Düşünce ve Kuram Dergisi

Algı Yönetiminde Medyanın Rolü

Ahmet Velican

“Gerçek” ile Algı’nın yer değiştirdiği, hangi bilginin doğru, hangisinin yanlış olduğunun çok fazla kestirilemediği, bu yönlü tartışmaların arttığı bir dönemden geçiyoruz. Günümüzde, hemen herkes, duyduğu,öğrendiği ve bilgiden şüphe etmekte; doğruluğu kadar yanlışlığına da bir ihtimal olarak bakmaktadır. Tersinden şöyle bir durumda mevcuttur; verili iletişim araçları insanları görüp duyduğunu gerçek kabul etmeye sevk etmekte, istediğini gerçek veya gerçek olmayan olarak topluma sunmada, negatif bir aracılık rolü oynamaktadır. Uzak olmayan tarihten bir kaç örnek var olan durumu anlamaya yetecektir: Tüm dünyanın gözü önünde ABD, “Irak’ta kimyasal silahlar var ve bunlar tehlike arz ediyor”- her ne hikmetse kendisinde bulunanlar tehlike oluşturmuyor- iddiasıyla savaş başlattı. Neredeyse bütün dünyayı arkasına aldı. On yılları bulan ve hala devam eden savaş sonunda ne kimyasal silah ne de buna yakın silahlar bulundu ama, Irak yerle bir oldu. Milyonlarca insan hayatını kaybetti. Hala ülke ciddi bir kriz ile debeleniyor. Fakat kimse de çıkıp, ‘nerede bu kadar yıkımın gerekçesi yaptığınız kimyasal silahlar’ demedi, demiyor yada diyemiyor.

Benzer bir durum,yüz yıl sonra emperyal heveslerle Enver Paşa gibi hareket eden, yeni Osmanlıcı Türk iktidarı tarafından da bölge halklarına yaşatılıyor. Gerek doğası gerekse de toplumsal mozaiği ile bölgede tam bir huzur ve istikrar adası pozisyonundaki, Kuzey Suriye’nin güzide kenti Afrin’e, 2018’in başında bir işgal saldırısı başlatıldı. Gerekçe tanıdıktı: Türkiye’ye karşı tehdit oluşturuyor, yapılan eylemlerin arka cephesi olarak kullanılıyor. Afrin’ in Türkiye’ye yönelik bir tehdit oluşturmadığı, hatta savaştan kaçan ve bu kanalı kullanarak kuzeye geçmek isteyen büyük bir göç dalgasını durdurarak, bir nevi destek sunduğu açıkça göz önündeyken, oluşturulan algı aksi yönde olmuştur. Nihayetinde Afrin yerli halkından arındırılarak, kara zihniyetli, kara kişilerin hakimiyetinde, idare edilmek istenen bir şehir haline getirilmiştir. Barışsever Afrin halkına nispet olsun diye ‘barış’ ı çağrıştıran bir adla yapılan saldırı unutulmuş değil.

Biraz uzağımıza gidelim: İspanya’nın Katalonya özerk bölgesinde Bağımsızlık referandumu gerçekleşti. Halkın çoğunluğu bağımsızlıktan yana eğilim gösterdi. Fakat ardından bu fikrin öncülüğünü yapan partinin liderleri gözaltına alınıp tutuklandı. Parti liderlerinin neden tutuklandığı, İspanya hükümetinin neden bu ölçüde baskıcı bir politika izlediği eleştiri konusu yapılmaz iken, bunlar genel basın gündeminde de çok az yer edinebildi. Adeta yapılan uygulama normal gösterildi, meşruiyet kazandırıldı. Bu gelişme demokrasinin beşiği iddiasındaki Avrupa’da yaşandı ve açıkça kimin ulus-devlet olacağına ya da olmayacağına emperyalistler karar verir, denildi.

Kuşkusuz yaşanan bu gelişmelerde ulus-devlet tarzı siyasetin, merkezi hegemonik sistemin dünyayı idare etme biçiminin büyük bir payı var. Fakat biz gerçek ve onun yerine ikame edilen gerçek olmayanı irdelerken, medyanın rolüne değineceğiz. Medyanın yaşanan sistemsel krizdeki payını, krizin derinleştirilmesi de ve var olan iktidar, devlet mekanizmasının ayakta kalmasında nasıl bir etkiye sahip olduğunu değerlendireceğiz.

Devletlerin kuvvetler ayrılığı prensibine göre idare edildiği, varsayımından hareketle bir dönem dördüncü kuvvet olarak görülen, iktidar-devlet mekanizma sına dışardan etkide bulunduğu söylenen medya için, günümüzde benzer bir değerlendirme yapmak, elbetteki mümkün değildir. Bir dönem için belki, böylesi bir değerlendirmenin manası vardı. Fakat özellikle bilişim-iletişim alanındaki gelişme düzeyi ile birlikte, artık farklı bir gerçeklikten söz etmek gerekir. Rahatlıkla denilebilir ki bugün, iktidar sahipleri içinde geçerli olmak üzere medya birinci güçtür. İktidar odaklarının da varlığı veyahut yokluğu medyada yer alma biçimleri ile bağlantılı olmakta, daha doğru bir ifade ile iktidarlar medya eliyle kendilerini yönettikleri topluma kabul ettirebildikleri oranda ayakta kalmakta, ya da bunu başaramayıp aşılmaktadırlar. Bu nedenledir ki, iktidar güçlerinin temel uğraşları arasında artık, tartışılmaz bir biçimde basının-medyanın denetim altına alınması da vardır. Özellikle ulus-devletler için böylesi bir tespit yapmak mümkündür.

İktidarla Medyaya Hakim Olmak İster

Her ulus-devletin kendi güdümünde bir medya örgütlenmesine gittiği, muhalif seslerin duyulmaması, kendilerini ifade etmemeleri için özel bir çalışma içinde olduğu görülmektedir. Özcesi iktidarlar, medyadan korkarlar ve bundan ötürü de hep hakim olmak isterler. Yine her iktidar odağı medyanın toplum üzerindeki etkisini bildiğinden, bu aracı azami düzeyde kullanmaktan da geri durmaz. Medya bir nevi bu tür odakların yalan-yanlış haberler ile toplumun gündemini şekillendirdikleri, halkın esas sorunlarından ziyade tali konuların öne çıkarıldığı ve bu sayede, deyim yerindeyse toplumun afyon misali uyuşturulduğu bir zemin halini alır. Bu aşamada toplumun ne yaşadığı, hangi zorluklar ile yüz yüze kaldığı değil, iktidarların münasip gördükleri medyada kendisine yer bulur. Esas ile tali açıkça yer değiştirir. Aslında istenen de tam olarak budur: Medya neyi, nasıl öne çıkarırsa esas olan odur, gerisi teferruattır, tekil gündemlerdir ve genel kamuoyunu ilgilendirmez. Daha da ötesi etkilemez.

AKP-Saray iktidarının 7 haziran 2015 seçimleri ardından iktidarda kalma biçimine bakıldığında, medyanın gerçeklerin tersyüz edilmesinde nasıl bir rol oynadığı daha somut anlaşılır. Bilindiği üzere 7 haziran seçimlerinden yenilgi ile çıkan AKP-Saray iktidarı medya desteğiyle yürüttüğü kampanya neticesinde, 3 Kasım seçimlerinden galip çıktığını söyledi. Devletin ilgili birimlerinin desteğiyle gerçekleştiği kuşku götürmeyen bu sonucun ortaya çıkmasında medyanın başat rolü oynadığı tartışma götürmez. Medya eliyle oynanan oyunlar kamuoyunu ikna edecek bir biçimde sunulmasaydı, verili durumun oluşması mümkün değildi. Dikkat edilirse her şey kameralar önünde, TV’lerden yapılan canlı yayınlar eşliğinde vuku buldu. Her yurttaş evindeki TV’den AKP’nin seçimi kazandığını izledi. Aynı mizanseni sonrasında yapılan referandumda, genel seçimlerde de gördük. Hep birlikte ‘bu işte bir bit yeniği var’ diye diye, AKP’nin seçimleri ‘kazanmasına’ tanık olduk. Muhalif camia için seçim sonuçları her daim şüphe ile yaklaşılan bir karakter taşısa da, neticenin sunulma şekli, neredeyse itiraza kapıyı kapatıyordu. Öyle ki, itiraz etmek demokratik rejime inanmamak, halkın iradesini dıştalamak, hatta onu reddetmek olarak anlam kazanıyordu. Halk deyimiyle minareyi çalan kılıfını uydurmuş, fakat bunu fark eden ahali bir itirazda dahi bulunamıyordu. Ta ki, 31 mart seçimlerine kadar! 31 Mart seçimlerinde de aynı senaryoyu devreye koymak isteyen kesimler, bu kez başarısız oldular. Halkın ezici çoğunluğunun var olan yönetimden rahatsız olduğunu gören farklı iktidar odakları, kurulan mekanizmayı deşifre ettiler. Peki bu mekanizmayı nereden biliyorlardı: Elbette, oyunu birlikte kurmalarından ötürü! Bu mekanizmayı birlikte inşa etmelerinden dolayı! Çıkarları gereği beraber hareket eden bu kesimler halkın tepkisinin zirveye yaklaştığını gördükleri anda birbirlerine, beklendiği üzere sırtlarını dönmüşler ve güya toplumdan yana eğilim göstermişlerdir. YSK Başkanı Sadi Güven’in meşhur, ‘’aa(Anadolu Ajansı) verileri kimden alıyor bilmiyorum, ben verileri girmeye başladığımda O yüzde 90 açılmış gösteriyordu’’ açıklamasını başka türlü yorumlamak mümkün değil.

Kuşkusuz açıklamanın kendisi an’a dair bir veri sunup, geleceğe ilişkin bir yol haritası açığa çıkardığı kadar, geçmiş sürece ilişkin de muazzam bir okuma yapma fırsatı açığa çıkardı. Seçim kurulu başkanının açıklaması, geçmiş seçim sonuçlarının nasıl açıklandığını, hangi verilere dayalı olarak kazanan ya da kaybedenin belirlendiğini gözler önüne serdi. Ertesinde daha da net bir biçimde anlaşıldı ki, aa verileri seçimlere katılan herhangi bir parti olan AKP’den almıştır. AKP tarafından sunulan veriler, ‘’objektif’’ seçim sonuçları ol muştur. Daha açık bir ifadeyle AKP alamadığı seçimleri medya eliyle almış gibi göstermiştir. 7 Haziran’dan bu yana geçen süre düşünüldüğünde en az dört yıllık bir zamanın böyle götürüldüğü anlaşılıyor. Yani bir dönemin demokrasi havarisi kesilen AKP, iktidarı tamamen gasp ederek bulunduğu konumu korumuştur. Ve bunu medya eliyle yapmıştır.

Dört yıl boyunca Türkiye toplumu, medyanın bilinçli manipülasyonu sonucunda, halkın önemli bir kısmının AKP-Saray iktidarına destek verdiğini düşünmüştür. Sokakta, mahallede çokça tartışma konusu olan, ‘bu kadar yolsuzluk, hırsızlık yapılıyor, adam kayırma oluyor ama yine de toplumun yarısı bunlara oy veriyor’ yorumlarının gelişmesine neden olan temel araç, medya olmuştur. AKP-Saray iktidarı seçimlerin iktidar olma yolundaki meşruluğunu çok iyi görmüş, yapılan her seçimden başarılı çıktığı görüntüsü vererek, koltuğunu sağlama almıştır. Bunu da basın- medya eliyle yapmıştır. Bu süreç kıyaslandığında, 7 haziran öncesinde görece muhalif yayın yapan TV ve gazetelerin özellikle de, medyanın tümüyle iktidarın güdümüne girmesiyle başlamıştır.

Geçmişte iktidarın baskısı olsa da, günümüze nazaran belli muhalif yayın organlarının varlığı söz konusudur. Bilindiği üzere bu yayın organları sistemli bir biçimde kapatıldı, neredeyse aykırı ses bırakılmadı. Ne ‘tesadüf’tür ki bu yayınlar, özellikle 15 Temmuz darbe girişimi ardından hedef tahtasına konuldu. Nihayetinde -çok sınırlı bazı yayın organları dışında- tümüyle iktidarın denetiminde bir medya şekillendirildi. Medyadaki muhalif seslerin tek tek kısılmasıyla at başı bir biçimde, beklendiği üzere topluma yönelik algı operasyonları arttı, suni gündemler gerçek olarak kamuoyuna sunuldu ve biz bunları hep birlikte gördük,yaşadık ve tanık olduk. 15 temmuz darbe girişimi ve ardından gelişen olayları, halka dönük bilinçli bastırma politikalarını, oluşturulan bu yeni medya yapılanmasından bağımsız düşünmek abesle iştigaldi.

Medya tüm bu süreçte, halk desteğini büyük oranda kaybeden iktidarın ayakta kalması, varlığını sürdürmesinde temel araç haline gelmiştir. Yapılan her seçimin ertesi günü, çıkan basılı gazetelerin manşetleri, televizyonların haber bültenleri, iktidarın bir zafer daha kazanmasına ayrılmıştır. Her seçimde,iktidar basın-yayın organları vasıtasıyla bir zafer açıklaması daha yapmış, bunun görüntüsü oldukça organize bir biçimde verilmiştir. Dikkat edilirse, gasp edilen sınırlı, önemsiz maddi bir araç gereç değildir. Doğrudan halk iradesidir. Toplumun gelecek idealleridir. Öyle olmuştur ki, her seçimde daha iyi bir gelecek için sandık başına giden seçmen, her seçim sonrasında biraz daha umutları kırılmış, gelecek ütopyaları körelmiş bir şekilde evine dönmüştür. Mücadele azmi düşen, değişim iradesi kırılan sıradan yurttaş için bu deneyimlerin her biri daha fazla içe büzülme, köşesine çekilme ve sinme olmuş, bu da uzun vadede iktidara tümden teslim olma riskini açığa çıkarmıştır. Kuşkusuz! İktidarı elinde bulunduran güçlerin amaçladıkları da tam olarak budur: Var olan iktidar kalıcıdır, alternatifi yoktur, yapılması gereken ona tümüyle biattır. Medyanın özel savaş propagandasına tamamen entegresiyle gelişen bu durumun, insan psikolojisi üzerinde nasıl tahribatlar yarattığı ayrı bir değerlendirme konusudur. Fakat oluşturulan suni atmosferin, siyasal mücadelede ‘tek’lerin konuşması biçiminde karşılık bulduğu da aşikar. Bu dönemde de farklı sesler olmadı değil, oldu. Fakat bunlar kendilerini topluma ulaştırma kanallarından neredeyse muaf kaldı. Toplum iktidar ne diyor, onu gördü, onu dinledi. Türkiye’de bugün dahi yüzde otuz-kırk bandında bir AKP desteğinden söz ediliyorsa, elbette bunun medyanın toplumun yönetilmesinde kullanılma biçimiyle ilgisi oldukça fazladır. Bir hafıza tazelemesi yapmak gerekirse; Bin odalı bir Sarayda, sınırsız hizmetkar ve danışman desteğinde, devletin neredeyse tüm imkanlarının kendisine tahsis edildiği bir ‘Başkan’ ; ülkedeki önemli sayıda yoksuldan oy almakta, kendisini yoksulların temsilcisi olarak lanse edebilmektedir. Sınırlı sayıdaki muhalif basına düşen haberlerde, tüm aile ve akraba çevresini önemli mevkilere getiren, onları zengin eden Başkan ve ekibi, halka kendisini ‘hizmetkar’ olarak sunmaktadır. Devlet bir nevi aile şirketi misali yönetilip, var olan sermaye sıfırlanmaya doğru giderken, bunun işaretleri günbegün daha fazla görülüyor iken, topluma ‘büyük devlet, güçlü millet’ naralarıyla slogan arttırılmaktadır.

Toplumun bir kısmı yaşanan krizi hala ‘’büyüyen devletimizi kıskanıyorlar, önümüze set çekiyorlar, güç olmamızı istemiyorlar’’ biçiminde okuyorsa, bunda medyanın payının belirleyici olduğu tartışma götürmez. Medyanın manipülatif yaklaşımları olmayıp, zayıflıklar güçlülük, her türlü adaletsizlik, milli adalet olarak sunulması, ‘ülkemize yönelik dış saldırılar bitmek bilmiyor’ yaygarası düzenli olarak yapılmasa, elbette ki toplum bu gelişmeler karşısında büyük patlamalarla sonuçlanan tepkiler verebilir. Öfkesini dışa vurabilirdi.

İktidar odaklarının medya üzerinden toplumu yarattıkları sömürü düzenine alışmaya zorladıkları, bunun için sistemli bir algı yönetimine başvurdukları hemen herkesin malumu. Tüm iktidarlar bugün ayakta kalmanın şifresini bu biçimde belirlemiş durumda: Toplum algısını ne ölçüde yönetebilirsen, o derece iktidarda kalabilirsin. Öyle ki, devlet yönetimi artık toplumun sorunlarına ne kadar çözüm ürettiğin, yaşam standartlarını ne kadar yükselttiğin ile ölçülmemekte-tarihsel olarak da böyle değildi ama yakın çağ kıta Avrupasında böyle bir yanılsama oluşturuldu- sözün gerçek manasıyla toplumu ne kadar kendi doğruların çerçevesinde idare ettiğin ile alakalı olarak değerlendirilmektedir. Ulus-devlet iktidarlarının, toplum yönetimini ‘idare etme’ olarak yorumlamalarının kaynağı buraya dayanır. Bu anlamda, sistem krizi en bariz yansımasını toplumsal sorunların çözüm yeri olması gereken politika alanında kendisini dışa vurur. Sistemsel krizin bir yansıması olarak toplumsal alanda ortaya çıkan sorunları, çözme gücü gösteremeyen iktidarlar, çareyi Medyaya başvurmakta bulur. Yapılan algı operasyonları ile yaşanan sorunlar ‘halledilmeye’ çalışılır ve bu konuda oldukça maharetli oldukları gözlerden kaçmaz.

Sanal Medya Yeni İlişkiler Ağı ve İletişim Jargonu Ortaya Çıkardı

Medyanın iktidar oyunlarında nasıl bir rol oynadığını anlamak açısından daha somut bir örneğe başvurmak, yerinde olabilir. Günümüzde hemen herkesin elinde, bir akıllı telefon ve yine herkesin mutlaka kullandığı bir sanal- sosyal medya hesabı mevcut. Sanal-sosyal medyayı kullanmayan yok gibidir. Hatta öyle bir aşamaya gelmiştir ki, diğer iletişim araçlarının gereksizliği, miadını doldurduğu tartışmaları yapılmaktadır. Elbette! Böyle bir durum yoktur fakat sosyal-sanal medyanın yaşamın temel bir parçası olduğu yönünde genel bir kanaat vardır. Basit bir anket çalışması dahi bu gerçekliği doğrular. Çevremizdeki kişilerin ağırlıklı kısmı, illa ki bir sosyal-sanal medya hesabı kullanmakta ve dışındaki dünya ile bu kanal vasıtasıyla iletişim kurmaktadır.

Sanal medya okuryazarlığı veya yalnızca medya okuryazarlığı olarak da adlandırılan, insanların medya mesajlarını daha iyi anlaması, analiz etmesi, belirli açılardan değerlendirebilmesi ve daha bilinçli olarak tüketebilmesi süreci olarak ifade edilen bu zeminin giderek hayatımızı daha fazla etkilediği aşikar. Geleneksel medya da sadece okur ve izleyici olarak yer alan birey, bugün artık bu ağın aktif bir kullanıcısı olmuş durumdadır. Etkilendiği kadar etkiler pozisyondadır. Kuşkusuz bu zemin pozitif yanları kadar negatif getirileriyle de gündemdedir. Sanal medya yeni bir ilişkiler ağı ve iletişim jargonu ortaya çıkardı. Bir müstear ismin arkasına saklanmış olmanın verdiği özgüven bireylere, muazzam bir ifade özgürlüğü bahşetmiş, insanlar bilinçaltının derinliklerinde mahsur kalmış duygu ve düşünceleri rahatlıkla ifade edebilir hale gelmiştir. Sanal-sosyal medya bağımlılığı, terim olarak literatüre girmiş durumdadır. Çevresi ile bağını koparacak ölçüde sanal-sosyal medya alanına gömülmeyi ifade eden bu durum; anti sosyal bir insan tipinin ortaya çıkmasına neden olmakta, sistemin etkisiyle zaten bireycileşen insan tipinin daha da derin bir kriz ile yüz yüze gelmesine neden olmaktadır.

Sosyal medya olgusuna dair daha fazla değerlendirme elbette yapılabilir ama pratik yaşamımızdaki yansımaları üzerinden etki düzeyini anlamak, bu algı operasyonlarında nasıl bir pay sahibini görmek daha anlamlı olacaktır. Bugün sanal-sosyal medya ortamında asıl kimliği bilinmeyen bir çok isim, an be an yorumlar yapmakta, bu yorumlarıyla diğer insanları etkilemekte ve harekete geçirebilmektedir. Sanal-sosyal medyada hemen her gün, bazen saatler içinde farklı bir gündem öne çıkmakta, tartışılmakta sonra başka bir konu konuşulur hale gelmektedir. Belli troll hesaplar üzerinden suni gündemler oluşturulmakta, toplumsal dalgalanmalar yaratılabilmektedir. Her daim olumsuz yorumlanmayacak bu aracın olumlu rol oynadığı toplumsal hareketlenmeler de olmuştur. Mısır’daki tahrir eylemleri, Sudan’daki son halk ayaklanması ve ülkemizdeki Gezi direnişi sanal-sosyal medyanın pozitif etkisine örnek gösterilebilir.

Olumlu ya da olumsuz rolü bir yana, sanal-sosyal medyanın hayatımıza en önemli ‘katkı’sının, gerçeği neredeyse ortadan kaldırmak olduğu tartışma götürmez. Sosyal-sanal medya ile birlikte artık gerçek bilgi-haber çok daha tartışmalı hale gelmiştir. Sanal- sosyal medyanın çok demokrat, ekolojik insanı büyük bir diktatör ve doğa düşmanı olarak ortaya çıkabilmekte, en hoşgörülü ve makul insanı tamamen bencil ve başına buyruk bir kişilik olarak yansıyabilmektedir. Daha ötesi bu tür durumlar artık doğal olarak algılanmaktadır. Özünde herkes sanal-sosyal medya kimliklerinin gerçek olmadığını, yapay olduğunu bildiğinden, olası bu tür durumlar karşısında da normal tepkiler vermemekte, bir nevi bu duruma alışmaktadır. Yani sosyal-sanal medya, insanın doğal reflekslerinin köreltildiği bir zemin olarak yaşama ‘’katkı’’ sunmaktadır.

İktidarlar bu zeminin avantaj ve dezavantajlarını iyi bildiklerinden kendi çıkarları doğrultusunda etkin bir rol vermekte ve topluma dönük algı oluşturma faaliyetlerinde kullanmaktadırlar. Sistemin sahibi durumundaki ABD-Avrupa ülkelerinin belli başlı sosyal medya programları-platformları üzerinden toplumları nasıl denetime aldıkları her gün daha fazla yazılmakta-değerlendirme konusu olmaktadır. Bu tür programların aynı zamanda insanları kontrol altına alma, kişisel verilerine ulaşma aracı haline getirildiğine ilişkin fazlasıyla veri mevcuttur. ABD son aldığı karar ile ülkesine gelmek isteyen insanların sanal-sosyal medya hesaplarına bakma kararı almıştır.Bir süredir benzer bir politika farklı devletler tarafından da uygulanmadadır.

AKP iktidarının oluşturduğu binlerce kişilik troll hesaplar ile, nasıl gün be gün bu zeminde gündem oluşturduğunu, oluşturmaya çalıştığına tanığız. Geçmişte yazılı ve görsel medyayı denetime alıp onun üzerinden topluma yön vermek isteyen iktidarların, bugün sanal-sosyal medya alanına da oldukça ilgiyle yaklaştıkları ve bu alanda önemli bir denetim sağladıkları görülmektedir. Buradan hareketle genel olarak, bir kaç hususun altını çizmekte yarar vardır.

Kapitalizm ve onu idare eden mekanizma olarak ulusal-devlet, açıkça bir yönetememe krizi içerisindedir ve eğer kısmi de olsa ayakta kalma becerisi gösterebiliyorsa, bunda medyanın payı belirleyicidir. Bu tespit medya her şeyi belirliyor anlamına gelmiyor, nihayetinde medyayı da idare eden kişiler var, onların zihniyetleri var. Fakat tüm bunları varsayarak, pratikte yaşanan durumu değerlendirme ihtiyacı yakıcıdır. Kuşkusuz iktidar zihniyetinin değişmesi, beraberinde medya alanında da bir değişimi getirecektir. Fakat mevcut durumda, ‘şu olursa ardından şu gelişme yaşanır’ demek oldukça zordur. iki olgu birbirini pozitif ve negatif olarak etkilemektedir. Verili iktidarların değişime direnme yanları göz önünde bulundurulduğunda, medyanın objektif olarak iktidar güdümünde-onların kontrolünde olmasından kaynaklı- bir yayıncılık yapması beklenebilir. Bu açıdan toplumun demokratik değişim ve dönüşümüne niyet edilirken, medya ayağını da eş zamanlı bir biçimde ifadeye kavuşturmanın, bu alanda yeni bir kurucu faaliyete girişmenin gerekli olduğu görülmektedir. Hali hazırda medya iktidar destekçisidir ve hiçbir iktidar böyle mükemmel bir araçtan yoksun olmayı göze alamaz. İktidarların klasik refleksi var olana tutunmadır. Medya olgusunda da yaşanacak olan bundan ötesi olamaz. Deneyimlerimizde gösteriyor ki, iktidara hizmet eden bir medya, her halükarda toplum karşıtıdır ve oynadığı rol ile sistemin ömrünün iyi bir uzatıcısıdır. O halde yeni bir toplumsal inşada, başat başlıklardan birinin de medya olması zaruridir.

Bu nokta da özgür basının, toplumu doğru bilgilendirme sorumluluğu ile hareket eden medyanın önemi daha fazla öne çıkmaktadır. Elbette artık, bir dönemlerin çokça tartışma konusu olan ilkesi ‘tarafsızlıktan’ söz etmiyoruz. Mutlak olarak herkes bir tarafta. Bu hayatın doğal akışından geliyor. Bu aşamada önemli olan objektiflik ilkesi oluyor. Hepimiz bu ‘’çivisi çıkarılmış’’ dünyada bir biçimde yaşıyor ve hayatımızı sürdürüyoruz. Her birimiz çokça eleştirisini yaptığımız, bu yaşananların bir kısmında doğrudan pay sahibi olup, olumsuz rollerde yüklensek; nihayetinde hepimiz daha iyi bir dünya istemi içerisindeyiz. Bu anlamıyla birbirimize karşı sorumluluklarımız var ve bunları yerine getirdiğimiz oranda daha yaşanılır bir dünya kurmak mümkün. Medya tam da bu yeni dünyanın yaratılmasında önemli bir rol oynayabilir, binlerce yıl önce toplumu bilgilendirme dürtüsüyle atılan ilk adımın ruhuna denk bir rolü oynayabilir.

 

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.