Düşünce ve Kuram Dergisi

Beyin Göçü ve Bilginin Yeni Jeopolitiği

M. Şirin Bozçalı

Uygarlıksal gelişmede değişim aralıkları bilim ve tekniğin gelişim düzeyine bağlı olarak hız kazanır ve çağ dönüşümleri yaşanır. Bu çağ dönüşümlerine yol açan toplumsal değişimlerin gerçekleştiği yüzyıllar değişime tanık olanlar tarafından çeşitli biçimlerde tanımlanır. 21. yüzyıl, “Bilgi Çağı”, “Bilgi Toplumu”, “Dijital Dünya”, “İnternet Çağı”, “Elektronik Para Çağı” “Enformasyon Çağı”, “Entelektüel İnsan Çağı,” “Küresel Rekabet Çağı”, “Demokratik Uygarlık Çağı” ve “Demokratik Modernite” tanımlamalarıyla adlandırılmaktadır. Tanımlamalar farklı kuramsal perspektiflerden yapılmış olsa da hepsinin ortaklaştığı nokta bilim ve tekniğin 21. yüzyılda çağ dönüşümüne yol açtığına işaret etmesidir.

21. yüzyıl başları küresel bilgi toplumunun gelişimi olarak tanımlanır. Söz konusu bilgi toplumunda, bilginin ekonomik üretimi ve sosyal değişimin en önemli faktörü olarak ülkelerin ulusal sınırları ile sınırlandırılamayacak bir tarzda daha önce hiç olmadığı kadar hızlı ve özgürce hareket etmesi varsayılmaktadır. Bu bakımdan, bilgiye sahip kişilerin dolaşımı veya göçebe tarzı hareketi de uluslararası işgücü ihtiyacı (küresel piyasa) dinamiklerine göre artış göstermektedir. Bu gerçekliğin kendi içinde büyüme, gelişme değişim kapasitesini koruma savaşı veren ülke ve halklar üzerinde olumsuz etkileri olduğu ve daha ağır sonuçların olabileceği yönünde görüşler de söz konusudur.

Beyin göçü, entelektüel insan göçebeliği dünya çapında gerçekleşen ve giderek karmaşıklaşan toplumsal bir olgudur. Kapitalist modernitenin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaşadığı dönüşüm ve yeni sömürgecilik politikalarıyla şekillendirirken iki kutuplu dünyada, 60’lı ve 70’li yıllarda kuzey-güney, merkez-çevre ülkeleri arasında ve yine “Demir Perde ülkeleri”nden kapitalist merkezlere bilim insanları ve mühendislerin göçü yoğun ve sistematik bir biçimde gerçekleşmekteydi. 1980’lerin sonu ve 90’ların başına denk gelen soğuk savaş sonrasında, ulus-devletlerin bilimsel, teknolojik, sınai ve sosyal sistemlerinin çöküşünün ardından göç hareketliliği, eşi görülmemiş bir düzeyde doğu-batı arasında bilim insanı, mühendis ve araştırmacıların ülke dışına çıkışı yönünde gerçekleşmiştir. Bunun belli amaçlar çerçevesinde hegemonik güçlerce organize edilen bir göç, göçertme hareketi olduğu tartışmasızdır.

Günümüzde kitle iletişim araçları, farklı yerlerden kapitalist modernitenin “cazibe” merkezlerine doğru gerçekleşen kalifiye işgücü göçüne fazlaca yer vermekte, geniş bir mesleki kategorinin varlığı ve bu olgunun yaygınlığına dikkat çekmektedir.

Kapitalizm eşitsiz gelişim gösteren bir özelliğe sahiptir ve hegemonik bir sistemdir. Bu nedenle genellikle nitelikli iş gücünün az gelişmiş ülke ve merkezlerden dünya çapında işleyen bilgi tabanlı ekonominin merkezlerine, dolayısıyla gelişmiş kapitalist ülke merkezlerine doğru gerçekleşmesi nedeniyle göç olgusu çok boyutlu, çok taraflı ve çok merkezli olmasına rağmen bu durumun çok boyutlu bir siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel problem olarak görülmemesi de düşündürücüdür. Göç hareketinin gelişmesinde etkileyici faktörleri bünyelerinde barındırmalarına rağmen beyin göçü sadece görece az gelişmiş ülkelere ya da bazı sosyo-politik sorunlar yaşayan ülkelere özgü bir olgu değildir. Göç, orta gelirli ülke ekonomileri için olduğu kadar gelişmiş büyük endüstriyel ekonomiler için de endişe vericidir. Ulus-devletlerin vasıflı yurttaşları sınırları içinde tutma güçlerinin azaldığını fark etmeleriyle bu endişe artmaktadır. Uluslararası tekeller tarafından istikrarsız küresel mali piyasalar ile beşeri sermaye çıkışı arasında bir benzerlik ilişkisi kurulmaktadır. Dolgun ekonomik teklifler sebebiyle bir yerden başka bir yere bir günde gitmeye yatkın yüksek kalifiye iş gücünün hareketliliğinin hız kazandığı fikri öne çıkmaktadır. Aslında yeni bilgi ve iletişim teknolojileri; arz ve talep arasında küresel çapta gerçekleşecek olan hızlı ve açık bir eşleşme için piyasaya gerekli ve yeterli araçları sağlıyor görünmektedir. Nitelikli insan, kalifiye işgücü yetiştirme ve değerlendirme sürecini, başka faktörlerin yanı sıra en fazla sınırlayan husus olan işlem maliyetleri, yeni küresel piyasa şartları tarafından ortadan kaldırılmıştır.

Zayıf ekonomi ve düşük bilgi yoğunluğuna sahip ülkeler, sınırlanmamış yeteneklerini sosyal, siyasal ve kurumsal olarak da başka sebep ve bağlarla ulusal sınırlar içinde tutamamaktan dolayı gelecek korkusunu haklı olarak yaşamaktadırlar. Gelişmiş kapitalist ülkelerde, yüksek teknolojiye dayalı ekonominin ihtiyaç duyduğu kalifiye iş gücüne olan talebin baskısı arttıkça ve nitelikli insan göçü gözle görülür hale geldikçe, bu korku daha fazla hissedilmektedir. Yüksek teknoloji faaliyetlerindeki zayıflıkla bağlantılı oluşan yoğun istihdam durumu, yapısal enflasyonist eğilimlere, oluşan aşırı basıncın ve özellikle ekonominin nitelikli işgücü göçünün kanallarını açarak düşürülmesi riskine oranla daha fazla ilgi uyandırmaktadır.

Bilim insanları ve mühendislerin faaliyet, iş ve etkileri bugünün küresel bilgi toplumu ve bilgi tabanlı ekonomisini büyük ölçüde şekillendirmekte ve beyin göçü hareketliliği normal bir durum olarak algılanmaktadır. Bu nedenle göç, önceki yüzyılda araştırmacılarda görülen hareketliliğin devam etmesiyle birlikte, günümüzde diğer alanlara yayılıp yaygınlaşmaya başlamıştır. Bilişim ve iletişim teknolojisinin gelişimine bağlı olarak; yeni bilgi üretim yöntemlerinin mesleki sınırları silikleştirdiği ve olanların birçoğunda araştırmaların yaygın hale gelmeye başladığı kabul edilmekte ve sonuç olarak bu tarz profesyonel göç davranışlarındaki genelleşmelere her yerde tanık olmak şaşırtıcı olmamaktadır. Çünkü bir bakıma bu davranışlar, bilimsel dünyanın iç eğilimlerini yaymakta ve yansıtmaktadırlar. Kuşkusuz günümüz küresel bilgi toplumu aktörlerinde görülen önemini anlamakta bize yardımcı olacak bir kavramlar ve teoriler bütününün yanı sıra tarihi derinlik, antropolojik kanıtlar ve niteliksel veriler sunması, bilimsel toplumdaki beyin göçü hareketliliğinin niçin araştırıldığı sorusunun bir cevabıdır. Bu bakımdan, bu makalemizde bilim insanı ve mühendislere odaklanacak, “beyin göçü” problemi bağlamında bilim insanı ve mühendislerin uluslararası hareketliliğine odaklanacak, diğer mesleki kategorilerdeki göçe de yeri geldiğinde vurgular yapmaya çalışacağız.

Beyin göçü problematiği, “bilimsel göçebelik” olarak da adlandırılmaktadır. Göçebelik kavramı tarihsel toplumsal düzlemde bir yaşam ve davranış şekline gönderme yapar. Gilles Deleuze’nin felsefi çalışmasında belirttiği gibi, göç davranışları coğrafi ve sosyal olduğu kadar entelektüel ve kültürel hareketlilik anlamına da gelir. Göçebelik, bireysel değil bir topluluk hareketidir. Dolayısıyla kişisel tercihler gibi görünen nitelikli insan göçü aslında sosyolojik bir grup hareketidir. Genelde göçebeler dinamik gruplar halinde yaşam olanakları bulacakları veya bilgiye ulaşacakları rotaları takip ederek vardıkları yerlerde karşılaştıkları zorluklarla mücadele halinde ortamla ilişkilenerek, daha önce yaşadıkları veya ziyaret ettikleri yerlere geri dönen bir davranış tarzı sergilemektedirler. “Bu yaklaşımla bir bakıma mevcut bilimsel gruplar ile geleneksel göçebe toplumlar karşılaştırılıyor gibi görünmektedir. Bu hareketlilik yaklaşımı, göç olgusunun somut bir örneğini teşkil ettiği kültürleşme, öğrenme, pekiştirme ve toplu bağları içermekle birlikte küresel piyasa güçlerine cevap veren insanlığın atomistik ve post-sosyal kişisel içeriklerinden çok uzak bir yaklaşımdır.”[1]

Bu bakımdan güncelde beyin göçü ve bu yönlü gelişmelerin kaynağı olan aktör fazlalığına yön veren jeopolitiğe göz atmak için göçebelik kavramını bir giriş mahiyetinde belirttik. Bu entelektüel, nitelikli insan göçünün küresel bilgi toplumunda ne anlama geldiğine dair sosyolojik ve tarihsel bir perspektif oluşturmaya katkı sağlayacaktır.

 

Bilim İnsanlarının Göç Hareketi

Bilim ve tekniğin gelişimi ile fiziki ve kültürel göçlerin gerçekleşmesi arasında bağlantı kurulmaktadır. Buna göre, bilim doğal olarak “insan ve fikirlerin dolaşımı” üzerine inşa edilmiştir. Buna dair genel bir görüş de mevcuttur. Gerçekte ise bu biçimde gerçekleşen bilimsel bilgi değildir. Bilakis mekan değişikliğine, dolayısıyla hareketliliğe yatkın olan bilim insanlarının daha önceden kurumsallaşmış ve belli yöntemsel faaliyetin uygulayıcısı olmalarını ifade eder. Doğal toplumun botanikçi kadınları, Mezopotamya neolitiğinin ziraatçı ve şifacıları, kozmolojik Sümer rahipleri, Mısırlı simyacılar ya da Medyalı demircilerin hepsi de gelişmiş nitelikli bilgiye olduğu kadar, dinsel güçlere de sahiptirler ve dönemlerinin bilginleri olan bu insanların kendi yaşam alanları sınırlarının dışına çıktıkları tespit edilememiştir. Fakat toplumsal gelişmeye koşut olarak bilgi üretimi ile manevi faaliyetlerin birbirinden ayrılması ve daha karmaşık iş bölümünü gerektiren kent yaşamıyla uzmanlaşmanın ortaya çıkması köklü bir değişime yol açtı. Bu gelişme modern bilim ile bilgi üreticisine toplumda belli bir yer, saygın bir konum ve statü sağlayan doğal bilgi arasındaki önemli ayrılıklardan birini oluşturur.

Uygarlıksal gelişmenin antik çağlarında, ne zaman ki uzmanlaşma bilim insanı ve mühendislerle ilişkilendirildi, coğrafi bölgelerin göç hareketi beraberinde geldi. Bu göç hareketi daha başlangıcında çevre coğrafyalardan uygarlık merkezlerine doğru bir özellik gösterir. Merkezi uygarlığın ana nehrini oluşturan Sümer (Akad, Asur, Huri vb.) ve Mısır uygarlıklarının kentleri cazibe merkezleridirler. “Mezopotamya ve Mısır merkez ilkçağ köleliği, uygarlık sınırlarını Asya’nın doğusundan batı ucuna kadar yaymıştı. Grek ve Roma köleci sistemi bu zengin miras üzerinde yükselme sürecindeydi… Doğu’nun günümüzde Batı merkezlerinde bilim ve kültürü öğrenmek için yaşadığı sürecin tersi geçerliydi. Yüksek bilim ve kültür merkezleri Babil ve Mısır’daydı. Grek ve Roma’ya ideoloji taşıyanlar, bu merkezlerde sıkı eğitimden geçen rahip adayları ve mistiklerdi. Doğu üretim tarzı kadar ideolojik ürünlerini de bu M.Ö. 1000 yılında yoğunca yaşıyor, bilimsel tecrübelerini aktarıyor, alfabe sistemini öğretiyordu. Kısacası Avrupa’nın iki Asya’ya yakın yarımadası, Grek ve İtalya, değerleri taşıma köprüsü rolündeydiler.”[2]

“Yarımadanın ilk filozofları olan Milletli Thales ve Pythagoras, uzun yıllarını Mısır ve Mezopotamya’da geçirerek, M.Ö 6. yüzyılda birçok yeniliği taşırma ve seslendirme olgunluğuna gelmişlerdi. Adeta günümüzde az gelişmiş ülke gençlerinin Avrupa uygarlık görüşlerini ülkelerine yaymaları gibi, bu ilk filozof adayları da gençliklerini özellikle dönemin kültür merkezi Babil’de geçirerek ve uzun pratik deneyimlerden geçerek, dünyanın o dönem için en gelişkin (matematik ve tıp başta olmak üzere) bilgilerini, mitolojik ve teolojik esaslarını mükemmel bir biçimde öğrenip dönüyorlar, tarihi bir klasik çağ Grek hamlesinin düşünce temellerini atıyorlardı.”[3]

Bilimsel bilgi, kültür ve tekniğin Mezopotamya ve Mısır uygarlık merkezlerinden dönemin bilim insanlarınca Grek yarımadasına taşınması klasik kölecilikte çağ dönüşümünü temellendirir. “Grek filozofları felsefe çağını başlattığında, en azından Mezopotamya’da M.Ö 10000 yılından beri derinleşen ve dalga dalga yayılan neolitik çağ kültürüyle sınıflı toplumun büyük birikiminin kaynaklarına dayanıyorlardı.”[4] Bu tarihsel gerçekliği, M.Ö. 4. yüzyıla kadar süren Helenistik dönem açıkça göstermektedir. O dönemin büyük bilim insanları (Öklid, Arşimet, Crideli Euxades, Pergeli Apollonius, Cyreneli Eratosthenes vb.) Mezopotamya ve Akdeniz havzasına seyahatler etmiş ve başta İskenderiye olmak üzere birçok önemli kenti ziyaret etmiş ve bir süre kalmışlardır. Kütüphanesiyle ünlü, bilimsel araç ve materyallerin bulunduğu yüksek bilgi birikimine sahip İskenderiye yetenekli bilim insanlarını çekebiliyordu. Barındırdığı yapısal öğelerden öte İskenderiye bilgi ve deneyimlerin biriktiği, edinildiği ve değiştirildiği bir çeşit bir akademik forum, bir buluşma noktası ve kendiliğinden cazibe eylemleri üreten bir kültür kenti olmuştur.

Bu tarihi örnek, hareket ve yoğunlaşma eğilimleri ile bilimin gelişmesinin içsel olarak birbirlerine bir madalyonun iki yüzü gibi bağlı olduğunu ve bu fenomenin kendisini oluşturan çevre ve şartlardan koparılamayacağını göstermektedir. Bu dönemden itibaren çevreden hegemonik kent uygarlıkları merkezine doğru süregelen bilim insanı hareketi örnekleri mevcuttur. Ancak söz konusu göç hareketinin önemi ve anlamı değişime uğramıştır. Bununla birlikte 20. yüzyılda bilgin ve araştırmacı göçün unsurlarından sadece birini oluşturan bilimin uluslararasılaşmasına doğru bir eğilim oluşmuştur.

Antik çağlarda, bilim insanı hareketliliğinin bilimde kurumsallaşmanın oluşmaya başlamasıyla meydana geldiğini açıklayan temel bir belirleyici ilke vardır. Bilimsel kurumun en temel normlarından birisi evrenselliktir. Bu gerçeklik tarihsel olarak bilim insanı göçünün arka planını oluşturmaktadır. Bu noktada modern küresel bilim ile yerel ve doğal bilgiyi birbirinden nelerin ayırt ettiğinde tekrar değinmek gerekmektedir. Bilim çevrelerinin genel yaklaşımına göre, temel fark açıklıktır. Yerel ve doğal bilgi, kendini dış düşünme şekilleriyle yüzleşmeye maruz bırakmazken, bilim ise tam tersine her önermenin diğerleri tarafından kontrol edilip doğru tanıması üzerine kurulmuştur. Konuya dair Robin W. G. Horton, bilimin evrensellik iddialarını devam ettirebilmesi için bilimin iç dinamikleri olan rekabet, seçicilik, çürütme, doğrulama gibi mekanizmaların gerekli olduğunu belirtmiş ve bunu gösterebilmek amacıyla Karl Popper’in bilim felsefesini izlemiştir.[5] Diğer bir ifadeyle her ne kadar geçici ve istikrarsız olsa da rekabete tabi olmak yeniliğin ve niteliğin, kısacası olası en iyi sonucun elde edilmesinin güvencesidir. Günümüzdeki ekonomik küreselleşme ile onun ayrılmaz bir parçası olan “üstünlük” ve “performans” söylemi arasındaki paralellik ve anlayış ortaklığı fark edilmektedir. Bilimin iktidar tekelinin denetimine girmesi ve bilim insanının tekellerin çıkarlarına hizmet eder hale gelmesi bu zihniyetin bir sonucudur.

Evrenselleşme sürecinin bilim insanı hareketliliğini koşullaması, bilginin karmaşıklaşması ve “sermaye” niteliği kazanmasından kaynaklanmaktadır. Bilginin sermaye olması küresel pazarın kalifiye eleman taleplerini karşılama doğrultusunda beyin göçüne yol açarken, bilimin karmaşıklaşan doğası ise bilgi üretimi amaçlı göç hareketine sebebiyet vermektedir. Çünkü bilginin katlanmış içeriği (örneğin eşitlikler, deneysel sonuçlar vb.) kolayca ayrılabilir, fakat bu içerikleri oluşturabilmek için çok fazla pratik gerekmektedir. Ayrıca bilginin özel amaçlara uygulanması ve yeniden üretilmesi de insandaki yeteneklere ve bilgi birikimine bağlıdır. Bilim insanı göç hareketinin her zaman uzun süreli olması şart değildir; uluslararası toplantılara katılmaktan, yabancı bir ülkede misafir öğretim görevlisi olarak bulunmaya kadar birçok bilimsel değiş-tokuş kısa süreli olabilmektedir. Değişik coğrafyalardan değişik yönlere doğru gerçekleşen bilim insanı hareketleri zorunlu olarak dünyadaki bilgi dağılımı seyrine ayak uydurmaktadırlar. Yüksek bilgi birikimine sahip merkezler, ölçü ve paradigmaları belirleyerek deneysel donanım ve yeni gelen yeteneklerin eğitimini sağlayarak değiş-tokuşu yönlendirmektedirler. Bu durum, birçok uzun dönemli göç ya da moda tabirle “beyin göçü”nün bir ülkeden başka bir ülkeye öğrenci olarak gidip, burada entelektüel ve profesyonel kariyer edinmesi biçiminde tanımlanmasının esas nedenidir.

Teknolojik yeniliklerde de aynı mantık işlemektedir. Küresel pazarın teknolojik değişim ekonomisinde ortaya çıkan gelişmelerin işaret ettiği gibi sanayi işletmelerinde öğrenme süreci hayati bir hale gelmiştir. Teknolojik yenilik için gerekli olan bilginin edinilmesi ve geliştirilmesi süreci salt bilgi, veri dizayn modelleri plana bağlı değildir. Aynı zamanda deneysel tecrübelerini çalışma arkadaşlarıyla paylaşarak, her adımda meydana gelen değişimleri izleyip test ederek ve birçok ardıl faaliyetleri gerçekleştirecek kişilerin hareketine ihtiyaç duyulmaktadır. Temel bilimler gibi küresel boyuttaki rekabetin çekirdeğini oluşturan teknolojik yenilik de insandaki bilgi ve yeteneklere dayanmakta, bu durumda kişi hareketliliğini ortak toplantı ve hareketlenmeyi beraberinde getirmektedir.

 

Normal Göç ve Beyin Göçü

Bilimin Mezopotamya ve Akdeniz havzasındaki ilk zamanlarına bakıldığında, bilimsel ve teknik gelişmelerin kişilerin dolaşımıyla arttığı ve kültürel sentezleşmelere yol açtığı görülür. Bu kişiler uygarlık merkezlerindeki yaratım, değişim eğitimleri ile daha çevre bölgelerdeki bağımsız yaratım ve uygulamalar arasında gidip gelmişlerdir. Zamanla bu sentezleşmeyi doğurmuştur. Bu nedenle düzenli evrimsel pratik ile bilim insanının bağlı olduğu sosyal kurumlara (üniversitelere, kentlere, ülkelere, kültürel geleneklere vb.) karşılıklı yarar olanakları sağlayan ısrarlı bir yoğunlaşma ve dağılma hareketi oluşmuştur. Bu kendi içinde çelişik eğilimleri barındıran bir süreçtir. Yoğunlaşma oranı, dağılım ve yeniden dağılım oranını aştığında ortaya çıkan hareket asimetrik olmakta ve gerçekleşen hareket olumsuz olarak değerlendirilmektedir.

Başta Almanya, Fransa olmak üzere birçok Avrupa Birliği ülkesi iktidarlarının mülteci sorununa yaklaşımı, yoğunlaşan göçebeliğin aynı anda olumlu ve olumsuz değerlendirilmesine çarpıcı bir örnektir. Almanya ve Fransa hükümetleri bilim ve teknoloji alanında kendi ülkelerinde ve AB üyesi ülkelerdeki bilginlerin hareketini artırmak için Avrupa Bakanlar Konseyince bir dizi tedbirlerin alınmasını sağlamıştır. Diğer yandan Avrupa Birliği ülkelerindeki yeteneklerin özellikle Kuzey Amerika’ya çıkışına işaret eden bir araştırma raporu hazırlanmıştır. İlk gelişme Avrupa Birliği ülkelerinin kendi aralarında karşılıklı dayanışma, değişimle gelen işbirliğine ve kitlesel göçlerde vasıflı ve yetenekli olanların kabul edilmesine önen verirken, ikincisi alıcısı ülke bakımından kazanç sağlayan tek taraflı bir göç hareketinin varlığına dikkat çekmektedir. Bu örnek, yüksek vasıflı göç hareketliliğinin iki farklı şekilde algılanması olan “beyin göçü» değişimi ve tek yönlü “beyin gücü»nü simgelemektedir.

Son zamanlarda göç hareketlerinin kısa, orta ve uzun vadeli olabileceğini savunan “dairesel görüş” yaygınlık kazanmıştır. Konuya dair dairesel görüşteki çözümlemeler, özellikle yurtdışında ileri düzeyde ve profesyonel çalışmalar yaptıktan sonra ülkelerine geri dönüş yapan sanayileşmekte olan Asya ülkeleri yurttaşları incelenerek elde edilen verilere dayanmaktadır. Bu çözümlemeler yüksek kalifiye geri dönüşlerin ve  bilgi kariyerleri sahiplerinin kendi yeri gelişmekte olan bölümlere önemli katkılarda bulunacaklarını varsayarak hem asıl ülke hem de ev sahibi ülkenin bu değişimlerden fayda sağlayacağını göstermişlerdir. Ancak bu yaklaşım, olumlu sonuçların her ülke için değil, göç hareketini sermayeleştirebilecek dinamik bir tekno-endüstriyel yapıya sahip yeni sanayileşmiş ülkeler için geçerli olduğunu vurgulamaktadır. Bu yaklaşımda, beyin göçü hareketliliği ancak bir yerden diğerine tek taraflı ve belirli bir göç akışı alınmadığı zaman olumlu gösterilmeye çalışılmıştır.

Bilgi kariyerlerinin değişimi olarak adlandırılan “bilim ve teknoloji”nin normal ve olumlu dinamiği, beyinsel göç hareketinin ölçü ve karakterinde güçlü değişimler ortaya çıktığında İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan dönem gibi ters ve olumsuz bir hale gelebilmektedir. Bilim, çok pahalı araç-gereçler, yatırımlar ve getirisiyle devasa bir kurum olmuş ve zamanla endüstriyel, ekonomik ve siyasi ilgilere daha çok bağımlı hale gelmiş ve bilim insanı iktidar ve sermaye tekellerinin çıkarlarına hizmet eder hale gelmiştir. Bilimsel ve teknolojik gelişmeler bu güce sahip olanı ve olmayanı daha önce hiç olmadığı kadar ayırmaktadır. Bilim ve teknik faaliyetleri kapitalist hegemonyacılığın tipik merkez-çevre ilişkisine cevap vermeye başlamıştır. Gelişmekte olan ülkelerden sanayileşmiş ülkelere nitelikli işgücü, kalifiye eleman akışını tanımlayan “beyin göçü” yaklaşımı bu nedenle ortaya çıkmıştır. Bu yaklaşım, bir zamanların soğuk savaş döneminin iki kutuplu dünya şemasına, Kuzey-Güney ve gelişmiş-gelişmemiş ikilemine tam olarak oturmuştur. Bağımlılık teorisyenlerinin bakış açısından ise, aslında yoğunlaşmadan çok dağılmaya dayanan ayrımcı sermaye birikimi nedeniyle Kuzey ne kadar gelişirse, Güney de o kadar bağımlı ve fakir kalacaktır.

Bu yaklaşıma göre “insan sermayesi” materyal ya da finansal sermayeden farklı değildir. Gelişmiş insan sermayesinin sanayileşmiş kapitalist ülkelerdeki çok hızlı yayılımı ve dolayısıyla göç hareketi, Güney’de gelişen insan sermayesini kendine çekmiştir ve akabinde Güney ülkelerinin sağlamış olduğu eğitim ve kalite formasyonuna yönelik yatırımı ortadan kaldırmıştır. Bilim insanı ve mühendislerin göçü, “insan sermayesi” yaklaşımı ve akımını yönlendiren gizli mikroskobik güçler tarafından hakimiyet altına alınmıştır. Gelişmiş endüstriyel merkez, çevrede bulunan çeşitli yetenekleri kendine çeken bir mıknatıs gibi davranmaktadır.

Bu yaklaşımı basit ve mekanik bulan, dolayısıyla karşı çıkıp eleştiren görüşlerde mevcuttur. Beyin göçü yaklaşımı, 1970›lerin sonundan beri «bilim ve teknik” sosyolojisi tarafından vurgulanan “bilgi ve teknoloji” sektörü ve faaliyetlerinin kendine özgü taraflarının dikkate alınmaması nedeniyle kapsamlı olarak eleştirilmiştir. Oysaki mikro ve makro düzeyde faaliyet gösteren topluluklar, dernekler ve şebekeler, merkez-çevre perspektifinin kabul ettiği makro güçlere cevap veriyor gibi görünmemektedirler. Bununla birlikte beyin göçü yaklaşımı bilgi /entelektüel kariyerlerinin akımları ve ahlaki çıkarları hakkında düşünebilme yönünde ilk kavramsal çerçeveyi sağlamıştır.

 

Hegemonik Sistemde Asimetriler

Dünya sistemi yaklaşımı merkez-çevre teorisi üzerine kurulmuştur. Bu yaklaşım, birçok varlık arasındaki ilişki ve bunun sonucunda oluşan akım ve hareketlerin tek bir hegemonik merkez tarafından değil, bilakis değişen güç, kapsam ve yoğunluktaki birçok merkez tarafından şekillendirilen daha karmaşık bir dünya haritası çizmektedir. Bu görüş ve yaklaşım, kendisi ile teorik bağımlılık söylemlerini belirleyen ve göç akımlarının yönlendirilmesinde bilgiye çok fazla önem affeden ekonomik determinizm arasına kavramsal bir mesafe koymaktadır. Kapitalist küreselleşme bağlamında uluslararası bilim ve teknoloji İlişkilerinde oluşan bu çok merkezli yaklaşım, akım ve göç hareketlerinin hegemonik merkezlerce hiyerarşik bir tarzda düzenlendiği gerçeğini vurgulamaktadır. Bilginin üretilmesi, yayılması ve kullanılmasında bazı ülkeler diğerlerinden fazla güç sahibidirler. Her ne kadar küresel düzeyde algılanması için kapsamlı gözlen ve araştırmalar yapmak gerekiyorsa da bu hiyerarşi dünya çapında gerçekleşen bilim insanı ve mühendis hareketini düzenlemektedir.

Bu hiyerarşiyi somutlamak için değişik kıtalarda konuya dair yazılmış üç makaleden kısa vurgular yapalım: “Göçmenler Kanada’nın beyin göçü krizinin telafisine yardım etti” başlıklı makalede, genellikle az gelişmiş kapitalist ülkelerden ya da üçüncü dünya ülkelerinden gelen yabancıların ABD’ye giden Kanadalı bilim insanı ve mühendislerin yerini doldurduğundan bahsetmektedir.[6]

Bir başka makalede ise, Güney Afrika Cumhuriyeti’nden Yeni Zelanda’ya binlerce doktorun, tip teknisyeninin göçünden ve bu göçün yol açtığı ekonomik ve mali kayıplardan ve aynı anda gerçekleşen yüzlerce Kübalı fizikçi ve doktorun Güney Afrika’ya gelmesinden bahsedilmektedir.[7]

Bir başka makale ise, doktora sonrası genç Fransız araştırmacılarının ABD’ye göçünü ve Fransa’nın da çok sayıda yüksek vasıflı yabancıya ev sahipliği yaptığını vurgulamaktadır.[8]

Bu örnekler çok katmanlı hiyerarşik sistemin varlığını somutlaştırmaktadır. Komünist bir rejimle yönetilen Küba gibi ekonomisi görece zayıf yoksul ülkeler, kendi bilim insanlarını ve yetenekli personelini Güney Afrika gibi orta gelir seviyesinde bir ülkeye kaptırabilmektedir. Diğer yandan Güney Afrika ise, beyin göçünden yararlanıyor, fakat küresel bir merkez lehine değil, bilakis hegemonik dünya sisteminde yarı çevresel bir ülke olan Yeni Zelanda lehine yararlanıyor. Bilim ve teknoloji kapasitesi bakımından hegemonik üçlü (Kuzey Amerika, Batı Avrupa ve Japonya), Afrikalı öğrenci ve profesörleri çeker. Fransa, önemli oranda vasıflı yurttaşını üçlünün diğer üyesi Kuzey Amerika’ya kaptırdığı yönünde değerlendirmeler söz konusudur. Kuzey Amerika›da Kanada ile beyin göçü hareketliliği sorununu yaşamakta ve zararını dış girdilerle dengelemek yönünde politikalar hayata geçirmektedir.

Bu nedenlerle, kalifiye göç vermek dar anlamda sadece belirli tipte bir ülkeye ve yine göç almakta da başka tipte bir ülkeye özgü değildir. Bilakis kapitalist dünya sisteminin merkez ve çevre ülkeleri eş zamanlı olarak gönderip alabilmektedir. Bu bir tarafın göçün faturasını diğer tarafa geçirmek ve beyinsel göçün neden olduğu boşluğu doldurmak amacıyla girdilerini daha düşük seviyeden sağlayarak kendi vasıflı tabanına dahil etmesi kuralları ile oynanan stratejik bir oyuna benzemektedir. Kuşkusuz ki bu çok yönlü ve çok merkezli güç hareketleri kendiliğinden ve rastgele oluşmamaktadır. Çünkü bu hareketler az gelişmiş yerlerden bilgi yoğunluğuna da bağlı olarak, çok gelişmiş yerlere doğru coğrafi yön sağlayan, belirli bir eğime sahiptir. Hiyerarşinin tepesinde ise vasıflı göç dengelerinde büyük kazanç sağlayan sistemin hegemonu durumundaki ABD, en dipte de entelektüel, bilimsel kurum ve endüstriler bakımından zayıf ve boşaltılmış olmalarından dolayı yeteneklerini yeniden kazanamayacak olan ülkeler bulunmaktadır. Bu ülkelere her kıtadan birçok örnek verilebilir. Mevcut durumda tek bir cazibe merkezi veya standart bir göç hareketliliği olmamasından dolayı, yeni mühendis ve bilim insanları göçü, güç ve zenginliğin etkisiyle de hala asimetrik ilişkilere bağımlıdır.

Küreselleşmiş bir pazarda ekonomik başarı için vasıflı ve kalifiye taban çok önemlidir. Sadece yeni ekonomi alanlarında değil, imalat ve yer altından maden çıkarmaya dayalı sanayi dalları gibi geleneksel faaliyetlerde beşeri vasfın rolü hayatidir. Örneğin, bilgi ve teknoloji faktörünün imalat mallarındaki oranı 1960’larda yüzde 50 iken, günümüzde 90›lara çıkmıştır. Ucuz hammadde enerji ve ucuz vasıfsız işgücüne erişimin önemi giderek azalmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin, kendi vasıflı insan potansiyellerini ülkede tutmadaki başarısızlıkları geleneksel sektörlerde sahip oldukları keskin rekabet güçlerinin dahi kapasite kaybı yaşamalarına neden olmaktadır. Gelişmekte ve sanayileşmekte olan ülkelerde döviz kıtlığına ek olarak, kalifiye potansiyel kıtlığı yüksek ekonomik ve endüstriyel gelişmenin önündeki bağlayıcı etkenleri oluşturmaktadır. İlaveten, göçün sunduğu seçenekler uluslararası alanda yeteneklerine ihtiyaç duyulan kategorilere sağlanan ciddi bir pazarlık imkanı, gelişmekte olan ülkelerde gelir dağılımı eşitsizliklerini şiddetlendirmektedir.

“Dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 15’ine sahip olan zengin ülkeler toplam dünya gelirinin yüzde 80’ine yakınını kontrol ederken, üç milyarı aşan nüfuslarıyla dünya nüfusunun düşük gelirli ülkeler grubunu (Hindistan ve Çin dahil) temsil eden yüzde 56’sı, 1993 yılında toplam dünya gelirinin yaklaşık yüzde 5’ini, yani Fransa ve deniz aşırı bölgelerinin GSYH’sinden daha azını aldı (…) Çoğu üçüncü dünya ülkesinde ulusal gelirin en az yüzde 60’ı, nüfusun üst yüzde 20’lik diliminde yoğunlaşıyor.”[9]

Küresel çapta yaşanan teknolojik devrim, gelişmiş kapitalist ülkelerde, diğer bir deyişle dünya sisteminin hegemonya merkezlerinde yeni uzmanlık alanlarını oluştururken sanayinin toplam emek gücü ihtiyacını ciddi ölçülerde düşürüyor. Mevcut üretim tesislerindeki işçiler işten atılırken robotların çalıştığı yeni montaj hatları açılıyor. Teknolojik değişim, üretim sektörlerinin ve işletmelerin yeniden yapılandırılmasıyla birleştiğinde az gelişmiş ülkelerin kritik sektörlerinde uluslararası tekellerle birleşme ve özelleştirme dalgasına yol veriyor. Şirketler yabancı sermayeye satılıyor ve yeniden yapılandırılıyor. Bu bir yandan nitelikli işgücü göçünü çok merkezli kılarken, diğer yandan devasa bir işsizliğe, dolayısıyla yoksulluğa ve dünyanın birçok yerinden kontrolsüz bir kitlesel göç hareketine sebebiyet veriyor.

Bunlardan başka, vasıflı kişilerin göç hareketi hatırı sayılır bir kişisel servetinde ihracını beraberinde getirmektedir. Vasıflı ve orta sınıftan önemli bir göç tecrübe eden Afrika ve Asya’nın az gelişmiş ülkelerinin zenginliklerinin yaklaşık yüzde 7’sinin yurtdışında tutulduğu tahmin edilmektedir.

Ülkelerin kendi içlerinde ve ülkeler arasında eşitsizliklerin ve sömürünün derinleşmesine katkıda bulunan vasıflı göç, küreselleşmenin tipik bir özelliğidir. Aynı zamanda ülkeler arasında oluşan bu tabakalar, gelişmiş ve gelişmekte olan dünya arasında büyüyen vasıflı işgücü açığına cevap verebilen vasıflı göçe, daha fazla teşvik ve destek sağlamaktadır.

 

Vasıflı Göç Hareketlerinin Aracıları

Entelektüel ve yüksek vasıflı kişilerin dünya çapındaki dolaşımları, işgücü piyasasının uluslararasılaşmasının doğal bir sonucu  olan küreselleşme olgularından biri olarak gösterilmektedir. Bu nedenle göç tek tek kurumların denetimi ve devlet müdahalelerinin dışındaymış gibi görünmektedir. Gerçekte ise, fiili durum çok daha farklıdır. Kapitalist modernitenin birer şubesi konumundaki ulus-devletler bu sürece derinlemesine dahil olmuşlardır. 1990’lardan itibaren ve özellikle 2000’li yıllar sonrasında birçok OECD ülkesi seçici göç yaklaşımları ve politikaları geliştirmiştir. Vasıflı ve yabancı insan olanaklarına yönelik çağrı ve taleplerin artmasıyla bu durum daha fazla görülür hale gelmiştir. Küresel piyasa trend tahminleri sanayileşmiş kapitalist ülkelerde vasıflı nüfus için büyük bir talep yaratmıştır. Ve bunun sonucunda yabancı yetenekleri çekmek amacıyla hukuki ve teknik önlemler alma doğrultusunda adımlar atılmıştır. ABD ve Kanada gibi ülkeler belirli alanlarda vize izin sayısını arttırmıştır. Fransa bilgi teknolojisi alanında yabancı istihdamını kolaylaştırma yönünde hukuki düzenlemeler yapmıştır. Benzer bir biçimde Avusturya göç servisleri web siteleri hazırlamış ve uzman memurlar görevlendirmiştir.

Aynı amaç ve tarzda Almanya vasıflı işgücü açığını kapatmak için başta sağlık ve bilgi teknolojileri olmak üzere belli alanlarda yabancıların istihdamı için vize ve vatandaşlık verme yönünde önemli adımlar atmıştır. Benzer bir durum diğer Avrupa Birliği ülkelerinde de yaşanmaktadır. Gelişmiş endüstriyel devletlerin çoğu değişik kıtalardaki az gelişmiş ülkelerdeki vasıflı göç kapasitesinden yararlanmak için özel çalışmalar yürütmektedir. Bu nedenle göç hareketleri, kapitalist piyasanın arz-talep güçlerinin bir sonucudur. Söz konusu değişimlerde çalışan el çok açık bir biçimde görülmektedir. Gelişen alan, kendi mekanizmalarına serbest piyasadan daha öte dünya sisteminin hegemonya merkezleri konumundaki devletlerin geçici ve kalıcı yerleşim amacıyla gerçek ve potansiyel vasıflı göçleri kendi topraklarına kanalize etme yönünde özel bir çaba gösterdikleri rekabetçi bir alandır.

Ulus-devletler, özel şirketler, iş bulma ajansları ve amaçları müşterilerine gerekli vasıflarda işgücü sağlamak olan çetevari yapı ve şirketlerle el ele çalışmaktadırlar. İlginç olan, internet ve diğer bilgisayarla uyumlu iletişim aletlerinin, piyasadaki aracılardan arz-talep ilişkisini kaldırmak suretiyle sosyal müdahaleyi işlevsiz  kıldığını varsaydığı bilgi teknolojisi alanında bu durumun yoğun görülmesidir. Buradaki bilginin objeleri (yazılım, veri tabanları vs.) birkaç teknik işlem tarafından şekillenmekte ve bunların kapitalizmin azami kâr mantığına uyan yenilikçi ürünler adıyla dağıtımını sağlayan işlemler tarafından standartlaştırmaktadır. Söz konusu bilgi kariyerlerine olan talebin bunları tanımasını ve almasını sağlayacak tarzda kamusal alanda (örneğin bir web sitesinde) gösterilmesi yoluyla ya da görsel medyada program ve belgesellerin yayınlanması yoluyla da, bu kariyerlerin istihdamı ve ticaretinin mümkün olacağı düşünülebilir. Somut verilerden hareket edilecek olursa var olan durum bu değildir. Elektronik değişimdeki hızlı gelişmelere rağmen insani veya sosyal müdahale hala aşılamamıştır. Aracılar hiçbir zaman salt teklifler ile ihtiyaçları eşleştirme görev ve sorumluluğunu üstlenmemişlerdir, bilakis aracılar tekliflerin tanımlanması ve somutlaştırılması sürecine doğrudan katılmamaktadırlar. Bilgi teknolojisinin öne çıktığı endüstriyel üretime dayalı küresel pazar arz ve talebin ani bir ilişki sonucu değil, planlanmış, kurgulanmış ve yaratıcı bir biçimde yeterli oranda karşılanması için uzmanlaşmış ajanslarla birlikte profesyonel kurumlarda yaşamsal önem kazanmıştır.

Günümüzdeki yüksek vasıflı nüfus hareketi küresel düzeyde işleyen itici ve çekici faktörlerin basit bir neden-sonuç ilişkisinin sonucu olmasının çok ötesindedir. Özellikler burada transferleri olanaklı kılacak beşeri olduğu kadar, beşeri olmayan birçok aktör mevcuttur. Küreselleşmenin değiştirdiği temel şey ise, bu aktörlerin sayısı ve rolleridir. Aktör sayısı ve çeşidindeki nicel artışa bağlı olarak vasıflı göçün hareket sahaları da genişlemektedir. Bununla birlikte bireysel düzlemde insanların bir yerden başka bir yere geçme/göçme şartları göz önünde tutulduğunda, meslek çeşitleri arasında farklılıkların olduğu görülür; bazı aktörler birçok özelliğe sahipken, diğerleri kendilerine önerilen şartlara bağlı kalmakta ve bu fark ilgilenilen mesleğe göre değişmektedir. Bu gerçeklik, göçmenlerin izlediği kişisel noktaları da içeren yaşam öykülerinin çok yönlü ve derinlemesine incelenmesiyle ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda akademik araştırma alanındaki bilim insanları genellikle önceden planlanmış ve uluslararası toplantılar sayesinde oluşturulmuş kişisel ilişkilerle, belirli konular üzerinde entelektüel eğilim ve ilgiler yoluyla mobilite sağlamaktadırlar. Hareket kararı potansiyel göçmen ile alıcı kurum arasında, yapılan doğrudan pazarlıklar ve anlaşmalar sonucunda alınmakta ve bu ilişkinin belirleyici dinamiğini güven oluşturmaktadır. Buna karşılık, bilgi teknolojisi uzmanları, idari gerekleri yerine getiren vizeleri ve deniz aşırı istihdam dahi olmadan gelir sağlayan diğer hizmetlerin yanında yolculukta kalınacak geçici yerleri sağlayan uzmanlaşmış istihdam şirketleri tarafından kiralanmaya daha çok yakındırlar. Bu ilişki başlangıçta sözleşmeye dayalı ve anonim bir ilişki olmaktadır.

Göç hareketinde açığa çıkan bu iki farklı uç arasında, ilgili mesleğin özelliklerine, vasıfların taşınabilirliğine, ev sahibi ve asıl ülke arasındaki mesleki düzenlemelere ile yerel, hukuksal ve kurumsal çerçevelere bağlı olarak farklı şartlar söz konusudur. Ancak bilim insanları ve akademisyenler genellikle kendileri tarafından belirlenmiş çalışma olan ve konularına göre yapılan ve vekâletnameler ile önceden yapılan sosyal sözleşmelerin belirleyici olduğu kendi kişisel bağlantıları sayesinde hareket etmektedirler. İş tanımları temelinde daha fazla yoğunlaşmış vasıf ve bilgilerinin standart ve belirgin olduğu mühendis ve bilgi teknolojisi uzmanlarının hareketi ise kurumsal transfer aracıları tarafından organize edilip yürütülmektedir.

 

Küreselleşmenin Oluşturduğu Vasıflı Göç

Küresel çapta yüksek nitelikli kişilerin göçü ile nicel veriler parçalıdır. Bu bakımdan vasıflı göç olgusunun kapsamı hakkında içerikli değerlendirmeler oluşturmak oldukça zordur. Ancak üzerinde çok fazla yorum yapmadan belirli davranışlara bakarak bazı eğilimler ve yönelimleri belirtmek mümkündür. Konuya dair yapılan araştırmalarda dünya genelinde en geniş öğrenci ve yüksek vasıflı bilgi/bilim ve teknoloji personeli alıcısı konumundaki iki ülke olan ABD ve Fransa’nın verileri baz alınmıştır. Dolayısıyla bizde bu verileri değerlendirmemizde kullanacağız.

Konuya dair son zamanlarda yapılan değişik yaklaşım ve kaynaklara dayanan ve farklı olasılıkları öne çıkartan araştırmalar, dünya çapında ve çok büyük ölçekte yüksek vasıflı göçmen nüfus olduğuna dikkat çekmektedirler. Bu sonucun önemi göçmen nüfusun kaynağı gözetildiğinde ortaya çıkmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde doğan bilim insanı ve mühendislerin en az üçte birinin (400 bin) Kuzey’de, yani endüstriyel gelişmenin zirvesinde olan kapitalist ülkelerde çalıştığı tahmin edilmektedir. “Bu kişilerin bugün bulundukları ülkede gerçekleştirdikleri akademik yayın, bilimsel buluş patentleriyle ölçülen ‘B ve T’ üretkenlikleri şartların daha elverişsiz olduğu kendi ülkelerinde yapabileceklerinden daha seçkindir. Sonuçta personel temelli ‘B ve T’ üretiminin büyük çoğunluğu Güney’den gelen ve şu anda Kuzey’de bulunan kişiler tarafından gerçekleştirilmektedir. Güney’de doğan bilim insanı ve mühendislerin çoğunun hala Güney’de olmasına rağmen, Güney doğumlu ve eğitimli araştırmacıların üretimlerinin büyük kısmı Kuzey’de sermayeleştirilmektedir.”[10]

Bilgiyi sermayeleştirme eğilimi belli bir rotayı mı izliyor? Göçmenlik geçmişte olduğundan daha mı önemli? Yapılan araştırmalara bakılırsa Fransa’da yüksek vasıflı göçmenlerin sayısının toplam göçmen sayısına oranı, 1980’lerde ikiye katlanarak, 90’ların ortalarında, ülkeye giren yabancıların yüzde 10’una şimdilerde ise bu oran yüzde 20’lere ulaşmıştır. Bu göçmenlerin sadece yüzde 40’ı göç ülkesi olarak sınıflanan ülkelerden kaynaklanır. Ve bu kitle büyük oranda entelektüel ve artistik mesleklerde istihdam edilmektedir. Kuzey ülkelerinden gelen yüksek vasıflı göçmenler daha çok yatırımcılar olmaktadır.

Eldeki veriler, ABD’de geçen yıllar boyunca düşük veya orta vasıflı göç kategorilerine oranla daha yüksek olan yabancı doğumlu bilim insanı ve mühendislerin sayısında hızlı bir artış olduğuna işaret ediyor. Ancak ABD’de istihdam edilen tüm bilim insani ve mühendisler arasında yabancı doğumluların yerlilere çok fazla değişime uğramıyor. Amerika doğumlu insanların eğitimi, yetiştirilmesi ve istihdam edilmesi oranlarında sürekli artış gösterilmektedir. Diğer bir deyişle, ABD daha önce olduğundan daha fazla yabancı bilim insanı ve mühendislere bağımlı değildir. Yüksek vasıflı göçmen sayısındaki artış ilgili mesleki kategorilerindeki büyümeyle orantılıdır.

Yüksek nitelikli nüfus içinde uğraşılan iş veya meslek ne kadar araştırmayla ilgiliyse, yabancı doğumlu bilim insanı ve mühendislerin sayısının da o kadar yüksek olması dikkat çekicidir. Konuya dair yapılan çalışmalarda 1990’lı yıllardan bu ABD›de araştırma alanında istihdam edilen Amerika doğumlu olmayan vasıflı göçmen nüfusun oranları yüzde 30’lara varmakta ve bu oran yıldan yıla süreklileşen bir artış eğilimi göstermektedir.

Bu verilerden ortaya çıkan sonuç ise, yeni ve internet tabanlı ekonominin ileri sürdüğü gibi çağımız bilgi toplumu göçmenliğinin yeni bir olgu olmadığı, 20. yüzyılın son çeyreğinden beri gerçekleştiği ve diğer yüksek vasıflı kategorilere oranla göçmenliğin bilim insanı ile mühendisler ve akademik araştırmalar yapan nüfus arasında geldiğidir. Bu gerçeklik, yüksek vasıflı göçmen çeşidine önemli “katkısı” bulunan gelişmekte olan kapitalist ülkelerle de ilgilidir. Küresel dünya sisteminde yaşanan yapısal sorunlar ve kaotik durum, sistemin hegemonik merkezlerinden çok çevre konumundaki az gelişmiş ülkeleri etkilemektedir. Hegemonik merkezler çevreye kriz transfer etme ve çevrenin çözüm gücünü meydana getiren yüksek vasıflı nüfusundan yararlanma yöntemine başvuruyorlar. Dolayısıyla çok basit bir nedenden ötürü, gelişmekte olan ülkeler üzerindeki etki sanayileşmiş ülkelere oranla katbekat fazladır. Bu bakımdan az gelişmiş veya gelişmekte olan çevre ülkelerden sanayileşmiş kapitalist merkezlere doğru gerçekleşen beyin göçü, etkilenme oranları farklı olmakla birlikte çevre ülkeleri için ağır siyasal-ekonomik sorunlara yol açmaktadır. Kuşkusuz ki beyin göçü değerlendirilirken gelişmekte olan ülkeler arasında da bir ayrım yapılmak durumundadır. Örneğin Hindistan›ın yaşayacağı birkaç bin yazılım uzmanı kaybı, Türkiyeli birkaç bin yetişmiş doktorun kaybı kadar dramatik sonuçlar doğurmayacaktır. Bu arada açıklanan verilere göre, sadece 2023’ün ilk beş ayında Türkiye’den yurtdışına giden doktor sayısı 844’tür ve bu rakamlar günden güne artış göstermektedir.

Diğer bir husus ise yüksek vasıflı nüfusun göç hareketliliğinin gösterdiği değişkenliktir. Konu bağlamındaki vasıflara sahip insanlar ne ölçüde bir yerden başka bir yere hareket etmektedirler ve ne kadar gittikleri yere yerleşmeye yatkındırlar! Kimi verilere bakarak bu soruya doğruya yakın, kesin cevaplar vermek zordur. Yine de sadece az sayıda ülkeyle ilgili de olsa, göç diasporasının günümüzdeki gözlemleri sistematik ve karşılaştırılabilir veriler üretmiştir. Araştırmalar büyük oranda Kolombiyalı ve Güney Afrikalı vasıflı diaspora tahlilleri, yerel doğumlu bilim insanı, mühendis ve entelektüellerin bir ülkeden başka bir ülkeye seyahat etme eğilimine göre, bir ülkede yerleşmeye daha fazla eğilimli olduklarını göstermektedir. Ülkelerinden ayrılan Güney Afrikalı bilim insanı ve mühendislerin yüzde 80’i gittikleri ülkelere yerleşmişlerdir. Bu oran Kolombiyalılar için yüzde 70’tir. Yabancı ülke doğumlu bilim insanı ve mühendislerin sadece yüzde 20’si üçüncü bir ülkeye gitmiştir. Bu sonuçlar yabancı ülke doğumlu nüfusun ikameti bakımından göreceli bir düzenin varlığına işaret etmektedir. Yani bir ülkeden başka bir ülkeye göçen bireyler büyük oranda terk ettikleri ülkelerine geri dönmemektedir. Özellikle sahip olunan yüksek akademik dereceler ve mesleki deneyimler göz önünde tutulursa, bu durumun vasıflarla ilgili kısıtlamalar nedeniyle oluşmadığı anlaşılır. Sebep, bu insanların sosyo-kültürel ve profesyonel durumlarıyla yakından ilgilidir. Bu kişiler birçok durumda ciddi sorumluluklar aldıkları etkili yurtdışı ağlarının içinde tutmaktadırlar. Bilgi ve teknoloji sektöründeki gelişmeler ve buna dayalı küresel ekonomi bu alanda çalışan yabancı yetenekleri, tekeller için vazgeçilmez kılmakta ve yabancı profesyonellerde bunun gereğine göre davranmaktadırlar. İdari pozisyonları ve yaşam tarzları bu kişileri ev sahibi ülkeye bağlanmalarını sağlamaktadır. Söz konusu kişiler bireysel yaşantısı ve ilişkileri sebebiyle bir kaç yılda bir kendi ülkelerini ziyaret etme tutumu sergilemektedirler.

 

Entelektüel Diaspora Ağları

Yüksek vasıflı göçmenlerin hem kendi ülkesine hem de ev sahibi ülkeye yaptığı ikili bağlılık ve yurttaşlık tanımlamasıyla oluşan çifte hayat, yeni entelektüel, bilim ve teknolojik tabanlı diasporaların hızla ve yoğunlaşarak gelişmelerine zemin hazırlamıştır. 21. yüzyılın başlangıcından beri en az 50-60 ülkede olmak üzere bu ağların doğup gelişmesine tanıklık etmiştir. Bu ağlar çeşitli ve karma olmakla birlikte amaç ve hedefleri bakımından aralarında pek bir farklılık yoktur. Bütün ağlar vasıflı yabancılardan yararlanmak suretiyle bu ilişkilerin geldikleri ülkede de gelişmeyi hızlandırmayı amaçlamaktadırlar. Bu bakımdan bilgi aktarımını olanaklı ve etkili kılmak için teknoloji transferi, öğrenci değişimi, ortak araştırma projeleri, bilgisayar tabanlı faaliyetler, kaynak olarak görülen ülkede bulunmayan veri, bilgi, fon ve her türlü kaynağa erişim, iş olanağının sağlanması, yeni gelişen uzmanlık alanlarında eğitim ve danışmanlık hizmetleri verme gibi çeşitli seçenekler mevcuttur.

“Bilgi toplumu ve Enformasyon Çağı’na özgü bu düzenek ‘diaspora seçeneği’ olarak adlandırılır ve ‘dönüş seçeneği’nden kavramsal bir farklılık gösterir. İkincisi vasıflı yabancıların kendi ülkelerine fiziki anlamda dönüşünü sağlamaya çalışırken diaspora seçeneği hareketi sağlamaya ve nerede olursa olsunlar yabancıları kendi ülkelerine bağlamaya çalışmaktadır. Geri dönüş seçeneği, amacı kişideki içe dair bilgiyi geri kazandırmak olan geleneksel beşeri sermaye yaklaşımına dayanır. Diaspora seçeneği ise, yeni ‘ağ’ların oluştuğu ortama daha fazla bağımlıdır. Ve sadece insanda mevcut bilgiyi değil; büyük sosyo-profesyonel ağları olduğu kadar buna bağlı beşeri, maddi ve kavramsal kaynakları da kullanarak düşünmeyi içermektedir.»[11]

İşlerinde başarılı akademisyenler ve bilgili bilim insanlarının kendi ülkeleri ile ilişkilerinin korunması yeni bir yaklaşım değildir. Bilim tarihi, önemli bilim insanları ve entelektüellerin kişisel çalışmaları veya Batı Avrupa ya da Kuzey Amerika kampüslerindeki yerel birliklerin kolektif çabaları şeklindeki işbirliği örnekleriyle doludur. Fakat genişleyen kapsam ve içeriğiyle bu olgu günümüzde farklı bir tarz ve şekil almıştır. Bu farkla birlikte, “yeni” diaspora ağları” daha sistematik ve daha yaygındır. Bunların son yıllardaki işlevselliği ve giderek stratejik bir araç olarak algılanması, özellikle demografi, iletişim, ekonomi ve siyaset faktörlerinin birbirine yakınlaşması, hatta iç içe geçmesi ile yakından bağlantılıdır.

Birinci faktör, ev sahibi ülkede bulunan vasıflı nüfusa oranı sabit kalmış olsa bile, aynı vasıflı yabancı sayısı sürekli bir artış halindedir. Bu yoğunluk daha sık, sistematik ilişkilere ve kolektif çabalara olanak yaratmıştır.

İkinci faktör, küresel çapta gelişen ve iletişim olanaklarında görülen büyük devrimle örtüşmektedir. İnternet dünya çapında dağılmış kişi ve grupları ani değişim ve hareketlere sevk eden, toplu tanımlamaya uygun ve filli bir diaspora oluşturan, sürekli bir ortam sağlamıştır.

Üçüncü faktör, bilgisayarın telekomünikasyonla evliliğinin, bilginin ışık hızıyla ve çok büyük kitlelere iletilmesiyle sonuçlanması, bilgi gibi iktidarı da bir merkezden idare edilir olmaktan uzaklaştırmaktır. Merkez bankaları tarafından yönetilen ulusal paralar sistemi öyle para tüccarları tarafından yönetilen evrensel elektronik bir pazara dönüştürülünce iktidarın niteliği ve biçimi değişmektedir. Devlet güdümündeki ticaretle birbirine bağlanan ulusal ekonomiler pek çok ulusal düzenlemenin ötesinde giderek bütünleşen bir küresel ekonomiye katıldıkça uluslararası şirketler/tekeller iktidarı ele geçirmektedir. Ya da ulusal iktidarların görünmez sahipleri bu tekeller olmaktadır. Vasıflı diasporanın sistematik bir hal alması iktidarın bu tarz el değiştirmesiyle alakalıdır.

Dördüncü faktör ise, özellikle bilimsel ve teknolojik bilginin, gelişmenin temel ve öncelikli faktörü olarak artan öneminin fark edilmesi ve eş zamanlı olarak gelişmekte olan ülkelerde vasıflı eleman kıtlığının daha fazla dile getirilmeye başlanmasıdır. Bu da büyük bölümü yabancı olan bilim insanı ve mühendislere daha önce olduğundan daha açık sosyal rol, görev ve sorumluluk tanımı sağlamıştır.

Bu bakımdan beyin göçü problematiğinde diaspora seçeneği uluslararası ilişkilere yeni bir mantık getirmektedir. Bu seçenek hem merkez-çevre hem de dünya sistemi yaklaşımlarıyla arasına belli bir mesafe koymaktadır. Bağımlılık şartları yumuşatılabilir, fakat ülkelerin bilgi güçleri ulusal sınırlar içinde tutulamayabilir. “Bilgi kaynakları belirli bir coğrafyaya bağlı değildir; karmaşık bir yazılım programı yapabilecek becerilere sahip bir insan deklare edecek ‘değerli’ bir şeyinin olmadığını söyleyerek herhangi bir gümrükten elini kolunu sallayarak geçebilir.”[12] Dolayısıyla Kuzey’de artan bilgi sermayesi birikimi, Güney ile açılan bilim ve teknoloji, sanayileşme mesafesinin bu ülke toplumlarına bir faturası olmak zorunda değildir, çünkü bu durumu kendi inisiyatifinde ve kendi amaçları, toplum çıkarı doğrultusunda kullanabilir. Bilimin ve teknolojinin toplumun çıkarları doğrultusunda kullanılması olanaklıdır. Paradoksal bir tarzda kapitalist sömürü tekelleri ve iktidar odaklarının gücü toplumun güçlenmesinin bir aracı haline geldiğinde merkez-çevre, Kuzey-Güney ülkeleri arasındaki asimetri ortadan kalkacaktır. Devlet ve iktidar, kendi zamanının başlangıcından bu yana bilgi temeline dayanmış. Bilgi toplumu çağında iktidar ve sömürü tekelleri için en değerli şey bilgidir. Çünkü tarihsel olarak egemenler için bilgi her zaman güç ve kudret denek olmuştur. Şimdi ise servet ve hegemonya savaşlarında zafer anlamına gelmektedir. Dolayısıyla ulus-devlet denetiminden kaçabilen sermaye, beyin göçü demektir. Güç ve gelişme mantığının çok yönlü yoğun olması gerçeğinden hareketle, günümüzde dünyadaki hiyerarşik dağılım ve kategoriler belirsizleşmektedir. Giderek bilime dayanan gelişme kapasiteleri, maddi olmadıklarından dolayı değil, fakat göç davranışları ve beşeri kariyerlerin ikili tanımlanması nedeniyle daha hazır hale gelmişlerdir. Yin Yang tarzı bir stratejide, çevre kendi yabancıları sayesinde merkezde kendini var kılabilecek ve çevrenin kendi araçlarıyla bu yabancı yurttaşlarına ulaştığı takdirde merkezin kaynakları çevreye aktarabilecektir. Bu iç içe mücadele stratejisi olarak da tanımlanıyor.

Diaspora seçeneğiyle bilginin yeri alt üst edilmiştir. Eğer diaspora tabanlı kurgular hız kazanırsa, merkez-çevre bazındaki coğrafi topolojiler büyük oranda değişecektir. Sadece Güney’in göç veren ülkeleri değil, Kuzey’in göç alan ülkeleri de bu kurguları memnuniyette izleyip diasporaları, üyelerinin geldiği ülkeler ile etkili bir işbirliği için iyi bir fırsat ve gerçek bir olanak olarak görmektedirler.

 

Sonuç

Toplumsal çağların temel bir özelliği gelişmelerinin gittikçe hız kazanması ve bunun diyalektik karakterde olmasıdır. Farklı moderniteler iç içe varlık bulur. Bunda toplumun bilgi ve teknik düzeyinin gelişimi oluşturucu rol oynar. “20. yüzyılda gerçekleşen bilim-teknik devrimlerinin belki de en önemli tarihsel sonucu sınıflaşmanın maddi temelini ortadan kaldırmasıdır (…) Bilgi toplumuna doğru yöneliş hiçbir dönemle kıyaslanamayacak kadar hız kazanmıştır. İnternet başlı başına bir büyük devrimsel olgudur. Önce mekanik, elektronik ve nükleer teknikte yaşanan devrimin ekonomik, sosyal, siyasal ve askeri sonuçlarını hesaba katmadan hiçbir teorik çözümleme yaşanılanı doğru değerlendiremeyiz.”[13]

21.yüzyıl bilgi toplumu ve küreselleşme sürecinde yüksek vasıflı göç hareketinin önemli oranda arttığına tanık olunmaktadır. Fakat söz konusu artış yeni bir durum değildir, başlangıcı en az 35-40 yıl öncesine uzanmaktadır. Ayrıca hareketin şekli, geleneksel bilim insanı ve mühendis göçünden farklılıklar göstermektedir. Aslında bütün vasıflı mesleki kategoriler arasında hareketliliğine en fazla devam ettiren bu iki kategoridir. Bunların göç hareketine büyük oranda sosyal, siyasal aktörler ve şartlar aracılık etmektedir.

Bu vasıflı göç hareketleri sürekli arayış ve dalgalanmalara dayalı göçebeliğe değil, sürekli yerleşmelere hız kazandırmıştır. Mezopotamya ve Akdeniz havzasında bilimin doğduğu çağlarda olduğu gibi günümüzdeki bilim insanı ve mühendis hareketi de yoğunlaşma olduğu kadar belli bir dağılım ve düzene sahiptir. Son yıllardaki yüksek yoğunlaşmanın ardından günümüzde hareketli ve yüksek vasıflı diasporalar üzerine kurulan düzeneklerin fazlalaşması, yoğunlaşmanın ardından dağılmaya doğru evrilen yeni bir eğilime tekabül etmesi olanaklıdır.

Bu da sınırları aşan, fakat sosyal bağlardan ve kurumlardan soyutlanmamış bir hareket anlamına gelen, Yunanca “diaspora” kelimesinin etimolojisinden kaynaklanmaktadır. Sonuç olarak, yeni ağların kurulması ve imkanların sağlanmasıyla, göçün bir kısmının “geri kazanımı” mümkün olacaktır.

 

 

[1]     Stratejik Araştırmalar Dergisi, Sayı:13, Sy:64
[2]     Sümer Rahip Devletleri – Abdullah Öcalan
[3]     Sümer Rahip Devletleri – Abdullah Öcalan
[4]     Sümer Rahip Devletleri – Abdullah Öcalan
[5]     Stratejik Araştırmalar dergi s:13- sy:63
[6]     Stratejik Araştırmalar Dergi s:3 – sy:33
[7]     Stratejik Araştırmalar Dergi s:3 – sy:33
[8]     Stratejik Araştırmalar Dergi s:3 – sy:33
[9]     Yoksulluğun Küreselleşmesi, Sy:43 (Michel Chossudovsky)
[10]    Stratejik Araştırmalar Dergisi, Sayfa:9, Sayfa:34
[11]    Stratejik Araştırmalar Dergisi, Sayfa:9, Sayfa:34
[12]    Ulusal Egenerliğin sonu, Walter B.W 
[13]    Sümer Rahip Devletleri – Abdullah Öcalan

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.