Düşünce ve Kuram Dergisi

Rojava Devrimi, Kadın Devrimidir

Asuman Ozan

Rojava Devrimi; direniş tarzı, yönetim modeli, siyasi, ekonomik, toplumsal örgütlenme biçimi, adalet anlayışı ve uygulama yöntemi, eğitim modeli ve tüm bunları kadın özgürlük ilkesine dayalı geliştirmesiyle yeni bir alternatiftir. 2012 yılında Kobanê’de başlayan ve 2014 yılında yine Kobanê’de DAİŞ’e karşı büyük bir başarıyla hızla büyüyen ve kurumlaşan Rojava Devrimi’nin kimliği kadın özgürlüğü üzerinden şekillendi. Kurdistan Özgürlük Mücadelesi açısından önemli bir miladı ifade etmesi kadar Ortadoğu sorunları ve temel evrensel sorunlara alternatif geliştirmesi açısından da somut bir çözüm modeli sunulmuş oldu. Demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigmaya dayanan bu devrimci dalga[1], özgürlük sorununu en derin çelişkiden, kadın özgürlük sorunundan ele alarak diğer tüm toplumsal sorunlara yöneliyor. Kadın özgürlüğünü esas almasıyla toplumsal özgürlük akışına hizmet ettiğini ortaya koyuyor. Bununla birlikte Rojava Devrimi, demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigmanın düşünsel düzlemden yaşamsal düzleme uygulanabilir olduğunu, toplumsal kültürün özgürlük akışıyla uyumlu ve doğrultu verme niteliğinde olduğunu da açığa çıkarmış oldu. Kapitalist sistemin ve bölgedeki monarşik, katı ulus-devlet yapılanmalarının dayattığı milliyetçi, cinsiyetçi, dinci ideolojilerle halkların ve kadınların şiddet girdabında debelenme kaderine mahkûm olmadıklarını ispatladı. Ortadoğu’nun etnik, dini, mezhebi farklı kimliklerinin birçoğunu (Kürt, Arap, Ermeni, Asuri-Süryani-Keldani, Çerkes, Türkmen, Müslüman, Katolik-Ortodoks-Protestan Hristiyan, Êzidî, Sünni, Alevi) kadınların öncülüğünde, bir arada demokratik bir yönetim ve toplumsal örgütlenme sistemi içerisinde aktif katılımcı ve dayanışmacı bir yapıya dönüştürmeyi başardı. Aynı zamanda tüm bu etnik ve inançsal farklılıkların büyük fedakarlıklar yaparak birlikte yaşadıkları toprakları savunmasını da sağladı. Uygarlık tarihi boyunca birbirleriyle çatıştırılan, savaştırılan bölge halklarının; halkların ve kadınların gerçek düşmanlarına karşı birbirlerini ölümüne savunma anlayışını kazandırdı. Demokratik bir anlayışla yaşamı yeniden inşa etmeyi ve her türlü saldırıya karşı ölümü birlikte savuşturmayı sağladı. Tamamen halktan oluşan büyük bir halk ordusuyla ve kadınların öncülüğünde hem selefi cihatçılara karşı hem de statükocu, soykırımcı saldırılara karşı direniş örneği oluşturdu. Rojava gibi küçük bir coğrafyadan dünyaya çok kısa süre içerisinde büyük bir özgürlük dalgasının yayılması bu anlayış sayesinde gerçekleşti. Yeni bir özgürlük anlayışı, kendini inşa etme ve inşa ettiğini savunma gücü açığa çıktı. Bu büyük bir umut ve heyecan yarattı. Yarattığı etki aynı zamanda dünya halklarının ve kadınlarının özgürlük ihtiyacına işaret ediyor.

Reel sosyalizmin çöküşünden sonra kapitalist sistemin alternatifsiz olduğu ve devrimler çağının kapandığı manipülasyonu ciddi bir moral motivasyon kaynağı sorunu yaratmıştı. Sovyetlerin çöküşüyle birlikte devrimci çıkışların da zeminin kalmadığı anlatılıyordu. Ama aslında sosyalist devrimlerin dayanakları dönemsel dayanaklar değildi. Abdullah Öcalan’ın ifade ettiği gibi “uygarlık tarihi boyunca merkezi uygarlıktan farklı bir akış olarak demokratik uygarlık değerleri de hep akış halinde oldu.” Toplumsal gerçekliğin ahlaki birliğe ve uyum sağlamaya yatkınlığı kadar özgürlüğe yatkınlığı da özseldir. Uyum ve sınırları aşma-özgürlük eğilimi birbirini tamamlar biçimde var olur. Verili sosyal bilimler, toplumun ahlaki uyumunu sürü psikolojisi olarak tanımlar. Özgürlük eğilimini görmezden gelir. Gerçeğin bir tarafını göstererek parçalar ve gerçeği çarpıtır. Halbuki toplumsal gerçeklik tek yönlü ele alınamaz; birlik ve gelişme iç içe yaşanır. Toplumsal kültür, bütün bireylerinin gönüllü bütünleşmesiyle ortaya çıkan ortak akıl ve ortak ruhun özgür akışıdır. Beş bin yıllık devlet ve iktidarın bütün ideolojik, fiziksel saldırılarına rağmen kültürel toplum gerçeğinin yok edilememesi bu gerçeklikle ilgilidir. Tabi ciddi tahribatların yaşandığı, tek yönlülüğün, sapmaların geliştiği inkâr edilemez. Toplumsal kültürün özgürlük eğilimi bastırılarak ahlaki uyum özelliği aşırılaştırılmıştır. Devlet ve iktidar güçlerinin temel dayanağı toplumsal ahlakı sürüleşmeye, köleleşmeye hizmet eder hale getirmektir.

Buna rağmen toplumsal kültür tümüyle dağıtılamamıştır. Bastırılan özgürlük eğilimi devrimci çıkışlarla kendini ortaya koymuş ve her seferinde tahribatları gidermeye çalışmıştır. Sümerlerden beri uygarlık tarihi halk protestolarıyla, önderliksel ve peygambersel çıkışlarla, kadın özgürlük çıkışlarıyla, köle başkaldırılarıyla, sınıf mücadeleleriyle doludur. Uygarlığın egemenlikçi ilerleyişini kayıt altına alan yazılı tarih, kültürel toplumun demokratik akışını yok saymıştır. Bu manipülasyon tarihi gerçeği yok edemez. Kültürel toplum varlığını sürdürdüğü müddetçe devlet ve iktidar güçlerinden ayrı bir akış olarak uyum ve özgürlük eğilimini iç içe yaşamaya devam edecek, engellere karşı devrimci çıkışlarına devam edecektir. Abdullah Öcalan, buna “Demokratik uygarlık akışı”[2] dedi. Uygarlık, devlet-iktidar gücü, manipülasyon temelli ideolojiler (cinsiyetçilik, dincilik, milliyetçilik, hanedancılık, bilimcilik, mülkiyetçilik, ırkçılık gibi) şiddete dayalı baskı rejimi üzerinden akarken; demokratik uygarlık, kültürel toplumun demokratik çeşitliliği, ahlaki politik toplumun temel özellikleri, dayanışma ve ihtiyaçlarını karşılayan yeni gelişmeler temelinde akar.

Dünyanın her yerinde toplum ile devlet arasında gerilim bu iki farklı akışın karakterlerinin çarpışmasından kaynaklıdır. Bu iki kanalın birbirini etkilediği, değişime zorladığı ya da benzeştiği yönler de vardır. Ne kültürel toplum eski ahlaki politik gücünü koruyabilmiş ne de devlet köleci dönemin karakterini olduğu gibi sürdürebilmiştir. Bununla birlikte nasıl ki devlet ve iktidar güçleri boşluk bırakmaksızın boşalan her iktidarın yerini daha incelikli yöntemlerle yeni bir iktidarla doldurarak varlığını sürdürmeyi esas alıyorlarsa demokratik toplum güçleri de felsefe, bilim, sanat, siyaset, ekonomi, ekoloji, öz savunma, inanç, ahlak ve yaşamı ilgilendiren her alanda öncülerini, entelektüellerini, sanatçılarını, kahramanlarını çıkararak devrimsel çıkışlarla kendilerini yenilerler.

Dolayısıyla merkezi uygarlık ve son kimliği olan kapitalist sistem hiçbir zaman alternatifsiz olmamıştır. Ekim Devrimi’nin öncülüğünde dünyanın her yerinde başlayan devrimler kapitalizmi ciddi bir varoluş sorunuyla karşı karşıya bırakırken, Sovyetlerin devletli gerçeğinin demokratik uygarlık değerleriyle bazı hususlarda çelişmesi bile yeni arayışlara vesile olmuştur. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra emperyal karakteri belirginleşen Sovyetler Birliği’nin başını çektiği doğu bloğu ile ABD hegemonyasının başını çektiği NATO-batı bloku demokratik toplum güçlerinin tepkileriyle karşılanmıştır. Üçüncü dünya ülkeleri girişimi, 68 kuşağı, varoluşçu felsefeye dayanan çıkışlar, ulusal kurtuluş mücadeleleri, kültürel direniş örnekleri, kadın özgürlük hareketlerinin direnişi, ideolojik-politik hareketler, sinema-sanat dünyasındaki yeni akımlar üçüncü bir seçenek oluşturmuştur. Bu çıkışlar değişime öncülük etmiş, özgürlük ve demokrasi zeminini büyütmüştür. Zamana ve mekana bağlı olarak düşünsel ve yapısal direniş karakterleri derinleşmektedir. Rojava Devrimi’ni bu çerçevede ele almak, geçmişin direniş mirasından beslenen ama yerel ve evrensel boyutta yeni ve daha derin çözümler üreten bir devrim pratiği olarak değerlendirmek doğru olacaktır.

 

Demokratik Özgür Yaşam Modeli

Rojava Devrimi’nin en önemli özelliği, kadın-erkek arasındaki özne-nesne ayrımını aşmayı esas alması ve bu temelde demokratik özgür yaşam modelini örgütlemesidir. Uygarlık tarihinin yarattığı en ağır sorun; kadın ile erkek arasındaki egemen-köle ilişkisidir. Özneleştirilen erkeklik ile nesneleştirilen kadınlık bütün sistem ve toplum sorunlarının kaynağıdır. Egemen erkek; egemen devleti, egemen sınıfı, egemen ulusu, egemen milleti, egemen dini, egemen dili, egemen kültürü, egemen sanatı, egemen sporu, doğaya karşı egemen insanı, insana karşı egemen insanı doğurmuştur. Nesneleştirilen kadın ise; nesne topluma, nesne sınıfa, nesne ırka, nesne hayvana, nesne doğaya, nesne kültüre, nesne dile, nesne sanata ve diğer bütün nesneleştirmelere zemin yapılmıştır. Rojava Devrimi’nin en önemli özelliği, özgürlük sorununu buradan çözmeye başlamasıdır; kadın-erkek arasındaki nesne özne ayırımı ortadan kaldırarak diğer bütün sınıflaşmaları, köleleşme ve egemenlikleri aşma ve böylece toplumsal ahlaki politik değerleri yeniden canlandırma ve demokratik özgür yaşam koşullarını sağlama iddiasını pratikleştirmeye çalışmasıdır. Bu iddianın dayandığı paradigma, demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigma ve kadın kurtuluş ideolojisidir. Kurdistan Özgürlük Hareketi’nin çıkış aşamasında “kadın özgürleşmeden toplum özgürleşmez”[3] tespiti “Özgür Eş Yaşam”[4] kuramıyla derinleştirilmiştir. Rojava’da gerçekleşen Kadın Devrimi, bu ideolojik altyapının toplumsal devrime dönüşmüş halidir. Kurdistan Özgürlük Mücadelesi içerisinde elli yıldır deneyimlenen, ilişki, mücadele, yaşam tarzı ve kültürü haline getirilen paradigmadan feyz alınmıştır. Elbette ki teorinin pratikleşmesi doğru yöntemi ve yerel değerlerle uyumuna göre esnetilmesini gerektirdiği gibi Özgürlük Hareketi içerisindeki deneyimin toplumsal ilişkilerle farklılaştığı noktalarda toplumun kendi gerçeğine göre onu yorumlaması gerçeği de vardır.

Teorinin pratiğe uygulanması aşamasında kültürel toplum değerlerinden ve kadının öz gerçekliğinden uzaklaşmanın yarattığı engellerin, iç mücadele zemininde aşılması sağlanmaya çalışılmaktadır. İç mücadele zeminini canlı tutma temel bir hedef oldu. Rojava Devrimi’ni askeri-siyasi operasyonlarla yıkma saldırılarına karşı öz savunma örgütlenmesi büyütülürken, bireylerin özgür ve demokratik yaşam anlayışını zorlayan zihniyet, davranış ve yapılanmalarıyla da iç mücadele yürütüldü. Bununla birlikte yeniden inşa edilen toplumsal ilişkilerin hukuki ve ahlaki altyapıları da örgütlendirildi.

Rojava Özerk Yönetimi’nin 2014 yılı Ocak ayında ilan ettiği yasalar kadın lehine pozitif ayrımcı yasalar oldu. Çok eşliliğin kaldırılması, evlilikte kadın iradesinin esas alınması, “namus” cinayetleri, tecavüz, taciz ve kadına karşı şiddetin ağır cezalandırılması, eğitim ve meslek edinmede kadınlarla erkeklerin eşit haklara sahip olması, ekonomik bağımsızlık hakkının olması gibi (Kuzey ve Suriye Demokratik Toplum Yasası) oldukça devrimci kararlar alındı. Bu yasalar önce Cizîr, Kobanê, Efrîn kantonlarında sonra Kuzey ve Doğu Suriye’nin tümünde uygulandı. Demokratik toplum yasalarının daha seküler bir kültüre sahip olan Kürtler, Süryani-Asuriler, Ermeniler ve Çerkesler içerisindeki etkisi ile daha muhafazakâr bir geleneğe sahip bazı Arap kabileleri içerisindeki etkisi aynı olmadı. İlk dönemde Rojava Kurdistan’ı sınırları içerisindeki kadınların başını çektiği toplantılarda ortaya konulan ve yasallaşması istenilen kararlar toplumun hem fikir olduğu yasalardı. Kuzey ve Doğu Suriye’nin Arap çoğunluklu güney bölgelerinden DAİŞ çıkarıldıktan sonra bölgenin özerk yönetimin yasalarıyla uyumlu olmayan bir kültürel gerçekliği olduğu görüldü. Kadınlara pozitif ayrımcı ve demokratik hakların esas alındığı özerk yönetim yasaları, Dêrazor, Raqqa, Tabqa, Şeddadê gibi illerin kültürel gerçeğiyle uyumlu olması için altyapısının hazırlanması gerekiyordu. Kürtler, Hristiyan halklar ve onlarla aynı zeminde yaşayan Arapların benimsediği yasalar yeni özgürleştirilen alanlarda farklı karşılandı. Muhafazakâr kabilelerin kadınları büyük oranda sıcak bir ilgiyle karşılarken kabile ve aile otoritesini elinde tutan erkekler direnç gösterdi. Hala mücadele edilen bir sorun olarak bu durum devam ediyor. Tabi en özgürlükçü yasaların bile herhangi bir toplumsal kültüre üstten dayatılması iddia ettiği özgürlükle çelişik bir durum yaratır. Bunun farkında olan Rojava öncüleri; hukuki dayatmadan çok ahlaki özgürlük değerlerinin yükseltilmesini öne çıkardılar. Rojava Devrimi’nin dayandığı demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigma da hukukun devleti, ahlakın toplumu güçlendirdiğini belirler.[5] Özerk yönetim özgürlük ahlakını güçlendirerek özgürlük koşullarını büyütmenin yöntemlerini uygulamayı esas aldılar.

Bu temelde toplumsal ilişkilerin sadece hukuki yasalar üzerinden çözülemeyeceği belirlenirken, toplumsal konsensüse dayalı çözümleri geliştirebilecek komiteler oluşturuldu. Kadın ve erkeklerden oluşan her türlü toplumsal sorunu gündemine alan toplumsal barış komiteleri (Lîjne Sulhê) ile sadece kadınların sorunlarıyla ilgilenen kadın evleri (Mala Jin) komiteleri toplumsal sorunların yüzde 80’ini konsensüsle çözüyorlar. Çözüm anlayış ve yöntemleri paradigmaya dayanan kadın özgürlük ilkeleri ve demokratik yaşam ilkeleri temelinde oluyor. Doğruya yakın çözümlerin gelişebilmesi için komite üyelerinin bilinci ve duruşu önemliydi. Toplum içerisinde saygınlığı olan kadın ve erkeklerden seçilen üyeler, demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigma eğitimlerine katılan üyelerdi aynı zamanda. Toplumun içinden çıkan ve toplumun benimsediği eğitimli komite üyeleri, toplumun kendi sorunlarını en doğru anlayış ve yöntemle kendi kendisine çözmesinin mekanizmasını oluşturdular. Komitelerin eğitimleri ve tartışmaları belli bir periyotla sürdürülürken, her sorunun çözümü sırasında kendi geleneksel bakış açılarını da aşmaları gerekliliğiyle karşı karşıya kalıp pratik bir eğitimi de yaşadılar. Bu özgün ve karma ahlaki çözüm komiteleri toplumsal ilişkilerin sorun haline gelen noktalarında tarafların katıldığı toplantılar düzenleyip, sorunların çözümünü kadın özgürlüğü, demokrasi, farklılıkların eşitliği, yurtseverlik, adalet, ahlak, kültürel toplumun güçlendirilmesi temelindeki ilkelerle işlediler. Sorun yaşayan tarafların yeni bir bilinç ve yöntemle karşılaştığı ve çözümün makul ölçülerde gelişmesi halinde benimsendiği bu toplantılar toplumsal ilişkilerin dönüşümünde önemli bir gelişim alan oluşturdu. Rojava, devrim sürecinde demokratik kadın özgürlükçü yasalar ile özgür ahlakın güçlendirilmesi temelindeki toplumsal barış komiteleri kendi başına devrimsel gelişmeler yarattı.

Özgün kadın örgütleri ile eşit temsil, eşit katılım ilkesine dayalı toplumsal örgütlenmeler kadınların toplumsal yaşamda özgül ağırlığını arttırdı. Rojava Devrimi’nin diğer önemli bir özelliği, eşit katılım, eşit temsil ilkesini esas alması oldu. Kadın-erkek arasındaki eşit haklar ve özgür ilişki sorunu Rojava Devrimi’nin bütün yaşam, kurum ve mücadele alanlarında başat bir konu olarak ele alınıyor. Eşit haklar, eşit temsil, eşit katılım ilkesi esas alınıyor. 2013’ten itibaren önce Cizîr, Kobanê, Efrîn Kanton Özerk Yönetimleri daha sonra Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimleri ve PYD, MSD gibi belirleyici role sahip olan parti çalışmaları eşbaşkanlık sistemiyle yönetilmeye başlandı. Eşbaşkanlık sistemi siyaset ve toplumsal ilişki kültürünün değişmesini ciddi anlamda etkiledi. Eşit temsil, eşit katılım ilkesi meclis ve komünlerde, ekonomi, adalet sistemi, eğitim, basın enformasyon ve kültür sanat kurumları, öz savunma güçleri ve diğer alt kurumların hemen hemen tümünde uygulanıyor. Eşit temsil, eşit katılım hakkı kadınların toplumsal yaşamın bütün alanlarına katılımında farkındalık ve sorumluluk bilinci yaratırken, öz farkındalık ve iradeleşme eğilimini, özgüven ve tecrübe birikimini oluşturuyor.

Diğer yandan kadınların Yekîtiya STAR bünyesinde koordinasyona kavuştuğu özgün kadın örgütleri de kadınların kendileri hakkında kendilerinin karar verdiği, kendini yönettiği, öz gücünü ve öz bilincini geliştirdiği zeminler oldu. Karma örgütlerin kadın özgürlük ölçülerine göre şekillenmesinde özgün kadın örgütlerinin önemli bir payı var.

Diğer yandan eşit ve özgür yaşam haklarının kullanılabilmesi için kadınlarla erkekler arasında bilinç ve tecrübenin de denkleşmesi gerekiyor. Özellikle ilk dönemlerde kazanılmış haklara rağmen toplumsal siyasal alandaki kadın rolünün yeterince etkili olamaması belirgin olarak yansıyordu. Ataerkil zihniyete dayalı erkek gerçeğinin her alanda yönetim tecrübesine dayanarak baskın olmaya çalışması gerçeği vardı. Eşit haklara sahip olmanın otomatik olarak özgürlük sağlamadığı, özgürlüğe ulaşmak için mücadelenin zihniyet ve pratik saha tecrübeleri üzerinden de sürmesi gerekliliği kendini dayatıyordu. Kader bilincinin aşıldığı, başka bir yaşam seçeneğinin ortaya çıktığı koşullarda kadınlar yeni özgürlük seçeneğine ulaşabilmek için hem kendi geleneksel gerçeklikleriyle hem de erkek iktidar gerçeğiyle mücadele etmek durumunda kaldılar. Bu süreç kadınların kimlik bilinci kazanması, geleneksel kadın ve geleneksel erkek gerçeğinde davranışlara, sözlere, duruşlara sinmiş cinsiyetçilikle mücadele etmekle paralel ilerledi. Erkeklerde; iktidarını doğal ve meşru görme, kadın özgürlük sorununu toplumsal ve dolayısıyla erkeklerin de özgürleşme sorunu olarak görmeme ve bu nedenle sahiplenmeme, içinde küçümseme olan “kadınların sorunu” olarak dışlama sorunları var ve bireyler bazında yaşanmaya devam ediyor. Kadınlarda ise özgüven sorunu, ailenin özelleştiren duygu ve ilişkisini kamusalın çekirdeği olarak görememe, sorunu gördüğü halde geleneksel davranışların ötesine geçememe ya da bunun tersi olarak özgürlüğü biçimsel algılama, kendi özünün dışında arama, egemene benzeşme gibi yanılgılı, çok boyutlu sorunlar yaşanıyor. Bunlarla eleştiri-özeleştiri temelindeki düşünsel ve pratiksel mücadele özgürlük bilincini, iradeleşmesini ve toplumsal rollerin demokratikleşmesini yavaş yavaş sağlıyor. Kadınların bireyleşmesi ve toplumsal örgütlenmenin öznesi haline gelme süreci, kadınların ve erkeklerin eşitlik özgürlük bilincini özümseme düzeyleriyle bağlantılı olarak kültürleşiyor.

 

Zihniyet Dönüşümü: Halk Akademileri

Geleneksel zihniyetin dönüşümü ve devrimin başarısı için akademilerin temel bir rolü var. Gönüllü katılım temelinde paradigma eksenli tartışma ve eğitimlerin yürütüldüğü, komün tarzında örgütlenen akademilere devrimin inşasında yer alan herkesin katılması esas alınıyor. Kadınların örgütlediği özgün akademiler ile karma eğitimlerin yapıldığı genel akademiler, binlerce insanın tartıştığı, yoğunlaştığı, düşünsel üretimde bulunduğu ortamlardır. Kadınların kendilerini daha iyi ifade edebilecekleri, rahat katılabilecekleri zeminler olan özgün kadın akademilerinde jineoloji araştırmalarının katkılarıyla bilinç derinleştirme çalışmaları, kadınların entelektüel eğilimlerini güçlendirdiği gibi mücadele ve yeniden inşa için gerekli olan öz güveni ve düşünsel alt yapıyı da sağlıyor. Kadınlarla erkeklerin ortak katıldığı akademilerde ise çelişkiler çatıştırılarak mücadele somutlaştırılıyor ve pratik deneyime dönüştürülüyor. Diyalog, bilgi aktarımı, eleştiri-özeleştiri yöntemleriyle gelişen bu akademi çalışmaları zihniyet dönüşümünün zeminini döşüyor.

Anaokulundan üniversiteye kadar anadille yürütülen, demokratik kültür ve özgür yaşam zihniyetinin inşasına dayanan örgün eğitimler de belli bir düzene kavuşturulmuş durumda. Ancak örgün eğitimlerin özgür düşünceyi ve özgür iradeyi geliştirebilmesi açısından ne kadar yetersiz ve hatta kapitalist sistemin eğitim sistemleri dikkate alındığında ne kadar engelleyici olduğu söz konusuyken, Rojava Devrimi’nin paradigmasına uygun bir eğitim sisteminin geliştirilmesi sorunu da vardır. Örgün eğitimlerin akademik anlayışla toplumsal ahlaki bağları, bireyleşmeyi, bilim, sanat, felsefe ve manevi dünyayı parçalamadan bütünlük içerisinde geliştirebilen bir eğitim sistemine kavuşturulabilmesine ihtiyaç olarak tartışılıyor. Böyle bir niteliğe kavuşması için savaş koşullarının aşılması, eğitim sistemine ilişkin ciddi bir akademik altyapının oluşturulması gerekir.

 

Öz Savunmanın Devrime Etkisi

Rojava Devrimi, ezilen kadınların ve halkların var olma iddiası ve pratiğidir. Bütün Kürtler ve ezilen halklar için geçerli olan öncelikli sorun var olabilmektir. Rojava Devrimi’ni var kılan yegâne güç de omurgasını YPG-YPJ’nin oluşturduğu öz savunma gücüdür. Onbinlerce şehidin fedaice direnmesi sayesinde Rojava Devrimi varlık gösterebildi. Hala başta Türk devletinin soykırımcı saldırıları, Suriye ve İran devletlerinin statükocu politikalarından dolayı ağır bedeller verilerek varlık mücadelesi sürdürülüyor.

“Arap Baharı” olarak isimlendirilen Ortadoğu halklarının demokratik özgür yaşam hakkının talebiyle başlayan ancak daha sonra çeşitli güçlerce halkların ve kadınların kırımına dönüştürülen süreç, Kürt halkı tarafından başından beri doğru okundu. Kaos ortamında halklar ve kadınlar büyük bir kırımdan geçirilecek, haritalar ve statükolar değişecek, kaostan faydalanmaya çalışan dışardan ve içeriden güçler çok acımaz olacak, gelişmeleri doğru karşılayanlar bu süreçten en az zararla ve hatta yeni fırsatların getirilerini değerlendirerek avantajlı çıkabilecekti.

Rojava’daki Kürtler daha olaylar Suriye’ye sıçramadan eninde sonunda buraların da karışacağını değerlendiriyordu. 2002’de kurulan PYD (Partiya Yekîtiya Demokratîk-Demokratik Birlik Partisi) 2004 yılında Qamişlo’da bir futbol maçı sırasında devlet güçleri tarafından 50’yi aşkın Kürt’ün katletmesinden sonra durum değerlendirmesi yaparak, öz savunma geliştirme kararı aldı (PYD yönetim toplantı belgeleri). Öz savunma güçleri 2012’de cihatçıların harekete geçtiği ve Kürtler için de tehdit olmaya başladığı sürece kadar toplum içerisinde illegal savunma birimleri olarak örgütlendi. Cihatçı gruplar Irak ve Suriye’de toprak hakimiyeti sağlamaya başlayınca Kürtler hem Suriye rejim ordusundan korunmak hem de cihatçılara karşı savunma yapmak için silahlı savunma birimlerini açığa çıkararak özerklik ilan etti. Kürtlerin örgütlü yapıları fark edilince karşı konulamayacağı anlaşıldı ve Suriye devleti ordusunu geri çekti.

Önce Kobanê’de sonra da Cizîr ve Efrîn’de ilan edilen demokratik özerk bölgeler, Kürtlerin ve bölge halklarının varlığını savunma ve kendini yönetme hakkını kullanma amacıyla gelişti. Tabi varlığını savunmanın Kürtler açısından anlamı sadece fiziki varlık sorunu değildir. Fiziki, kültürel, kimliksel, mekansal her açıdan Kürtlerin var olma sorunu vardı. Rojava Kurdistan’ın diğer parçalarında olduğu gibi Rojava Kürtlerine de soykırım politikası uygulanıyordu. 1974’lerde toprak reformu gerekçesiyle “Arap kemeri” denen bir politika uygulandı ve Kürtlerin binyıllardır yaşadıkları toprakları, tarlaları, arazileri Arap kabilelerine dağıtıldı. Bununla birlikte bütün Kürt yerleşim yelerinin arasına Arap kabileleri yerleştirilerek, Kürt coğrafyasının birliği birbirinden koparılmıştı. Baasçı Yüzbaşı Muhammed Talib El Hilal tarafından Cizîr eyaletinde görevli olduğu 1961 yılında hazırlanan raporda, önerilmiş olan Arap Kemeri aslında Kürtlerin tamamen Suriye’den atılmasını söylüyordu. Bir Kürt soykırım raporuydu. 1962’deki Suriye nüfus sayımında Kürtler yok sayılarak sayıma dahil edilmedi. Baas rejimi 1963’te iktidarı darbeyle ele geçirince bu önerileri tek tek uygulamaya koydu. Muhammed Talib’in önerilerinden biri olan Kürtlerin vatandaşlık haklarının ellerinden alınması ve Suriye’den atılmaları peyderpey acımasızca uygulandı. Vatandaşlık verilmedi. Kürtler Rojava yerlisi olmayan, “muhacir” kabul edildi. Çok az kişiye daha sonra geçici muhacir ikame kağıdı verilirken, bazılarına bu da verilmedi. Kürtler kendi köylerinde, kentlerinde yabancı haline geldi. Yaşadıkları toprağın, evin, tarlanın mülkünü sahiplenemedi, çocukları okusa bile meslek edinemedi, devletin önemli kurumlarında görev alamadı, dilini, kültürünü zaten yaşatamadı. Kapılarının önüne, içinde yaşadıkları eve, eşyalarına kadar her şey Arap malı kabul edildi, toprakları Arap kabilelerine dağıtıldı. Rojava Devrimi’nin gerçekleştiği 2012 yılına kadar Rojava Kürtlerinin büyük bir çoğunluğu hala bu durumdaydı. Suriye vatandaşı olmadıkları gibi toprakları ve mülkleri de yoktu. Rojava Kürtleri hiçbir ülkenin vatandaşı değillerdi. Resmi belgelerde milyonlarca insan yok hükmündeydi.

Bu nedenle Rojava’da gerçekleşen devrimi Kürtlerin sadece fiziki varlığını savunması olarak değerlendirmek yetmez. Kürtlerin öz savunması, kimlik, kültür, yaşama, var olma, bahçesini toprağını işletme, evine sahip olma ve çocuklarının geleceğini inşa edebilme hakkını kullanmasıydı. Nasıl ki biyolojik olarak varlığını sürdürme refleksi var ise kültürel olarak da toplumun varlığını sürdürme refleksi vardır. Bu refleks, Kürt halkının özgürlük mücadelesinin açığa çıkardığı yurtseverlik, ulusal onur duygu ve düşünceleriyle güçlenmiş örgütlenmiş, sonuç alıcı bir mücadele düzeyi açığa çıkarır hale gelmiştir.

Diğer yandan Rojavalı Kürtler, tüm soykırım politikalarına rağmen ulusal kurtuluşu diğer kültürlere baskın olma, yani milliyetçiliğe dayandırma tuzağına düşmeden hareket etmiştir. Kültürel toplumun akışına uygun olarak farklı toplumsal kültürlerin demokratik birliğini kendi kültürünü var etmenin de yegane yolu kabul etmiştir. Milliyetçiliğe karşı milliyetçiliği ret etmiş, milliyetçiliğe karşı demokratik ulusu esas almıştır. Demokratik ulus bilinciyle farklı ulusların ortaklığıyla öz savunma yapmıştır. Savunma güçlerinin çekirdeği olan YPG (Yekîneyên Parastina Gel-Halk Savunma Birlikleri)-YPJ (Yekîneyên Parastina Jin-Kadın Savunma Birlikleri) bölgenin ve dünyanın birçok etnik ve dini kesiminden katılımın olduğu karma bir güçtür. QSD (Quwetên Demokratîk Ên Surî-Demokratik Suriye Güçleri) bünyesinde de Asurilerden, Süryanilerden, Araplardan özgün taburların da YPG-YPJ çekirdeği etrafında büyüyen çok renkli bir halk ordusudur.

 

Kendini Savunabilen Kendi Adına Konuşabilir

Rojava Devrimi’nde öz savunmanın bir diğer özgün özelliği, kadın katılımının aktif öncülük düzeyinde olmasıdır. Öz savunma güçleri karma etnik ve dini yapılarla birlikte komutasından savaşçı gücüne kadar kadın ile erkeklerin eşit katılım, eşit inisiyatif, eşit temsil anlayışına göre örgütlenmiştir. Karma ve özgün taburlardaki bütün kadın savaşçılar YPJ ordusunun üyeleridir. YPJ komuta yapısından savaşçısına kadar sadece kadınlardan oluşan bir ordu olurken, savaşta ayrı mevzileri tutmakta, özgün taktik, savunma ve saldırı yöntemlerini uygulamaktadır. Karma orduda savaşan kadınlar da ilkesel olarak YPJ’lidir. Sevk-idare, yaşanan sorunlara yaptırım, üstlenme, eğitim hususlarında kadın savaşçılar hakkında karar verme yetkisi YPJ’ye aittir. Kadınlar ile erkeklerin komutadan savaşçıya kadar savaşa katılım, imkanlardan faydalanma, aktif rol oynama konusunda hakları eşittir. Kadınların özgün ordularının olması kuşkusuz daha avantajlı olmalarını da sağlamaktadır. YPG ve QSD komutası kadın ve erkek üyelerden oluşur.

Her bölgede komutanın deneyim ve yetkinliğine göre kadın ya da erkek birinci derecede rol üstlenebilmektedir. Örneğin dünya halklarının büyük bir dikkatle takip ettiği Kobanê direnişinin birinci derecedeki komutasını, diğer kadın ve erkek komuta üyeleriyle yürüten şimdi de QSD komutanı olarak görevine devam eden Newroz Ahmed yapmıştır.

Kobanê direnişinden dünya halklarının dikkatine çeken kadın savaşçılar ve Arîn Mîrkan gibi fedai kadın öncüler oldu. Rojava Devrimi kadınların savaşı üzerinden takip edildi. Daha devrimin paradigması bilinmediği halde bir kadın devrimi olarak tanımlandı. Tabi ki dışarıya yansıyan görüntü paradigmasının yansımasıydı. Demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigmasından dolayı Rojava Devrimi bir kadın devrimidir.

Aslında ordularda kadınların savaşması istisna değildir. Dünyanın birçok yerinde ordularda kadınlar vardır ve sosyalist devrimlerin hemen hepsine de kadınlar katılmıştır. Rojava’da kadınların öz savunma güçlerine katılmasındaki fark paradigmasaldır, kadınların sadece katılımcı olmaları değildir. Toplumsal yaşamın bütün boyutları kadın özgürlüğe dayandırılmıştır. Her şey kadın özgürlüğünün etrafında örgütlendirilmektedir. Savaş koşullarında sadece kadınlardan oluşan bir orduyla savaşmak ve karma orduda büyük bir güce komuta etmek ve ön saflarda savaşmak istisnadır. Kurdistan Özgürlük Hareketi’ne ve Rojava Devrimi’ne has bir öz savunma anlayışı ve tarzıdır.

YPJ’nin direnişi dünyayı çok fazla etkilemiştir. Çünkü 68 ülkenin askeri koalisyon güçleriyle durdurulamayan DAİŞ, dehşet ve korku imparatorluğu oluşturarak hızla büyürken, onları genç kadınların öncülük ettiği Rojava öz savunma güçleri durdurmuş ve yenmiştir. Bu gerçekten de olağanüstü bir durumdur. “Kadınlar bu cesareti nasıl sergileyebiliyor, bu gücü nereden alıyor?” diye büyük bir merak, heyecan ilgi yaratmıştır. Tarih boyunca erkeklerin ve devletin insafında, kendini savunma refleksinden yoksun bırakılan kadınlar nasıl bu kadar vahşi bir saldırı dalgasını kırıyordu? Salt teknik eğitimle bu düzeye ulaşılabilse dünya orduları içerisindeki kadınların çok daha etkili olması gerekirdi. Ama öyle değildir. Rojava kadın savaşçıları özgüveni güçlü, kimliklerinin farkında olan ama hiç de abartılı teknik süreçlerden geçmemiş olan kadınlardır.

YPJ güçleri Kurdistan Özgürlük Mücadelesi içerisinde şekillenen kadın kurtuluş ideolojisi ve mücadelesinden beslendi. Kadın kimliğinin farkındalığı buradan yayıldı. Kadınların erkek egemenlik sınırlarında olmaması, kendi kararlarını verebilmesi, özgün eğitim, gelişim ve karar verme zeminlerinin olması öz bilinçlerini ve öz güçlerini açığa çıkardı. Bir birey olarak hayattaki bütün varlıksal ihtiyaçlarını örgütleme bilinci kendini savunma yetkinliğine yönlendirdi. Çünkü kendini savunabilen kendi adına konuşabilir. Kendini savunabilen yaşayabilir. Kendini savunabilen haklarını koruyup geliştirebilir. Kendini savunabilen özgürleşebilir. Kendi savunmasını yapamayan, savunmasını başka bir güce dayandıranlar bağımlı olmaya mahkûmdur. Doğada bütün canlılar kendi savunmasını kendisi yapar. Özgür doğanın kaynağıdır bu. Bu farkındalık öz gücün açığa çıkmasının motor gücüdür. Kadınlar yetkinleştikçe bilinç ve yetenekleri onları öncülük düzeyine kadar getirdi. Rojava Devrimi’nde kadınlar bilinçle deneyimlerini büyüterek öncüleştiler.

Rojava Devrimi hem kadınların öncülük ettiği toplumsal bir devrim hem de kadınların fiziksel, düşünsel, ruhsal, sanatsal, yaşamsal gücünü açığa çıkaran bir kadın devrimidir. Küçük bir coğrafyada büyük bir dalga yaratarak küresel düzeyde etkilere yol açtı. Bu etkileme gücü demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigmasından ve bu paradigmayı pratikte uygulama kapasitesinden ileri geldi. Dünya halklarına ve kadınlarına yeni bir umut, yeni bir devrimci çıkış örneği sundu. Moral motivasyon sağladı, toplumsal ve sistemsel sorunların çözümüne somut rol model oldu.

Rojava Devrimi sadece devrimcileri değil, sistem güçlerini de etkileme kapasitesinde bir pratiğin sahibi oldu. Kapitalist sistemin hegemonyası ABD komutasındaki koalisyon güçleri Rojava Devrimi’nin yeni bir Ekim Devrimi gücünde olduğunun farkındaydılar. Kobanê direnişinde başlayan, aslında gönüllü olmayan ama koşulların gerektirdiği pragmatik ilişkilerden kazanç elde etme amacı esas olurken, çeşitli düzeylerde etkilenmekten de kurtulamadı. Devrimin etkileme gücünü zayıflatmak için bütün devrimci hareketlere karşı uygulandığı gibi erkenden, içerden ve dışardan doğrultusunu bulanıklaştırma, askeri ve siyasi saldırı altında tutma ve sisteme entegre etme politikaları kurulan ilişkilerin emniyet supabı gibi devrede tutuldu.

Pentagon başta olmak üzere koalisyon devletlerinin Rojava devrimci güçleriyle temasa geçen bütün askerlerini devrimin etkisinden korumak için sık sık değiştirdi. Çünkü insan olmanın gereği olan özgürlük, demokrasi, kadın- erkek eşitliği, toplumsallık, ahlak, var olma bilinci, kendini koruma, kendi adına konuşma, kendi olma bilinci gibi hususlarda devrim bu coğrafya ile sınırlı değil, insan özüne hitap ediyor. Kapitalist sistemin maddi yaşam döngüsünde Rojava devrimci çıkışı anlam ve maneviyat boşluğuna sürüklenen insanlığa tutunacak bir kurtuluş dalı uzatıyor. İnsan gerçeği özgürlüğe uzanmaya eğilimlidir; dolayısıyla Rojava Devrimi küçük bir coğrafyada büyük bir devrimdir.

 

 

[1] Abdullah Öcalan; Demokratik Uygarlık Manifestosu
[2] Abdullah Öcalan; Demokratik Uygarlık Manifestosu
[3] Abdullah Öcalan; Kadın ve Aile Sorunu
[4] Abdullah Öcalan; Demokratik Uygarlık Manifestosu, Beşinci Cilt 
[5] Abdullah Öcalan; Demokratik Uygarlık Manifestosu, Beşinci Cilt

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.