Düşünce ve Kuram Dergisi

Alevi ve Êzidi Kürtleri’in Konumu

Mehmet Bayrak

“Azınlık İçinde Azınlıklar”da Din-Milliyet Bütünleşmesi

Kadim halkların büyük çoğunluğu gibi, Kürtler de çok dinli ve çok inançlı bir halktır. M.Ö. ağırlıkla Zerdüştilik ve onun devamı olan dinlere mensup olarak yaşasalar da, özellikle “semavi” dinlerin ortaya çıkması ve yayılması sürecinde Kürt halkı da farklılaşarak “azınlık içinde azınlık” tarzında konumlanmaya başladı. XVII. Yüzyıl Fransız filozoflarından Volney, bu tarihsel ve toplumsal gelişim sürecini anlatırken, Zerdüşti ve Semavi din adamlarını karşılaştırır ve Zerdüşti din adamına şunları söyletir: “Ey Museviler, ey İseviler, ey Muhammedanerler; sizlerin tümü Zerdüşt’ün yolunu sapıtmış çocuklarısınız!..”

Bu belirlemede büyük bir gerçek payı vardır. Bugün, Urfa / Xerabreşk-Gire Mirazan’da ortaya çıkarılan ve 12.500 yıl öncesine tarihlenen Göbeklitepe ibadetgâhında bulunan kutsal figürler; Sabiîlik, Zerdüştilik, Alevilik ve Êzidilik’le büyük benzerlikler gösterdiği gibi; “semavi” sayılan kitaplara bağlı Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık da Mezopotamya’da ortaya çıkan dinlerdir. Oysa, Zerdüşt’ün “Zend-Avesta”sı, Milattan 7 asır önceye tarihlenirken; Musa’ya atfedilen Tevrat, Milat’tan 3 asır önceye; İsa’ya atfedilen İncil bundan 3 asır sonraya; Muhammed’e atfedilen Kur’an ise Milat’tan 6 asır sonraya tarihlenmektedir. Ne var ki, öncekiler “doğal ve felsefi” dinlerken; diğerleri “semavi” emirlerle kurulduklarını savunurlar… Oysa, başta Aleviler olmak üzere diğer doğal ve felsefi din mensupları tüm bu kutsal kitapların “mahluk” olduğunu yani kişi eliyle yazıldığını söylerler. Bu gerçekliği devletin gizli belgelerinde gördüğümüz gibi; Atatürk de, -sözgelimi Kuran’ın “Muhammed’in düşüncelerinin ürünü” olduğunu söyler.

İşte, geçmişte muhtemelen homojen bir halk iken, Kürtler’in de süreç içerisinde dinsel/inançsal ayrışmaya uğradıkları görülüyor. Nitekim, semavi dinler döneminde Zerdüştiliğin yanısıra Mitraizm, Mazdekçilik, Hurremilik adlarıyla örgütlenen Kürtler; özellikle kaynağını iknadan öte zor yöntemlerinden alan İslamiyet’in 6. Yüzyılda yayılması sürecinde büyük yıkımlar yaşadılar. Sözgelimi, 7. Yüzyılda tarihlenen bir Kürtçe ağıtlama-şiirde; İslam ordularının Zerdüştiler ve bağlaşık dinlere mensup Kürtler üzerinde yaptığı yıkım lânetlenir. Zerdüştiler’in en yakın devamcısı olan Êzidiler, 12. Yüzyıldan itibaren Şêx Adi’nin kuramlaştırdığı yeni bir formla yaşamlarını sürdürürken, katliamlara uğramaktan yine de kurtulamadılar. Bugün “75 Ferman”dan sözediliyorsa, bu farklı inanç kültürlerine tahammülsüzlükten kaynaklanmaktadır.

 

Acılı Coğrafyanın Kederli Çocukları: Êzidiler

Aleviler’in durumu da, Êzidiler’inkinden çok farklı değildir. Onlar da; Babaîlik, Kalenderîlik, Haydarîlik, Ehlêhaqlık, Rayêhaqlık, Kakaîlik, Yaresanlık, Sorserlik, Kızılbaşlık gibi isimlerle örgütlenmiş olsalar bile; gerek Selçuklular gerekse Osmanlılar döneminde kıyıma uğrayan bir toplum olagelmiştir.

Özellikle, Yavuz’un Hilafeti almasından sonra bu çelişki daha da büyümüş ve her iki bâtınî ana damar için yaşam çekilmez olmuştur. Asimile olarak Şafiî mezhebi ekseninde örgütlenen Sünni Kürt toplumu ise, bu ana damarlardan koparak süreç içerisinde Sühreverdilik, Kadirilik, Halidilik, Nur gibi Kürt önderlikli tarikatlar biçiminde örgütlenmişlerdir. Bu ise, Kürt İslamı’nın ayırıcı özelliklerindendir.

Öyle ki, Modern Çağ olarak nitelendirdiğimiz 19. Yüzyıla kadar ağırlıkla Êzidi olan ve Kafkasya’dan Sincar’a, oradan Rojava istikametinde Akdeniz’e kadar olan hatta yaşayan Kürtler; tüm bu katliamların sonrasında İslâmi tarikatlar içinde kendilerini kamufle etmeye çalışmışlardır. Özellikle, II.Abdülhamid döneminde bu ana unsurlara uygulanan “tashih-i ezhan” (zihniyetin değiştirilmesi), “temsil”(asimilasyon) ve “ihtida” (zorla din değiştirtme) politikaları; ciddi bir kırılmanın habercisiydi. Onları, Batı dünyasına “Abede-i İblis” yani “Şeytan’a Tapanlar” olarak sunan da, Abdülhamid’in Musul Valisi Mustafa Nuri Paşa’ydı. Aynı zihniyet, 1865’te de “Elsine-i Nâs’da Kızılbaş Demekle Maruf Taife-i Rezilenin Hezeyanlarını Mübeyyin Risale” yani (İnsanlık Dilinde Kızılbaş Demekle Bilinen Rezil Topluluğun Saçmalıklarını Anlatan Risale) adıyla bir risale yayımlıyordu.

16.Yüzyılda İslam Halifeliği zırhına bürünen Osmanlı karşısında tutunabilmek için “beşinci mezhep” olarak adlandırılan Şiîlik formuyla İslamı benimseyen İran yönetimlerinin, Kürdistan Alevileri üzerinde yarattığı tahribat da işin cabası.

Demem o ki, Kürt halkının dinsel- inançsal bazda ayrışmasının ve her köşede “azınlık içinde azınlık” statüsüne dönüşmesinin temelinde özetle bu tarihsel ve toplumsal gerçeklikler rol oynamıştır. Çünkü, 17.Yüzyılda ikiye, 20. Yüzyılda dörde bölünmeden sonra her parçada “azınlık” statüsüne düşen Kürtler içinde, bu defa da “Alevi ve Êzidi” olarak “azınlık içinde azınlık” statüleri doğmuştur.

“Acılı Coğrafyanın Kederli Çocukları: Êzidiler” konulu bir çalışmamda 200 dolayında asırlık gravür, fotoğraf ve kartpostala yer vermiştim ki; tamamı “Êzidi” olan bu kişi ve toplulukların en az yüzde 80’i bugün “Müslüman” olarak bilinmektedir. Bu da, kimliklerin sorgulanması ve yerli yerine oturtulması açısından son derece önemlidir.

 

Orta Anadolu Kürtleri

Biliyoruz ki, “azınlık içinde azınlık” statüsündeki etnik topluluklarda “din ve milliyet” kimlikleri çoğu kez iç içe geçer. Bunun bir nedeni, iki yasaklı kimliği birlikte savunmak güç olduğu, ikinci nedeni de bu iki kimlik iç içe geçtiği içindir. Sözgelimi, Alevi Kürtler kendilerini genellikle “Em Elewi ne” sözleriyle ifade ederken; Êzidi Kürtler, zaten Kürtler’e özgü bir din olduğu için “Em Êzdi ne” veya “Em Yezdanî ne” biçiminde ifade ederler. Osmanlılar’ın, onları “Abede-i İblis” olarak suçlamaları veya Araplar’ın, onları “Yezid’in soyundan gelenler” olarak sunmaya çalışmaları durumu değiştirmez… Gün gelir, Lozan görüşmeleri sırasında, Batılılar’ın onları ayrı bir halk olarak sunmaları karşısında İsmet Paşa, isyan eder ve onların “Kürt” olduğunu yüzlerine haykırır…

Bu “din-milliyet bütünleşmesi”nin ilginç bir versiyonuna, yedi ana Kürt yerleşim birimlerinden biri olan Orta Anadolu Kürt yerleşkesinde tanık oluyoruz. 13. Yüzyıldan başlayarak bu bölgelere yerleşen Kürtler’in çok önemli bir bölümü Malatya-Adıyaman (Semsur)-Urfa (Ruha) hattından; bir bölümü de Ağrı/Bayezid yöresinden buralara yerleşen Kürtler’den oluşmaktadır. Malatya-Semsur bölgesinden gelip yerleşenleren büyük bölümü Alevi kökenli; Urfa/Viranşehir ve Ağrı yöresinden gelenlerse ağırlıkla Êzidi kökenli Kürtler’dir. Süreç içerisinde bu topluluklar, korunma amacıyla dinsel kimliklerini kaybederek Devlet’in resmi mezhebine geçmişlerdir.

Bilindiği gibi, gerek Selçuklular, gerek Osmanlılar, gerekse Cumhuriyet döneminde bu topraklarda egemen olan “resmi” mezhep Hanefilik’tir. Böyle olduğu içindir ki, bu mezhep dışında kalan etnik topluluklar geçmişten beri ya Şeyhülislam fetvalarıyla suçlanarak katledilmiş, ya Abdülhamid örneğinde olduğu gibi “tashih-i ezhan”a ve “temsil”e uğratılmış (zihniyet değiştirmeye ve asimilasyona) zorlanmış ya da Cumhuriyet döneminde ibadetgâhları yasaklanarak “tek milliyet ve tek din”e zorlanmışlardır.

Bugün Orta Anadolu Kürtler’i, Kürt kimliklerini büyük ölçüde koruyorlarsa, bu onların, geçmişten gelen dinsel kimlikleriyle etnik kimliklerini bütünleştirmesi nedeniyledir.

 

Sona Giderken

Bilinmektedir ki, her insanın birden fazla kimliği vardır. Başka halklarda olduğu gibi, Kürt halkı da çok dinli, çok inançlı ve çok kültürlüdür. Tarihsel gelişim sürecinde bunun yadırganacak bir yanı da yoktur. Ancak, aslolan insanların tüm bu kimliklerini sahiplenebilmesidir. Kendi payıma, 50 yıllık yazarlık hayatımda; hangi soydan hangi boydan olursa olsun “emek” kimliğini, başta Kürt halkı olmak üzere “ezilen tüm halklar”ı, başta Alevilik olmak üzere “ezilen-horlanan tüm inançları” ve ezilen bir cinsiyet olarak “kadın”ı önceleyen ve savunan çalışmalar yaptım.

Bilinmektedir ki insan olmanın ötesinde tüm bu kimlikleri birleştirecek üst ana kimliklerden biri, ulusal kimliktir. Önemli olan; geçmişte Sol’un yaptığı gibi “sınıf” kimliğini esas alıp diğer kimlikleri reddetmemeleri; din-inanç örgütlerinin bu kimlikleri esas alıp insanları ulusal kimliklerinden soyutlamamaları; milliyet ekseninde örgütlenenlerin bu inanç-kültür kimliklerini görmezden gelmemeleri ve ezilen bir cins olarak kadına gereken önemi vermeleleri, daha doğrusu haklarını teslim etmeleridir.

Toplumsal gelişme yasalarının, bu zoraki yasa ve yasakların üzerinde olduğuna inanıyoruz. Esasen, hayat bunu sürekli doğruluyor. Bunun son ve önemli örneğini “IŞİD” olgusunda gördük. En başta Mezopotamya uygarlığına, düşürülmüş mazlum Kürt halkına ve Êzidiler gibi bâtıni topluluklarına yönelen bu karanlık insanlık düşmanı kasırga taburları; en başta kadın gerillalar olmak üzere bu güçler tarafından hezimete uğratıldı… Tüm dünya insanlığı, daha yakın geçmişte buna tanıklık etti. Bu nedenle, geçmişteki yanlışlardan ders almış olarak doğru temeller üzerinde yükselecek Kürt ulusal örgütlenmesi, alt kimlikleriyle birlikte tüm Kürt halkını kucaklayacağı gibi; tüm imkânsızlıklara rağmen Rojava örneğinde olduğu gibi komşu kardeş halkları da kuşatacaktır.

Geçmişte dinci, yakın geçmişte milliyetçi saiklerle birbirinden uzaklaştırılan ve giderek koparılan Kürt halkı, büyük bedeller ödenerek verilen mücadeleyle bugün yeni bir ivme kazanmış ve yeni bir aşamaya ulaşmıştır.

Kürtlerin ünlü ulusal şairi Cîgerxwîn’in “Kurdino bibin yek / Ger hûn nebin yek / Hûn ê herin yek bi yek” demişti yıllar önce. Yani, “Ey Kürtler birlik olun, eğer birlik olmazsanız gideceksiniz birer birer” diyerek Kürtlerin ulusal birliğine imge düşürmüştü; büyük şaire katılmamak elde değil…

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.