Düşünce ve Kuram Dergisi

Aktif Yurttaş, Örgütlü Toplum ve Özgür Ülke

Ayhan Bilgen

Ülke yönetimlerinin niteliği, birey ve gruplar arası ilişkiler ile bütün olarak toplum-devlet ilişkileri çerçevesinde şekillenir. Bireylerin hakları ve toplumsal sorumlulukları, nasıl bir arada yaşamın altyapısını oluşturuyorsa, devletin yurttaşlar ve toplumsal gruplara yönelik ödevleri ve yaşam alanlarına müdahale gücünün sınırları da, hukukun temellerini inşa eder.

 

Bilgiye Ulaşım ve Bilgiyi Paylaşım Teknolojileri

Bilgiye ulaşım ve bilginin yayılması ile siyasal süreçlere katılım doğrudan ilişkilidir. Yeni teknolojiler doğal olarak yeni yönetim modeli arayışlarını da beraberinde getirmiştir. Bilgiye kolay ulaşım ve bilginin hızlı biçimde yaygınlaşabilmesi hem toplumsal iletişim hem siyasal iletişim açısından belirleyici olmaktadır. Bu araçları tekelinde tutmak isteyenlerin kurmaya çalıştığı enformatik hâkimiyet karşısında, muhalefet dinamiklerinin sözünü söyleme imkânları da güçlenmektedir. Bu durum, yurttaş bilincinin gelişmesini sağlamış, kendi geleceğine ilişkin kararlara müdahil olma arayışlarını hızlandırmıştır.

 

Aktif Yurttaş Bilinci

Özellikle gezi parkı eylemleri aktif yurttaş bilincinin gelişmesi açısından kritik önem taşımaktadır. Sokağa çıkma, tepki ve taleplerini gösteriler aracılığı ile dile getirme açısından korku duvarının aşılmış olması son derece önemlidir. Seçmen iradesinin ancak sandık yolu ile ve seçimler vesilesiyle yansıtılabileceği iddiası, son derece sorunlu, geri bir temsil mantığına dayanmaktadır. Artık ister parlamenter, ister başkanlık eksenli rejimlerde olsun toplumsal siyaset aygıtlarını görmezlikten gelen anlayışların savunulması imkânsızdır. Bu açıdan toplumsal örgütlenme mekanizmaları, medya, sivil toplum siyasal karar alma süreçlerinin bir parçası olarak görülmektedir. Yönetime sürekli katılımın ancak bu şekilde sağlanabileceği genel bir kabule dönüşmüştür. Uygulamada ciddi egemenlik paylaşımı tartışmaları yaşansa da bu yöndeki değişim kaçınılmaz gözükmektedir.

 

Siyasete Katılım İmkânları

Türkiye siyasetinin en yapısal sorunlarından birisi katılım konusudur. Türkiye’nin toplumsal örgütlenmeleri siyasal süreçleri etkileme kapasitesi açısından son derece sıkıntılıdır. Bunun iki temel nedenini öncelikle masaya yatırmak gerekir. Bunlardan biri örgütlerin toplumla iletişim sorunudur. Diğeri ise aynı amacı savunan örgütlerin birbirleri ile ilişkileridir. Siyasal iktidar karşısında etkin bir güç olabilmek için hem güçlü bir toplumsal destek sağlamak hem de ortak amaçlar etrafında işbirliği kanallarını geliştirmek gerekir. Bu iki noktada ilerleme sağlanmadan siyaset üzerinde etkili olmak kolay olmayacaktır.

Dar grupçu refleksler ve toplumdan kopuk siyaset dili mutlaka aşılmalıdır.

 

Yeni Anayasa Yapım Sürecine Katılım Tartışmaları

Anayasa yazım sürecinde yaşanan kamplaşma da bu açıdan dikkat çekicidir. Bazı çevreler iktidarın ekmeğine yağ sürmeyelim iddiası ile demokratikleşme taleplerini gündemleştirmekten kaçınmış bazıları ise iktidarı cesaretlendirme adına aza razı pozisyonuna teşne olmuştur. Meclise sunulan önerilerin ne ölçüde dikkate alındığı tartışması, anayasa yazım sürecinde yol temizliği niteliğinde düzenlemelere uzak durulması doğrudan katılım ile ilgili sorunlardır. Katılımı daha güçlü kılacak bir anayasa meclisinden ısrarla kaçınılması da bu açıdan dikkat çekicidir.

 

Ahlaki ve Politik Toplum İnşası

Toplum mühendisliği tartışmalarının en belirleyici yönü, tepeden inmeci boyutu ve iktidar gücü kullanılarak baskı yolu ile hayatı şekillendirme arzularıdır. Toplumun kendi iç dinamikleri ile karşılıklı etkileşim içinde değişim ve dönüşümü reddedilecek bir süreç olmamalıdır. İnsani değerlerin güçlü ve yaygın hale getirilmesi, yaşama standartlarının iyileştirilmesi ve nihayet özgürlükçü toplum düzeninde ilerleme çabaları yadsınacak hafife alınacak arayışlar değildir. Toplumsal yozlaşma ve yabancılaşma tehlikesinin, bütün insanlık gibi Türkiye toplumunu da kuşatma altına alması karşısında ciddi bir alternatif geliştirilemezse, muhafazakârlaşma makyajı ile yaşanan kokuşmanın üstü örtülmeye devam edecektir.

 

Dinler ve İnançların Varlık Sebebi

Dinlerin ve inançların en önemli iddiası ve varlık sebebi insanların kurtuluşu, özgürleşmesi ve mutluluğudur. Dinleri, kurallar yığını ya da törenlere indirgeyen yaklaşımlardan kaçınmayı başardığınızda “amaç” eksenli bir yorumun da önünü açmış olursunuz. Özellikle Emevi saltanatının lüks, şatafat, güç ve şekil eksenli din algısı karşısında, önemli bir itiraz ve alternatif İslam yorumu olarak karşımıza çıkan tasavvuf hareketleri ahlaki duyarlılıkları öncelemesi açısından son derece önemli bir işlev görmüştür. Tevazu, hoşgörü, paylaşma gibi erdemlerin korunması ve geliştirilmesinin asıl amaç olduğu vurgusu, Mezopotamya, Kafhasya, Orta Asya, Anadolu ve Balkanları etkileyen önemli bir dinamik olmuştur. Saray İslam’ına karşı halk İslam’ı, sadece bireysel ahlaki öğreti olmanın ötesine geçmiş ve zaman zaman zulme, sömürüye ve işgallere karşı duruş ve direnişin de bayraktarı olmuştur.

Sufi geleneğin tümüyle önüne geçilemeyince onu politik içeriğinden yalıtarak etkisizleştirme arayışları da Hindistan’dan Kuzey Afrika’ya kadar yüzyıllar boyunca sürmüştür. Toplumsal ve siyasal sorumlulukları görmezlikten gelen bireysel kurtuluş çabalarını öne çeken eğilimler tarikat ve cemaatler eliyle kurumsallaştırılmıştır. Egemen yönetimlere karşı duyulan korku zaman zaman işbirliği ve uzlaşma arayışlarını da beraberinde getirmiştir.

 

İslam, Cihat ve Entegrizm Hastalığı

Zalim sultana boyun eğmeyi salık veren, direnme ve mücadeleyi “fitne çıkarmak” olarak gören kanaat önderleri desteklenmiş daha baş üstünde tutulmuştur. Özellikle 20.yy içerisinde yaşanan trajedi bu açıdan dikkate değerdir. İbn-i Teymiye’yi kendine referans kaynağı olarak alan cihat merkezli İslam anlayışı bu tabloya tepki olarak doğmuştur. Batı ile işbirliği içindeki geleneksel dindarlığa karşı politik boyutu öne çıkan, silahlı mücadele ve savaş eksenli direnişlerin, savaş hukukundaki ahlaki sınırları da görmezlikten gelen akımlara dönüşmesi dikkat çekicidir.

Irak ve Pakistan gibi Şii nüfusun yoğun yaşadığı bölgelerde cami önlerinde patlatılan bombaların meşruiyeti bile tartışma konusu yapılmamaktadır. Kafa kesmeyi, din adamı kaçırmayı savaşın gereği olarak görebilen bu yaklaşım, entegrizm hastalığından beslenmektedir.

 

Ortadoğu Halklarının Üçüncü Seçeneği

Suriye ve Mısır başta olmak üzere bölgede yaşanan değişim, demokratikleşme tartışmaları son derece kritik bir seyir içine girmiştir. Eski iktidarların sadece el değiştirmesi toplumun geniş kesimleri açısından büyük bir özgürlük alanı açmadığı gibi yeni kaygıların gelişmesine de zemin oluşturmaktadır.

Toplumsal misyonundan çok iktidar eksenli öncelikleri olan, gücü kontrol altında tutma çabasına odaklı entegrist İslami örgütlenmeler, bölgenin çoğulcu toplumsal dokusu ile erken kavga etmeye başlamıştır. Baas rejimlerinin tek tipçi modernleşme projelerinin yerini otoriter muhafazakârlaşmanın alması ihtimali bölgedeki farklı inanç gruplarında tedirginlik oluşturmaktadır. Çoğunlukçu demokrasi savunusu da bu kaygıları gidermek yerine pekiştirmektedir.

 

Rojava Deneyimi ve Model İnşası

Rojava’da hayata geçirilecek birçok dilli, çok kültürlü birlikte yaşama hukuku, sadece diğer parçalarda yaşayan Kürtler için değil tüm bölge halkları için belirleyici öneme sahiptir. Örgütlü toplumu demokratikleşmenin güvencesi olarak gören, aktif yurttaş bilincini örgütlü toplum için önemseyen ve bu iki unsurun tamamlayıcısı ve sonucu olarak özgür ülke inşasını hedefleyen bir siyaset ciddi bir alternatif haline gelecektir.

Temsili demokrasinin küresel krizinden de dersler çıkarmış olan bu arayış, Ortadoğu’nun birikimini bütün insanlığın özgürleşme çabası ile buluşturacaktır. Her türlü sömürüye karşı ‘eşitlik ve barış’ projesi etrafında buluşmak, küresel kavga ve kamplaşmalardan bunalan tüm insanlık için yeni bir umut oluşturacaktır.

 

Türkiye’nin Tutarlılık Sınavı

Artık Türkiye için Kürt sorunu hem iç demokratikleşme sorunu hem dış politika belirleyenidir. Suriye Kürtlerinin talepleri karşısında takınacağı tavır ile Türkiye devleti aslında kendi iç barışı ile ilgili tercihlerini de netleştirecektir. Bir yandan egemenliği paylaşmak istemeyen ama diğer yandan demokratikleşiyor gözükmek isteyen bir siyasi akılla daha uzun süre sorunları, beklentiyi yönetmek mümkün değildir.

Önümüzdeki üç seçim ve muhtemel yeni anayasa referandumu iktidar içi gerilimlerle, toplum-devlet geriliminin buluşmasına zemin oluşturabilir. Bu gerilimlerin büyük patlama ve toplumsal kırılmalara neden olmasını önlemek için, küçük siyasi hesapların ötesinde yapısal değişim taleplerini karşılayacak adımları bir an önce hayata geçirmek gerekir.

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.