Düşünce ve Kuram Dergisi

Bask Ülkesinden Kürdistan’a… Yeni Bir Vizyonu Paylaşmak

Orsola Casagrande

Venedik Şehir Meclisi 2009 yılının Kasım ayında şehrin dünyaca ünlü San Marco Meydanı’ndaki ünlü Marciana Kütüphanesi’nde uluslararası bir barış konferansına ev sahipliği yaptı. Konferans uluslararası Venedik Bienali Sanat Sergisi’nde yer alan Kürdistan Evi’nin kapanış etkinliği olarak düzenlendi.

Konferansın konuşmacıları arasında KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan (video konferans yoluyla), Türkiye Anayasa Mahkemesi tarafından bir yıl sonra kapatılacak olan DTP’nin (Demokratik Toplum Partisi) eşbaşkanı Emine Ayna, Bask ülkesinden Abertzale Left (Bağımsız Sol) hereketinin avukatı Jone Goirizelaia ve Güney Afrikalı avukat ve uluslararası alanda arabuluculuk görevi yapan Brian Currin de yer aldı.

Konferans, bir çok olaya şahitlik edecek olan 2009 yılının sonlarına doğru, yeni yıla girmeden bir buçuk ay önce gerçekleşti (yılın bitmesine son bir buçuk ay kalsa da, yıl sonuna kadar hala yaşanacak bir çok şey vardı). Sonradan da göreceğimiz üzere, 2009 yılı (Türkiye ve İspanya) için son derece yoğun ve hareketli geçmişti.

Hem Kürdistan hem de Bask Ülkesi için barış arayışında öne çıkmış ilgili isimler, sonraki yıllarda hem Kürt özgürlük hareketinin hem de Bask Abertzale hareketinin stratejisini şekillendirecek önemli bir kararı ilan etmek için 14 Kasım’da[1] Venedik’te bir araya geldiler.

Abertzale Left’in “Bask halkının özgürce ve herhangi bir tehditle karşı karşıya kalmadan kendi geleceği hakkında karar verebileceği esaslı bir demokrasi yolunda barışçıl, politik ve demokratik bir sürece koşulsuz destek”[2] sunma kararını Venedik’te açıklama görevi Jone Goirizelaia’ya verilmişti. Açıklama aynı anda Bask ülkesindeki Alsasua kentinde de okunuyordu.

Abertzale Left ayrıca Mitchell Prensipleri[3] ‘ne bağlı kalma sözü vererek şöyle demişti; “Demokratik sürecin şiddetten ve müdahaleden tamamen arınmış bir şekilde ve yalnızca politik ve demokratik yollar kullanılarak yürütülmesi gerekmektedir. Bu politik stratejinin demokratik süreçte ilerleme sağlayacağı konusunda kanaat getirmiş bulunmaktayız. Güney Afrika ve İrlanda bu konuda iyi birer örnek teşkil etmektedirler”.

Sinn Féin’in dış ilişkiler sözcüsü Raymond McCartney ve önceden hem Güney Amerika hem de İrlanda barış süreçlerinde arabuluculuk yapmış olan ve o süreçte Bask’ta bağımsız arabulucu olarak çalışan Brian Currin de Venedik’teydi.

Goirizelaia’nın okuduğu böylesine ezber bozan bir deklarasyonu, hemen ardından gelen Karayılan’ın mesajı takip etti. PKK, 13 Nisan 2009’dan itibaren geçerli olan ve altıncı kez ilan ettiği tek taraflı ateşkes pozisyonundaydı. Konferanstan bir ay önce Türkiye’de yerel seçimler yapılmış ve DTP Kürt bölgesindeki illerin birçoğunu almıştı. Seçim sonuçlarına şaşırtıcı bir şekilde sert bir tepki gösteren AKP hükümeti ise binlerce yerel yönetici, insan hakları savunucusu ve sendikacının tutuklanmasıyla sonuçlanan gelmiş geçmiş en kapsamlı polis operasyonlarını başlattı. Bu operasyonlar kapsamında 2009 Nisan’ı ve 2010 Ekim’i arasında 1800 civarında insan KCK üyeliği suçlamasıyla tutuklandı. Karayılan’ın mesajının Venedik’te açıklandığı günde yüzlerce yerel yönetici cezaevinde tutulsa da, o yine de barış sözcükleri kullanıyordu.

Venedik konferansında Abdullah Öcalan’ın Mart ayında yazmaya başladığını duyurduğu Kürt sorununda barışçıl çözümün Yol Haritası’na da yer verilmesi düşünülse de, Öcalan’ın avukatlarının bu belgeyi Eylül ayına kadar ilgili Türk yetkililerden teslim alamaması üzerine bu düşünce gerçekleştirilemedi. Öcalan’ın 15 Ağustos 2009’da yazmayı bitirdiği Yol Haritası Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne ancak 2011’in Ocak ayında ulaşmış ve akabinde 2012’nin Ocak ayında İngilizce olarak yayınlanmıştır.

Yol Haritası son haliyle konferansta hazır bulunmamış olsa da, Karayılan mesajında bu haritaya da yer verebildi çünkü Öcalan metni yazmadan önce savaşa bir çözüm önerisi hazırlayabilmek için Kürt hareketinin hem Türkiye’de hem de diasporada bulunan bütün kesimlerinden önerilerini, düşüncelerini, yorumlarını ve değerlendirmelerini kendine bildirmelerini istemişti. Ortaya çıkan sonuç ise, müzakere önerisinin de ötesine geçen ve Türkiye’de yeni bir örgütlenme önerisi ortaya koyan yaklaşık iki yüz sayfalık bir metin olmuştu.

Yol haritasında öncelikli ihtiyacın karşılıklı güven ortamı oluşturma olduğunu söyleyen Öcalan, bunu herhangi bir görüşme gerçekleştirmenin de ilk adımı olarak öngörmüştü. Basklılar ve Kürtlerin içinde bulundukları savaş ortamı için barışçıl bir çözüme doğru yaptıkları yolculuk yenilenen bir dayanışma anına şahit oldu Venedik’te. İki hareket de aslında konferanstan önce de yıllardır birbirleriyle görüşme halinde idiler. Tıpkı Sinn Fein’in bir süredir Basklılarla ve şimdi de Kürtlerle gerçekleştirdiği görüşmeler gibi.

 

Özgürlük Mücadeleleri: Dayanışma Paylaşımı

İrlanda, Bask ve Kürdistan’da yürütülen özgürlük mücadeleleri şüphesiz ortak bazı düşünceler ve görüşler de barındırıyor. Açıkçası her savaş ortamı ve her ülkenin kendine has bir durumu söz konusu. Zira her şeyi aynı kaba koymak hem sağlıksız hem de neticesiz olurdu. Ancak bu üç ülkedeki özgürlük mücadelelerinin hiç kuşkusuz ortak bir noktası da bulunmaktadır. Burada yaşayan insanların sık sık bir araya gelip deneyim, ilerleme, fikir ve hayal kırıklıklarını paylaşmalarını sağlayan gerçek bir dayanışma anlayışıdır.

 

“Diğer Taraf”ta Olmayan Bir Şeydir Bu

Kendi vatandaşlarının bir bölümüne karşı bir savaş yürüten, diğer milletlerin topraklarını işgal eden, askeri güçleri aracılığıyla yasa, kural ve iradelerini empoze eden hükümetler ve devletlerin birbirleriyle paylaşacağı tek şey şiddet dilidir. Diğer ülkelerdeki özgürlük mücadelelerine karşı savaşmak için sayısız anlaşmalar yapar ve “terörizmi bitirmek” için sayısız ittifaklar kurarlar. Sonuç olarak bu hükümetler ve ülkelerin paylaştığı şey baskı ve şiddet olur. Barış ve diyalog getirecek bir gelecek üzerine fikir veya proje paylaşımı yapmazlar.

Zayıf noktalarından biri de budur zaten. Uluslararası dayanışmadan hem nefret eder hem de korkarlar. Çünkü bu dayanışmanın özerklik ve özgürlükten yana olan insanların ortak bir meşru mücadelesi olduğunu ve bunun kendi sonlarını getireceğini bilirler.

Özgürlük hareketlerinin en temel hedefi, aynı toprakları paylaşan insanların hem geneli hem de birer birer hepsi için özgürlük ve özerkliktir. Halk ve halkın çıkarlarına hizmet ederler. Oysa hükümet ve devletlerin hizmet edeceği başka çıkarlar vardır şüphesiz.

Mücadele yolunda bir çözüme ulaşıldığında (dünyanın Güney-Batı tarafına bakacak olursak İrlanda ve Güney Afrika süreçleri), diğer bir temel özelliği de fedakârlık olan, değişimin sürücü gücü özgürlük mücadeleleri, işlerini bitmiş olarak görmezler henüz. Bunun yerine mücadeleye devam eden diğer hareketlerle deneyimlerini paylaşmaya devam ederler. Öğüt veren veya tepeden bakan bir bakış açısından kesinlikle uzak bir şekilde, kendi hareketlerinin diğer hareketler için faydalı olacak her türlü unsurunu kullanmaları için onlara sunarlar. 2009’da Venedik’te bir araya gelen Basklar ve Kürtler önerilerini kesin ve açıkça ifade etmişlerdi. Başka bir deyişle, bir sonraki hamlelerini açıklamışlardı. Özgürlük mücadelelerinin ortak bir paydası olarak görülebilecek diğer bir temel özellik, tam da bu noktada ortaya çıkarıyor kendisini. Dinamizm, hareket, cesur iyi niyet gösterileri, cüretkâr kararlar, cüret etme isteği, yaratma gücü, hatta bir parça hayalperest çılgınlık, çatışma (sadece silahlı değil, sosyal çatışmayı da kapsayan) içerisinde olan hükümetler ve devletlerin hayal etmekten öte geçemeyecekleri özelliklerdir. Barış için ilk adımı atan taraf hükümetler ve devletler değildir şüphesiz. Çünkü barış bencil olmama, fedakârlık ve hakiki bir isteğin yanı sıra o bölge ve halkın tabanı ile sürekli ve dolaysız bir ilişki gerektirir. Bunun nedeni ise kararların ve seçimlerin bunlardan etkilenecek kitleler ile birlikte yapılması gerekir ki bu da özgürlük hareketlerinin diğer bir ortak yanıdır. Bunun sonucu olarak da özgürlük mücadelelerinin öncü kolu halkın iradesinin sözcüsü olarak görev alır ve noktada bir geri dönüş almaları gerekir. Eskimiş bir tasavvur ya da uzak bir anı gibi görünse de, batılı “demokrasilerin (başarısızlıklarına yeniden dikkat çekmek adına) -en azından kâğıt üzerinde“halkın hizmetkârı” olarak ortaya çıktığını hatırlatmaya değer. Çok geçmeden bir kenara attıkları bu nitelik yerine daha pratik bir “demokrasi”ye bıraktı, kitlesel ve bireysel özgürlüklerin sıkı bir şekilde “kontrol” edilip kolayca insanların elinden alınabildiği (çünkü devlet-vatandaş ilişkisi şantaj ve tehdidi sıkça kullanan yöneticinin alanıdır) ve şeffaflık yoksunu bir “demokrasi”ye. Hükümetlerin, tüm bunlara rağmen hala kendilerini seçen insanlara hesap vermek zorunda olmadığı, halkın başka yönleri gösteren iradesini gözetmeksizin ve bu iradeye rağmen daha fazla karar verip uyguladığı bir demokrasi.

Buna karşın, özgürlük mücadeleleri, sadece bilgilendirilmekten öte karar alma sürecinde yer almak isteyen halk tarafından her daim sorumlu tutulurlar. Özgürlük mücadelesini gözetim altında sağlıklı ve istikrarlı tutan da budur ve bu özgürlük mücadeleleri bu yüzden bir takım “bencil” kararlar almaktan dikkatli bir şekilde kaçınırlar. İlk harekete geçen taraf olmak şüphesiz ki önemli bir ölçüde cesaretli olmayı da içerir. Sinn Fein Başkanı Gerry Adams’ın da sık sık tekrarladığı gibi, barış yapmak “cesur seçimler, yaratıcılık ve vizyon” gerektirir.

 

Farklı Bir Ortak Gelecek Hayali Kurma Cesareti

George Bernard Shaw şöyle demiştir bir keresinde, “Bazı insanlar olayları olduğu gibi görür ve neden diye sorarlar. Ben ise hiç gerçekleşmemiş şeyleri hayal eder ve derim ki neden olmasın?”. Hükümetler ve devletlerin “felsefesi” ile özgürlük mücadelelerinin barışa yaklaşımları arasındaki farkı en iyi şekilde özetleyen cümle onunki olsa gerek.

Barış sadece savaşın “olmaması” demek değildir. Barış üzerine düşünerek vizyon gerektirir, gelecek, paylaşılan bir gelecek vizyonu. Bu yüzden bir tasavvur gücü ve Nelson Mandela’nın da dediği gibi, kendini karşı tarafın yerine koymayı gerektirir.

Hükümet ve devletler için bu bir aforoz, özgürlük hareketleri için ise en zorlu meydan okumalardan biridir. Yine de düşmanı daha iyi anlayarak stratejileri yeniden formüle etmek ve şekillendirmek için yerine getirilmesi gereken bir koşuldur. Dâhil etme sürecinin (genelde tek taraflı olarak) başladığı yer, bu noktaya denk geliyordur belki de.

Statükonun bir seçenek olmadığı gerçeğinin bilinçliliğiydi Baskları ve Kürtleri yeniden inisiyatif almaya iten. Ondan önceki İrlanda sürecinde de aynısı olmuştu(hala da öyle olmakta çünkü barış henüz elde edilmiş değil).

Bask ve Kürt “süreçleri (şimdiye kadar tek taraflı olduklarını ya da en azından ağırlıklı olarak özgürlük mücadelelerinin tarafında askıda kaldığını düşünürsek böyle adlandırabiliriz) benzer bir şekilde ilerlemekteler. Her iki süreç de “yoğun” bir katılım ile karakterize edilmiştir; halk tabanında düzenli olarak toplantılar, tartışmalar ve görüşmeler gerçekleştirilir.

Bu durum iki başka temel noktayı da beraberinde getirir.

Alsasua deklerasyonundan sonra Bask ülkesinin genelinde, “hayali” ve “dayatılan” sınırın kuzeyinde ve güneyinde, yeni bir tartışma başladı. Bu tartışmanın sonuçları 2010 Şubat’ında yayınlanan Zutik Euskal Herria![4] (Ayağa Kalk Euskal Herria!) önergesinde toparlanmıştır. Abertzale left sürecin tek taraflı olarak başlatıldığını hatırlatarak, Bask ülkesinin güneyi (İspanya tarafı) ile ilgili olarak devam eden demokratik çözüm sürecinde yer alması gereken üç aşama ortaya koydu[5]. Ülkenin kuzey (Fransa tarafı) bölümünde ise toplumun desteğiyle Paris’e yönelik yeni bir politik denge inşa etmenin gerekli olacağı söylendi.

Yukarıda da bahsi geçtiği üzere, Kürtler ve Türk toplumunun bir bölümünün yanı sıra Türkiye’de yaşayan diğer milletler ve diaspora yol haritası üzerine sağlıklı bir tartışma sürecine dahil oldular. Venedik konferansından hemen önce, gerillalar ve sürgündeki Kürtlerden oluşan bir “barış grubu” hükümet destekli Kürt Açılımı[6] kapsamında Öcalan’ın çağrısı üzerine Ekim ortalarında Türkiye’ye dönmüştü. Hükümetin açılımı çok geçmeden tekrar kapanacaktı zira PKK militanlarının Kürt bölgesinde yüz binlerce insan tarafından karşılanması hükümeti ve PKK’nin Türkiye’de bir zafer kutlaması için geldiğini söyleyen muhalefeti şok etti. Süreç hızlı bir şekilde kötüye gitti, barış grubundaki birçok insan tutuklandı, yüzlerce yerel yönetici tutuklandı ve Anayasa Mahkemesi 11 Aralık 2009’da “devletin, ülkenin ve ulusun bölünmez bütünlüğünü bozmayı hedefleyen eylemlerin odağı” olduğu gerekçesiyle DTP’yi yasakladı.

PKK on üç ay süren bir eylemsizlik sürecinden sonra 1 Haziran 2010’da tek taraflı ateşkesine son verirken, olaylar yeniden başladığı yere dönüyor gibi görünüyordu.

2010 Mart’ta yeni bir inisiyatif olarak ortaya çıkan Brüksel Deklerasyonu ile, tanınmış birçok uluslar arası figür ETA’nın Abertzale Left’in İspanya-Bask savaşını kalıcı ve doğrulanabilir bir ateşkes ile çözme yolunda politik yollar arama mutabakatına cevap vermesini istedi. Deklerasyonda, İspanya hükümetinin kalıcı ve adil bir barış elde etmek için bu ateşkese uygun bir biçimde karşılık vereceği söyleniyordu. ETA, doğal olarak, müzakere ihtimalini göz önünde bulundurmayı reddetme konusunda hiçbir değişikliğe gitmeyen İspanya hükümetinin en ufak bir irade değilse de iyi niyet göstergesinde bulunmadığı bir ortamda atacağı bu tek taraflı bir adımın artılarını ve eksilerini değerlendirmek için acele etmedi.

 

İnisiyatif Kesin Koşulda Özgürlük Mücadelelerinin Elindedir

Abertzale Left ve PKK atalete atalet ile karşılık veremezdi, bu yüzden inisiyatifi alan yine onlar oldu.

Silahlı mücadelenin oluşmasının nedeni baskı karşısında eğilmeyen veya göz yummayanlar için başka bir seçenek olmamasıydı. Devlet baskısı ve şiddetine karşı ayaklanmak sonuç olarak halkın bir hakkıydı. Hem Abertzale Left hem de Abdullah Öcalan, biraz bulanık gibi görünse de, başka bir alternatifin olduğunu görmüşlerdi. 13 Ağustos 2010’da PKK tek taraflı yeni bir ateşkes ilan etti. (İlk başta 12 Haziran 2011’de yapılan genel seçimlere kadar uzatılan ateşkes, Türk ordusunun ateşkes devam ederken gerilla güçlerine karşı son yılların en büyük operasyonlarını gerçekleştirmesiyle birlikte kısa sürdü).

Seçimlerde Özgürlük, Demokrasi ve Emek Bloğu’ndan seçimlere giren bağımsız adaylar belirgin bir zafer kazandı (Yüzde 10 seçim barajı Kürtleri ve diğer birçok grubu, seçimlere parti olarak değil bağımsız adaylarla girmeye zorlamaktadır). Yine büyük bir çoğunluk ile seçimleri kazanan AKP hükümetinin bu zafere baskı ile tepki vermesi de uzun sürmedi. DTP’ye karşı gerçekleştirilen operasyonların bir devamı olarak milletvekilleri, yerel yöneticiler, gazeteciler, akademisyenler, sendikacılar, öğrenciler, insan hakları savunucuları, sivil toplum örgütleri üyelerini de kapsayan binlerce kişi tutuklandı.

Tüm baskılara rağmen, 2010, 2011 ve 2012 yılları “demokratik özerklik” adlı modelin deneyimleri ile şekillendi. Çünkü tasavvur ve vizyon birlikte yaşamın yeni modelini teorileştirmeden de öte uygulamak demektir. Öcalan tarafından planlanan bu modelle ilgili ilk adım her yerden önce Suriye’den geldi. Savaşın şiddetlenmesi ve hızlı bir şekilde bir iç savaşa dönüşmesine rağmen, Suriyeli Kürtler şehirlerinin bazılarını özgürleştirerek buralarda büyük oranda Öcalan’ın önerisi ile bağdaşan bir öz yönetim oluşturdular. Bu adım “fikir verici alternatif”in uygulanabilir, güçlü ve canlı olduğunu kanıtlayarak, Kuzey Kürdistan’da beklentiler ve özerklik anlamında teşvik etmiştir.

Suriye’deki Kürtlerin kısa zamanda diğer bölgelere de uyarlanabilecek bir gerçeklik ortaya koyma sürecini Türk hükümeti dehşet içinde izledi.

Bask ülkesindeki duruma geri dönecek olursak, İspanya (ve Fransa) hükümeti tarafındaki atalet Abertzale Left’in halk tabanında yürüttüğü çalışmalarına devam etmesini engelleyemedi. ETA’nın deklerasyonuna zemin hazırlayabilecek bir ortam yaratmak için öncelikle alan çalışmaları yapıldı.

Brian Currin, sivil toplumun Bask sürecinde “çok önemli bir işbirlikçi” olduğunun altını çizerek şöyle der, “Sivil toplumdan bahsederken sadece işçi sendikaları ve kilise gibi sivil toplum örgütlerini değil, toplumun genelini, Bask halkını ve özellikle Abertzale Left’in seçmenlerini kastediyorum. Abertzale Left’in yaptığı, o halkın dile getirdiği yeni bir politik proje talebini yerine getirmek oldu. Siyasal liderlik, yeni bir strateji, yeni bir politik proje ve canlı bir liderlik tasavvur etmeleri gereken sivil topluma neyse ki olgunluk ve cesaret göstererek, onların ETA’nın tamamını bu yeni girişime dâhil etme ile ilgili olan zorlu görevini anladı”.

Uzun ve sağlıklı bir tartışma sürecinden sonra sorunsuz ve şüphesiz bir şekilde sürece dâhil olan ETA 5 Eylül 2010’da yeni bir ateşkes ilan etti[7]. Ateşkes ilanı Brüksel Deklarasyonu’nu imzalayan tarafların bu konudaki beklentilerini karşılamadı. Ateşkesi yayınladığı bir görüntülü açıklama ile ilan eden ETA, “İspanya hükümetinin istemesi durumunda, dünkü gibi bugün de demokratik bir süreci harekete geçirmek için gerekli asgari demokratik koşullar üzerinde anlaşmaya hazır” olduğunu söyledi. 10 Ocak 2011’de yeni bir açıklama[8] yapan ETA, “kalıcı, genel ve uluslararası alanda doğruluğu teyit edilebilir bir ateşkes” ilan etme kararını açıklayarak “Ateşkes ETA’nın kalıcı bir çözüm süreci ve silahlı mücadelenin bitmesine yönelik kararlılığını gösteriyor” dedi.

İspanya ve Fransa hükümetlerinin tepkisi yine dehşete kapılmış bir sessizlik oldu. Silahların fiili olarak siyasal denklem dışında kalması çok taraflı görüşmelerin önünde bir engel teşkil etmiyordu. Yine de bu olmadı. Sosyalist Başbakan Luis Zapatero yaşam savaşı vermesinden dolayı İspanya hükümeti bir çalkantı içindeydi. Zapatero bunun üzerine 20 Kasım’da erken seçimlerin yapılmasını istedi.

İngiltere eski başbakanı Tony Blair’in İrlanda’da gösterdiği politik fırsatçılığı (bazılarına göre samimi bir politika) sergilemeyen Zapatero, Abertzale ve ETA’nın tek taraflı girişimine karşılık vermedi. Zapatero -tahmin edilebileceği üzere seçimleri kaybetti ve yerini muhafazakâr Mariano Rajoy’a bıraktı. Bask ülkesinde görüşmelere giden yolda böylece daha da zorlu ve yokuşlu bir hal aldı.

İspanya’daki (Abertzale Left’in Amaiur koalisyonu ile büyük bir başarı elde ettiği) genel seçimlerden önce Mayıs’ta yerel seçimler yapılmıştı. Seçimlere katılma yasağı son dakikada kaldırılan Bildu seçimi kazanarak Abertzale Left tarafından sunulan yeni öneriler ve projelerin gerçekleştirilmesine Türkiye’de de olduğu gibi fırsat tanımıştır.

2011 yılı Bask ülkesinde ETA’dan gelen yeni bir hamle ile sona yaklaştı. Silahlı grup, Donostia Uluslararası Barış Konferansı’ndan kısa bir süre sonra, 20 Kasım’da, basına gönderdiği bir görüntülü açıklama[9] üzerinden silahlı mücadeleyi bıraktığını açıkladı.

BM eski Genel Sekreteri Kofi Annan, İrlanda eski Devlet Başkanı Bertie Ahern, Sinn Féin Başkanı Gerry Adams, İngiliz diplomat Jimmy Carter ve ABD senatörü George Mitchell’in de katıldığı Uluslararası Barış Konferansı’na İspanya ya da Fransa hükümet temsilcilerinden katılan olmadı.

ETA’nın açıklamasından bir gün sonra New York Times için kaleme aldığı yazısında Tony Blair “hükümetler kendilerini, prensiplerini ve halklarını teröristler karşısında en iyi şekilde savunmalıdır”, derken “hükümetler de düşmanlarıyla görüşme ihtiyacını tanımalıdırlar” diye ekler. Yazısını ise şu sözlerle bitirir, “Kuzey İrlanda’daki deneyimimizden, şiddeti bitirmek ve barışı kalıcı bir hale getirmenin sabırlı olmayı, risk almayı, sorunlarla uğraşmayı ve istikrarlı bir kararlılık sergilemeyi gerektirdiğini öğrendim. Yaratıcılık, cömertlik ve devlet adamı olma becerisi gerektirdiğini de”[10].

Dil tanıdık geliyor mu? “düşman dili” Blair tarafından bile benimsenmiştir.

 

Geri dönüş yok

Buraya kadar yazılanlardan anlaşılacağı üzere, özgürlük mücadeleleri, tüm bileşenleri de dahil olmak üzere, çatışmayı bitirmek için aktif olarak yürüttükleri çözüm tasarlama çalışmalarına asla son vermezler ve bu fikirlerin bazılarını “denerler”.

Baskların, Kürtlerin ve İrlandalıların bahsettiği gelecek “vizyonu” bu ülkelerde verilen mücadelelerde her zaman önemle üzerinde durulan bir nokta oldu. 2012 yılı ise daha dramatik açılımlara kapılar açtı. Temel demokratik değişiklikler sırası bu kez Türkiye’de idi. Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, şüphesiz kendi siyasi çıkarları için, hükümet tarafından bazı adımlar atılması zamanının geldiğine karar verdi. Sözde Kürt Açılımı’nın başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından, Öcalan’ın yeni bir inisiyatifiyle tekrar MİT Müsteşarı aracılığıyla görüşmeler başladı.

Barışa giden yolun zor olduğu gerçeği, büyük bedeli ağırlıklı olarak ödeyen taraf olan özgürlük mücadeleleri için anlaşılmaz, gizemli bir durum değildir. Bu gerçek, kendini yakın bir zamanda olabilecek en korkunç şekilde kanıtladı, Türkiye değil, Paris’in merkezi ve en yoğun caddelerinden birinde. PKK’nin kurucularından Sakine Cansız, 55, (Sara), KNK (Kürdistan Ulusal Kongresi) Paris temsilcisi Fidan Doğan, 32, (Rojbin) ve Kürt gençlik örgütü üyesi Leyla Şaylemez, 24, ( Ronahi) 9 Ocak 2013’te Kürdistan Enformasyon Bürosu’ nda katledildiler. Ölü bedenleri bir gün sonra bulundu. İnfaz edilmişlerdi. PKK’ye verilen acımasız bir mesajdı, Toplum felsefenize katlanamıyor, Türkiye’de yaşayan tüm halklar arasında yeni bir ilişki önerinize tahammül edemiyoruz. Biz kadınların ikincil olmadığı bir toplum düşünemezken, sizin bunu kurmaya çalışmanıza da izin vermeyeceğiz.

Sakine, Rojbin ve Leyla’nın bu şekilde katledilmelerinin nedeni, PKK’nin ne anlama geldiğini temsil ediyor olmalarıydı; kadın özgürlüğü, gençlerin özgürlüğü, halkların özgürlüğü, barış ve diyalog. Katledildiler çünkü kadınlardı, Kürt ve politik cinayete kurban giden kadınlar.

Sinirlerin yatışması zaman alsa da, Kürt özgürlük hareketi bu noktada özverisini bir kez daha kanıtladı. Öcalan ve MİT müsteşarı ile yapılan görüşmeler devam ederken, BDP’den bir heyete de belirli aralıklarla Kürt liderle görüşme izni verildi.

21 Mart Newroz’da, Öcalan’la birkaç gün önce görüşmüş olan BDP milletvekilleri, Öcalan’ın mesajını Amed’de toplanan bir buçuk milyondan fazla insana okudu. Öcalan’ın Newroz mesajı “Silahların susması ve düşüncelerin konuşması”, bir başka deyişle Kürt özgürlük hareketinin stratejisinde bir değişiklik, silahlı mücadeleden kültürel bir mücadeleye geçiş olarak özetlenebilir. Bu anlamda Öcalan’ın verdiği “güvence” özellikle gerilla güçleri açısından son derece önemliydi, “Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Bu adım, mücadeleden vazgeçme değil, yeni bir mücadeleye başlatmaktır”. Öcalan’ın verdiği bu “güvence” gerekliydi çünkü Kürt lider militanlarını hem ateşkes ilan etmeye hem de Türk devletinin sınırları dışına çekilmeyi başlatmaya çağırıyordu. Son derece net olan bu mesaj, 2012’de yayımlanan yol haritasından da öneriler içeriyordu, “Silahlı mücadele dönemi kapanıyor, demokratik siyaset kapıları açılıyor. Tartışma, çatışma ve düşmanlığın yerini ittifak, birliktelik, iyilik ve karşılıklı kucaklaşmaya bırakmasının zamanı gelmiştir”.

Öcalan’ın politik ve stratejik seyri yol haritasında olduğu gibi Newroz mesajında da kendini gösterir. Silahlı mücadele ihtiyacının ortadan kalktığı noktaya varmış bir seyir gerçekleştiren Kürt lider, yeni bir toplum inşası ve tüm Türkiye’nin demokratikleşmesini sağlayacak yeni toplum örgütlenmesine uygun bir model üzerine yoğunlaştı. Ancak bu yeni modelin inşası barış için uygun ortamın yaratılmasından ayrı olarak düşünülemez. Bunun sonucu olarak gerilla güçleri Newroz’da ateşkes ilan etmeye çağırıldı (ve bunu 23’ünde gerçekleştirdiler).

Diğer yandan, Öcalan’ın mesajının sadece PKK’ye yönlendirilmediği de aşikar. Kürt liderin çağrısı aslında Türk hükümetineydi, bu zorlu sürece nasıl bir karşılık vermesi konusunda bazı kararlar vermesi ve barış üzerine konuşmaya başlaması gereken hükümete.

Tüm bu süreçlerde olduğu gibi, güvenin gelişebileceği bir ortam yaratmak da diyaloğun başlaması için olmazsa olmaz bir şarttır. Güven ortamı yaratmak esas olarak bütün tarafların eşit statülere sahip olduğu ve masaya eşit haklara sahip bir şekilde oturduğu bir ortam oluşturmak anlamına gelir. Bu bağlamda Türk hükümetinin ne yapmaya karar vereceği ve bunu ne kadar kısa bir süre içerisinde yapacağını görmek önem arz etmektedir.

Newroz’dan daha üç gün önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın süreci kolaylaştırma görevi görecek bir “akil insanlar” komisyonu kurulma ihtimalinden bahsetmesi bir tesadüf değildi. Öcalan, diyalog için uygun ortam oluşturmak adına Türk-Kürt savaşına dahil olan tüm tarafların hangi adımları atması gerektiğini yol haritasında detaylı bir şekilde ele alıyor.

Tüm süreçlerde olduğu gibi, güvenin gelişebileceği bir ortamın oluşturulması da diyalogun başlamasının temel koşuludur ve aslında tüm tarafların eşit statüde olduğu ve masaya eşit olarak oturduğu bir içerik oluşturmak anlamına gelir. Bu bağlamda, Türk hükümetinin ne yapmaya karar vereceği ve bunu ne kadar çabuk yapabileceğini görmek önemli olacaktır.

Önceden de görüldüğü üzere, Öcalan tüm bu yıllar boyunca yeni bir toplum modelive bu modelin gerçekleştirilebilmesi için gerekli yeni kurumlarüzerine tartışmış ve düşüncelerini açıklayabilmiştir. Kendine özgünlüğüyle Öcalan, diğer durumlarda (örneğin Bask Ülkesinde, çünkü her süreç ve her ülkenin kendine has yanları vardır) hala sadece kısmen “tanımlanan” fikir ve kavramları tanımlamak için yeni bir kelime dağarcığı yazmaya da başladı. Bu, her şeyden önce, Öcalan’ın maruz kaldığı uzun tecrit dönemine rağmen bir “yolculuk”, paylaşılan bir yol olmuştur.

Kürt hareketini hazırlamak kolay olmadı çünkü Öcalan’ın yaptığı bir vizyon değişikliğine teşviktir ve bu Türkiye’deki hükümet, entelektüel ve politik çevrelerin henüz gerçekleştiremediği bir kırılmadır. Toplumun büyük bölümünün ve Türkiye’deki entelektüel ve politik sınıfın henüz böyle bir şoka hazır olmadığı göz önünde bulundurulursa, bu belki de en büyük risktir. Bütün mesele de budur zaten, bilinen anlamda “sadece” barış üzerine konuşmaktan (diğer bir deyişle ateşkes ilan etmekten) de öte, barışı konuşmanın yenilikçi ve farklı bir şeklini tasavvur ederek söylem seviyesini yükseltmektir. Bu yaklaşım şüphesiz yeni bir sözcük dağarcığı kullanmayı da kapsar, yani bugüne kadar “öteki” olarak görülene kendine bakar gibi bakma cesaretini göstermeyi. Bu yüzden, kendin için istediğini “öteki” için de istemek anlamına gelir.

Basklar, onlardan daha da önce İrlandalılar ve Güney Afrikalılar’ın gayet iyi bildiği bu konu, Türkiye için yeni bir mesele durumunda henüz. Kürtler vizyon, yaratıcılık, cesaret ve tasavvur güçlerini ortaya koydular. Ellerini çekmediler, aksine uzattılar. Bakalım Türk hükümeti ve Türkiye’deki politik, entellektüel ve sosyal hayatın içindeki diğer aktörler bu önemli jesti tanıyıp bu eli sıkacak kadar cesur olabilecekler mi?

 

Sonu gelmeyen

2013 yılının ikinci yarısı hem Türkiye hem de Bask ülkesi için son derece önemli bir süreç olacak. Bu ülkelerdeki her iki özgürlük hareketi de barışa giden yolun tek bir yol olduğu düşünceleriyle ilgili net ve emin olduklarını açık bir şekilde göstermiş bulunmaktalar. Geri dönüş ya da kısa bir kestirme yol yok. Hayal gücü, yaratıcılık ve vizyona sahip olduklarını kanıtladılar. Zaman zaman halkın cömertlik ve sabır sınırlarını zorlasalar da, geri döndükleri nokta hep halk oldu. Bu özgürlük hareketleri yapılması gereken seçimleri ve atılması gerek adımları halkla tartışırlar. Bu iki hareket arasındaki görüşmelerin sağlıklı bir şekilde yürümesinin nedeni de budur ama bu durum uzlaşıya kesin gözüyle bakmak anlamına da gelmez ve gelmemelidir. Bunlar dinamik tartışmalardır ve bu yapılarını da bu özelliğe borçludur. Tartışılan konu ortak bir gelecek, halklar arasındaki ilişkiler ve nihayetinde eşit statülere ve hangi geleceği istediklerine karar verme hakkına sahip olması gereken uluslardır.

Baskı, cinayet, şiddet, gözaltında kayıp ve katliamlarla geçen onlarca yıla rağmen, Kürtler, Basklar gibi hala ayakta duruyorlar, yenilmemiş ve parçalanmamış bir şekilde. IRA açlık grevcisi Bobby Sands cumhuriyetçi İrlanda mücadelesinin en karanlık dönemlerinden birinde şöyle demişti, “Özgürlük isteğini yok edemezlerse seni de parçalayamazlar”.

 

[1] Konferans tesadüfen seçilmiş bir tarihte değil, Kürt halk lideri Abdullah Öcalan’ın 14 Kasım 1998’DE İtalya’ya gidişinin yıldönümünde gerçekleştirilmişti. Öcalan’ın cesur, yaratıcı ve politik anlamda cüretkar barış girişiminden yana durma konusunda başarısız ve belli bir ölçüde isteksiz olan İtalyan solu için özellikle utanç verici bir sayfadır bu tarih.
[2] DEMOKRATİK süreç için atılan ilk adım, Abertzale Left’in Prensipleri ve İradesi, http://infonordirland.de/download/principlesandwill.pdf
[3] (İrlanda Barış Sürecinde oluşan bu ilkelere göre) Müzakerelerde yer alan tüm taraflar aşağıda belirtilen noktalara bağlılıklarını tasdik etmek zorundalardı;
*Politik sorunların çözümünde demokratik ve yalnızca barışçıl yolların kullanılması,
*Bütün paramiliter örgütlerin bütünüyle silahsızlanması,
*Silahsızlanmanın bağımsız bir komisyon oluşumu ile tamamlanması gerekliliği,
*Kişisel feragat, başkaları tarafından şiddet kullanılması veya şiddet kullanma tehdidi ve tarafların müzakerelerinin gidişatını veya sonucunu etkileyecek girişimlerine karşı çıkmak,
*Tüm tarafların dahil olduğu müzakerelerde varılan anlaşmaların koşullarına bağlı kalmak ve tarafların üzerinde anlaşmazlık yaşayabileceği bir sonucun herhangi bir yönünü değiştirme çabasında demokratik ve tamamen barışçıl yollara başvurmak ve
*”Cezai” cinayetler ve dayakların son bulmasını istemek ve bu tür olayların engellenmesi için etkili adımlar atmak.
[4] Zutik Euskal Herria! http://www.basquepeaceprocess.info/?page_id=500
[5] Bu üç aşama şunlardır,
Asgari demokratik değişiklikler
Bunlar demokratik sürecin gelişmesini sağlayacak başlıca demokratik değişikliklerdir. Buna göre, taraflar arasında eşit haklarla ilgili olarak yapılacak anlaşmalar ve kararlar güvence altına alınmalı ve olağanüstü politik önlemler sona erdirilmelidir.
Demokratik anlaşma
Uzlaşı son müzakere süreci temelinde geliştirilmelidir. Bask ulusunun tanınması süreci olan bu temel aşama, Bask ülkesinin parçalarının -hem kendi aralarında hem de devletle olanilişkisini değiştirmek için tüm politik projelerin ve politik/hukuki yolların gerçekleşmesini sağlayacaktır.
Demokratik çerçeve
Bu süreç demokratik anlaşmanın hukuki ve politik alanda hayata geçirilmesinini esas almalıdır. Halkın istekliliğiyle yaratılması gereken bu süreç Bask Ülkesi’nin yapısal inkarının giderileceğini garanti altına almalıdır. Abertzale Left’in karar verme hakkını kazanmak için sart ettiği çabalar bir tarafta Bask Ülkesi’nin güneyindeki dört şehir için özerklik talep eden“Anaitasuna önergesi”ne, diğer yandan da Bask Ülkesi’nin kuzeyindeki üç şehir için özerklik talep eden“ Ustaritz önergesi”ne dayanır.
[6] Erdoğan hükümeti tarafından 2009 Eylül ayında başlatılan, Kürt haklarının tanınması için bir dizi “kozmetik” önlemlerden oluşan açılımdır
[7] Ateşkes deklerasyonu, video, HTTP://WWW.YOUTUBE.COM/WATCH?V=D2KQDGDGIDA
[8] http://www.rtve.es/alacarta/videos/alto-el-fuego-de-eta/eta-decreta-alto-fuego-permanente-verificable/983747/
[9] http://www.youtube.com/watch?v=J5sCf8HZBew
[10] Bask Barışı, Tony Blair, HTTP://WWW.NYTİMES.COM/2011/10/22/OPİNİON/22İHT-EDBLAİR22,1.HTML
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.