Düşünce ve Kuram Dergisi

Arap Baharı – Kürt Baharı

Aydın Engin

Bu yazıya Demokratik Modernite dergisinin editörü ‘Arap Baharının Çıkmazları ve Çıkış Seçenekleri’ başlığını önerdi. Ben değiştirdim ‘Arap Baharı – Kürt Baharı’ dedim.

Şundan: Türkiye’de kimi yazılarda, hatta birkaç Almanca gazete yazısında genel olarak Kürt siyasal hareketi ile özel olarak Rojava (Suriye Kürdistanı) ile Arap Baharı arasında zorlama benzerlikler, paralellikler arayan ve hatta bulanlara rastladım.

Bence benzerlik de yok, paralellik de…

Arap Baharından başlayalım. 18 Aralık 2010’da Tunus’ta genç bir işportacı, Muhammet Buazizi, Habip Burgiba rejiminin (Tunus’un Kemalizmi olarak da okuyabilirsiniz) mirası iktidarın yolsuzluk ve baskılarını protesto için kendini yaktı. Genç işportacının bedeninde parlayan alevler hemen hemen bütün Arap dünyasını tutuşturdu. Mısır, Libya, Cezayir, Lübnan, Ürdün, Umman, Moritanya, Sudan, Yemen, Suudi Arabistan, Fas, Irak, Cibuti, İran, Bahreyn, Suriye gibi birbirinden epey farklı rejimlerde kimilerinde küçük, kimilerinde büyük çaplı protesto eylemleri patlak verdi. Kimi ülkelerde bu eylemler zorla bastırıldı; kimilerinde hükümet değişiklikleri, bazı demokratik hak tanımalarına tanık olundu.

Mısır ve Tunus’ta ise iktidardaki otoriter partiler devrildi.

Kuşkusuz Arap dünyası, benzeri görülmemiş bir çalkantı yaşadı. Kuşkusuz Arap dünyasında uzun süredir ilk kez özgürlük ve demokrasi talepleri toplumun alt katmanlarına kadar yaygınlık kazandı.

Kuşkusuz Arap dünyasında –o aşınmış deyimle söylersekhiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Ancak söylemek zorundayız: Bugün için o ülkelerde temelde çok bir şey değişmedi. En büyük çalkantının yaşandığı Mısır ve Tunus’ta bugün egemen olan rejimler ile yıkılanlar arasında uçurumlar yok.

Dahası ve daha önemlisi baskıcı yönetimleri tepetaklak eden, en azından sallayan o kitlesel eylemler süreklilik kazanmadı. Bazı ülkelerde sabun köpüğü kadar bile iz bırakmadı; sönümlendi. Zaten direngen, kalıcı, köklü, gelenekli bir direniş hareketinin doruk yaptığı eylemler değil, aniden başlayan, yılların birikimi sonunda patlayan ve örgütsüz başlayıp, örgütsüz biten eylemlerdi.

Evet, o kitleler örgütsüzdü… Eylemler de gevşek örgütlenmeler, sosyal medya üstünden çağrılarla düzenlenebildi.

Arap Baharı’nın bu yönünü gözden ırak tutarsak ona taşımadığı ve taşıyamayacağı anlamlar ve işlevler yükleriz.

Arap Baharı’nın ‘Kürt Baharı’na esin kaynağı olduğu yolunda çok sığ, daha önemlisi yanlış değerlendirmeler, zorlama paralellik kurma çabaları yüzünden bu paragrafları yazma gereği duydum. Bunun, bu sayısının ana konusu Rojava olan bir dergide anlamlı olduğu kanısındayım.

* * *

Alman dilinin referans kaynağı olan Duden sözlüğünde ulus teriminin karşılığı olarak ilginç bir tanımlama vardır. Ulus: Devleti olan halk.

Kuşkusuz bu fazla basite indirgenmiş bir ulus tanımı. Ama yine de yansıttığı bir gerçek var.

Bu bağlamda ele alırsak Araplar için ‘uluslaşmış halk’, Kürtler içinse ‘uluslaşamamış halk’ demek gerekecek.

Peki, bu doğru mu? Bence Duden yanılıyor.

Araplardan başlayalım. Bir değil bir çok Arap devleti var. Kimi cemahiriye (cumhuriyet), kimi krallık, kimi sultanlık. Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’ya yanyana sıralanan, birbiriyle sınır komşusu devletler. Halklarının tümü de (ağırlıklı olarak) Arap.

Yani, tek halk, çok devlet. Niye?

Sorunun bir cevabı haritada. Ortadoğu haritasına bakın. Arap devletleri arasındaki sınırlar cetvelle çizilmiş gibidir. Çünkü sahiden de cetvelle çizildiler ve cetveli alıp sınırları çizenler Araplar değil, İngiliz emperyalizminin harita subaylarıydı. Sınır çizgisinin oradan değil de şuradan geçmesine onlar karar verdi ve görevleri tümüyle kontrolleri altında tuttukları Arap kabile şefleri, şeyhleri arasında Ortadoğu’yu paylaştırıp, paramparça etmekti. Bugün ‘kral, sultan’ gibi namlarla anılanların hepsi büyük, güçlü ve İngiliz sömürge imparatorluğuna kayıtsız koşulsuz biat etmiş aşiretlerin, kabilelerin reis aileleri idi.

Sorunun öteki cevabı ise ‘Petrol’de. Tüm Arap halkının tek bir ulus-devlet çatısı altında buluşması, yeryüzünün en verimli, kaliteli ve zengin petrol yatakları için potansiyel bir tehlike idi. Ancak paramparça edilip ortaçağ kalıntısı rejimlere sahip devletler oluşturularak petrol yatakları güvenceye alınabilirdi.

Öyle yapıldı.

İkinci dünya savaşının bitiminden on yıl kadar sonra bu yapay ve emperyalizme göbekten bağlı ulusdevlet bile olamamış devletler öbeğinde çatlaklar başladı. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da ulusal kurtuluş savaşları ardı ardına kıvılcımlandı. Pek çoğu Türkiye’de askeri eğitim görmüş subayların öncülüğünde Tunus’ta, Mısır’da, Irak’ta, Suriye’de, Libya’da, Cezayir’de krallıklar askeri darbelerle devrildi ve Kemalizmle gerçekten de şaşırtıcı benzerlikler taşıyan cumhuriyetler kuruldu.

Kısa süre sonra Lübnanlı Hristiyan Arap Mişel Eflak’ın teorik ve ideolojik fikir babalığında bütün Arapları tek devlet çatısı altında buluşturacak, kadro kompozisyonları ‘az sivil-çok asker’ diye tanımlanabilecek Baas partileri birçok Arap ülkesinde darbecilere darbe yaparak iktidara geldi. Mısır’da Cemal Abdülnasır, Tunus’ta Habip Burgiba, Suriye’de Hafız Esad, Libya’da Muammer Kaddafi, Irak’ta Hasan el Bekir Baas iktidarlarını kurdular. Baas Arapça ‘yeniden diriliş’ demek. Baas’ın ideolojik hattı da ‘iştirakiyyun’ olarak nitelendi. Serbest çeviriyle iştirakiyyun sosyalist demek. Ancak bu sosyalizm özünde Kemalizmin Arap versiyonundan ibaretti. Kemalizm gibi onlar da olumlu ve olumsuz pek çok düzenlemeler yaptılar.

Bütün Arapları tek bir Arap cumhuriyeti çatısı altında buluşturmak ise bir ara Irak, Mısır ve Suriye arasındaki sonuçsuz girişimler, keza Libya ile Mısır arasındaki yine sonuçsuz girişimler dışında hedefine hiç ulaşamadı ve Baas rejimleri gitgide milliyetçi, baskıcı iktidarlara dönüştü.

Bu bugün de böyle ve Arapların ‘tek halk-çok devlet’ gerçeği bugün de sürmekte…

Arap Baharı da bu gerçeği değiştirmiş değil. Sadece baskıcı Baas rejimlerinden bazıları devrildi, bazıları da derin yaralar aldı. ‘Yerlerine ne geldi’ sorusu ise henüz cevapsız.

* * *

Bir dergi yazısının sınırlarını zorlamak pahasına yakın tarihin Arap dünyasına kabaca göz attık.

Arap dünyasındaki bu kabaca gezinti bile Arap Baharı ile ‘Kürt Baharı’ arasında bir paralellik kurulamayacağını, bir benzeşim aranamayacağını kanımca iyi gösteriyor.

Arap dünyası parça parça da olsa devletler halinde örgütlü. Buna karşılık dört ülkede (Türkiye, Irak, Suriye, İran) yaşayan Kürtlerin bırakınız tek devlete, dört ayrı devlete kavuşmalarına bile 2. Dünya savaşı sonrasında Ortadoğu haritasını cetvelle çizen emperyalizm tarafından izin de verilmedi, olanak da tanınmadı.

1946’da kurulan kısa ömürlü Mahabad Cumhuriyeti’nden beri Kürt halkının bağımsız bir Kürt devletine ulaşma çabaları hemen her zaman kanla bastırılarak önlendi.

Bu tablo, bu dört parçaya bölünmüş Kürdistan gerçeği bugün de sürüyor. Ancak Kürtlerin çizmediği, Kürtlere dayatılmış olan bu tablo bugün çatırdıyor.

Kürt halkı için yılların değil neredeyse günlerin gebe olduğu bir tarih dilimindeyiz. Yani bir Kürt Baharı yaşanmakta…

Kuzey’de nereye evrileceği henüz belli olmayan ama eskiye (birkaç on yıl öncesine) dönülemeyeceği artık Türk milliyetçilerinin bile bilincine çıkan bir ‘süreç’ yaşanıyor. Silahlı isyan ile başlayan süreç bugün kitlesel gücü tartışılmaz bir siyasal mücadele aşamasına sıçradı.

Doğu’da Mollalar iktidarı kaçınılmaz olanı geciktirmek için kâh zor kullanarak, kâh sırt sıvazlayarak statükoyu korumaya çabalıyor.

Güney’de Kerkük petrollerinden pay almanın bile refah patlaması yaratmaya yettiği Barzani iktidarı var. Bence mümkün olursa bir Kürt-ulus devleti kurmak, mümkün olmazsa Bağdat’la bağları çok gevşek bir konfederasyon oluşturmak hedefi güden Barzani yönetimi, öteki üç parçayı kendine adeta yük olarak görüyor ve onlardan düşmanlık göstermeden uzak durmayı yeğliyor.

Batı’ya (Rojava’ya) gelince…

Öteki üç parçadaki Kürtlerden daha ağır bir baskı altında yaşayan, petrol yataklarından herhangi bir pay alamayan, dahası yurttaşlık haklarından bile inatla mahrum edilmiş Rojava Kürtleri, Suriye’deki Sünni ayaklanmasının yarattığı elverişli koşulları iyi analiz edip iyi kullanarak bölgede ‘devlet olmadan devlet gibi işleyen’ bir düzeni ete kemiğe büründürdüler. Hem de batı Avrupa normlarıyla ölçülürse bal gibi ‘sosyal devlet’ diye nitelenebilecek bir devlet.

Dört ülkeye parçalanmış Kürdistan’ın onca zorbalığa, kana rağmen bir türlü kurutulamayan tohumları, ‘İlk önce Rojava’da çatladı da çiçeğe durdu’ dense çok mu yanlış olur?..

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.