Düşünce ve Kuram Dergisi

Demokratik Ulus ve Özgür Yaşam Diyalektiği

Derya Moray

Demokratik Modernite: toplumların, ulusların değişim ihtiyacının maddimanevi boyutlarının yeniden değerlendirilip toplumsal olan gerçeklikler adına yeni bir sistem yaratma, var olan kapitalist modernitenin temel noktalarını çözümleyip bir değişim ekseninde yol almayı hedefler. Ve toplumun değişim ihtiyacını buna göre yenilemek, geliştirmek, sürekliliğini sağlamakla gelişir. Demokratik modernitenin oluşum koşulları, kapitalist modernitenin varoluşsal temellerini çözümleyip aşabilmesiyle mümkündür. Kapitalist modernitenin toplum, birey, doğa, endüstri, bilim, teknoloji üzerinden geliştirdiği tüm tahakküm ve sömürü noktaları aynı zamanda demokratik modernitenin de alternatifini geliştirip ortaya koyacağı temel noktalardır. Demokratik modernitenin toplumsal değişimde yaratabildiği ya da toplumun demokratik modernitenin oluşumunda oynayabileceği temel rol, zihniyet değişimiyle bunu hızlandırması ve varoluşsal temellerini buna dayalı olarak ortaya çıkarmasıdır. Demokratik Modernite, kapitalist zihniyetin merkezi, iktidarcı, liberal, dogmatik kalıplarıyla şekillenen ideolojisini aştığı oranda bir bedene dönüşebilecektir.

Demokratik Modernite toplumsallaşan dünya halklarına yeni bir yaşam alternatifi sunan, temelinde her varlığın varoluşsal gerçekliğine, koşullarına saygı duyan bir ideolojiyle yaşamsallaşabilir. Bunun için Demokratik Modernite, kapitalist modernitenin son 500 yıldır dünya üzerinde geliştirdiği tüm tahakküm, sömürü temellerini yaygınlaştıran esasları çözümlediği oranda büyüme, gelişme ve yayılma olanakları sağlayabilir. Mevcut haliyle kapitalist modernitenin kendini örgütlediği “kartopu-nartopu” misali yaygınlaştırdığı ulusdevlet, kapitalist sermaye, endüstriyalizm temellerini çözümlemek bu oranda onu aşmak ivedilik gerektirmektedir. Zira kapitalist gerçeklik aşıldığında toplumun hakikatine kavuşması imkân bulacaktır.

Bu çerçevede kapitalizmin güdümünde yol alan, toplumun ihtiyaçları doğrultusunda(ki) gerçekliği aşan bilimi de sorgulamak, yerinde bir tutumdur. Bilimin bugün geldiği nokta şüphesiz insanlık tarihi için bir eşsizliği ifade etmektedir. Ancak pozitif bilimin doğayı, toplumu bir bütün olarak dünyayı-evreni parçalara ayırıp hegemonik güçlerin güdümünde yol alması, var olan eşsizliğin anlamsal sapmasını açıklar niteliktedir. Zira günümüz biliminin çoklu ve çoğalan yapısı yaşamın tüm parçalarına inerek onu parçalara ayıran ve bu eksende yeni bilim dalları yaratan bir gelişim sürekliliğindedir. Ancak bu durumun derinleşmesi hegemonik güçlerin toplumsal, yaşamsal olanın derinlerine kadar inmesini doğurmuştur. Bu yönüyle “pozitivizm” toplumsal doğayı, dünyayı-evreni kadavra misali ele alarak insanlığın kat ettiği aşamayı bir sömürüden öteye götürmemektedir. Belirttiğimiz bu gerçeklik bilime de yeni bir bakış açısını gerekli kılmaktadır. Bugün bilimin geldiği düzeyi içine almakla beraber, amacını derinliğine sorgulayan, bu eksende de herhangi bir sömürüye emperyal, hegemonik güçlerin amacına yer vermeyen yeni bir bilim vizyonuna ihtiyaç vardır.

Bu çerçevede jineoloji ile geliştirilebilecek, yaşamı bütünlüklü olarak kucaklayabilecek bir bilim odağına ihtiyaç elzem niteliktedir. Bu boyutuyla jineoloji tüm bilim dallarını içinde barındıran, kadının toplumsallığın oluşmasında ve anlam kazanmasında oynadığı çekirdek rolü içine alan ve içerisinde sömürüyü, tahakkümü, iktidar olgusunu barındırmayan bir perspektifi yaratmaktadır. Ve insanlığın kat ettiği tüm bilimsel aşamaları, gelişmeleri kucaklayıp bu içerikle yol almayı hedeflemektedir. Jineolojinin var olan bilimsel gerçekliği ve erkek aklını aşan felsefi ve tarihsel temelleri olan bir bakış açısı ile yol alması, uygarlığın bilim için verebileceği köklü bir özeleştiri olacaktır.

Demokratik modernitenin oluşum koşullarından biri de endüstriyel gelişmeler üzerine kurulan sömürgeci anlayışın değiştirilip ekolojik bir dönüşümle harmanlanmasıdır. Tarihsel açıdan bakıldığında bir tekerleğin, bir sabanın bulunuşu vb. endüstri için başlangıçtır. İnsanlığın kat ettiği endüstriyel gelişmeler aynı zamanda tarihsel olarak da bir devrimsel çıkışı beraberinde getirmiştir. Endüstrinin, endüstriyalizme dönüşmesini sağlayan nedenlerin temelinde sınırsız mal üretimine dayalı olarak üretim araçlarının kullanılması vardır. Sınırsız mal üretimi 18. yüzyılla beraber yoğunluk ve süreklilik göstermiştir.

Sınırsız mal üretiminin sınırsız kar güdümüyle yol alması, kapitalist sermayenin önemli halkalarından biridir. Kapitalist sermayenin yarattığı sınırsızlık kültürünün temelinde emeğin, doğanın, özünde de komünal değerlerin sürekli olarak sömürülmesi yatar. İhtiyacın olduğu kadar değil, üretebildiği kadar faaliyet gösteren bu anlayışın yarattığı bir diğer sonuç da, ucuz işgücünü yakalayabilmeyi hedeflemesi ve bu temelde demografi sorununu lehine kullanmasıdır. Artan nüfus yoğunluğunun endüstriyalizme katkısı ucuz iş gücü, emeğin maddi olarak aşağılanmasını, çocuk ve kadın işçilerin de sömürülenden daha fazla sömürülmesine yol açmıştır. Bugün dünyadaki hızlı nüfus artışının doğal kaynakları tüketimi, endüstriyalizmin yarattığı ve tamiri mümkün olmayacak tahribatlarının en önemli boyutudur. Bu durum toplumsal doğanın karşılayabileceği, üstlenebileceği, ekoloji dengesini koruyabileceği kadar bir ilişkilenmeyi çoktan aşmış-aşındırmıştır.

Bu yönüyle demokratik modernitenin zihinsel devrimini temellendiren önemli bir nokta olan endüstrinin-endüstriyalizmden farkını yapılandırıp işlevsel kılabileceği temeller; doğaya saygıyı aşındırmayan, sınırsız bir kullanımı reva görmeyen ve yine doğanın, insanın, toplumun önemli bir parçası olduğunu her daim hatırlarda tutan bir perspektifle yol almak ve bunu somutlaştırmak olmalıdır.

Gelişen uygarlık sürecinin yarattığı tahribatların bir nevi özeleştirisi olarak nitelediğimiz, sistemli olarak da somutlaştırdığımız demokratik modernitenin en önemli temellerinden biri de demokratik ulustur. Demokratik Ulus, demokratik modernitenin oluşumunda, gelişmesinde, derinleşmesinde ve süreklileşmesinde vazgeçilmez bir oluşumdur. Bu eksende demokratik ulusun oluşum ve yayılma hızı, yapılanmaları ideolojik olarak da sistematize olması bunu mümkün kılacaktır. Demokratik ulusun farklılıkları kucaklaması, somutluk kazanması toplumsal özgürlüğün ifadesi olabilecektir. Demokratik ulusun var olma koşulları ulus tanımının Kapitalist Modernite çerçevesinde şekillenen ulusdevlet yanılgısını aşmakla gerçekleşebilir. Bu boyutuyla ulusu tanımlarsak: Belirli tarihsel, sosyal, kültürel, ekonomik ortaklıkları olan yaşamsal varoluş amaçları ekseninde paydaşlıkları yaşayan; toplumsal değerlerin oluşumunda, korunmasında da belirli aidiyetleri yaşayan toplumlardır diyebiliriz. Şüphesiz ulusların varoluş süreçleri, insanın toplumsallaşması, kültürel olarak da maddi-manevi öğelerini yaratmalarıyla başlar. Bu boyutuyla ulus, klan oluşumundan beslenerek günümüz gerçekliği içerisinde de sürekliliğini ve farklı zenginliklerini korumaya devam etmektedir. Her ne kadar uygarlık temelli gelişim süreçleri boyunca her ulusun ifade bulma ve var olma koşulları devlet olma zorunluluğuyla karşı karşıya getirilse de, her ulus devletleşmeyle ifadesini yaşamamış yine de varoluştan gelen özelliklerini ulus devletin yıkıcı karakterine rağmen koruyabilmiştir. Devlet kurumsal olarak aşılamamış olsa bile devletin karakterini besleyen ulus rengi de farklı ulusları (devlet formuna bürünmemiş ulusları) eritememiş “ötekinin” öz direnişiyle karşı karşıya kalmıştır.

Günümüz toplum gerçekliği bireysel ve toplumsal hafızada belirli değişimleri, zihnî farkındalıkları yakalayabilmiş, bu düzeyle bulaşabilmeyi hedefleyen bir amaca kavuşabilmiştir. Yakalanan bu zihnî farkındalık düzeyi, belirli oranda da bilince evrilmiştir. Gelişen bu farkındalıklar, toplumsal anlamda gittikçe sesini yükselten sistemli bir değişim ihtiyacıyla yol almaktadır. Mevcut maddi sınırları aşan, üst-alt çelişkilerini, öz değerler öz kimliköz yönetim bilinciyle gittikçe azaltan zihinsel-toplumsal dönüşümler, var olan sistem gerçekliğini çözümlediği oranda alternatifini yaratma arayışına koyulmuştur. Şüphesiz toplumun eriştiği bu düzey “öteki” algısına “yanılgılı” bir çerçeve dizildiğinin ideolojik çözümlemesine gitmiştir. Toplumun zenginliklerini yok sayan, bunlar üzerinden kendine iktidar ve yayılma alanı yaratan kapitalist sistemin daraltılması, ulus-devletin minimalize edilmesiyle mümkündür. Ulus-devletin etnik, kültürel, iktidar realitesinin aşılması demokratik ulusun hakikat ışığında yol almasıyla aşılabilir, mesafe ve hız kazanabilir. Demokratik ulusun karakterinde devletleşme amacı yoktur. Devlet oluşumunu besleyen erkek aklını aşma güdümüyle yol alır. Demokratik ulus, daraltılıp yüceltilen ulus tipolojisini aşar. Bunu aşma koşulları salt tekil olanı değil, tümünü kucaklamasıyla gerçekleşir. Herhangi bir etnisiteyle değil, birçok etnisite ve topluluğun zihinsel paydaşlığıyla yaşam bulur, şekillenir.

Demokratik Ulus taban iradesinin katılımından rengini alır. Ulus, sınıf gibi toplumsal yapıların da mücadelelerini kucaklar ve toplumsal kurtuluş amacı ile şekillendirir. Demokratik ulusun toplumsal olarak bir yapıya-işleve bürünmesi, kapitalist uygarlığın küreselleşmesine ön ayak olan ulus-devleti çürütmesiyle, toplumlar için özgürleşme alanı yaratabilir. Toplumla, doğayla birlikte ihtiyaçlar ekseninde bir ilişkilenmeye evrilmesi, demokratik ulusun temel görevidir. Toplumun dinamik katılımıyla Demokratik Ulus anlam kazanacağı gibi sosyalizmin oluşumuna, ruh kazanmasına doğrudan katkı sağlar. Ulus-devletin reel sosyalizmin ömrünü, anlamını olumsuz olarak etkilemesi, esasında devlet iktidarını çözememesi ve komünal kültürü tekdüze ele almasından kaynaklanmıştı. Burada dikkat çeken diğer bir nokta da, sosyalizmin devlet ile bütünleştirilerek yaşam bulacağı inancıydı. Ulus-devlet genetiği sosyalizmin yaşam bulmasına değil, ancak anlam farklılığının derinleşmesine, uçuruma dönüşmesine yardımcı olur. “Sosyalizm genelde ve özelde ulus-devletlere dayandırılarak inşa edilemez” tespiti bu yönüyle bir hayli öğretici bir pratiğin önemli sonuçlarındandır. Demokratik ulusun, ulus-devletten farkını ortaya koyan önemli bir gerçeklik reel sosyalizmden çıkarılan sonuçlardır. Ulus devletin varoluş koşulunun toplumsal katılım değil, toplumsal sömürü olduğu gerçeği toplumun ancak sömürüsüyle beslenen toplumsal değerlerini, ahlaki ölçülerini, politik farklılıklarını vampirik karakteriyle gittikçe kurutan yapısı gereğidir. Bu durum demokratik ulusun sosyalist yapısını daha bir kanıtlar niteliktedir.

 

Demokratik Ulus İnşasında Bireyin Rolü

Sistemsel bunalım dönemiyle beraber mevcut sistem içerisinde varlığını sürdüren yine zihnen de bu sistemin “verili statüleri” dışında farklıca bir yaşam tasavvurunda bulunmayan bireylerin var olduğu gerçekliktir. Mevcut toplumun yaşam koşulları “Başkaları üzerinde iktidar, otorite, hakimiyet sahibi olmak benliğimizin anlamıdır” tespiti buna denk gelmektedir. Günümüz yaşam koşullarının zamansal gerçekliği bireylerin “kişilik” olarak “biyo-iktidar” özelliklerini derinliğine özümsemiş olmalarıyla sıkı bağlantılıdır. Çünkü bedenlerin denetimi kapitalist üretimin, sürekliliğinin öznel rolüne bürünmeleri bununla direkt ilişkilidir. Var olan toplum koşullarında bireyin ifade alanı kapitalist sistemin liberal ideolojisini özümsemeleriyle de oldukça bağlantılıdır. Birey kendini toplum özgürlüğünden soyutlayan ahlaki olarak toplumla bir bağdaşım kurmayan bir tipolojiyle iç içe yaşamaktadır. Birey olma koşulunun bireyselliği derinleştirmeyle yaşam bulması kişinin toplumsal değerleriyle araya koyduğu mesafenin derinleşmesiyle pekişme göstermektedir.

Bireyciliğin var olma koşulu, toplumsal ahlakın ve politikanın çürütülmesiyle gelişir. Bu durum toplumsal bağların, değerlerin korunmasında gittikçe çoğalan bir duyarsızlık yaratacağı gibi, toplumsal özgürlüğün de anlamsal çürümesini doğurur. Gelişen bu durumla beraber bireyin sistem içi bir temsiliyetle bütünleşip sınıflandırılması kaçınılmazdır. Böylesi bir gerçekliğin içinde yaşayan birey, yaşamın varoluşsal değerlerinin kazanılması adına değil yol almak, bu savaşım önünde engel olmaktan öteye gidemez. Özümsediği liberal ideolojinin bireyde yarattığı temel özelliklerden biri de sorgulamadan kapitalist hayatın akışına göre savrularak yaşamasıdır. Liberal ideolojinin kapitalizmi besleyen en önemli noktalarından biri de budur. Birey sorgulamadığı yaşamı değiştirme, dönüştürme amacı gütmez. Toplumun da ihtiyaçlarına duyarlılık göstermez. Aileden başlayarak kişilikte şekillenen bu gerçeklik yaşama dokunmayan, yaşamı dönüştürmede anlamsal önemini kavramada sürekli bir soyutluk hali yaratır. Böylesi bir durum karşısında sistemin tıkanıklık yaşadığı dönemlerde başkaldırı şansı ancak kendiliğinden radikal bir dokunuş getirmiş bireylerde doğar. Toplumsal olanın adına da ancak böyle savaşılabilir.

Kapitalist sistemin bireyde açığa çıkardığı bu durum demokratik ulusun yaratımında özgür bireyin rolünü, önemini açığa çıkarmaktadır. Mevcut haliyle toplumun özgürleşmesi için var olan koşulların olgunlaşmasını ancak bireylerin bağlı bulundukları toplumlar adına katılım göstermeleri sağlayabilecektir. Olgunlaşan böylesi durumlar karşısında demokratik ulusun inşasında, toplumsal değişimin toplumca sürdürülüp geliştirilmesi, öznellik rolünü oynayacak olan bireyin hazır bulunduğuyla ve donanımı ile ilgilidir. Bireyin oynaması gereken rol açığa çıkan değişim fırsatının birebir yürütücüsü olmak ve değişimin istikrarını korumaktır. Varılan gerçeklik ve toplum değerlerine kavuşup özgürleşmesiyle eğer, özgür birey de özgür toplumun öznesi, varoluş teminatıdır “Komünü olmayanın bireyselliği gerrçekleşmez”.

 

Sonuç Olarak

Mevcut sistem gerçekliğinin toplum üzerindeki uygulama alanlarını çözümlemeye çalıştığımızda, toplumsal yaşamın her boyutunda uygarlık sisteminin toplumda, bireyde ideolojiye dönüşen gerçekliklerine bir dokunuş yaratmaya çalıştık. Tarihin akış süresince yüzleştiğimiz temel nokta “öyküsüne” yabancılaşmış bir toplumsal gerçekliği yakalamak oldu. Merkezi uygarlık sistemince geliştirilen bu tarih anlayışı, günümüze yaklaşımda ve geleceği şekillendirmede toplumun kendini özneleştirmeyen duruşunu açığa çıkardı. Mevcut haliyle toplumun getirildiği nokta, kendi değerlerinden yoksun, ahlaki gücünün giderek zayıfladığı-elinden çalındığı, bununla beraber politikasız bırakıldığı gerçekliğidir. Uygarlığın varoluş koşulları, toplumsal olanın çalınmasıyla gelişir. Şüphesiz uygarlığın kapitalist modernitenin toplumu esir aldığı temel noktalar toplumun kendi politikasını yaratmasını kendi değer ölçüleri ekseninde yaşamını engellemek olmuştur.

Gelinen aşamada ulus-devlet çağın gereksinimlerine toplumsal karakterin değişen-gelişen ihtiyaçlarına ekonomik, sosyal, kültürel, siyasi boyutlarına cevap veremeyip gelişmeyi frenleyince toplumun kendi alternatifini oluşturma koşulları doğar. Bu gelişmeyle beraber toplum kendi temel ihtiyaçlarına cevap olabilecek, kendince oluşturduğu öz yönetim gücü ve direnişiyle buna cevap olur. Gelişen bu durum karşısında toplumun kendi kurumsal ihtiyaçlarını zamanla örebileceği bir zemin yaratılmış olup, toplumun kendi kendini (sistemini) inşa süreci başlayacaktır. Demokratik Modernite, Demokratik Ulus, Demokratik Özerklik bunun düşünsel, sistemsel, toplumsal ifadesidir.

Özcesi demokratik ulusun gelişeceği koşullar toplumun özgürleşmede kat edeceği mesafeyle doğrudan ilgilidir. Toplumun özgürlük rengini yakaladığı oranda hakikatine varacak, öz yönetimine, öz yeterliliğine kavuşabilecektir.

 

Yararlanılan Kaynaklar

-Abdullah Öcalan Bir Halkı Savunmak
-Abdullah Öcalan Özgürlük Sosyolojisi
­-Abdullah Öcalan Soykırım Sarkacında Kürtler
­-Arno Grueen Kendine İhanet

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.