Düşünce ve Kuram Dergisi

Barışın Zemini, Uzlaşmanın Zamanı

Şenel Karakaş

Sözlükte, araştırılıp öğrenilmesi, düşünülüp çözümlenmesi, bir sonuca bağlanması gereken durum olarak tanımlanan sorun (Kürt Sorunu), egemenlerce adı sürekli değişen bir sürece yayıldı. Ne olduğu, nereye gittiği hiç tartışılmadan da ütopya ve düşler üretildi.

Beklentilerden, umudun içeriklerinden oluşan geniş ufuklardan daha fazlasıdır ütopya ve bize bu ütopya içersinde sonsuz düşler kaldı. Ancak bugün ebediyete kesmiş bir şimdinin düşü içindeyiz.

Yıllardır, Çatışmalı Süreç olarak adlandırılmasına rağmen Kürt Sorunu çok net ortaya koymaktan hayli uzaktı. Kürt sorunu, özetle savaşmaktı. Kürtlerin geleceği, tarih ve zaman içindeki yeri ve en önemlisi gelecekleri ise hiç tartışılmadı. Çünkü Kürt sorunu, birileri için aynı zamanda bir çıkar, güç ve statü çekişmesi olarak tanımlandı; çatışma, bu haliyle var olan durumu açıklayamayacağı gibi Kürtler ve yürütülen mücadele açısından sıkıntılı bir kavrama döndü. Kaldı ki bir statüye ulaşabilmek ve hakların tanınması adına sürdürülen süreç bir çatışma değil, baskı ve inkâr üzerine inşa edilmiş bir sisteme, karşı çıkıştır.

Çatışma askeri bir süreçtir ve bunun sonsuza kadar uzama şansı yoktur. Çözüm ise siyasidir. Çatışma araçlarlasilahlarla yapılır; örneğin bir mermi ile bir kişi; bir bomba ile bin kişi öldürülebilir. Çözüm ise çok zordur. Çünkü burada araç siyasettir ve siyaset yedeğine tarihten, edebiyata; kültür sanattan, ekonomiye kadar pek çok aracı yanına almak zorundadır. Herkes çatışabilir, silah kimin elindeyse, akıl da o olabilir ama çözüm böyle değildir; bunun için, silah değil, akıl ve yürek gereklidir.

Ancak çoğunluğu temsil ettiğini düşünen kimi sistemler ya ezeceklerini ya da yok sayacakları azınlığa karşı bir yandan acımasızdırlar ama bir yandan da azınlığa, kendi güçleri içingüçlerini deklere etmek içingereksinim duyarlar. Bu salgıdan kazanan ve kaybedenler olur. Asıl mesele ise kültürdür; saldırgan bir kültür doğar ve kültür sürekli çatışmayı teşvik eder, çoğunluğun fikrine karşı azınlığı ezip geçer ya da ezip geçmeye müsait hale getirir. Böylece çatışma, bir kişiliğe döner; bir ruh bulur ve bu ruh bütün sosyal alanlara yayılır.

Çatışma türü sosyal ilişkilerin egemen olduğu kültürde “ya ben, ya o” vardır; tümden bir biz yoktur; tek yolculuk zihniyetleri esastır.. Dolayısıyla sorunlar; konuşup tartışmayla değil, çatışarak, vuruşarak çözülmek istenir. Bu bakımdan çatışma kültürü cepheleşmeyi, restleşmeyi, sonuçta da şiddeti içerir. Karşılıklı tasfiyeyi gündeme getirir, olumlu birikimleri, gelenekleri yok eder, kurumlaşmayı engeller. Teknik ve maddi gelişmelerin yanında, belki biraz da, çatışma kültürünün yol açtığı acılardan çıkarılan dersler, dünyada uzlaşma kültürünün doğmasını sağlamıştır. Ve uzlaşma, bir zemin değildir,;uzlaşma, bir zamandır…

 

Ve Savaş Nihayete Ererse Bir Gün

İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana bütün dünyada hem etnik temelli çatışmalar hem de baskıcı yönetimlerin ardından kurulan Hakikat ve Uzlaşma Komisyonları geçmişin insan hakları ihlalleriyle yüzleşerek barış, demokrasi ve yeniden inşa etmeyi amaçlamıştır. Güney Amerika’dan Asya’ya birçok örneği bulunan bu komisyonların en önemlisiyse 1948-1994 yılları arasında ırk ayrımcılığına dayalı apartheid rejiminde sonra Güney Afrika’da kurulan komisyondu.

Güney Afrika Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nun (HUK) kurucularından Dumisa Ntsebeza, öncelikle böyle bir komisyonun kurulma kararı o ülkenin kendisi tarafından alınmalı demişti, sonra şunu eklemişti: “Dışarıdan zorla benimsetilmemeli ya da başka bir model kopya çekilmemeli.” Sonuç ise şu: Türkiye kendi kaderini kendi belirlemeli.

Bununla birlikte Cajee, komisyon denetiminin eksikliklerine de vurgu yaparken: “Komisyon uzlaşma ve bir gökkuşağı ulusunu inşa etmeni önünü açacak şekilde hem mağdurlara hem de suç işleyenlere yaşadıklarını açık olarak anlatma fırsatı verdi. Gerçekteyse kurbanlar yaşadıkları iğrençlikleri ve korkuları tekrar yaşadılar ama çok az sayıda apartheid suçlusu geçmişte yaptıklarından dolayı esaslı bir bedel ödedi.” Cajee komisyonun sadece bazı askerleri ifşa ettiğini ama apartheid’in asıl sorumlusu generaller ve üst düzey yöneticilere dokunulmadığını ileri sürüyordu.

Ntsebeza komisyon deneyimine karşın Güney Afrika’da hala insan hakları ihlallerinin sürdüğünü, geçen yılın sonunda Marikana’da 34 madencinin öldürülmesi olayını hatırlatıyor: ve asıl tehlikenin nereden ve nasıl geleceği konusunda da büyük ipuçlarını veriyor…

“Eğer insanlar 21. yüzyılda, tıpkı 1960’lardaki gibi polisin tüfekleriyle ateş açması sonucu öldürülüyorsa bazı şeyler hala zor demektir.”

Şu an başlayan süreci ilerleyen zamanlarda tıkayacak olası taşları görmek açısından önemli sözlerdir bunlar. Ancak şu da var: Müzakereye oturma, barış süreçlerinde her ülkeye göre farklılıklar gösterir. Temel kriter ise halktır. Savaş yorgunluğu ve halkın barış isteği her zaman, her koşulda belirleyicidir. İngiltere ve İrlanda arasında pek çok görüşme yapıldı. Hatta kimi görüşmelerin yapıldığı zamanlargörüşme gününde bile Teacher’in kaldığı otele bomba konuldu. Temel sorun bomba atılması değildi. Temel sorun, artık barışın ok gibi yaydan çıkmasıydı. Barıştılar.

İşte bu belirleme üzerinden harekete geçilecekse eğer bu konudaki hazırlanan reçetelerden farklı olarak bu bölgeye ve bu sorunun tüm kodlarına uygun yeni bir reçetenin gündeme konması gerekiyor.

Ateşkesin sağlanması ve gerillanın sınır dışına çekilmesi ile barışın somutlandığı bu süreçte, Akil İnsanlar ile hükümet sorunun tüm ülkeye anlatılmasını sağlayacak bir enstrümanı devreye sokmuştur. Eleştirilmeye muhtaç, eksiklikleri her cenah tarafından ayrı ayrı tespit edilen bu enstrüman bir anlamda sorunun sakladığı kılıfından çıkartarak görünür kılmaya çalışıyor. Bu süreçte ayağa takılan en büyük taş, toplumun dokusuna bu kadar uyan bir listeye rağmen ülkenin batısı ve ortasında yaşayanların ve sadece medyanın kirli algısıyla hareket edenlerin milliyetçi çığlıkları…

Öte yandan başka bir sorun ise barış isteğinin pazarlık olarak lanse edilerek bir kaybeden yaratmaya çalışan algı, şiddeti karşı alınan duruşun bir yana bırakılarak dağlara bakıp hüzünlenen başka bir bakış açısı. Oysa ok yaydan çıkmıştı ve halkın barış isteği her şeyin üstündeydi… Yenilgiyengi üzerinden bir denklem kurmak ve buna göre belirlemeler yapmak ancak halklar arasındaki uçurumu derinleştirirken, onulmaz yaralara yaralar ekleyecektir.

Son olarak, İmam Hüseyin, Kerbela sırasında şunları söyler: “Eğer sizi bugün yenersek bilin ki siz önceden yeniksiniz. Eğer yenilirsek bilin ki biz yenilmiş değiliz. Eğer ölürsek zafer bizimdir. Öldürülürsek de yine bizimdir.”

Hüseyin sözlerini şöyle bağlar: “Zillet elini hiçbir zaman zalime vermeyeceğiz…

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.