınlar adını Kürdistan koymaya ve kutsal anavatan kavramını kendilerinde yaşatmaya devam etmektedir. Kürdistan, tarihine ve toplumuna bağlı, özgür yaşam tutkusu olan son kişi varoldukça da varolacaktır. Bedelleri tüm toplum tarafından görülmekte ve karşılanmaktadır.

Bugün yok edilmek istenen tüm Kürt kültürel değerleri PKK’li sayılmakta, terörize edilmektedir. İnkarcı soykırımcı sistemlerin işbirlikçileri sürekli tehdit altında tutarak tüm Kürtleri Apocu sayarak ölüme mahkum etmeleri, özünde varolmak isteyen Kürt’ün ölümden başka bir seçeneğinin olmadığının savunulmasıdır. Sadece Kürdistan’da değil, dünyanın neresinde olursa olsun, özgür yaşamak isteyen her Kürt, bölgedeki egemen devletlerce ölüm listesine alınmaktadır.

Kürt gerçekliğine ve Kürt gerçekliğinin 20.Yüzyılda yeniden varoluşunun Zerdüştî çığlığı olan Kürdistan Özgürlük Hareketi’ne karşı soykırım savaşı yürütülmektedir. Kürtlerin ulus olarak varlığı PKK’nin varlığıyla özdeşleşmiştir. Kürtler, her gün her an dünyada benzeri olmayan soykırım saldırılarına maruz kalmaktadır. Afrika kabileleri, Kızılderili kabileler dahi Kürtlerin yaşadığı soykırımı yaşamamıştır ve yaşamamaktadır. Bu saldırılar altında Kürtlerin kültürlerine sahip çıkma, kültürlerini çağın evrensel toplumsallığına ulaştırma, kendilerini ulus olarak yaratma ve kültürün anlamsal kurumlaşmalarını yaratma görevleri vardır.

Tüm dünyanın gaddar tanrıları olan hegemonik güçler birleşmiş ve dilsiz, kolsuz, bacaksız, dahası akıl noksanı bir Kürt tanımı yapmaktadır. Böyle bir durumda, yaşamın anlamına zerre kadar ulaşan her Kürt için, ölüm, daha değerlidir. Böyle bir çağda Kürt olmak çok zordur. Ancak bu zorluklarına rağmen Kürtler binlercesini bedel verme uğruna özgür yaşam arayışlarını ve inşa çabalarını sürdürmektedir.

Kürt ulusal gerçekliği onu yok etmeye çalışan kültürel soykırımcı sistemler içinde varmış gibi görünmeyecek, bu kültürel soykırım gerçeğinin bilincinde olarak tüm parçalardaki Kürtlerin birlikte özgürleşmesi ve Kürt ulusal toplumunun inşa edilmesi temelinde varolabilecektir. Sonucu, iki yüz yıldır süren ulusal varlığını koruma ve toplumsal sistemini inşa etme direnişi, her alanda verilecek olan ölümüne bir direnişle, kapsamlı strateji ve taktiklerle yürütülecek mücadelenin kazanılması belirleyecektir. Sonucu özgürlük mücadelesi belirleyecektir.

***

Kaynak: Demokratik uygarlık manifestosu adlı kitap serisinin 5.cildi olan ‘kültürel soykırım kıskacında Kürtleri savunmak’ adlı savunmasından alıntılar tırnak işaretiyle belirtilmiştir.

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.