Düşünce ve Kuram Dergisi

Ahlak-Politika Oluşum İlişki ve Çelikisi

Gökhan Polat

Kendini tanımak, toplumsallaşmış insanın en temel arayışıdır. Kim olduğumuzu, nerden geldiğimizi, neden yaşadığımızı ve nasıl doğaya sahip olduğumuzu anlamaya çalışan tüm öncüllerimiz, nesilden nesile aktarılan bir arayış ve mücadeleyle kendi cephelerinde bu sorulara cevap vermeye çalışmışlardır. En nihayetinde toplumsal bir varlık olduğumuzu ve ahlaki-politik bir doğaya sahip olduğumuzu kısmen de olsa anlamış bulunmaktayız.

“Ahlaki ve politik toplum” dediğimizde, önce kendi toplumsal varlığımızı tanımlamış ve adlandırmış oluruz. Ahlakilik ve politiklik neyi, nasıl ifade ediyor? Neden toplumsal doğa olarak kendimize ahlaki ve politik  diyoruz? Ahlak ve politikanın içerdiği anlamlar, birbiriyle ilişki ve çelişkisi nedir?  Bu sorulara yanıt bulmaya çalışırken ölçümüz ve referans noktamız her zaman toplum olacaktır. Zira toplumsal bir varlığız ve dolayısıyla da tüm kavram, kuram, anlamsallık ve yapısallıklarımız toplumsallığı içermek zorundadır.

Uyarı niteliği taşıyan bu belirleme şu açıdan önemlidir: Son beş bin yıllık tarihi geçmişe dayanan hakim iktidar-devlet sisteminin topluma dair ne varsa hepsini kendine mal ettiği bilinmektedir. Buna dayanarak da kavramları toplumsal içeriklerinden boşaltarak, kendi mantık ve zihniyet örgüsüyle doldurmaktadır.

Toplumsal doğamızdan bir sapma olarak tanımladığımız bu sistemin anlam bozumu ve çarpıtmalarına karşı kavramları sahiplenmek ve onlara gerçek anlamlarını  iade etmek bu nedenle önem arz eder. Ahlak ve politika kavramlarını da bu anlayış içinde incelemeye çalışacağız.

 

Toplumsal Gelişim Sürecinde Ahlak ve Politikanın Oluşumu

Toplumun zora dayanmayan yasaları olarak ahlak ve özgür düşünme gücü olarak politika, toplumsal varoluşumun temel taşları olup, insanlaşmaya doğru atılmış ilk adımla birlikte filizlenir. Toplumsal yaşam esas olarak bu olgular üzerinden temellenir. Bunu anlamak için toplumsallaşmanın kök hücresi olan klan yaşamına kısa bir göz gezdirmemiz gerekmektedir. Zira ahlak ve politikanın tohumları burada atılır ve ilk filizlenme burada gerçekleşir. Tüm toplumsal süreçler bu temel üzerine bina edilir. Nasıl ki bir bitkinin tüm varlıksal özellikleri onun çekirdeğinde kodlanmışsa, insanın varoluş kodları da klanın yaşam tarzında gizlidir.

Bilimsel araştırmaların sunduğu veriler, klanla başlayan toplumsal gelişim serüveni hakkında önemli bir çerçeve çizer. Gerisi anlamlandırma ve yorum gücüne kalmaktadır.

İnsan doğasının toplumsallığı içerdiği, genel kabul gören bir görüştür. Toplumsallık birlikteliği, birliktelik ise kurallı ve kolektif yaşamayı içerir. Yaşamı birlikte karşılamak; pratiklere birlikte el atmak, zorlukları birlikte göğüslemek, acılara birlikte katlanmak, sevinçleri hep beraber paylaşmak, ortak bir duygu, düşünce ve zihin dünyasında buluşmak toplum olmanın temel direktifleri olup özü itibariyle kolektifleşmeyi dile getirir. Kolektifleşme  hem pratikte, hem düşüncede kendisini gösterir; ikisi içiçe gelişir. Avcılık biçiminde yapılan iş bölümü kolektif komünal yaşamın ilk örneğini oluşturur. Yaşamın doğasına uygun olarak yapılan bu iş bölümünde her klan üyesi kendi rol ve misyonunun gereklerine göre hareket eder. Kim neyi yapabiliyorsa, yetenekleri, fiziki yapısı ve düşünce gücü neye el veriyorsa onu yapar. Kadınların fiziki yapısı, hamilelik süreçleri, annelik içgüdüsü (çocukları yalnız bırakmama) gibi özgünlükleri nedeniyle toplayıcılığı tercih ettikleri görülmektedir. Buna karşın erkeklerin görece daha çevik olması, hareket kabiliyetini sınırlayan özgünlüklerinin olmayışı onları tercihen avcılık yapmaya sevk eder. Her iki faaliyetde klanı besleme amacı güder. Elde edilen tüm ürünler her klan üyesinin ihtiyacına göre komünal bir anlayış içinde paylaşılır. İş bölümü her zaman keskin çizgilerle birbirinden ayrılmaz. İhtiyaca göre görev alanları değişebilir. “Şu iş kadın işi, şu iş erkek işi” diye bir ayrım söz konusu değildir. Herkes yapabildiği her işi yapabilir. Kadınların av partilerine, erkeklerinde toplayıcılık faaliyetlerine katıldığı bilinmektedir. Esas olan, günlük olarak kimin hangi ihtiyacı karşılayabildiğidir.

Coğrafik koşullar, imkan ve olanaklar neye el veriyorsa, ihtiyaç neyse yönelimde ona dönük olur. Genel olarak avcılık ve toplayıcılık biçiminde somutlaşan iş bölümü, yaşamın diğer alanlarına daha farklı biçimlerde sirayet eder, örneğin kadınların, toplayıcılık faaliyetlerinin yanında çocukların bakımı, avcılık ve toplayıcılıkta elde edilen ürünlerin paylaşılması gibi işlerde de birinci derecede rol sahibi olduğu; erkeklerin tehlike esnasında klan savunmasında yer aldıkları, yaşlıların kendi deneyimlerini çocuklara aktarmak suretiyle onları eğittikleri bilinmektedir. Yaşam alanı derinleşip farklılaştıkça rol ve misyonlarda buna bağlı olarak yenilenir. Düşünce gücü ve iş yapma becerisi bakımından bir klan üyesinin bir adım ilerde, diğerinin bir adım geride olması çok önemli değildir. Bir birine üstünlük taslama gibi anlayış ve eğilimlerin klan yaşamında yeri yoktur. Her zaman belirleyici olan ortak zihniyet; emek, ruh, duygu ve düşünce birliğidir.

İş bölümü ve dayanışma ekseninde gelişen pratik yaşam, ortak düşünce ve karar birliğini içerir. Düşünceyle pratik birbirini besleyerek gelişir. Düşünce pratiği pratik de düşünce ve zihin dünyasını etkileyerek onu yeniden üretir, genişletir ve derinleştirir. Günlük olarak klanın ihtiyaçlarını tespit etmek; ne ile besleneceğini, nasıl avlanacağını, hangi bitkileri tüketeceğini, hangi tehlikeden nasıl korunacağını, nerede barınacağı, çocukların nasıl beslenip büyütüleceği gibi temel yaşamsal ihtiyaçlara çözüm bulmak, bir düşünce etkinliği olup, sürekli olarak muhasebe yapmayı, tartışmayı, sorgulamayı ve ölçüp biçmeyi gerektirir.

Yaşam koşullarının dayattığı zorluklar dikkate alındığında, bunun klan açısından ne kadar hayati olduğu görülür. Zira tek bir gün dahi bu düşünce etkinliğini yapmazsa, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya gelmesi kaçınılmazdır. Klan açısından düşünmeden yaşamak sağnak yağmurda vadinin ortasında durmak gibidir; her an bir sel felaketine kapılmakla karşı karşıyadır. Günlerce bir şey yiyip içmeden hayatta kalmaya devam edebilir, ama bir gün bile düşünmeden yaşamayı hayatına mal olabilir.

Düşünce gücüyle hareket etmesi klanın en iyi özsavunma biçimidir. Hiçbir kaba kuvvet yada maddi/teknik araç insanı düşünce gücünden daha iyi koruyup savunamaz. Nitekim toplumsal bir varlık olarak insan, kaba kuvveti yada herhangi bir teknik gücüyle bütünleştiği oranda işlevselleşir. Düşünce gücü, doğası gereği toplumsallığı içerir. Hiçbir şey toplumdan bağımsız bir şekilde, kendi başına bu gücü elde edemez, en fazla sınırlı düzeyde bir düşünebilme yetisi edinebilir. Düşüncenin gelişimi özü itibariyle bir toplumsal zihin etkinliğidir; toplumsal bir enerjidir. Toplumsal etkileşim ve kolektifleşmeyi içerir. Toplumda yer alan tüm bireylerin pratik ve zihin etkileşiminden doğar; sürekli birikir, aktarılır ve toplumsal bir forma dönüşür. İlk toplumsal form olması hasebiyle bunu ilk örneği ya da filizlenmesi klan şahsında somutlaşır.

Klan yaşamında düşünce ve pratik içiçe ve bir bütündür. Biri mutlak anlamda diğerini belirlemez. Aralarındaki ilişki diyalektikseldir. Karşılıklı olarak birbirini besler, genişletir, derinleştirir ve bir üst formda sentezlenir. Toplumun kolektif zihin etkinliği olarak düşünce, kendisini sürekli üreterek ve yenileyerek pratik üzerine doğrudan etki eder; klanın ihtiyaçlarının tespit edilmesi, yeni avlanma teknik ve taktiklerini geliştirilmesi, daha kullanışlı barınakların keşfedilmesi, toplayıcılık tekniklerinin zenginleştirilmesi, mevsim değişikliklerinin hesap edilmesi, iklim koşullarına göre kendini planlama, doğayı tanıma, sürekli keşfetme ve daha da sıralayabileceğimiz yaşamsal bulgular düşünce gücüyle yeniden düzenlenir, genişletilir ve derinleştirilir. Klanın düşüncesi tıpkı serbestçe akan bir nehir gibi özgürdür. Doğal bir zeminde ilerler; nereden nasıl olacağını, yolunu nasıl bulacağını bilir.

Aktıkça gürleşir, gürleştikçe en zor engelleri aşar ve engelleri aştıkça yeni hakikatlere açılır. Varlık mücadelesinin en iyi savunma gücü olması kadar; farkına varmanın, kendini-doğayı-evreni tanımanın ve yeniden keşfetmenin en temel ve belki de tek gücü olma yolundadır.

Düşünebilen insan (klan) sadece hayatta kalmayı, varlığını sürdürmeyi başarmakla kalmaz; doğayla bütünleşme ve evreni keşfetmenin yolunu da açar. İlk taşın yontulması, ilk mızrağın yapılması, ilk kulübenin inşası mağara duvarlarına nakşedilen ilk resimler ve diğer tüm ilkler evreni keşfetme yolunda atılmış ilk adımlardır.

Büyük zorluklara, acılara ve bedellere mal olan pratik deneyimler, düşünceden etkilenerek biçim aldığı gibi, düşünce dünyasını etkileyerek onu yeniden formatlandırır, genişletir ve derinleştirir. Klan yaşamında dile gelen bu anlatımlar özü itibariyle politikanın ne olduğu ve güzel olanı bulma arayışıdır.

Avcılık ve toplayıcılık etrafında günlük olarak beslenme, güvenliğini sağlama ve soyunu devam ettirme gibi temel sorunlara çözüm üretmekle başlar ve yaşamın akışı içerisinde kapsam alanı genişleyerek ve derinleşerek devam eder. Politikanın temelinde özgür düşünce ve kolektif bilinç yatar. Bu anlamıyla toplumsal bir düşünce etkinliğidir. Temel işlevi, toplumun tüm maddi ve zihni ihtiyaçlarını tespit etme, yeni üretim alanlarını ortaya çıkartma, yaşamı zenginleştirme, günlük ya da daha uzun vadeli sorunlara çözüm üretme biçiminde sıralanabilir. Birlikte hareket etme; yaşamı kolektif/komünal bir anlayış içinde paylaşma; tüm zorlukları, acıları birlikte göğüslemek; sevinçleri birlikte yaşamak ve iyisiyle, kötüsüyle yaşamı ören daha birçok olgunun vücut bulmasında politikanın rolü belirleyici bir önem arz eder. Politika doğası gereği günlük olarak düşünmeyi, tartışmayı, sorgulamayı ve her şeyi ölçüp biçerek karar vermeyi içerir. Bu etkinlik demokratik bir anlayış içinde tüm bireylerin katılımıyla gerçekleşir. Kararlar birlikte alınır ve birlikte uygulanır. Her birey kendi deneyim ve düşünce gücü oranında bu dahiliyeti gerçekleştirir. Kimin neyi ne kadar söylediği değil, ortak ihtiyaçlara ne kadar çözüm ürettiği önemlidir. Tüm deneyim, tecrübe ve düşünce birikimleri bu amaçla kullanılır. Klan öncülüğünde dile gelen bu toplumsal etkinlik ve düşünce sistemi süreç içerisinde geleneğe dönüşerek kurumsal bir kimliğe kavuşur.

 

Ahlak

Kurumsallaşma toplumsal var oluşumun iskeletidir; ona belli bir biçim kazandırır ve kalıcılaşmasını sağlar. Bir toplum kendi maddi ve zihni kurumsallıklarını oluşturmadan kendisini geleceğe taşıyamaz. İlk toplumsal kurumsallaşma ahlak yasaları olarak somutlaşır.

Politika ile iç içe ve bütünlük halinde gelişir . Politika klan toplumunun kolektif düşünce gücü olarak işlevselleşirken ahlak onun kolektif vicdanı olarak yaşamsallaşır. Toplumun uzun yıllara dayalı deneyimler sonucu kabul ettiği ve gelenek haline getirdiği iyi, güzel ve doğru olan tüm ilişki biçimleri, konuşma tarzları, davranışlar, hoşgörü, dayanışma, sevgi ve saygı ölçüleri birer ahlak kuralı olarak yer edinir. Bireyin toplumla, toplumun doğayla olan ilişkisinin düzenlenmesi, ölçü kazanması ve belli bir formda cisimleşmesi ahlak kurallarıyla sağlanır.

Kurallara, geleneklere göre yaşamak toplum olmanın belki de ilk şartıdır.  Birlik kurmak, birlikte hareket etmek, yaşamı birlik içinde karşılamak kural oluşturmayı koşullar.

Evrende her şey kuralına göre işler. Kuralsız rastgele gelişen hiçbir şey yoktur.

Evren, sonsuz bileşeniyle bütünlük oluşturan kurallı bir bileşimdir. Atom altı parçacıklarından galaksi sistemine, tek hücreli canlılardan en gelişmiş hayvan sürülerine kadar her oluşum belli bir düzen içerisinde kendi iç kurallarıyla var olur. Söz konusu toplum olunca, kurallı yaşam ayrı bir önem taşır. Bunun en somut halini yine klan şahsında dile getirilen yaşam tarzından anlamaktayız. Klan yaşamı kurallı bir yaşamdır; öyle olmak zorundadır. Zira kuralsız bir birliktelik yaşamın doğasına aykırıdır. Klan ve daha genel anlamda toplum olgusu da en karmaşık birlik olduğuna göre, kural içermek durumundadır. Buna genel olarak, toplumun ahlakı denir. Diğer bir ifadeyle “ahlak kuralları” diye ifade edilir.

Ahlak kurallarının iki yönü vardır. Bunlardan biri; birey-toplum, kadın-erkek ve toplumun diğer bireyleri  arasındaki ilişki biçimini belirleyen kurallar/ yasalar olurken, diğeri toplumla doğa arasındaki ilişkileri belirler. Her iki boyut da iç içedir ve bütünlük halinde işlevselleşir. Yaşamın diyalektik akışı içerisinde birey-toplum ve toplum-doğa ilişkisini düzenleyen, besleyen, geliştiren ve güzelleştiren tüm eylem, icat ve ilişki biçimleri kolektif vicdandan geçerek ahlak kuralı ve toplumsal değere dönüşür. Toplumsal yaşam kendi içinde dinamik, uyumlu ve anlamlı olması kadar, doğayla da uyumlu olmak durumundadır. Birey kendisine gösterdiği kadar toplumuna, toplumuna gösterdiği kadar da doğaya saygı gösterdiği, onunla simbiyotik ilişki çerçevesinde bir bütünlük oluşturduğu oranda anlamlı bir varlık olma vasfına erişebilir. Farkına varmış erdemli insan bunu ifade eder. Doğaya zarar vermeden, ihtiyaçtan fazlasına yönelmeden ondan yararlanmak; emek, komünalite , dayanışma, hoşgörü, sevgi ve saygı ölçülerine göre yaşamak erdemli insanın temel niteliğidir. Erdemli olmak ise ahlaki ve politik olmayı ifade eder. Bunun dışına çıkılması durumunda toplum her zaman zarar görmektedir. Bu nedenle, daha oluşumunun en başından beri toplum, yaşam ve ilişkilere zarar veren tüm eğilim, ilişki ve davranış biçimlerini ahlak dışı sayarak reddetmiştir.

Ahlak kuralları yaşamın doğal diyalektik akışı içerisinde ortaya çıkar. Özgür tercih ve kolektif vicdana dayanır. Birlikte yaşamın gereği olarak gönüllülük esasına dayanır. Bir kişi ya da bir kesim tarafından üstten, zorla dayatılamazlar. Birlikte yaşamın gereği olarak gönüllülük esasına dayanırlar. İlk klan toplumlarıyla birlikte olmaya başlar ve günümüze kadar çerçevesi genişliyerek devam eder. Ahlakın kaynağında toplumsal bilinç yatar. Toplumsal bilincin ya da hafızanın katılaşmış, biçim kazanmış ve geleneğe dönüşmüş hali olarak da ifade edilebilir. Temelleri klan toplumunda atılır. Toplumsal bir varlık olarak insanın, en iyi yaşayabileceğini, birey-toplum ve toplum-doğa ilişkisinin neye göre kurulacağı ve bir bütünen yaşamın içeriğini oluşturan tüm olguların ilişkiselliği, bu temeller üzerine inşa edilir. Toplumsal yaşam gelişip daha karmaşık formlar aldıkça, buna bağlı olarak ahlak kuralları da değişir, yenilenir ve çerçevesi daha da genişlenir. Klandan kabile-aşiret formuna geçiş aşaması olarak ifade edilen neolitik tarım-köy toplumlarında ahlak kuralları daha karmaşık ve belirgindir. Ana-kadın etrafında (öncülüğünde) kurulan yaşam düzeninde emek, paylaşım, adalet, eşitlik, dayanışma, doğaya saygı, doğadaki her şeyi kendisi gibi –zarar verilmesi gereken- canlı görme gibi ahlak içerikli öğelerin yeri belirgindir.  Günümüze kadar gelen tüm toplumsal gelişim süreçlerinde, tüm acılara, zorluklara ve devletçi uygarlık güçlerinin baskı ve saldırılarına rağmen toplumu ayakta tutan bu ölçüler olmuştur. Yapıcı, birleştirici ve bütünleştirici rolü nedeniyle toplumda her zaman belirleyici olan ahlak kuralıdır. Topluma üstten, zorla dayatılan suni hukuk kurallarına rağmen toplumu bir arada tutan temel ölçü ahlak ölçüleridir. Toplum içerisinde ahlak ölçüleri aşındırılabilir, zayıflatılıp geriletilebilir ama tamamen yok edilemez. Yok edilirse, toplumun kendisi de yok olmuş olur. Zira toplumsallık doğası gereği ahlakı içerir. Ahlaksız bir toplum düşünülemeyeceği gibi, bir toplumu tümden ahlaksızlaştırma da mümkün değildir. Ahlakın değer yargıları en çok aşındırılan, zayıflatılan ve geriletilen birey ya da toplumlar dahi sonuçta yine ahlak ölçülerine dayanarak var olurlar. İktidarcı-devletçi sistemlerinin, daha özel olarak günümüz kapitalist sistemin tahakkümü altında yaşayan toplumların( ki şu an bu sistemin sirayet etmediği toplum yok gibidir) temel sorunu ahlaki yoksulluk değil, ahlakın aşındırılması, zayıflatılması ve geriletilmesidir. Bu sorun toplumun politika sorunuyla iç içedir ve birlikte çözüm beklemektedir.

 

Ahlak ve Politika İlişkisi

Ahlak ile politika birbiriyle sıkı ilişkisi olan temel toplumsal olgulardır. Biri diğeri olmadan düşünülemez. İkisi birlikte toplumun öz dinamiğini ve varoluş karakterini oluştururlar. Adeta toplumun can damarı ve kök hücresi gibidirler. Kök hücre bir toplumun varoluş karakterini temellendiren tarihsel-toplumsal değerler ile birleştiği yerdir; tıpki bir bitkinin toprağa bağlanması gibi. Her bitki, bulunduğu toprak ve coğrafyanın özellikleriyle bütünleşerek var olur.  Onun varlığını temellendiren ve kimlik örgüsünü oluşturan bir çok olgu vardır. Ama en önemlisi onu toprağa bağlayan kökleri ve beslenmesini sağlayan can damarlarıdır. Bir bitkinin toprak yüzeyindeki kısmı tümüyle kesilip atılsa bile o bitki yine kökleri üzerinde kendini var edebilir. Ama toprakla bağı kesildiği ya de kökleri ( can damarları) tahrip edildiği andan itibaren çürümeye yaz tutar. Kökler canlılığın ve devinimini merkezidir. Köksüz bir bitki devinemeyeceğinden  canlılığını yitirir ve başka bir varlığa dönüşme sürecine girer. Ahlak ve politika da toplum açısından böyle bir anlamı taşır. Toplumsal yaşam ahlak ve politikanın filizlenmesi ve diyaletiksel ilişkiselliğiyle başlar, onunla gelişir, güzelleşir, derinleşir ve farkındalık yaratır. Aynı zamanda bu olguların işlevsizleştirilmesi, aşındırılması için başlatılması ve aralarındaki ilişkinin koparılmasıyla bir sorunlar yumağına dönüşür. Bu anlamıyla ahlak ve politika tüm yaşamın düğüm noktası, onun başlayıp bittiği yerdir. Varlıkları ve birbirleriyle olan ilişkiselliği bu denli hayatiyet arz eder. Diğer tüm toplumsal olgular ahlak ve politikanın ilişki ve işlevselliği ile vücut bulur.

Politika toplumsal akla dayalı bir düşünme, sorgulama, tartışma ve karar alma gücü olup, toplumun günlük ya da daha uzun vadeli maddi ve zihni ihtiyaçlarını tespit ederek rolünü oynarken; ahlak politikanın tespit ettiklerini toplumsal vicdanla sınadıktan sonra uygulamaya koyarak rolünü oynar. Biri (politika) analitik zekanın yaratıcı gücüne, diğeri (ahlak) duygusal zekanın adalet gücüne dayanır. Analitik zekanın esnek karakterinden, kaynağını alan politika, sürekli üretmeye meyillidir. Bu anlamıyla toplumun temel dinamiği ve yaratım gücüdür. Ali Fırat’nın deyimiyle “ toplumun özgürlük alanı gelişmenin anlam ve iradece türetildiği yaratım alanıdır” (DUM-5). Sürekli yeni maddi ve zihni üretim alanlarını yaratarak yaşam alanını zenginleştirir, genişletir ve derinleştirir. Duygusal zekanın yapıcı, kaynaştırıcı özelliğinden beslenen ahlak ise, politikanın ortaya çıkardığı tüm üretim alanlarını kontrolden tutarak , belli bir ölçü ve kurumsal kimlik almasını sağlar. Politikayı sürekli akan bir nehir gibi düşünürsek , ahlakı da onun yatağı olarak düşünebiliriz. Nehir kendi yatağında akar ve onunla birlikte düzen, ölçü kazanarak ilerleyişini sürdürüyor. Ahlak da politikanın belli bir zemine oturmasını ve o zemin üzerinden ölçülü bir biçimde hareket etmesini sağlar. Ahlak ile politika ilişkisini madde-enerji ilişkisine de benzetmek mümkündür. Enerji-madde ilişkisinde, enerji sürekli kendi başına ölçü kural tanımayan bir hareket tarzına meyillidir. Aynı özün birbirini tamamlayan iki yüzü olan bu davranış biçimleri iç içedir ve kendi eğilimleriyle birbirini dengeler, tamamlar ve anlamlandırırlar. Bir nevi kendi eğilimlerini kısmen birbirine aktararak birlikte ölçü kazanır ve esnek, canlı, dinamik bir varoluş tarzını gerçekleştirirler. Bazen birbirinden iki ayrı olgu olarak düşünülen ahlak ve politika ilişkisi de bir bakıma madde-enerji ilişkisine benzer; ahlak madde, politika ise enerji rolünü oynar. Politika analitik zekaya dayalı olarak sürekli kendi başına hareket etme eğilimini gösterir. Buna karşın ahlak onu sürekli duygusal zekaya yakınlaştırarak dengede tutar; aynı zamanda politikadan beslenerek görece esnek bir karakter kazanır. Bu anlamıyla aralarındaki ilişki diyaletikseldir.  Sürekli birbirlerini besler, genişletir, biçim verir, derinleştirir ve birlikte toplumsal gelişim sürecinin yönünü belirlerler. Eş deyişle topluma ölçülü bir yürüyüş sağlarlar.

Toplum tıpkı bir canlı organizma gibidir. Sürekli hareket ve eylemsellik halindedir. Doğası gereği eylemsellik iş yapmayı içerir. Toplumsal yaşam bu anlamıyla bir iş üretme ve iş yapma alanıdır. İş derken, tüm toplumsal faaliyetler kast edilmektedir. Bilim, sanat, edebiyat, ekonomi, sağlık eğitim gibi toplumsal faaliyetlerin her biri bir iş alanını ifade eder. Tüm bu faaliyetlerin birbirleriyle olan ilişki ve davranışları üzerinde etki ederek yaşam yeniden formatlanırır. Tüm bu üretim alanları bir düşüncenin ürünü olarak ortaya çıkarlar. Bir çoğu binlerce yıla dayanan düşünsel ve eylemsel deneyimlerin sonucunda gerçekleşir. Hepsinde ortak nokta toplumsal yaşamı kolaylaştırma, güzelleştirme, derinleştirme ve anlamlı kılmaya dönüktür. Toplumun yararına olan ve onun ihtiyaçlarını karşılayan en doğru, iyi ve güzel işi bulmak toplumsal bir düşünce etkinliği olup, günlük olarak sorgulama, araştırma, tartışma  gibi bilinç hareketlenmelerini içerir. Öz olarak buna toplumun özgür ve bilinçli düşünebilme gücü denir. Bunun diğer anlamı politika yapmaktır. Politika daha çok işin “NE” liğiyle ilgilenir. “Toplumun neye ihtiyacı var?” “Toplumun faydasına olan şey nedir?” “Toplum ne ile yaşamalı?” gibi sorular politikanın ilgi alanına girer. Politika yaratıcı gücüyle sürekli bu sorulara en doğru cevabı bulma arayışına girer. Doğru olanı ararken, yanlış olanıda tespit eder.

Ahlak ise daha çok “NASIL” sorusuna cevap verir. Yani işin “NASIL”lığıyla ilgilenir. “Şu iş en iyi nasıl yapılabilir?” sorusu ahlak alanına girer. Burada toplumsal vicdan harekete geçer. “Nasıl?” sorusu toplumun kolektif vicdanından geçerek yanıtını bulur. Tabiri caizse toplum, aklına getirdiğini yüreğinden geçirerek yaşama uygulamaya koyar. Toplumun bünyesinde ortaya çıkan tüm iş, ilişki, üslup ve davranış biçimleri ahlak ölçülerine göre biçimlendirilir ve hepsinin diyalektik sentezinde toplumsal yaşamı belirir.

 

Ahlak ve Politikanın Çelişkisi

Ahlak-politika ilişkisi kadar çelişkisi de üzerinde önemle durmayı gerektirir. Doğası gereği ahlak katı kural içerir. Bu özelliği nedeniyle bir noktadan sonra tutuculaşma, doğmatikleşme eğilimini gösterir. Bu eğilim diyalektik ilkesine ayrı düşer; aşılmazsa zamanla çürüme ve yozlaşmayı getirir. Doğmatikleşmiş ahlak durgun suya benzer; devinemediğinden bir süre sonra bozulmaya, kokmaya ve işlevini yitirmeye başlar. Bunun sosyolojik karşılığı toplumsal çürümedir. Ahlakın doğmatikleşmesi, onun politika ile olan bağının kopması anlamına gelir. Politikayla ilişki halinde olan ahlak, sürekli devinen ahlaktır. Politika, ahlakın temel devindirici gücü olma rolündedir. Sürekli ahlakı besleyerek, yenileyerek, çerçevesini genişletip derinleştirerek, değişen toplumsal ihtiyaçlara cevap olmasını sağlar. Bu ilişkisellikte aşınma gelişirse, ahlak politikadan koparılırsa, devinim gerçekleşmeyeceğinden mevcut ahlak kurallları tutuculaşır. Bir  süreden sonra değişen toplumsal ihtiyaçlara cevap olamaz ve toplum açısından tehlike oluşturmaya başlar. Günümüz Ortadoğusunda DAİŞ gibi çeteler böylesi bir düşüncenin üründürler.

Politika açısından da benzer durum geçerlidir. Analitik zekanın ürünü olması hasebiyle ahlaktan kopması halinde daha tehlikeli bir hal alır. Ahlakla bağı kopmuş politika sel felaketine benzer, daha ileriye giderse tsunamiye dönüşür. Hiçbir ölçü / kural tanımadığından yıkıcı olur. İktidar-devlet olgusu böyle bir gerçekliği ifade eder. Genelde beş bin yıldır süregelen açlık, savaş, kriz ve kaosun temelinde politikanın ahlaktan, analitik zekanın duygusal zekadan kopuşu yatar. Mevcut kapitalist ulus-devlet  rejimlerinin tahakkümü altındaki toplum, derin ahlaki aşınma ve yozlaşmaya uğratılarak politikanın dışına itilmiş bulunmaktadır. Bunun yerine suni hukuk kuralları ve devlet idareciliği ikame edilir. Toplumsal düzen bu şekilde üstten, zorla dizayn edilerek sürdürülmeye çalışılır. Derin toplumsal sorunlar yumağına sokularak devlete güdümlenmiş mevcut toplum gerçekliği  ahlaki aşınmaya uğratılıp politikasız bırakıldığından her türlü sürüklenmeye, kullanıma ve istismara açıktır. Kendi hakkında düşünemez, söz söyleyemez, hesap soramaz ve karar alamaz bir konumu yaşamaktadır. Bu nedenler egemen güçlerin, iktidarların çıkar ilişkileri arasında oradan oraya savrulur durur. En nihayetinde ahlaki-politik aşınmanın toplumsal gerçekliğimizde yarattığı derin yarılma ve tahribatların sancılarını yaşamakta, acısını çekmekteyiz.

Her şeye rağmen hala toplumu ayakta tutan ve yürüten onun ahlaki politik değerleridir. Toplum bu değerlere tutunarak yaşama bağlanır. Temel sorun bu değerlerin yok olması değil; zayıflatılmış, aşındırılmış ve parçalanmış olmasıdır. Bu değerleri yeniden canlandırmak, ahlak ve politikanın diyalektik ilişkiselliği temelinde toplumsal yaşamı kendi kökleri üzerinde yeniden örmekte ahlaki ve politik görev olarak önümüzde durmaktadır.

  • Yararlanılan kaynaklar: Ali Fırat, BHS, DUM 10,2,3,4,5,

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.