Düşünce ve Kuram Dergisi

Artık Öcalan’ın özgürlüğü konuşulmalı

Röportaj: Şafak Çelen

Türkiye Barış Meclisi sözcüsü Hakan Tahmaz çözüm sürecine ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Çözüm sürecinin ilerlemesi için hükümetin önünde atması gereken önemli adımların olduğuna değinen Tahmaz, hükümetin hala demokratik sürecin gelişmesine yardımcı olabilecek bir dili oluşturmadığını kaydediyor. Tahmaz, AKP’nin BDP’yi olayın diğer ucunda tutma gayreti içerisine girerek kendisini tartışmaların merkezine yerleştirmek istediğine dikkat çekiyor. Öcalan’ın özgürlüğü konusuna da değinen Tahmazla Barış Meclisi’nin bu süreçte neler yapacağını da konuştuk.

 

Türkiye Barış Meclisi olarak Sayın Öcalan’ın başlattığı bu sürece AKP’nin nasıl bir anlam yüklediğini düşünüyorsunuz? Bu süreci öncekilerden farklı kılan nedir?

 

Tabi ki önemli farklılıklar vardır. Fiilen Kürt siyasal hareketi muhatap olarak kabul edilmiştir. Benim bildiklerim, kıyısında, köşesinde yer aldığım süreçlere baktığımızda bile yani 2006’dan itibaren şimdiye kadar neler görüşüldü neler söylendi bilmiyorum ama. 2006’dan itibaren bir görüşmenin olduğu bilgisine sahibiz. Zaten Oslo’daki son durumla birlikte açığa çıkan bir görüşme trafiğinin olduğu görülüyor. Şimdiki görüşmeler geçmişte yaşanan süreçle biraz daha farklı gelişiyor. O da şu; birincisi, irade kabul ediliyor, yani devlet yetkilileri bu iradeyi görüyor. Her ne kadar bunun çerçevesini kendileri farklı biçimlerde doldurmak isteseler de bu iradenin ayan beyan kabul edildiği ortada. İkincisi ise artık BDP’nin Öcalan ile siyasi temsilciler biçiminde kurduğu temasın boyutları görülüyor. Bu noktada demokratik siyasetin, PKK meşruiyetine büyük ölçüde katkı sunduğunu düşünüyorum. Ve diğer çok önemli bulduğum konu ise hükümetin bir risk aldığı konusu. Onlar da ortaya bir irade koyduğunu alenen ilan etti. Görüşmeler sürecinde özelliklede ŞubatMart aylarında Ahmet Türk’lerin görüşmesinden hemen sonra Erdoğan, “evet ben bu süreci silahların susması durumunda, geri çekilmenin gerçekleşmesi durumunda çözmeye varım, adayım” dedi. Bu iradenin Türkiye’de açığa çıkmış olması çok önemli. Bu güne kadar hiç kimse hiçbir siyasi parti böyle bir tutum içerisinde değildi. Ordu böyle bir tutum içerisinde değildi. Bir dil değişikliği bir konsept değişikliği var. Daha önceki bütün açıklamalarını biliyoruz diyorlardı ki, ‘terör örgütüne karşı mücadeleyi temel alalım’ veya ‘teröristler’ gibi tekilleştirmeye giderlerdi. Bu gün ben bu üsluptan kısmi olarak kaçındıklarını görüyorum. Bu önemli bir gelişmedir. Geri çekilme süreçlerine bakacak olursak önceki geri çekilme sürecinden (1999) fiili olarak önemli ölçüde farklı gelişeceğini umut ediyorum. Temel olarak geri çekilmenin önünü açan geniş bir irade gösterildi bunu kamuoyu biliyor artık. Bugün olanlar çok niteliksel bir değişimdir. Bugün her ne kadar bizim istediğimiz gibi olmasa da Erdoğan’ın dilinde bir değişikliği gözlemlemek mümkündür. Bu gelişen sürecin olumlu yönde gelişmesini sağlayan bir dildir. Ve bundan önceki ateşkeslerdeki yaşanan güven sorununu aşacak bir süreç olduğunu düşünüyorum. Bakın, Oslo görüşmelerindeki tutanakları gördüğümüzde MİT müsteşarının dili ve heyetin dili bugün siyasetin dili haline geldi. Ama bu hala demokratik sürecin gelişmesine yardımcı olabilecek bir dil midir? AKP her şeyi hazırlamış mıdır? Hayır…

 

Peki neden? Bunun sebep sonuç ilişkisi nedir? Bunu açımlayabilir misiniz?

 

Sonuçta AKP muhafazakâr bir parti demokratik siyasi özneden beklediğimiz dil, hassasiyet ve politik tutumu tam olarak yerine getirmesi beklenemez. Aklı başında bir siyasi aktör geri çekilmeyi siyaseten kabul ettiği aşamada, bunun hukuksal, siyasal ve temel meşruiyet zeminini de yaratması gerekir. Kendi başına da bir bela gelmemesi için… Şimdi bizim karşı karşıya kaldığımız problem şu, bir muhafazakâr partiden Türkiye’nin demokratikleşmesi, Kürt sorununun demokratik çerçevede çözmesini bekliyoruz ve bunun için zorluyoruz. O nedenle hükümet hala yasal düzenlemeleri yapmıyor, hala terör komleksini, terör anlayışını değiştirecek adımlar atmıyor. Şimdi bu adımlar atılmadan bunlarda değişikliğe gidilmeden bu sorunu kalıcı ve sağlıklı bir şekilde çözüme götürmek mümkün değil bunun bilinmesi gerekiyor. Türkiye birleşmiş milletler perspektifine uygun bir şekilde kendi siyasal ve askeri otoritesini kurma meşruiyeti içerisine giriyor. Hâlbuki insan hakları evrensel yasalarında zulüm gören isyan etme hakkına sahiptir. Kürtlerde bu durumda zulüm görüyorsa isyan etme hakkı meşrudur. Ama bizim devlet anlayışımız demokratik olmayan zihniyetle her zaman şiddeti elinde bulundurmayı tercih ediyor. İşte biz yıllarca bunun çelişkisiyle yaşadık. Bunu değiştiremeden de demokratik sürecin hızlı yürümesi, kalıcılığa ulaşması mümkün olmuyor. Peki niye? Evet, bu hak var ama o hakkın kullanımı konusunda bir takım problemler olabiliyor… Öcalan’ın Newroz mitinginde de temel vurguyu buraya yaptığı kanaatindeyim bir dönem kapandı ve yeni bir dönem başlıyor diyerek mücadelenin kilit noktasını buraya yoğunlaştırıyor.

 

Son dönemlerde oluşturulan akil insanlar komisyonunun mevcut durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Öcalan’ın ilk temel acil taleplerinden bir tanesi de hakikatleri araştırma komisyonuydu. Bunu uzun süredir hem Öcalan hem de PKK dile getirdi. Şimdi bu komisyon için dünya deneyimlerinden yola çıkarsak eğer, bunun birçok örnekleriyle karşılaşabiliriz. İki güç arasındaki diyalog sürecinin rahatça ele alınabilmesi ve gelişen sürecin doğru bir şekilde bu komisyonlar aracılığıyla halklara doğru bir bilgilendirme yapması hedeflenerek oluşturulmuştur. Bu komisyonlar özünde toplumsal tabanda belli bir saygınlığı olan kişilerden oluşur. Bu konuda Öcalan akil insanların oluşturulması konusunda oldukça ısrarcı oldu. Geçmiş zamanlarda AKP’nin böyle bir gündemi hiç olmamıştır. Bugün gelinen aşamada süreç ile birlikte bu komisyonlar oluşturuldu. Öncelikle tabi ki her şeye rağmen bu komisyon da olumlu gördüğüm yanlar var. Nedir bunlar. Kürt sorunun tartışılmasına zemin sunuyor olması. Yani, çeşitli yerlerde toplantılar alınıyor olması, halkla bir araya gelip sürecin tartışılıyor olması. Fakat dünya deneyimlerinden alacağımız örneklere veya işlerlik bakımından uygulamalara hiç benzemiyor. Her şeyden önce şunu bilmek gerekiyor hükümet bu komisyonun oluşturulması sürecinde tek taraflı düşündü ve oluşturdu. Aynı zamanda bunun hiç bir yasal ve hukuki zeminini de oluşturmadı. Komisyon içine baktığımızda çift başlı bir kutup söz konusu komisyon içinde Kürt sorununa demokratik barışçıl çerçevede yaklaşanlar da var, şimdiye kadar nefret söylemleriyle bilinmiş kesimlerden insanlar da var. Öncelikle böyle bir heyet oluşturulurken bu süreci tüm yönleriyle doğru temelde içselleştirmiş kesimleri içerisinde barındırmalıydı. Toplumda ağırlığı olan heyetlerden oluşturulması gerekirdi. Yarın öbür gün bunlar bir rapor hazırlığı içine girecekler bölgelerde oluşturulan raporları hükümet değerlendirecek. Ve istediği gibi değerlendirecek. Bu oluşturulan raporlardan meclis yararlanmayacak, BDP yararlanmayacak. Yanlış oluşturulan bu liste ile birlikte bahane arayan CHP ve MHP gibi ulusalcı kesimlerin eline koz vermiş oldu. Bu tabii kabul edilebilir bir durum değil. AKP’nin başka bir problemi daha var. Bir kibir hali de var güce tapma hali yani, ben yaparım ben bilirim dili. Bu dil, böylesi bir süreci en fazla tehdit eden bir dildir. Akil insanlar meselesini de bu mantıktan yola çıkarak geliştirdi ve kendine göre oluşturdu. Ben inanıyorum ki biraz ferasetle davranmış olsalardı komisyonlarda daha farklı bir seyir izlenebilinirdi. Bizde barış meclisi olarak bu süreçte bölgelerdeki bütün arkadaşlarımızı uyardık akil insanların aldıkları toplantılara aktif katılımı esas almaları yönünde. AKP bu noktadan sonra toplumsal bir katılımı benimseyerek bu soruna yaklaşması gerekiyor.

 

Meclis bünyesinde kurulan Çözüm Komisyonu’nun süreç içindeki işlevi nasıl olabilir?

 

Benim anladığım kadarıyla Öcalan, bu sürecin sağlıklı bir şekilde ilerlemesi için meclis iradesinin açığa çıkması gerekir diye bir talebi vardı. AKP bu talebi karşılamak için bu komisyonu kurdu. Meclis iradesini bir biçimiyle bu komisyon kanalıyla oluşturma girişiminde bunulundu. Şimdi böyle baktığımız zaman evet bunun bir meclis iradesi olduğu kanaatindeyim ve önemli bir çalışmadır fakat bu komisyonun CHP ve MHP yanına bile yanaşmamıştır. Aksine karşı çıkmışlardır. Bu komisyon objektif olarak toplumsal tabana güven verebilecek bir çalışma yürütebilir mi? Bence hayır… çünkü hala AKP sorunları geçiştiren bir yaklaşım içerisinde olarak, bu sorunu kendi ağırlığına ve kapsamına uygun bir biçimde yürütmek istiyor. Bundan dolayı da bu komisyon problemlidir. Yani mecliste bir tane komisyon kuruluyor fakat bu komisyonda 10 tane AKP’li 1 tane de BDP’li bulunuyor. Böyle bir komisyonun içerisinde alınacak kararlar ve sonuçlara ilişkin güven verici bir şeyin olabileceğini ben düşünmüyorum. Bu komisyon biraz daha kapsayıcı ve özgün bir biçimde ele alınmalıydı diye düşünüyorum. Bu anlamda yeterli değildir.

 

Anayasa tartışmaları, ciddi bir gerginlik konusu. Biraz da temel bir ‘çatışma’ sahası olarak görülüyor. Hem yapım ve tartışma süreci hem de içerik olarak köklü meselelerin ele alınışı açısından gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

İstekle reel durumu ayrıştırarak söyleyecek olursak tabi ki ben bu tartışmaların Türkiye’nin temel sorunlarının çözümü için vesile olmasını isterdim ve arzulardım. Aslında bunu taşıyabilecek iki temel güç de BDP ve AKP’dir diye düşünüyorum. Bunun yanında CHP de anayasa yapım sürecine çekilmedir. AKP hala BDP’yi olayın diğer ucunda tutma gayreti içerisine girerek kendisini tartışmaların merkezine yerleştirmek istiyor. Baştan beri bu amaca göre kurgulamadı eğer temelinde bu amaca göre kurgulamış olsaydı. Anayasa tartışmalarında, siyasi meclis çalışmalarında hep BDP’yi ötekileştiremezdi. Şimdi BDP’yi kamuoyunda ötekileştirdi. Kürt sorununu terör sorununa indirgedi. Aslında bunu yaparak AKP kendi ayaklarına kurşun sıktı. Tabi ki bu süreç başka türlü işleyebilirdi. Meclis çatısı altında görüşülen 170 maddeden sadece 40’ı üzerinde anlaşıldı. Birbirlerine yakın durdukları maddelerde ise AKP, BDP ile aynı yere girmek istemiyor. Bu ciddi bir problemdir. Bu konuda AKP’nin demokratikleşme konusundaki yaşadığı handikapların sonuçlarıdır bunlar. Özgürlükçü anayasa, demokratik anayasa ve yeni anayasa girişimleri temelinde gelen çağrıları çok ciddiye almadı AKP. Şimdi bunun tıkanıklığı yaşanıyor mecliste. Tabii bunun tıkanıklığının aşılmasını yaşayan meclis aynı zamanda AKP’nin çoğunluk olma iradesinin baskısıyla karşı karşıya kaldı. Hâlbuki Kürt sorununun çözümü ve bugünkü sürecin daha hızlı bir şekilde ilerleyebilmesi anayasanın düzenlenmesi noktasında çok önemli fırsatlar sunuyor. Özellikle AKP zihni berraklığını sağlama rızkından oluşmuş bir durumu yok. Şuan benim gördüğüm kadarıyla masadan ilk olarak kim kalkacak gibi bir beklenti var bu çok kötü bir şey. Siz, Anayasa’nın giriş maddesini bir dizi temel konularında tartışma ve uzlaşma konuları ekseninde değişimler hedeflenirse Kürt sorununun çözümünde önemli bir yolu geride bırakmış olursunuz. Çekilme sonrasındaki süreçte siyasal mücadelede keskinleşme daha hızlı gelişir. Bu durumda yapılması gereken şey şudur; her şeyden önce AKP kibir işini bırakacak. Bu memlekette her iki seçmenden birinin oyunu almış olmak ne anayasa yapmak için yeterlidir, nede Kürt sorunu gibi bütün toplumsal dokulara işlemiş olan yaraları ortadan kaldırmak mümkün olur. Kalıcı bir çözüm için çok daha geniş bir toplumsal zemine ihtiyaç vardır. Böyle olduğunda ben eminim ki, burada BDP ve BDP ile birlikte toplumsal duyarlılık yaratanlar, 12 Eylül anayasasından kurtulmasını sağlayan bu sürecin arkasında dururlar. Bu durumda AKP kibirle değil, aksine bu güçlerin seslerini duyan onlarla ortaklaşan bir yaklaşım içerisine girmeli. Tabi ki ben bunu söylerken diğer tarafları olayın dışında tutmuyorum mesela CHP’de aktif dâhil olmalıdır. O açıdan bu sürece tüm siyasi partiler başta olmak üzere toplumsal tüm kesimleri dâhil etmelidirler. Ancak bu şekilde eski Cumhuriyetin yerine daha demokratik bir Cumhuriyetin inşası için samimi bir çaba harcanmış olunur.

 

Sürecin gelişimi açısından Sayın Öcalan’ın koşullarında nasıl bir değişim olmalı?

 

Şimdi, her şeyden önce Türkiye gülünç bir tabloyla karşı karşıya. Öcalan’ın avukatları her hafta başvurularda bulunuyor. Verilen cevap her defasında ya koster bozuk ya da hava muhalefetinden kaynaklı oluyor. Yani oyun oynanıyor. Hükümet Öcalan’a rehin muamelesi yapıyor. Öcalan’la ilişkiyi hükümet tek taraflı belirliyor. İstediği zaman gönderiyor veya göndermiyor. Dünyanın hiç bir yerinde böyle bir hukuksal uygulama yoktur. Bir defa hükümet bu algıdan bir önce vazgeçmelidir. İkinci boyut ise, dolaylı yollarla ilişkiler yürütülüyor olmasıdır. Eğer temel aktör Öcalan’sa o zaman hükümetin sadece izin verdiği sınırlılıklarla Öcalanla diyalog kurma gibi bir durum olamaz. Bunun bir hukuksal zemini olmalıdır. Bir defa Öcalan’ın dünyayla, Kürt siyasetiyle doğrudan temas kurması gerekiyor. Bu açıdan bu koşulların daha insani hale getirilmesi öncelikli bir şeydir. Ben Öcalan’a özgürlük konusunun artık Türkiye’nin siyasi gündemi olması gerektiği kanaatindeyim.

 

Türkiye Barış Meclisi olarak bu süreçte ne gibi bir çalışma yapmayı düşünüyorsunuz?

 

Öncelikle biz geri çekilme süreciyle ilgili toplumsal duyarlılık yaratmaya yönelik çalışmalar yürütüyoruz. Hemen hemen her ilde bir dizi toplantılar alarak halka sürecin dilini ve eylemini anlatmaya çalışıyoruz. Bu konuda sürecin hassasiyeti için hükümeti doğru bir şekilde toplumu yönlendirmesini amaçlaması gerektiği yönünde vurgularımız oluyor. Barış meclisinin yükü bu geri çekilme sürecinden sonraki aşamada olacağı kanaatindeyim. Kuşkusuz biz bu sürecin Öcalan’ın gerçek anlamda ortaya komuş olduğu iradeyle tamamlanacağını düşünüyoruz. Bu aşamada geri çekilme tamamlandıktan sonra hiç kimse şunu diyemeyecek ‘’ama şiddet var, ama PKK’nin terörü var bu sorun nasıl çözülebilir ki?’’ diyemeyecek. Bu durum bizi çıplak bir Kürt sorunuyla karşı karşıya getirecek. Kürtler’in hakları sorunuyla tüm Türkiye karşı karşıya gelecek. Barış Meclisi’nin bu şekilde halkların eşit hakları temelinde çözüm sürecine yüklenecek…

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.