Düşünce ve Kuram Dergisi

Hareket Olarak Demokrasi

Joost Jongerden*

Giriş

Bu yazıdaki amacım, siyaseti, demokrasiyi ve Türkiye’deki Kürt meselesini yeniden çerçevelendirmek için ayakları yere basan bir girişimde bulunmaktır. Özellikle, Kürdistan İşçi Partisi, PKK (Partiya Karkerên Kurdistan) ile anılan açığa çıkan kurumsallaşmalar bağlamında yeniden ele alınan demokrasi ve yeni politika biçimleriyle ilgileniyorum. İlk olarak, PKK’den ne anladığımızı açıklığa kavuşturmalıyız. Kürdistan İşçi Partisi 1978 yılında siyasi bir parti olarak kurulduğunda, başında partinin lider konumunda bulunan bir genel sekreteri vardı, ayrıca doğrudan operasyonlar için bir yürütme kurulunun bulunduğu klasik bir komünist parti yapısına sahipti. Merkez komite en yüksek yürütme kurumuydu ve Parti Kongresi en yüksek karar alma organıydı. Fakat yıllar boyunca PKK değişim yaşadı. Bugün PKK’den bahsederken bir parti-karışımı gibi bir şeyden bahsediyoruz, farklı parçalardan oluşan (PKK de parti olarak bunun bir parçası) örgütlerden, farklı partilerin formasyonundan, kadınları örgütleyen bir eş-partiden, Suriye (PYD), İran (PJAK), Irak (PÇDK) gibi ülkelerdeki kardeş partilerden ve bu partilerle bağlantılı olan gerilla güçlerinden bahsediyoruz. Bu partiler demetinin yanı sıra; PKK, politik pratiklerin koordinasyonunun ve entegrasyonunun kurumsallaşmalarını da inşa etti. Bugün, en önemli kurum, meclisinin KONGRA-GEL olarak adlandırıldığı, köylerde, şehirlerde ve bölgesel meclisleri olan Kürdistan Topluluklar Birliğidir. (KCKKoma Civakên Kurdistan)

Yukarıda bahsedilen meclisler, basit olarak yerel girişimler olarak değil, politika icra etme konusunda daha büyük bir projeye ya da düşünceye işaret eden “demokratik özerklik” ve “demokratik konfederalizm” gibi kavramların bağlamında ele alınmalıdır.

Biz belki politikanın bu biçimini anlamayabiliriz, fakat bu tarz bir politika, akademiyi ve yeni demokrasi biçimleriyle ilgilenenleri daha yakından incelemek için zorlamalı.

Kürt Hareketi’nin dışında demokratik konfederalizm ve demokratik özerklik kavramları ya reddedildi ya da bilinmiyor. Hareketin içinde, bu kavramlar kesin değil. Konfederalizmi yasal bir düzenleme olarak devlet formunda tanımlayan kurulu politik kelime dağarcığı, “demokratik konfederalizm” ve “demokratik özerklik” gibi kavramları tanımlayamadığı bir gerçektir. Biz bu kavramları eski kelime dağarcığı temelinde “yetersiz” olarak yargılama konusunda dikkatli olmalıyız çünkü bu tarz yeni girişimleri hukuki ve devlet eksenli ele almak imkânsız. Buradaki temel mesele deneylerin tuhaf ve alışılmadık oldukları için yaşam bulamayacağı önyargısına sahip olmak değil, fakat bu yeni deneylerin içerisinde geliştikleri ve yeni biçimlerin pratikleştiği yolu anlamaktır. Böylece, bu makale hareketi anlamaya yönelik güçlü bir girişim ve bir çalışma olduğunu söyleyebiliriz.

Yeni politika biçimlerine ve demokrasiye daha yakından bakmak için birçok sebep var. Ortadoğu’daki şiddet patlaması devlet krizinin bir semptomudur. Weber’den sık sık alıntılandığı biçimiyle, devlet meşru şiddet kullanımının tekelini başarılı bir biçimde elinde bulunduran birim, kurum ya da bir kurumlar sistemidir. Meşru şiddet tekeli devleti tanımlamasına rağmen, şiddetin sistematik kullanımı potansiyel olarak kendisinin altını oyar. Eğer bir devlet gösteri dağarcığını gelenekselleşen bir biçimde kullanmaya ihtiyaç duyarsa, kendi fonksiyonel yeterlilik ve meşruluk özelliklerini kaybetme ihtimali doğar. Bundan sonra hükümet etme, şiddet aracılığıyla süreklileşmiş şiddet pratiğidir ve şiddet devlet kurumlarının işleyişi için şarttır. Bu, Walter Benjamin’in açıkladığı gibi, olağanüstü hal durumunun bir norm haline gelmesi, bir istisna değil kaide haline gelmesidir. Bu kaide, on yıllardır Kürdistan Coğrafyası’ nda –Suriye, Türkiye, Irak ve İran’da uygulanmaktadır.

 

Radikal Demokrasi

Burada ilgilenmek istediğimiz konu, devlet sorunu değil, dahası devletin ötesinde yönetimi nasıl tahayyül edebileceğimizdir. 1991’de, liberteryen sosyalist Murray Bookchin’in, “toplumsal yeniden inşayı hedefleyen hareketlerin en büyük hatası” -burada özellikle ezilenler adına hareket eden sol örgütleri kastediyor“insanları mevcut durum tarafından inşa edilen sınırların ötesine taşıyacak politikaların eksikliğidir” Bookchin’e göre bu tarz bir sosyal inşa, devletçiliğin ve marketin ötesine ulaşmak durumundadır. Bookchin’ le benzer olarak, Abdullah Öcalan, PKK’nin tutuklu lideri, tarihi kapitalizm ve ulus-devlete bırakmamamızı, dahası bunların ötesine geçen yeni siyaset biçimleri üzerine yoğunlaşmamız gerektiğini tartışır. Bugün, Kürt Hareketi içinde, oldukça açık bir biçimde, sosyal-inşa tartışılan temel ilkelerden biridir.

Bu sosyal-yeniden inşa fikri Kürt Hareketi’nin çeşitli halkaları içinde Radikal Demokrasi olarak tartışılıyor. Bu tartışmanın radikal olarak addedilmesi demokrasi kavramını ulus-devlet ötesinde gerçekleştirmek istemesinden kaynaklanmaktadır ve bunu üç proje ile yapmaya çalışmaktadır:

  1. Demokratik Cumhuriyet
  2. Demokratik Konfederalizm
  3. Demokratik Özerklik

Eğer doğru anladıysak, demokratik cumhuriyet yurttaşlık haklarına ve daha doğrusu hala devletle ilgili bir politikaya vurgu yapıyor. Fakat demokratik özerklik ve demokratik konfederalizm kavramları insanların özerk kapasitelerine, daha doğrudan olup da daha az temsiliyetçi olan politika biçimlerine vurgu yapıyor.

Demokratik özerklik deyince, insanların birlikte yaşam için, içerisinde doğrudan katılım ve işbirliği ile istenilen gerekli koşulları ürettikleri ve yeniden ürettikleri pratikleri anlıyorum. Bu otonomist-marksist literatürde kendi kendini değerli kılma-olumlama anlamına tekabül eder. Cleaver’a göre, kendini değerli kılma kavramı, “dikkatlerimizi direnişin ötesine geçen, çeşitli pozitif, sosyal olarak yaratıcı öz-aktiviteye çekmeyi sağlar” Bu esasında Lenin’in işaret ettiği “otonom yeterlilikleri yaratmadır”. Demokratik Konfederalizm öz-yönetimi hedefleyen aşağıdan yukarıya doğru bir sistem olarak karakterize edilebilir, aynı anda içinde eylemi ve eylemden öğrenmeyi barındıran, fakat bir insanın kendi yaşam koşulları üzerinde söz sahibi olması bağlamında anlaşılmalıdır.

Diyarbakır’da yerel bir parti lideri ile karşılaştığımızda, demokratik-konfederalizmin “kendisini ideolojik, kurumsal ve politik ulus-devlette bulan kapitalizme alternatif” olarak geliştirildiğini anlattı. Sadece ulusdevlet ve kapitalizme değil, aynı zamanda geçmişte “yaşayan gerçek sosyalizm” olarak anılan “politik olarak alternatif olamayan” sisteme de alternatif olarak görülüyor. Bir paradigma olarak –yerel parti liderinin anlattığına göredemokratik konfederalizm devlet gücünü ele geçirmeye odaklanmıyor hatta devlete de odaklamıyor, dahası öz-örgütlenmeye dayalı alternatif yönetim biçimi geliştirmeye çalışıyor. Ve Kürt Partisi PYD Suriye’nin kuzeyinde (ya da Batı Kürdistan’da) Baas rejimini devirdikten sonra, yerel meclisler her yerde kuruldu.

Demokratik konfederal yapı altında gelişen bu meclisler, aslında 2007’den beri paralel bir yönetimsellik olarak aktifti, adaleti organize eden ve çatışmaları nihayete erdiren temel yapıydı. Devletin o bölgede çökmesiyle birlikte, kendilerini açığa çıkardılar, daha görünür kıldılar. 2011 yazından beri, bu yerel meclisler için fiili seçimler Batı Kürdistan’da ve Suriye’de farklı şehirlerde ve kasabalarda uygulamaya konuldu. Örneğin, Halep’te Suriye’nin en büyük şehrinde, Kürtler kendi fiili temsilcileri için 35 seçim sandığı kapsamında ve değişik bölgelerde oy kullandılar.

Bu meclisler, sosyal yaşamı örgütleme sorumluluğunu üzerlerine almış görünüyorlar. İsyan ve savaş döneminde en temel sosyal hizmetleri vermeye çalışıyorlar ve bunu başarıyorlar. Batı Kürdistan bölgesi boyunca, Baas’ın bölgeden düşmesinin hemen akabinde güvenliği sağlamak amacıyla öz-savunma güçleri örgütlendi. Komiteler hem Baas güçlerinin ayağını kaydıracak güce hem de Özgür Suriye Ordusu’nu ve diğer unsurları bölgeden uzak tutacak güce sahip. Fakat komiteler bunlardan daha fazlasını yaptı. PYD’ nin söylediğine göre, 26 Eylül 2011’de açılan Türkiye ve Suriye sınırındaki Kobani İlçe’sinde Şehit Osman İlkokuluna yüzlerce öğrenci kayıt yaptırdı. Bundan sonar Kobani’de ve başka bölgelerde açılan okullar birbirini takip etti. Kürt Hareketi’nin kontrolü altında bulunan diğer bölgelerde ise meclisler ekmek dağıtımına müdahalede bulundu. Böylece, şehir yoksullarının ekmekten yoksun kalmaması için bir komite yönetim-kontrol komitesi kuruldu. Derik şehrinde, meclis benzinin eşit dağıtımı için müdahalede bulundu. Meclis hareketi, eğer bu şekilde isimlendirebilirsek, çok geniş bir şemsiyenin-çatının altında örgütlendiğini söyleyebiliriz. PYD lideri Salih Müslüm, şu şekilde özetliyor:

Biz bunu Batı Kürdistan Halklarının Meclisi olarak adlandırıyoruz. Meclisler her yerde örgütlü ve bunlar, insanları korumak amacıyla -köylerde de yer alanözsavunma komitelerini de içermektedir. Şunu söylemek istiyorum ki, insanlar kendi savunma güçlerini kendileri örgütlüyorlar. Onlar silahlı guruplar ve toplumu koruyorlar. Günlük işlerde ve çalışmalarda, belediyelerde ve yerellerde, komitelerimiz var, böylece merkezi bir otoriteye ve ana hükümete ihtiyacımız yok. Her yerde ve her bölgede şu ana kadar çok başarılı olan bir çeşit öz-yönetim mekanizmamız var. Düşüncem odur ki, eğer biz bu pratiği bütün Suriye’de görebilirsek, Suriye gerçekten şimdikinden çok farklı olacak.

PYD, programında yazdığı gibi resmi olarak demokratik özerkliği oluşturmayı hedeflediğini duyurdu. Ayrıca demokratik konfederalizmin sadece Ortadoğu’daki Kürtler için değil, aynı zamanda, birlikte yaşamak ve dinsel ayrışmaların ve bölünmelerin önüne geçmek için de alternatif olarak öneriliyor.

Murray Bookchin’i takiben, Kürtler arasında ‘demokratik özerklik’ ve ‘demokratik konfederalizm’ tartışmalarını başlatan inisiyatif PKK lideri Abdullah Öcalan’dır. 2004 senesinde Öcalan Murray Bookchin’le diyaloga girme çağrısı yaptı. 83 yaşındaki Bookchin bu daveti kabul edemeyecek kadar hastaydı fakat bu durumda bile Öcalan’a iyi dilekleri gönderdi ve Kürt halkının Özgür bir toplum inşa etmesi temennisini bildirdi. Bookchin, 2006 yılında öldüğünde PKK, kurum olarak onu “20.yüzyılın en iyi sosyal bilimcilerinden ” biri olarak andı.

Bookchin kendi çalışmasında iki farklı politik hattı birbirinden ayrıştırıyor: bunlar politikada iki ana hükmetme biçimini tahayyül ettiren Helen tarzı siyaset ve Roma tarzı siyasettir. Birincisi Helen modeli, Bookchin’in de kendisini daha yakın hissettiği daha katılımcı ve demokratik olan modeldir. Roma modeli, 18.yy anayasacılarının düşünce dünyasında ve Amerikan ve Fransız devrimi pratiğinde modern dünyanın baskın olan politik tipi olmuştur. Atina modeli ise buna karşı olarak 1871 Paris Komününde, 1917 Rusya’daki devrimin meclislerinde (Sovyetlerde) ve 1936 İspanya Devriminde gerçekleşmiştir. Devletçi, merkeziyetçi Roma modeli, sürüye mensup özneler bütünüdür, ama Helen Modeli aktif yurttaşlık temelindedir.

Bookchin politik tahayyülü insanların aktif yurttaşlar olarak konfederalizm temelinde yeniden yapılanmasını düşünür. Yerel yurttaşlar tarafından yönetilen ve geri çağrılabilir yöneticilere sahip olan birbiriyle bağlantılı topluluklar olarak tanımlamak mümkün olması Bookchin tarafından ulus-devlete alternatif olarak düşünülmüştür. Başka bir yerde Bookchin Demokratik Konfederalizmi, “üyelerinin yüz yüze demokratik bir şekilde köylerden, kasabalardan ve komşu büyük şehirlerden seçildiği birliktelikler ” in yönetim şekli olarak tanımlar. Bu yürütmeyi yapan meclisler genel yürütmenin bedenini oluştururlar. Seçilen insanlar ilke ve kuralları belirlemekten ziyade topluluğun kendi özgücü tarafından yakinen kontrol edilir.

Meclislerin üyeleri yakından takip edilir, geri çağrılabilir. Bu insanlar ayrıca onları koordinasyon ve yürütme için seçen kuruluşlara karşı sorumludurlar. Onların fonksiyonu yürütme ve pratik işleridir, cumhuriyetlerdeki yöneticiler gibi yasa koymak değildir.

Bookchin’e göre, konfederalizm en iyi yetkinleşmesine otonomi projesi ile ulaşır, “yerel çiftlikleri, fabrikaları ve diğer girişimleri yerel belediyenin ellerinde tutmaya başladığında” ya da “bir toplum… Kendi ekonomik kaynaklarını diğer topluluklar ile bağlantılı yönetmeye” başladığında yetkinliğe ulaşır. Bu modelde, ekonomi konfederal meclislerin kontrolü altındadır ve “ne kolektifleşmiş ne de özelleşmiştir, ekonomi ortaktır, ortaklaşadır. Bu doğrultuda, Bookchin’e göre konfederalizm ve otonomi “toplumun yeni radikal biçimlenişidir”. Bu konfederalizm ve otonomi projesinde araçlarküçük ölçekli, öz-yönetimli ve öz-yürütmesini yapan birimlere dayanan araçlar ve toplum kontrollü ekonomiye dayanan amaçlar, birbirleriyle örtüşür. Bu politika, amaç ve araç bütünü, ulus-devlete alternatif bir politika olarak düşünülebilir.

Öcalan da benzer bir konfederalizm anlayışı geliştirmiştir. Devlet eleştirisini esas alan tarihi uygarlık analizine paralel olarak, Öcalan devlet ve devlet inşası fikirlerinin tuzağına düşen reel sosyalizmin ve ulusal kurtuluş hareketlerini bu minvalde eleştirir.“Kürdistan İşçi Partisi (PKK), reel sosyalizmin etkisi altında, ulusdevletçi paradigmayı aşma noktasında yetersizdi.” Eski paradigmayı aşmak maksadıyla, Öcalan, insanların kendi öz-yönetim imkânlarını radikal demokrasi çerçevesinde yorumladı ve PKK’yi devleti hedefleyen bir parti olmaktan çıkararak, demokratik toplumu hedefleyen bir partiye dönüşümünü hızlandırdı.

2005 yılından beri, PKK ve ona bağlı olan örgütler KCK (Koma Civakên Kurdistan, Kürdistan Topluluklar Birliği) projesi altında yeniden örgütlendiler. KCK, ulus-devlete alternatif olarak inşa edilen, sosyal yönü ağır basan bir yapıdır. KCK kendisini aşağıdan yukarıya meclisler şeklinde örgütleyen, “kendi demokrasisini inşa etmeye çalışan, ulus-devleti hedeflemeyen ve onu kendi karşıt rakibi olarak görmeyen” bir kurumdur. Kendi temel metninde, KCK sözleşmesinde, temel amaç toplumun demokratik örgütleri ve demokratik karar alma iradesi üzerinde yükselen radikal demokrasinin genişlemesidir. Sözleşme, devlet zihniyetini aşan yeni bir sosyal örgütlenme anlayışını ifade ediyor. Bu anlamda KCK’nin ana örgütlenme fikri olan demokratik konfederalizm Kürtlerin yaşadığı her yerde -hatta ve hatta anayasal çerçevede tanımlanmış federal bir yapıya sahip Irak’ta bilegeçerlidir. Bu projede, iki ana belirleyici faktör var: birincisi toplulukların gücünü yansıtan demokrasi kavramı (hükümet biçimine karşıt olarak) ve ikincisi ise devletin bu kavramdan dışlanması.

Demokratik Konfederalizm özgür bir yaşam için devletin ötesine geçen sosyal ve politik bir sistemdir. Devletlerin kendisini tanıyıp tanımaması çok da Demokratik Konfederalizmin umurunda değildir. Eğer devletler bu sistemi tanımazsa bile, Kürt halkı bunu kendisi inşa edecektir. Eğer devletler, demokratik özerklik anlayışıyla bu sistemi tanırlarsa, Kürt halkının kendi mücadelesi ışığında demokratik konfederalizmi inşa etmek daha kolay bir hal alacaktır.

Bu paragrafa göre, Kürt halkı tarafından önerilen bu proje yeni bir tür organizasyon da doğurdu, DTK (Demokratik Toplum Kongresi) aşağıdaki argüman üzerinden kurulmuştur:

Bugün biz çok yerel ve yetersiz kalmasına rağmen bazı bölgelere ve meclislere sahibiz. Bu örgütlülükler yeterli derecede temellendirilemediğinden Kürt Halkı hala kendi taleplerini politik partileri aracılığıyla ve devlete karşı dile getiriyorlar. (…) Eğer Kürt halkı bu kongre çatısı altında kurumsallaşırsa, çözüm için bir muhatap olarak ortaya çıkacaklardır. Ve devlet, bu bedenle karşılaşırsa, eski alışkanlıklarını bir kenara bırakmak durumda kalır.

Kongre yerel meclislere, doğrudan demokrasinin konfederal biçimine dayanır. (Bookchin kitabında bunu “liberteryen belediyecilik” olarak adlandırır ve Öcalan bunu “devlete gerek duymayan demokrasi” olarak tanımlar.) Gerçekte, DTK basit olarak diğer organizasyonlar gibi değil, fakat halkın doğrudan gücünü esas alan, köylerden, kasabalardan, şehre doğru ilerleyen yeni bir politikanın demirci ocağıdır.

Diyarbakır’da, meclislerde aktif olan birçok kadın ve erkekle konuşma fırsatı bulduk. Ve kendilerine çok güveniyorlardı. “Bizim amacımız” –çok yoksul bir mahallede bulunan meclislerden birinin başkanı olan arkadaşın anlattığına göre“ hayattaki yaşadığımız problemlerle yüz yüze gelmek ve bunları devlete ihtiyaç duymadan kendi öz gücümüzle çözmektir”. Meclislerde bulunan diğer insanlar da şöyle eklemeler yaptılar: “Devlet insanların sırtında bir kamburdur”, “devletsiz yaşamaya çalışıyoruz”. Her ne kadar kızgın gözüküyorlarsa da, “maalesef devlet düşüncesi insanların beynine sıkıştırılmış ve insanlar devlete referans yapmadan düşünmekte güçlük çekiyorlar, bu sebeple bir yandan kendi öz-örgütlülüğümüze yönelik pratikle uğraşırken diğer yandan da bunun ne olduğunu anlamak için çaba sarf ediyoruz” Bu anlama çabası örneğin cinsel eşitliğe yönelik olabiliyor. Biz bu resme göre, buradaki sistemi “fiiliyatta, pratikte demokrasi” diyebiliriz. Ayrıca bu sistem, insanların kendi öz-kararlaşmaları üzerine, yani insanların sahip olduğu yaratıcı-üretici potansiyele göre radikal demokratik bir zeminin üzerinde yükselmektedir.

Peki, bu meclisler, iyi ve sağlam işliyor mu? Cevap hayırdır. Pratik problemden farklı olarak, bu meclislerde çalışan birçok insan geçtiğimiz yıllarda düzenlenen KCK operasyonlarında tutuklandı. Bu insanların yaptıkları eylemler suçla ilgili olmamasına rağmen, “terörist” olarak damgalandılar. Gerçekte, yaptıkları eylemler katılımcı bir demokrasinin ölçüleriyle örtüşüyordu. Açıktır ki, “terörist” damgası meclislerde yer alan insanların iyilikleri ya da kötülükleri üzerine kurulmamıştı. Onların fikirler ve eylemleri aktif bir yurttaşlık temelindeydi. Bu insanlar aktif yurttaşlığın PKK ile çağrışım yapması sebebiyle tutuklandılar.

 

Sonuç

Bu yazıda PKK hareketinin devleti ve kapitalist pazarı aşmayı hedefleyen, birbiriyle bağlantılı iki yönetsel projesi üzerine yoğunlaştık –demokratik özerlik ve demokratik konfederalizmMurray Bookchin’den de etkilenen bu projeler radikal demokrasiye fazlasıyla gönderme yapar ve insanların özerk iradeleri ve eylemlilikleri üzerine yoğunlaşır. Bunları hayatın içindeki fiili demokrasi olarak tartıştık: öz-yönetimsel örgütlenmeyi onu pratikleştirerek öğrenmek ve bir insanın yaşadığı yerde doğrudan inisiyatif almasını sağlamak. GibsonGraham’ın deyişiyle, biz bu inisiyatiflere başka dünyaları deneyimlemek için gönderme yapabiliriz. Tabii ki de, demokratik özerkliğe ve demokratik konfederalizme yapılan vurgu ve bu doğrultuda değiştirilen paradigma kulağa ütopik gelebilir ve bunlar ütopiktir de!

Demokrasi her ne formatta olursa olsun idealdir, kendini gerçekleştirmeye doğru can atan bir ideal… Eduardo Galeano’nun deyimiyle:

Ütopya ufukta yatar. Ben ona ne zaman iki adım atsam, o kendisini iki adım daha geri çeker. Eğer ona doğru 10 adım ileri atarsam, o da 10 adım geri atar. Ne kadar gidersem gideyim, gittiğim mesafe ne olursa olsun, ona hiçbir Zaman ulaşamıyorum. Peki, ütopyanın amacı nedir bu durumda? O bizi ilerletmek için can atan sebeptir.

 

*Wageningen Üniversitesi-Hollanda

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.