Düşünce ve Kuram Dergisi

Ayrılık Kaçınılmaz Olursa Ancak Anlam Kazanır

Ali Fırat

Michel Foucault, erken ölümü nedeniyle tamamlayamadığı iktidar-savaş-özgürlük çözümlemesinde, toplumun içinde ve dışında daimi savaş hali olması nedeniyle Modernitenin insanı öldürdüğünü belirtmek ister gibidir. Buradan özgürlüğün, savaş dışı olabilmeyi başarmış toplumsal yaşam biçimi olduğu, sonucunu çıkarmak olasıdır. O halde tüm yıkım araçlarını üreten endüstriyalizmi, militarizmi ve hedefi olan kâr kanununu ve düzenli orduları lağvetmeden, bunun yerine toplumun öz savunmasını ve ekolojisini koymadan özgürlük gerçekleştirilemez. Kapitalizmin yok ettiği toplum, bir bütün olarak tarihselliği ve tüm alanlarını birlikte ele alan bir yaklaşım içinde öz savunmacı tutumla savunulmadıkça çıkış gerçekleştirilemez. Sadece toplumsal sorunları değil toplumun kendisini ve çevreyi kurtarmak için endüstriyalizme, ardındaki kapitalizme ve ulus-devlete karşı topyekûn öz savunmalara ihtiyaç vardır. Ulus-devlet ve endüstriyalizmi, iç içe geçmiş ortak bir ideolojik, ekonomik ve askeri saldırı kompleksi olarak değerlendirmek daha gerçekçidir. Bu gerçeklik karşısında dar anlamda sendikacılık ve particilik siyasetlerinin anlamsız kaldığı açıktır. Gerekli olan, belirtildiği gibi toplum ve çevrenin öz savunmasıdır.

Demokratik özerkliğin ikinci çözüm yolu, ulus-devletlerle uzlaşmaya dayalı olmayan, kendi projesini tek taraflı pratikleştirme yoludur. Geniş anlamda demokratik özerkliğin boyutlarını hayata geçirerek, Kürtlerin Demokratik Ulus Olma Hakkını gerçekleştirir. Şüphesiz bu durumda, bu tek taraflı demokratik ulus olma yolunu kabul etmeyecek olan egemen ulus-devletlerle çatışmalar yoğunlaşacaktır. Kürtler bu durumda, ulus-devletlerin ister tek tek ister ortaklaşa (İran-Suriye-Türkiye) saldırıları karşısında, ‘varlıklarını korumak ve özgür yaşamak için topyekûn seferberlik ve savaş pozisyonuna geçmekten başka çare bulamayacaktır. Savaş içinde olası bir uzlaşma veya bağımsızlık sağlanıncaya kadar öz savunmaları temelinde, demokratik ulus olmayı tüm boyutlarıyla ve öz güçleriyle geliştirmek ve gerçekleştirmekten geri durmayacaklardır.

 

Demokrasi ve Öz Savunma

Bilimsel olarak kanıtlanmıştır ki tek hücreli canlıdan, cansız zannedilen ama öyle olmadığı tüm canlılık ilkesinin temeli olduğu da anlaşılan atom altı parçacıkların yaşamına kadar öz savunmasız varlığın olmadığı bilinen bir hakikattir.

İnsan toplumları gibi son derece zekâlı ve esneklik düzeyi yüksek varlıkların öz savunmasız olamayacakları her yaşam anında ve mekânında rahatlıkla gözlemlenmektedir. Savaşlar bile uygarlık sistemlerinin çarpıklaştırılmış öz savunma anlayışlarıyla yakından bağlantılıdır. Demokratik toplumlar ve özgür bireyleri sınıflı uygarlıklar döneminde kendilerini korumak için büyük savunma sorunlarıyla karşı karşıya kalmışlardır. Hatta ilkel komünal toplumların uzun dönemli yaşamlarında kendi aralarında olduğu kadar daha çok da doğanın canlı ve cansız oluşumlarından kaynaklanan ölümcül tehlikelerle hep karşı karşıya kalmış ve öz savunmayı her anın ve her mekânın birincil görevi saymışlardır.

Kapitalist modernite unsurlarının (ulus-devlet, kapitalizm ve endüstriyalizm) ekonomik, ekolojik ve demokratik toplumlarla; özgür ve eşitçi bireyleri üzerinde yürüttüğü tekelci baskı ve sömürüsüne karşı öz savunma sorunları hayati konuların başında gelmektedir. Öz savunmasız yaşam sadece ücret köleliliğiyle sonuçlanmamakta, her tür işsizlik, hastalık ve yozluklara da yol açmaktadır. Daha da kötüsü çok sayıda fiziki ve kültürel soykırımları da beraberinde taşımaktadır. Modernite sistem olarak genelde toplumu ve bireyleri; özelde ve daha şiddetli olarak demokratik toplumları ve özgür bireyleri varlıklarını öz savunmayla zorunlu olarak karşı karşıya bırakmaktadır. Öz savunmanın başarılamaması halinde sadece özgürlükleri değil varlıkları da soykırım tehlikesine uğramaktadır. Modernitenin tekelci unsurları kendini sürdürebilir kılmak için toplumun ve bireyin özgürlüğünü ve varlığını tehdit altına almakla yetinmemekte, geç dönemlerinde yaşam için vazgeçilmez olan ekolojik koşulları da tüketmektedirler. Ekolojik koşulların tüketilişi, uzun vadeye yayılmış ve tüm yaşam üzerinde bir nevi soykırım olmaktadır.

Demokratik toplum ve özgür birey, devrimci ve evrimci gelişmeler kadar onlarla birlikte öz savunma sorunlarına çare bulmak zorundadır. Modernitenin yapısal krizinin son dönemi, öz savunmayı tüm sorunların başına yerleştirmiştir. Her topluluk ekonomik, ekolojik ve demokratik bir birim olmak kadar, öz savunmalı bir birim olarak da yaşamak durumundadır. Aynı zamanda her eşit ve özgür birey ekonomik, ekolojik ve demokratik bir veya daha çok birimde yaşamak kadar birlikte, o denli bir veya çok sayıda öz savunma biriminde de yaşamak durumundadır. Tüm canlılar için geçerli olan beslenme, üreme ve korunma en çok insan toplumu için de geçerli vazgeçilmez üç yaşam koşuludur.

Sadece canlı varlıkların değil cansız addedilen varlıkların bile her zaman ve her yerde öz savunma sistemiyle yaşadıkları bilimsel bir tespittir. Dolayısıyla demokratik toplumların, kurumların ve bireylerin kapitalist modernite unsurlarına (ulus-devlet, kapitalizm ve endüstriyalizm) karşı yeterli bir öz savunma sistemine sahip olmaları özgür ve eşitçe yaşamın vazgeçilmez bir gereğidir. Ben Gül Teorisi diyorum. Gül üzerine düşündüm. Gül, kendini korumak için diken çıkarıyor. Bir Gülün, bir bitkinin bile öz savunması vardır. Öz savunma için doğaya, tabiata bakmak bile yeterlidir. Bir Gül kadar bile kendimizi öz savunmaya hakkımız yok mudur? Öz savunma kutsaldır.  Öz savunmasız varlık olmadığı gibi doğanın en gelişmiş varlığı olan demokratik toplumlar öz savunmasız gerçekleşemez, varlığını sürdüremez. Demokratik ulusal çözümlerde öz savunma ilkesinin gerekleri karşılanmak durumundadır.

Öz savunma Boyutu: Biz buna güvenlik boyutu da diyebiliriz. Yani burada soykırımı ele alıyoruz. Kürtler soykırımdan nasıl kurtulabilir bunu somutlaştırmalıdırlar. Burada soykırım tüm soykırım çeşitlerini kapsar. Sadece fiziki değil kültürel ve her çeşit soykırımdan bahsediyorum. Yani Kürtlerin bir öz savunma durumuna kavuşması sağlanır. Toplum burada kendi öz savunmasını kurar. Bununla sadece elde silah bir durumu kastetmiyorum. Öz savunma derken silahlı yapıyı değil, o ayrı, kast ettiğim halkın kendi güvenliğini sağlamasıdır. Demokratik toplumun her alanda örgütlenmesini, kurumsallaşmasını kendi güvenlik sistemine kavuşmasını ifade ediyorum. Bu güvenlik boyutu halkın öz savunması ekmek su hava kadar önemlidir. Bu olmadan yaşanmaz. Kürt halkının güvenliği garantiye alınmadan kimse barıştan söz etmesin, silah bırakmaktan bahsetmesin. Halkın güvenlik meselesi hallolmadan bundan sonra hiçbir şey olamaz. Kürtler bir soykırım tehlikesi ile karşı karşıyalar. Fırsatını bulsalar katliamları yapmaktan çekinmeyecek güçler var. Kendi varlığını korumak için öz savunma şarttır. Kürtler de kendilerini korumak zorundadır. Bunu sadece askeri güçle sınırlı anlamamak lazım, bu nedenle öz savunma olmazsa olmaz diyoruz. Herkes bundan sorumludur, bireyler de kendi savunmalarını kendileri sağlamalıdırlar, halk da kendi tedbirlerini almalıdır.  Demokratik ulus çözümü bir bütün olarak ele alınmalıdır, parçalı yaklaşım doğru değildir. Bu nedenle örneğin demokratik özerklik çözümü de yanlış ve eksik anlaşıldığını düşünüyorum. Demokratik özerklik bu demokratik ulus çözümünde yedi sekiz boyuttan sadece bir tanesi olup işin sadece siyasi boyutudur. Bunun dışında ekonomik boyut, sosyal boyut, kültürel boyut, hukuki boyut, güvenlik-öz savunma boyut ve diplomatik boyut vardır. Bu boyutların her birinin ayrı ayrı önemi vardır ama demokratik ulus çözümü bağlamında bir bütün olarak değerlendirmek lazım. Bu boyutları bir bütün olarak değerlendirmek gerekir, sadece biri üzerinde-demokratik özerklik-yoğunlaşmak doğru değildir.  Demokratik özerklik bu boyutlardan sadece siyasi boyuttur. Öz savunma silahlı güç anlamında değildir, örgütlülük anlamındadır. Mahalle birlikleri oluşturulur, bunlar temsilini Kent Konseyi’nde bulur. Bütün bunlar Akademilerde tartışılır. Halk kendi çözüm ve analizlerini kent meclislerinde karara bağlayacak.

İlke olarak şunu söylüyorum: “Tüm dünyayı yenecek gücümüz olsa dahi saldırıya geçmeyeceğiz, tüm dünya birleşip üzerimize gelirse de kendimizi savunmasını biliriz”. Bu ilkenin ruhuna uygun pratiğinizi geliştirmeniz gerekir. İran, Türkiye, Barzani ve benzerleri arasında ittifak gelişirse katliamlar olabilir. Öz savunma olmazsa, ‘75 Cezayir, ‘88 Halepçe gibi şeyler olabilir. Güney’de bu tehlikeler var. Bu tehlikeleri önlemek için şimdiden çok önemli bir hazırlık gereği ortada.  Katliamların boyutlu olmaması için şimdiden tedbirleri almak gerekir. Mesele yalnız Türkiye değil, bir Cezayir anlaşması örneği doğabilir. Üzerlerine kim gelirse gelsin öz savunmayı en üst düzeyde yapmalılar. Barış için her şeyi yaparız ama öz savunma ile yaparız. Doğru bir öz savunma gerekir. Öz savunma şudur: Ben planlı programlı saldırmıyorum ama saldırı olursa mecburum kendimi savunmaya. Bu düşman belledikleri için de böyledir. Özgürlüğüm, yaşamım için kendimi savunacağım. Öz savunmaya çok derinlikli ve uzun vadeli bakmak gerekir, oyun Ortadoğu’dadır. Türkiye, Kürtler, Irak halkı Ortadoğu’ya uygun olan öz savunması gelişkin, demokratik ülküye sonuna kadar dayanan demokratik siyasi oluşumlar gerçekleşmelidir. Devlet biçimi olmadan bir toplum için güvenlik ve idare sağlanamaz mı? Birçok şehrin öz savunma biçiminde-Atina örneğinde-devletin değil, demokratik toplum yönetimin başarılı uygulama gücü sağlayabildiği görülmektedir. Sümer toplumunda bu modele başlangıç aşamasında rastlanmaktadır. Önde gelen kabile sorumlularından oluşan bir meclis idareyi oluştururken, şehrin gençlerinden gerekli oldukça savunma grupları oluşturulmaktadır. Görevlerin gereklerine göre bir komutan seçilmektedir. Atina toplumunda bu gelişmeyi daha somut ve sistematik olarak görmekteyiz. O halde devletin doğuşunu bir zorunluluk olarak tarihin temeline yerleştirmek olgularla bağdaşmamaktadır. Devleti bir yönetim ve baskı-zor aracı olarak kullanmak, daha çok artan ürün imkânına el koymak olarak değerlendirmek daha doğru bir tanımlama olmaktadır. Bunu yaparken, kamusal idare ve genel güvenliği bir kamuflaj, bir promosyon aracı olarak kullanmaktadır. Kamusal idare (Toplumun ortak yararı) ve genel güvenlik rahatlıkla şehrin demokratik meclisiyle sağlanabileceğine göre, bu imkânı istismar etmeyi zorunluluk olmaktan öteye bir el koyma, bir karşı devrim olarak değerlendirmek önemli bir saptama olarak karşımıza çıkmaktadır. Demokrasiyle karşılanabilecek şehrin ortak yarar ve güvenlik işleri bahane edilerek kendini dayatan gücü, tarihin başlangıcından itibaren tutucu ve zorba güç olarak tanımlamak gerçekçidir. Günümüzde bile atıl özelliğinden dolayı ihtiyaçtan fazla politikacı ve güvenlik gücü despotik özellikler kazanmaktan öteye gitmemektedir. Bu güç artık-değer üzerinde fazladan bir yük olarak değerlendirilmek durumundadır. Oyunun başlangıcında olup biten de özünde pek farklı değildir. Fakat tarih boyunca büyüyen demokratik değil despotik güç yönetimi olmuştur.

 

Dayatıldığı Gibi Düşünecek, Çalışacak ve Öleceksin!

Demokratik yönetim ile despotik-keyfi bireysel çıkar-yönetimi, hem teorik hem de pratik boyutlarıyla ayrıştırmak, tarihsel yaklaşımımızın temeli olmak durumundadır. Hiyerarşik ve devletli toplum sistemlerinde demokratik öğe ile savaşçı-iktidar kliği arasındaki çekişme temel politik olgudur. Toplumun varoluş tarzına dayanan demokratik unsurlar (gönüllü uyulan ahlak ve kendi sorunlarını bir araya gelerek çözen politika) ile hiyerarşi ve devlet kılıfına bürünen savaşçı-iktidar grubu (zora dayalı hukuk ve bürokrasi) arasında daimi bir mücadele vardır. Tarihin motoru bu anlamda dar sınıf mücadelesi değil, sınıf mücadelesini de kapsayan demos’un (halk) var olma tarzı ile onun bu tarzına yönelerek kendini beslemeye çalışan savaşçı-iktidar kliği arasındaki mücadeledir. Toplumlar esas olarak bu iki kuvvete dayanarak yaşamsallaşırlar. Zihniyet kazanma, otorite yaratma, sosyal düzen, ekonomik araçlar bu iki güç arasındaki savaşım düzeyiyle belirlenir. Görkemli askeri zaferlerini en büyük tarihsel olaylar olarak sunan fatihlerin dayattıkları şey tam köleleştirme düzenidir. Savaşçı-iktidar grubu dışındaki herkes ve her şey kanun gücünde emirlerinde olmalıdır. İtiraza, muhalefete, tartışmaya yer yoktur. Zihnen bile egemen tasarım biçimine ters düşülemez. Dayatıldığı gibi düşünecek, çalışacak ve öleceksin! Alternatifsiz hâkim düzenin zirvesi esas alınmaktadır. Özellikle imparatorluk, faşizm ve her tür totalitarizm uygulamaları bu örneğe girer. Krallık monarşizmi de bu sistemi hedefler. Bu tarihte en yaygın sistemlerden biridir. İkincisi, bunun tam karşıtı olan halk (klan, kabile ve aşiretlerden oluşan dil, kültür benzerliği olan gruplar) toplumunun hiyerarşik ve devlet örtüsündeki savaşçı-iktidar oligarşisine karşı özgür yaşam düzenidir. Yenilmemiş, direnişçi halk tarzını ifade etmektedir. Çöller, dağlar ve ormanlarda saldırılara karşı direniş halindeki her tür etnisite, oligarşiye dayanmayan dinsel ve felsefi gruplar, esas olarak bu toplumsal yaşam tarzını temsil ederler. Etnisitenin fiziki yanı ağır basan duygusal zekâlı direnişçi yaşamıyla dinsel ve felsefi grupların analitik zekâ ağırlıklı direnişçi yaşamları, toplumsal özgürlük ve eşitlik mücadelesinin esas gücüdür. Tarihin özgürlüksel akışı bu direnişçi yaşam tarzının sonucudur. Toplumda yaratıcı düşünce, onur, adalet, hümanizm, ahlakilik, güzellik, sevgi gibi önemli kavram ve olgular daha çok bu yaşam tarzıyla bağlantılıdır. Tarihsel sistemlerde demokrasinin durumunu gözlerken bu çerçeveden bakmak hayli öğreticidir.  Günümüze kadar hâkim tarih anlayışları esas olarak savaşçı-iktidar grubunun paradigmasıyla düzenlenmiştir. Talan ve ganimet için katliam seferlerine rahatlıkla kutsal savaş kulpu takılabilmiştir. Savaşı emreden tanrı anlayışları geliştirilmiştir. Savaşlar en görkemli olgular olarak anlatım bulmuştur. Savaşlarla her şey hak edilirmiş gibi bir tutum günümüze kadar gelmiştir. Özcesi savaşla elde edilen hak edilendir.

Hak ve hukuk anlayışının temeline savaşın yerleştirilmesi devletlerin hâkim varoluş tarzlarıdır. “Hakkın savaştığın kadardır” mantığı genel bir yöntem haline gelmiştir. Hak arayan savaşmasını bilmelidir biçimindeki bu zihniyet, ‘savaş felsefesi’nin özüdür. Bu zihniyetin tüm din, felsefe ve sanat ekollerinde yüceltilmesi bir avuç gaspçının eylemine ‘en kutsal eylem’ sıfatının takılmasına kadar ilerletilmiştir. Kahramanlık, kutsallık bu gasp eyleminin unvanı haline getirilmiştir. Böylesine yüceltilerek hâkim anlayış haline getirilen savaşlar, tüm toplumsal sorunların çözüm aracı olarak düşünülmüştür. Sanki savaş dışı çözüm yolları mümkün değilmiş, olsa bile pek makbul sayılmazmış gibi bir ahlâk anlayışı toplumu bağlamıştır. Sonuç şiddetin en kutsal çözüm aracı olmasıdır. Bu tarih anlayışı yıkılmadıkça, toplumsal olgunun gerçekçi tarzda değerlendirilmesi ve sorunlara savaşsız çözüm aranması zordur. En barışçıl ideolojilerin bile kendilerini savaştan alıkoymamaları bu zihniyetin gücünü gösterir. Sürekli barış isteyen büyük dinler ile çağdaş sınıf ve ulus hareketlerinin bile kendilerini savaşçı-iktidar kliğinin tarzıyla savaşmaktan alıkoyamamaları bu gerçeğin diğer bir kanıtıdır. Savaşçı-iktidar zihniyetiyle baş etmenin en etkili yolu halkların demokratik duruş tarzına erişmesidir. Bununla ‘dişe diş’, anladıkları dilden cevap verme anlayışından bahsetmiyoruz. Demokratik pozisyon içinde şiddeti de barındıran bir öz savunma sistemine sahip olsa da, esas olarak hâkim zihniyetle savaşıp kendini özgürce oluşturma kültürünü kazanmaktır. Direnme ve savunma savaşlarını çok aşan bir yaklaşımdan bahsediyoruz. Temelde devlet odaklı olmayan bir yaşam anlayışında yoğunlaşma ve pratikleşmedir bu. Her şeyi devletten beklemek, savaşçı-iktidar kliğinin oltasına takılmak gibidir. Belki bir yem sunulur, ama bu yem sadece avlamak içindir. Devlet konusunda halkları aydınlatmak demokrasinin ilk adımıdır. Daha sonraki adımlar kapsamlı demokratik örgütlenme ve sivil eylemliliktir. Demokratik savunma savaşları ancak bu bağlamda zorunluluk arz ederse gündemleşir. Toplum da esas olarak komünal ve demokratiktir.

Öyle olduğunu bildiği içindir ki, kapitalizm bireyciliği toplumun aleyhine şahlandırır. Güdüleri ayaklandırır. İnsan toplumunu birçok yönüyle tersinden primat toplumuna-toplumun maymunlaştırılması-dönüştürür. Toplum direndikçe ve sonunda bir bütün olarak çözüldükçe, yeninin ortaya çıkma şansı doğar. Toplumsal dönüşüm projeleri başta çelişkilerin bu temel yönünü dikkate aldığında başarı şansı kazanabilir. Bağlantılı olarak kapitalizmin sistematik olarak yıktığı ahlâki örgü esas alınmadan, hiçbir çelişkinin teknik olarak çözüm şansı olamaz. Toplumsal ahlâk olmadan, yalnızca hukuk, siyaset, sanat ve ekonomik yöntemlerle hiçbir toplumu yönetme veya değiştirme olanağı yoktur. Ahlâkı toplumun kendiliğinden varoluş biçimi olarak algılamak gerekir. Dar geleneksel ahlâktan bahsetmiyorum; ahlâkı toplumun kendini yürütüş vicdanı, yüreği olarak tanımlıyorum. Vicdanını yitirmiş toplum bitmiş toplumdur. Kapitalizmin ahlâkı en derinden tahrip eden sistem olması anlamlıdır. Sonul sistem olması onun toplumsal vicdanı tahrip etmesini anlaşılır kılar. Sömürü ve baskı sisteminin potansiyelini tüketmesinin somut ifadesi, ahlâkın sistemlice tahribi anlamına gelir. O halde kapitalizmle mücadele zorunlu olarak etik-bilinçli ahlâk-çaba gerektirir. Bunsuz mücadele başından kaybedilmiş mücadeledir. Marksizm’de kişilik bir bütün olarak kapitalist yaşam değerleri içinde yaşar. Kentlilik ağır basar. Kentin egemen özeti olan bir yaşam tarzı bireyi bin bir bağla kapitalist sisteme bağlar. Marks’ın kendisinin bile binlerce bağla sistem içi olduğunu iyi bilmek gerekir. Hıristiyanlık ve Müslümanlıkta sistemden koparak onlarca yıl inzivaya, manastıra, dergâha çekilen onca insan bile ancak sınırlı bir etkiye yol açmıştır. Marksist mücadelecilerin çoğu bu yönlü bir ahlâki oluşumun bile farkında değildir. Kapitalizmin şu veya bu versiyonuyla yaşayıp teorik-pratik savaşla sonuç alacaklarını sanırlar. Marksist kuramın siyasal devrim ve sonrasına ilişkin tezleri ise, daha vahim olarak hiyerarşik ve devletçi karakter taşır. Savaş, proletarya diktatörlüğü, devletçilik kavram olarak neredeyse kutsallaştırılır. Hâlbuki devlet-iktidar, savaş-ordu sınıflı toplum uygarlığının ürünü olup, mutlak anlamda egemen sömürücü kesimin vazgeçilmez yaşam aygıtlarıdır. Bu araçları proletaryanın eline vermek demek, daha başından kendini onlara benzetmeye karar vermek demektir. Nitekim reel sosyalizmde bu araçların hepsi en yetkin biçimde kullanıldı. Fakat yetmiş yıl sonra anlaşıldı ki, kapitalizmin en çapulcu biçimi (Batı Avrupa kapitalizmi onun yanında âdeta yedi suyla yıkanmıştır) kurulmuştur. Kapitalizmin en totaliter, antidemokratik biçimi söz konusudur. Bu olgunun altında devlet anlayışı yatmaktadır. Engels’te ‘yavaş yavaş sönmesi gerekir’ denilen devlet sönmemiş, tersine en güçlü aşamasına reel sosyalizmle ulaşmıştır. Burada art niyet, karşıdevrim aramak fazla anlamlı değildir. Başvurulan araçlar (Devlet tamamen ele geçirilse de) sosyalizme değil bürokratik sınıflaşma ve devlet kapitalizmine götürür. Oysa sosyalizm sosyalist araçlar gerektirir. Onlar da baştan sona demokrasi, çevre hareketi, kadın hareketi, insan hakları, toplumun öz savunma mekanizmalarıdır. Buradan kalkarak parti, sendika, barış, ulusal kurtuluş cephe hareketleri, politika gibi birçok toplumsal olguda resmi düzenin aşılamamış konularını da başarısızlık etkeni olarak buna eklemek mümkündür. Bu araçlara genel stratejik ve felsefi doğrultuda demokratik-ekolojik bakılmadığından, sonuçta ne kadar mücadele aracı olarak kullanılsalar da, sisteme eklemekten kurtulamazlar.

 

Eylem Demokrasinin Dilidir

Ortadoğu demokrasi öncesini, savaşların kaosunu yaşamaktadır. Kurdistan bu savaş ve kaosun merkezindedir. Nereden bakılırsa bakılsın, halkın savunma sorunları ağırdır ve sahip çıkılmayı gerektirir. Dil gibi en temel toplumsal iletişim aracını bile çağdaş ölçüler içinde kullanamaması, savunma sorunlarının derinliğine ilişkin bir kanıttır. Diğer yandan genel bir direniş savaşı için gerekli olan birçok koşul ve olanaktan yoksunluk, savaşın sınırlı ve dar tutulmasını gerektirmektedir. Hükümran devletlerin siyasi ve askeri güçlerine karşı yapılacak direnmede silahlı savaşım düşük ve orta yoğunluklu, bazen her ikisinden de dar hücre tipi savaşlara kadar daraltılabilir. Hiç direnmemek boyun eğmeyi sonsuz hale getirir. Direnmeyle devletlerin hükümranlıklarını yok etmek değil, demokratik uzlaşıya uygun hale getirmek çağımız koşullarında en uygun yol gibi görünmektedir. Öz savunmanın rolü demokratik uzlaşıya götürünceye kadar halkın demokratikleşmesini geliştirmek ve korumaktır. Demokratikleşmenin önünü açmak antidemokratik devlet zoruyla işbirliği ettiği güçlerin dolaylı engellemelerini kaldırmaktan geçer. Öyle dönemler olur ki, halkın ve tüm örgütlü güçlerin dayandığı en temel biçim olur. Tüm demokratik çabaların koruyucusu ve geliştiricisi olmak ona düşer. Bunun için gerekli siyasi ve örgütsel donanımı sağlamak durumundadır. Nicel ve nitel konumunu yerine getirmesi gereken görevleriyle uyumlu kılmak, strateji ve taktiklerini belirlemek çözmesi gereken görevlerdir. Tüm Parti, Kongre ve tehlikede olan halktan insanların güvenliğinden de sorumlu kılınmaktadır. Bu zor ve önemli görevleri en iyi eğitilmiş askeri ve diğer güvenlik güçlerine karşı yerine getirmektedir.  Demokrasilerin eylem tarzını kavramadan işleyişini geçerli kılmak güçtür. Eylemsiz demokrasi sessiz insan gibidir. Eylem demokrasinin dilidir. Halkın her hareketliliği, örgütlerin her faaliyeti birer eylemdir. Basitten karmaşığa doğru gösteri, toplantı, yürüyüş, seçim, miting, protesto, grev, şartları doğduğunda yasal direnme ve ayaklanmalara kadar eylemler dizisi yerinde ve zamanında sergilenmeden demokrasiler yürütülemez. Özellikle halkın temel talepleri göz ardı edildiğinde, demokrasinin birçok kurum, kural ve amacı tahrip edildiğinde eylemler zorunlu çözüm araçları olur. Eyleme geçmeyi başaramayan bir halk ve örgüt demokratikleşemez. Eylem yeteneğini gösteremeyen bir halk ve örgüt aslında ölmüştür. Eylemlerin örgütlerle mümkün olduğu, örgütsüz eylemliliğin boş ve başarısız kalacağı açıktır. Halklar ne kadar örgütlüyse o kadar eylemli olurlar. Eylemleri hep protesto, direniş gibi görmemek gerekir. Sivil toplum eylemlerinin çoğu yapıcıdır. Pozitif eylem anlayışı esastır. Ayaklanma ve savaşlar ancak diğer tüm eylem biçimleri sonuç vermediğinde ve sorunlar ağır çözümsüzlük yaşadığında anlam kazanabilir. Özelikle savaşçı-iktidar güçleri zor dışında hiçbir çözüm seçeneği bırakmadığında, halklar köleliğin alçaltıcı etkisi altında yaşamaktansa, kendi hayati çıkarları için ayaklanma ve savaşları gündeme alma gücünü göstermelidir. Yasalar eşit uygulanmadığında, demokrasinin çözüm rolüne ilgi gösterilmediğinde, tüm barışçıl eylemler boşa çıkarıldığında, ciddi olarak ayaklanma ve halk savaşı üzerinde durma kaçınılmazlaşabilir. Şu iki sınır gereken cevabı verebilir: Devlet demokratik çözüme anlamlı, duyarlı biçimde ilgi göstermez ve şans tanımaz, halkın da elinde başka zorlama etkeni kalmazsa, çoğu halklarda görüldüğü gibi az veya çok kanlı ayaklanma ve az veya çok sürekli halk savaşları gündeme girer. Her savaş ve ayaklanmanın amacı ayrılma değildir; tersine, daha çok demokratik bütünlüğe yol açmaktır. Eskinin ayrı devlet kurma amaçlı ayaklanma ve ulusal kurtuluş savaşlarının dönemi geçmiştir. Devlet amaçlı ayaklanma ve ulusal kurtuluş, sonuçta kapitalist devlete küçük bir ek daha yapmaktır. Bu, halkların hiçbir sorununa çözüm getiremediği gibi daha da ağırlaştırabilir. Yirmi iki devletli Arap halkının sorunları herhalde azalmamış, daha da çoğalmıştır. Dolayısıyla yeni dönem halk ayaklanma ve savaşları devlet amaçlı olmamak, demokrasiyi öz ve biçim itibariyle tam işletmeyi hedef almakla tanımlanabilir. Esas rolleri böyle konulabilir. Ayrılık kaçınılmaz olursa ancak anlam kazanır. Halkların tercihi her zaman demokratik bütünlükten yana olmayı gerektirir. İki tarafta aşırı ulus milliyetçileri ne kadar ayrılmayı ve şiddeti dayatsalar da, halkların tercihi bu koşullarda en az şiddet ve demokratik bütünlük olmalıdır. Zamanı ve koşulları oluşmadan ayaklanma ve savaşa başvurmak ne kadar tehlikeliyse, başka seçenek kalmadığında başvurmamak da o denli alçaltıcı ve ölümcüldür.

Demokrasiler için diğer önemli bir eylem sorunu da meşru savunma durumunda nasıl davranılacağına ilişkindir. Meşru savunma ancak işgal koşullarında anlam kazanır. Bir halkın üzerinde işgalci, sömürgeci veya daha değişik baskıcı bir sistem kurulduğunda işgal var demektir. İşgali tek başına yabancı bir güc yapabildiği gibi, bazen yarı yarıya yerli işbirlikçilerle birlikte de yapabilir. Bu durumda savunma görevi ortaya çıkar. Hedef işgali kaldırmak, demokrasiyi kurmaktır. Fakat yabancı olgu devrede olduğundan, savunmaya meşru, ulusal demokratik demek daha doğru bir yaklaşımdır. Bu koşullarda yine ayaklanma ve savaş koşulları doğmuştur. Yine de klasik ulusal kurtuluş savaşı esas alınmaz. Ulusal boyut olsa bile, çağın özellikleri gereği geniş demokratik bütünlükler uğruna savunma savaşı demek daha uygundur. Bu tür ayaklanma ve savaşlar şehirde ve kırsal alanda ya tek başına ya da birlikte gelişebilir. Birçok Asya, Afrika ve Amerika ülkesinde bunların tüm biçimleri denenmiştir. Devlet amaçlı olmak yerine demokratik amaçlı olmak, güncel çözüm gerçekliğine daha uygun düşmektedir. Ulusal nitelikte bile olsa, tepede ortak hareket eden işgalciler ve işbirlikçilerine karşı halkların da işbirliği içinde demokratik bütünlük için savaşmaları en doğrusudur. Bu durumlarda diğer barışçıl eylem biçimleri de sonuna kadar uygulanmak durumundadır. Meşru savunmayı daha çok halkın demokratikleşmesini desteklemek, geliştirmek ve korumak amacıyla örgütlemek ve yürütmek esas olmalıdır. Hedef olarak baskıcı savaşçı klikler alınırken, demokratik çözüm muhataplarının varlığı da unutulmamalıdır. Tüm devleti, ilgili ulusu karşısına almak doğru bir strateji olmaz. Taktik olarak her yabancıyı, işgalci ulus insan ve kurumlarını hedef almak da doğru olamaz. Hedefleri en dar ve sonuç alıcı kılmak, halkın demokratik çözüm olanaklarını artırmak, varoluşunu korumak esas olmalıdır. Meşru savunma hareketi ve örgütlülüğünün işgal ve çözümsüzlükten sorumlu güçleri yürüttükleri haksız savaşın sürdürülmezliği konusunda ikna edinceye ve demokratik çözüm yoluna çekinceye kadar yoğunlaştırılarak sürdürülmesi mevcut krizden çıkmanın temel aracı olabilir. Olağanüstü durumların dışında normal koşullarda halkların öz savunma sorunu da göz ardı edilemez. Kriz koşullarında genel güvenlik dışında öz güvenlik daha çok önem kazanır. Devletin klasik güvenlik ölçütleri birçok yönüyle halkın güvenlik ihtiyacına cevap veremez. Devlet iktidarının oligarşik ve diktacı güçlerin eline geçmesi sınırlı hukuk güvencesini de ortadan kaldırır. Devlet âdeta parsellenir. Bir ucu devletçi odaklara bağlı çok sayıda mafya ve çete türer. Bunlar halk üzerinde tam bir terör estirirler. Suçlarda patlama yaşanır. Hak aramada hukuki yollar yerine taşeron güçler tutulur. Hukuk âdeta metalaşır. Devletin güvenlik güçlerinin kendileri güvenlik sorunu haline gelir. Kriz süreçlerindeki birçok ülkede günümüzde yaşanan bu tür güvenlik sorunları karşısında öz savunma kaçınılmaz bir gereksinim haline gelir.

Öz savunma güçlerinin kurulması gerekir. Halk savunma güçlerini devlet karşıtı veya alternatifi bir kuvvet olmaktan ziyade, devletin sağlamadığı ve yetersiz kaldığı, hatta nedeni olduğu temel güvenlik ihtiyacını karşılama güçleri olarak değerlendirmek daha doğrudur. Halk savunma birlikleri klasik gerilla veya ulusal kurtuluş ordusu değildir. Halk kurtuluş gerillası veya ulusal kurtuluş ordusu ağırlıklı olarak iktidar ve devlet hedeflidir. İktidar sorununu çözmek isterler. Halk savunma birliklerinin özel bir devlet ve iktidar hedefi-objektif zorunluluklar dışında-olamaz. Esas görevleri yasal ve anayasal hakları çiğnendiğinde ve yargı görevini yapmadığında halkı korumaya çalışmak, demokratikleşme çabalarına güvence olmak, saldırılar karşısında halkın direnmesine öncülük etmek, kültürel ve çevresel varlığını korumak gibi özetlenebilir. Halk savunma birlikleri kentler ve kırsal alanlarda uygun birlikler halinde örgütlenebilir. Bir nevi halk koruma milisleri de denebilir.

 

Kürtler Bir Soykırım Tehlikesi İle Karşı Karşıyalar

Kürtler bir soykırım tehlikesi ile karşı karşıyalar. Fırsatını bulsalar katliamları yapmaktan çekinmeyecek güçler var. Kendi varlığını korumak için öz savunma şarttır. Öz savunma başta olmak üzere siyasi, sosyal, kültürel her alanda örgütlenmelerine ağırlık verecekler. Örgütlü oldukları her tarafta Suriye, İran, Irak, Türkiye, Avrupa, her yerde öz savunma örgütlenmelerini de içeren siyasal, sosyal, kültürel her türlü örgütlenmelerine ağırlık verecekler. Yani eskisi gibi tek başına siyasi diyalog arayışıyla yetinmeyecekler, kendi toplumsal örgütlülüklerini geliştirecekler, ağ gibi örecekler. Tabi ki öz savunmalarını yapacaklar, ortada bir soykırım var. Meşru müdafaa hakkı kullanılır, bu evrensel bir haktır. Ayakta kalmak için her canlı kendisini savunmak zorundadır. Bitki-hayvan bütün canlılar için bu geçerlidir. Ben daha önce de belirtmiştim ‘Gül Teorisi’ demiştim. Gül bile yaprakları dökülürken dikenleriyle kendi öz savunmasını yapıyor, kendisini koruyor. Bu böyle anlaşılmalıdır. Bu öz savunma hukuki, ekonomik ve diplomatik çalışmalarla güçlendiğinde kendiliğinden fiilen demokratik özerklik ortaya çıkıyor. Böylesi bir durumda demokratik özerklik de fiilen zaten gelişir. Kürt halkının güvenliği garantiye alınmadan kimse barıştan söz etmesin, silah bırakmaktan bahsetmesin. Halkın güvenlik meselesi hallolmadan bundan sonra hiçbir şey olamaz. Kürtler bir soykırım tehlikesi ile karşı karşıyalar. Fırsatını bulsalar katliamları yapmaktan çekinmeyecek güçler var. Kendi varlığını korumak için öz savunma şarttır. Kürtler de kendilerini korumak zorundadır. Ben tehlike büyüktür derken paniğe de kapılmamak gerekir, aksine daha da cesur olunmalıdır. Kürtler demokratik temelde, yasal zeminde çalışmalarını yürütürler, öz savunmayı da her alanda kurarlar. Öz savunma sadece demokratik özerkliğin bir ayağıdır. Diğer ayakları da var, ekonomik, kültürel, sosyal, siyasal, hukuksal vb. boyutları da vardır. Bir bütün olarak ele alınmalıdır. Öz savunma silahlı güç anlamında değildir, örgütlülük anlamındadır. Mahalle birlikleri oluşturulur, bunlar temsilini Kent Konseyi’nde bulur. Bütün bunlar Akademilerde tartışılır. Halk kendi çözüm ve analizlerini kent meclislerinde karara bağlayacak. İşte ‘Orta Yoğunluklu Savaş’ kapıdadır. Her türlü savunma, öz savunma konumlarını güçlendirirler. Halkla birlikte bu işi yürütürler

Rojava için çıkmazdaki iki tarafa da demokratik anayasal çözümü dayatmak, her iki tarafla da diyalog ve müzakere kapılarını zorlamak Cenevre numaralarından daha gerçekçidir. Suriye’de demokratik anayasal çözüm gelişmezse (Diğer iki taraf da eski ulus-devletçi enkazdan yeni ulus-devletçi çıkış arıyorlar) çıkmazın derinleşmesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla Kürtlere dayalı demokratik devrim perspektifimizin kapsamına diğer etnik, dinî ve kültürel varlıkları da katarak, Kuzey Suriye üzerinden birleşik demokratik hamleyi öz savunma güçlerine dayalı olarak geliştirmek, tarafları bu yönde çözüme zorlamak en doğru tavır olsa gerek. Burada belirleyici olan öz savunma güçlerinin nitel ve nicel durumudur. Irak’ın Orta kuşak için öz savunmacı gerilla hamlesi çok gecikmiş bir çalışma değerindedir. Goran, YNK ve benzeri hareketlerle (Buna Araplar ve Türkmenleri, diğer aşiretler ve mezhepleri de eklemek gerekir) yeni bir üçüncü yolu denemek tek çıkış yolu olarak gözükmektedir. Barzani Ulusal Kongreyi akim bırakmaya devam ederse, diğer güçlerle yeniden değerlendirmek ve geçerli kılmak kaçınılmazdır. Barzani’nin Rojava’ya büyük tepkisi, altmış yıldır gladioca inşa edilen Kürdistan’daki sistemi geçersiz kıldığı içindir. Büyük panik bu yüzdendir. İran’a ilişkin tavrın güncellenmesi önem taşır. Olası yeni idamlar ve varlığımıza karşı kuşatıcı tavırlarına karşı her an karşı hamlelerle (stratejik-taktik) yanıt vermek gerekir. Biz halkımızı halen devlet kurumlarında ezici bir güce (Sivil alanı da buna dâhil edebiliriz) sahip olan bu derin, karanlık aygıtların insafına terk edemeyiz. Her an onlara karşı halkımızın ve kendimizin öz savunma hakkını kullanmak durumundayız. Yeni operasyonları daha amansız olabilir. Bunun için açık ki öz savunma merkezlerinde kapsamlı çabalar içinde olmaya devam edeceksiniz. Nicel ve nitel gelişmelerinizi sürdüreceksiniz.  Topyekûn bir imha saldırısı devreye girerse, sizler de topyekûn bir ‘öz savunma ve özgürlük savaşı’nı her dönemdekinden daha kapsamlı ve başarılı verebilecek durumda olacaksınız. Dolayısıyla tüm güçlerimiz de her alanda, tüm parçalarda en aktif öz savunma ve özgürlük hamlelerine hazır olmak durumundadırlar.

 

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.