Düşünce ve Kuram Dergisi

Çölde Bir Vaha: Rojava

Süheyla Taş

İnsan, evrenin çocuğu olduğu gibi aynı zamanda da özetidir. Mikro kozmos olarak tanımlanan insanın, potansiyelinin en fazla açığa çıktığı bölge Ortadoğudur. İlk insan olan, Homo Habilis’in (yetenekli insan) dışındaki tüm evrimsel süreçlere beşiklik eden bir bölge olduğu ve temel değerlere kaynaklık ettiği tarihi verilerle de bilinmekte. Tarım ve köy devriminin gelişmesi; toplumsal formda klandan kabileye, oradan da aşiret ve sonrası formlara geçiş, simgesel dilin gelişimi kısacası neolitik dönemin; ahlak ve politika, özgürlük, eşitlik, komün vb. insanı insan yapan ve hala da insan toplumunu ayakta tutan tüm temel değerleri o dönemin ürünüdür. Bu toplumsal değerler daha çokta kültürel çalışma çerçevesinde Asya, Afrika, Avrupa, Amerika ve Avustralya’ya geçmiş ve her toplumda kendinden bir şeyler katarak bu değerlerden yararlanmıştır. Ortadoğu’nun evrenselliği sadece bu dönemle de sınırlı olmamıştır. Aynı zamanda tüm toplumsal sorunların esas nedeni ve kaynağı olan iktidar ve devlete de beşiklik etmiş olup, merkezi uygarlık sistemi açısından da aynı karakterdedir. Bu merkezi uygarlık sisteminin ilki; Sümer orjinli şehir devletleri dönemidir. Şehir devletleri çerçevesinde gelişen eril iktidar anlayışı, hegemonya sınırlarını geliştirerek, gittikçe her yerde versiyonlar biçiminde yaygınlaşmıştır. Greko-Romen hegemonik çıkışına kadar ki tüm devletleşmelerde yine bölge kaynaklı ve Sümer şehir devletlerinin derinleşmiş versiyonlarıdır. Bu sebeple Greko-Romen çıkışı ikinci büyük hegemonik döneme tekabül eder. Günümüz algısıyla batılı olarak görünse de özünde doğu olarak değerlendirmek ve Ortadoğu kaynaklı bir çıkış olarak ele almak daha yerinde olacaktır. İslami çıkış ise merkezi uygarlık sisteminin üçüncü hamlesidir. Merkezi uygarlık sisteminin temel belirleyeni olmaları bu güçleri hegemonik güç yapar. Bu güçlerin tümü de günümüzün ABD’sine benzer. Merkezi uygarlık sisteminin son hegemonik gücünü ise Avrupa Birliği ve ABD oluşturmakta. Bu aynı zamanda hegemonyanın doğudan batıya geçişi anlamına da gelmektedir.

Şunu söyleyebiliriz ki; tarihsel-toplumsal gelişme iki gövde, iki temel uygarlık, devletli uygarlıkla demokratik uygarlık arasında gelişmiştir. Tarihin oluşumunu bu gerçeklik teşkil ediyor. Tarihsel mücadeleyi, dar sınıf mücadelesiyle izah etmek yanılgılı bir yaklaşım olur. Sınıflar mücadelesi bu iki uygarlıkla birlikte ele alınıp, değerlendirildiği oranda bir anlam ifade eder. Tarihe damgasını vuran örnekler kabilinde ele aldığımız bu olguların tümünde çatışma zıt kutupta yer alan sınıflar arasında değil, iki temel uygarlık güçleri arasında gelişmiştir. Babil, Akad ve Asur’a karşı başkaldırıp saltanatlarını yıkan köleler değil, yoksul ve özgür yaşayan dağ kabile ve aşiretlerdir. Nemrut’a ve Firavun’a başkaldıran İbrahim ve Musa gerçeği de böyledir. Tarihin en büyük köleci imparatorluğuna başkaldıran İsa, yoksul Esseniler kabilesine mensuptur. Fransız Devrimi’ni gerçekleştirenler, “baldırı çıplaklar” hareketidir. Sovyet Devrimi’ni yapanlar, Rus Mujikleridir. Tüm bu örneklerde de görüleceği gibi hakikat ve özgürlük arayışı ve tarihsel-toplumsal gelişme, “köle, serf, proleter” eksenli değil, iki temel uygarlık arasında gelişiyor. Bugünün Leviathan’ı, fethetmeyeceği toprak, ele geçirmeyeceği pazar, köleleştirmeyeceği insan, kirletmeyeceği doğa bırakmadan büyük bir yıkıma doğru yol alıyor. Bu temelde doğa, toplum ve insan karşıtı olarak biçimleniyor.

Başta da belirttiğimiz gibi tüm değerlere kaynaklık eden Ortadoğu bu biçimlenmeden de nasibini sürekli bir şekilde hegemonik güçlerin hedefi olarak alıyor. Kriz ve bunalıma sürüklenirken yaşadığı bu temel krizi, sorunlarına çözüm gücü olmaktan yoksun bırakılarak derinleştiriliyor. Tam da bu sebeple “Ortadoğu’da denenmesi gereken model devlet ulusuyla, demokratik ulusun varlığını ve özerkliğini esas alan demokratik anayasal çözümdür… Ortadoğu, tarihte çok uzun sürmüş evrensel rolünü ancak Demokratik Uluslar Birliği çatısı altında yeniden ele geçirip oynayabilir… Kurdistan devrimi her zamankinden fazla bir Ortadoğu devrimidir. Kürt demokratik uluslaşması da Ortadoğu Demokratik Uluslar Birliği’dir.”

Ortadoğu Demokratik Uluslar Birliği’nin oluşumu için Rojava Devrimi bir köprü görevini üstlenebilir. Çünkü iki temel uygarlık arasında yürütülen savaşa çözüm de devrimin yeniden ana topraklarına dönüşüyle olacaktır. Bin yıllara dayanan kadim kültürü yok etmek için halklar arasında çelişkiler yaratılmak istenirken, Rojava Devrimi ile demokratik ulus anlayışı kadın öncülüğünde inşa edilmek ve çelişkiler aşılmak isteniyor. Derinleştirilmek istenilen bu kriz ve bunalımlı aşamadan Rojava Devrimi nasıl açığa çıktı? 6 Mart 2011’de Ürdün’de yaşları 15 ile 17 arasında olan yaklaşık 18 çocuk, Tunus ve Mısır’da başlayan isyan dalgasından etkilenerek okulların duvarına, “Halk, rejimin yıkılmasını istiyor!” diye yazdılar. İstihbarat şebekesi tarafından tespit edilip yakalanan bu çocuklar, aileleri almaya çalışsa da serbest bırakılmadı. Bunun üzerine aileler valilik binasını bastı, böylece çocuklar ailelerine teslim edildi. Çocuklara işkence yapılmıştı. Ebu Zeyd ailesinin aşireti isyan bayrağını çekince 18 Mart 2011’de binlerce kişi sokaklarda direnmeye başladı. Böylece “iç savaş”ın fitili ateşe verildi. Elbette Suriye’de yaşanan çelişkiler on yıllara dayanmaktadır. Kısa da olsa bu tarihi sürece göz atmakta yarar var.

Baas rejiminin ilk kötülüğü vatandaşlık dahi vermediği Kürtlere karşı olmuştur; “Arap Kemeri” projesi ile Cezire bölgesini Araplaştırmak istemiştir. Bununla beraber vatandaş sayılmadıkları için toprak üzerinde hak iddia edemeyen Kürtlerin işledikleri araziler Tabqa Barajı’nın mağduru Araplara verilmişti. Bu durum iki halk arasında büyük bir sorun teşkil ediyordu. Kuşkusuz istenen de zaten buydu. Ayrıca Baas rejimi döneminde muhalefet giderek “Sünni İslamcı” bir siyaset yürütmeye başlamıştı. Hafız El Esad’ın kadın erkek eşitliğine yönelik adım atması İslamcı kesimlere rahatsızlık verdi. Kadınların parlamentoya girmesi, yargıçlık dahil başka meslekler yapması, hatta 1976’da Kültür Bakanlığı koltuğuna bir kadın atanması, İhvan protestolarıyla karşılaştı. Hâlbuki Suriye’de kadınlar 1949’da seçme, 1953’te seçilme hakkı elde etti. Bu, bazı Arap ülkelerinden de ileri bir adımdı. 1976’da çoğunluğu Alevi olan hükümet yetkilileri, öğretmen, doktor ve rejimin profesyonel kadroları İhvan tarafından suikasta uğradı. 1980’de Esad’a suikast girişimi oldu, son anda kurtulan Esad buna karşılık 550 İhvancı tutukluyu hücrelerinde öldürttü. Yine 1980 yılından sonra rejim tarafından “hayalet” anlamına gelen “şebah” kelimesinden türetilen “şebbah”ı milis gücü oluşturuldu. Bu milis güç tarafından birçok katliam gerçekleştirildi. Hafız El Esad’ın 2000’de ölmesiyle birlikte yerine birçok değişim yapması nedeniyle “Şam Baharı” olarak literatüre giren Beşar Esad, Baas rejiminin tek adayı olarak seçildi. Bu “Arap Baharı”nın Suriye’ye yansımasını kaçınılmaz kıldı.

Ülkede yaşanan şiddetli baskı ortamı ve derin yoksulluk nedeniyle halkta bir yılgınlık oluşsa da sokaklarda direnişi başlatan Mart 2011 yılına kadar halk direnişleri dahi çok lokal kaldı. Halkların özgürlük istemi sonucu başlayan sürecin rengi zamanla değişti: Yarbay olan Hüseyin Hamuş tarafından ilk silahlı birlik olan Hür Subaylar Hareketi kuruldu. Ardından Hamuş’la fikir ayrılıkları nedeniyle Riyad El Esad tarafından üssünün Hatay olduğu açıkça söylenen Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) kuruldu. Hemen ardından Hizbullah Kasyır Savaşı ile Suriye’deki savaşa müdahil oldu. Tüm bu yaşananlar halkların özgürlük arayışlarına cevap olmaktan ziyade kriz ve bunalım derinleşmesine sebep olmuştu. Bu durum halkların kendi özgürlüğü için ayaklanmasını kaçınılmaz hale getirdi. Böylece Ortadoğu devrimi için bir köprü niteliği görebilecek güçte olan Rojava Devrimi 19 Temmuz 2012 yılında Kürt halkı öncülüğünde, halkın hükümet konaklarını ele geçirilmesiyle gerçekleşti. Rojava Devrimi, devrim halk için yapılır düsturunu değiştirdi; halkın yapıcısı olduğu bir devrimin numunesi oldu. Son 150 yıllık ve özellikle Rojava deneyimi devrimin öncelikle toplumdan inşa edilmesinin önemini çok açıkça ortaya koymaktadır. Üstenci Jakoben bir devrim anlayışından/toplum mühendisliğinden ziyade toplum içinden kurumsallaşmış, örgütlenmiş bir devrimin ne denli güçlü olabildiğini açığa çıkarmıştır. Bugün Rojava Devrimi’nin bu denli korkulan bir devrim oluşu bu zeminle bağlantılıdır. Bilinçlenen ve özgürlük arayışı olan bir toplum, var olan kapitalist sistemin karabasanıdır. Kuşkusuz “ilerici” insanlığın desteklediği bir devrimdir. Fakat bu desteği şöyle ele alabiliriz, sanıyorum yıllar önce Vietnam Devrimi için devrimci Che Guevara’nın sözlerini bugüne uyarlamak yanlış olmayacaktır: Roma arenalarında birbiriyle çarpışan gladyatörleri alkışlayan pleblerin tutumunu andırıyor bu destek.

Tamda bu sebeple Rojava Devrimi öz gücüne yaslanmayı esas alır. Bu özgürce güvenin dayanağı, Rojava halkların demokratik ulus temelinde oluşturdukları Toplumsal Sözleşme önemli bir yer tutuyor. “Devrim içinde devrimler zinciri” de diyebileceğimiz Rorjava Devrimi sözleşmesindeki kimi önemli vurgular şöyle:

“Din, dil, ırk, inanç, mezhep ve cinsiyet ayrımının olmadığı eşit ve ekolojik bir toplumda; adalet, özgürlük ve demokrasinin tesisi için;

Demokratik toplum bileşenlerin siyasi-ahlaki yapısıyla birlikte çoğulcu, özgün ve ortak yaşam değerlerini kavuşması için;

Kadın haklarına saygı ve çocuk ile kadınların haklarının kökleşmesi için; Bizler Demokratik Özerk Bölgelerin halkları; Kürtler, Araplar, Süryaniler (Asuri, Keldani ve Arami), Türkmenler ve Çeçenler olarak bu sözleşmeyi kabul ediyoruz.”

Bugün küresel hegemon güçler ve bölge egemen devletleri, Rojava’da inşa edilen ve bir sözleşmeyle güvence altına alınan bu paradigmayı hedef almaktadır. Rojava’da kapitalist modernite ile demokratik modernite arasında her yönüyle yoğun bir savaş yürütülüyor. Rojava Devrimi, Üçüncü Dünya Savaşı’nın ortasında halklar için bir vahadır. Bu açıdan Ortadoğu’da halklar üzerinden yürütülen savaş, tüm bölge halkının kaderini belirleyecek konumdadır. Rojava Devrimi yalnız siyasi bir hamleyi değil, toplumsal bir ütopyayı, 21. Yüzyılın eşitlikçi halk devrimlerinin modelini oluşturuyor. Bu açıdan da ideolojiktir. Bu çağın, hatta beş bin yıllık egemen iktidarların, bitmek bilmeyen etnik, dinsel çatışmaları altında geçen zaman diliminde temel sorun “Nasıl yaşamalı” sorusuna toplum lehine yanıt oluşturulmamasıydı. Abdullah Öcalan, “İdeolojik dönüşümümde netlik kazanan, zor içeren tüm hiyerarşik toplum biçimlerinden kopuş bir zihniyet devrimi değerindedir. Bu, devrimin doğa ve toplumun özündeki akla dayandırılması, tükenmek bilmeyen bir çözüm gücüne ulaştırılması anlamına da gelmektedir. Artık kendine güvenen ve hakim kişilik paradigmamda köklü tıkanmalara ve çözüm bulamama endişelerine yer yoktur. Büyük acılar ve büyük kötülükler, eğer öldürmezlerse, büyük gerçeklere ve güçlendiren özgür yaşama götürür. Hakim dünya sisteminin, ona hizmet eden kişilik özelliklerini iflasa götürmesini ve bu yönlü alternatifine yol açmasını yeniden doğuş ve ideolojik devrim olarak değerlendirmek doğrudur” demektedir. Geçen yüzyılın halk devrimlerinde eksik kalan ve devrimleri yenilgiye götüren bu oldu.

Fransa’da “Eşitlik, özgürlük, kardeşlik” şiarıyla “baldırı çıplakların” başlattığı tarihin en büyük toplumsal hareketi neden başarıya ulaşmadı ve çok kısa bir sürede kendi karşıtına dönüştü? “Ya sosyalizm ya ölüm” şiarıyla emekçi kitlelerin, ağır bedeller pahasına bir ütopyayla zafere ulaştırdıkları büyük Sovyet Devrimi neden 70 yıl içinde bürokratik kapitalizme dönüştü? Bütün bunların nedeni bu zihniyet kalıplarını aşmamasıdır. Dünyayı sarsan büyük Bolşevik Devrimi’nin de en zayıf noktası ve büyük hatası, devrimi ideolojik düzeyde derinleştirmemesi ve temel ilkeleri yaşamsallaştırmamasıdır. Bu sebeple sosyalist temel değerleriyle başlasa da her seferinde zemin olmaktan kurtulamadan kendi karşıtını kendileri yarattılar. Bu açıdan ne yazık ki sonuç değişmedi. Çünkü devlet ve devletin dayandığı eril zihniyet yeterince çözümlenmemişti. Abdullah Öcalan tüm devrimlerin bu kısır döngüye takıldığını gözlemledi ve bu deneyimleri çözümleyerek bin yıllık projesi olan demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigmasını oluşturdu. Bu bakımdan Rojava Devrimi’nde tekrarlanmaması için paradigmasal, ideolojik güçlü bir temel mevcut. Birinci Rönesans da diyebileceğimiz, neolitik devrimden bin yıllar sonra aynı topraklarda bir devrimin gerçekleşmesi, umutların da yeşermesini sağladı. Bu açılardan, kuşatma altında bir devrim olmasına rağmen Rojava Devrimi, Ortadoğu halklarının özgür, eşit ve barış içinde bir gelecek inşa etmesinin tarihi fırsatını sunuyor. Bu nedenle de tarihi bir savunma ve sahiplenilmeyle büyütülmesi bütün “ilerici” insanlığın sorumluluğudur.

 

 

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.