Düşünce ve Kuram Dergisi

Bilimcilik ve Dincilik Karşısında Din ve Bilimin Barışı

Muhammed Cihad Ebrari

İslam ve özü barış olan tüm dinler bilimi hayatı anlamlandırmak için esas alır. Akıl etme, düşünme, sorgulama, kıyaslama, deneme-yanılma, test etme, gözlem kısacası gerçek için bilimsel yöntemlere yönlendirme kutsal kitaplarda en çok vurgulanan esaslardır. Akıl eden-düşünen insanla beraber dinin ve bilimin tarihi başlar. Özü anlama, bilme ve hayatı anlamlandırma çabaları olan din ve bilim, iktidarla insanı iç ve dış doğasından koparan araçlar halini almış; din ve bilimin kardeşliği düşmanlığa dönüştürülmüştür. Oysa din bilimseldir, inanç ilk bilimsel çaba sonucu edimidir.

İslam sanıldığı gibi ‘teslimiyet’ değil kelimenin tam ve tüm anlamıyla ‘barış, barış hareketi’ demektir. İnanç bilinçle mümkündür, sorgulanmadan bilinçsizce ‘inanılan’ ve kabul edilen şey, barışık olunan değil teslim olunandır, saygı sevgi duyulan, sorumluluk hissedilen değil korkulandır. ‘Teslim olmak’ İslam değil ‘istislam’, teslim olan da ‘müslim’ değil ‘müsteslim’dir ki, ‘müsteslim’lik Kuran’da ‘cehennemlik’ bir tavır olarak geçer, yerilir, ‘şirk’in belirtisidir. ‘Müslim-Müslüman’barışı yaşayan ve yaşatan demektir. ‘İslam’ ve ‘Müslim’ şekilsel, markasal, metinsel değil anlamsal isimlerdir. Dinin esasında özel isme, dilci aktarıma yer yoktur. Dinin tüm kavramları –din, Allah ve isimleri, kafir, müşrik, müfsit, münafık, ahlak, takva v.d.yorumsal devrimle özüyle kavuşturulmalıdır. Zira bu tarihi yanılgı egemen ‘İslam’ın en büyük zehiri olmuş dinin her zerresine olumsuz olarak etki etmiş ve hemen her konuda ters yaklaşıma sebep olmuş, bahane edilmiş ve ortaya kan, talan, zulüm ve sefaletle dolu bir İslam tarihi bırakmıştır. Özce; inanç barışıklık hallerinden bir haldir ve evrenle barış ilişkileri içerisinde yeri önemlidir.

İnanç akıl etmenin, bilimsel çabanın meyvesidir, aklın devre dışı olduğu kabul, inanç değil dogmadır, teslimiyettir. Mesela Tanrı’ya inanmak, varlığını, insanı, toplumu, doğayı, yaşamı çözmeye, anlamlandırmaya çalışan düşünürün, evrenin bilinçli bir işleyiş içinde olduğunu (buna artık inanılmıyor, biliniyor), yaşamın bir amaca mebnî olduğunu, niteliğini duyularıyla bilemediği ama aklen aşkın, bilinçli bir varlığın/canın olmazsa olmaz olarak kabul edimidir. Bu edim insana, topluma, doğaya karşı ilişkide kendini bariz şekilde belli eder, hayata dair her konuda bir temel, bir perspektif inşa eder. Yani insantanrı arasında olup biten, inandım-inanmadım meselesi değildir. Dinden de özgün bir alandır inanç. (Ateist tartışmalarda inanç ele alınırken dinlerin ve dinlerin tanrılarının konu edilmesi temel yanlışlardandır, bilimsel değil kolaycıdır.) Maddeci, bilimci, olgucu yaklaşımın, insanları robot, geri kalanı tüketilebilir-işlenebilir meta görüp, bir ekonomik modelle hayatın tüm sorunlarını çözümleme iddiası ya da kapitalizmi derinlemesine çözemeden basit bir ekonomi model olarak ele alınması şaşılacak bir durum değildir. İnsanı, toplumu, doğayı nesne gibi gören bakış açısı reddedilmeden geçmişte ve günümüzde yaşanan felaketlere çözüm geliştirilmesi, özle, insanla, toplumla, doğayla, evrenle barışın inşa edilmesi olanaksızdır. Zira mülkiyetçiliğin, erkek egemenliğinin, iktidarcılığın, kabileceğin, milliyetçiliğin ana besinlerinden olan bu yaklaşımın günümüz sorunlarındaki sorumluluk payı hiç de az değildir.

Sermaye-sömürü düzeni kapitalizmle başlamaz. Binlerce yıllık tarihe sahip, Arapçası ‘şirk’ olan, karşı din ile kendini sürekli sağlamlaştıran bu düzenin en belalı düşmanları peygamberler ve yoldaşları olmuştur. İktidarın, elit, burjuva, muhafazakâr, ‘inançlı’ egemen takımın karşısında binlerce yıl peygamberler önderliğinde köleler, kadınlar, yoksullar, erdemliler isyan bayrağı çekmiş, barışa yürümüş, din ve karşı din tarihi yazılmıştır. Genel pratiğiyle özü taban tabana ters düşmüş, darbeye uğramış olsa da sesi susturulamamış ve böylece doğal dini yaklaşım ve ilahi öğretiler, evrensel barışın ihtiyaç duyduğu perspektifin oluşmasında, oluşturulmasında tarihsel en büyük katkıyı sunmuştur. Ancak bilimin yoz yaklaşımı, bilimcilik ve dinin tahrif edilmiş yaklaşımı ve dincilik yani iki aynı putperestlik, insanlığı din-bilim kutuplaşmasına itmiştir. Dini karşı-dine dönüştüren de, bilimi bilimciliğe hapseden de iktidarlaşmadır, Arapça tabirle müstekbirleşme, mustağnileşmedir.

(Nasıl ki akıl edilmeden, sorgulanmadan, bilinçsizse ‘inanılan’ ve tapınak dininin tapmaktan başka bir şeye yaramayan ve birçok alt-tanrılar yaratan tanrısı put oluyorsa, aynı şekilde tarih ve toplum üstü olguculuk-duyumculuk olan bilimcilik de putperestliktir.) Bu bağlamda din ve bilim için öze dönüş, öze dönüş için de anlamsal-yorumsal devrim önemli bir ihtiyaçtır. İktidarlaşan her şey özünden ve özgürlüğünden kopar, zararlı hale gelir, en güzeller en çirkin olur.

Allah yolunun öncüleri, giyim-kuşamı, yemesi içmesi gezmesi, oturup kalkmasıyla tamamen sıradan insanlardan biriyken; iktidarlaşmış, devletleşmiş dinin yani şeytanın adamları, halktan farklı giyim kuşamı, şatafatlı-yaldızlı-büyülü sözleri, yapmacık hareketleri, halktan üstün, seçkin tavırları ve söylemlerindeki ‘din dili’ dilciliği ile kendini hemen belli eder. Aynı şekilde Allah’ın evleri sadeliği, mütevaziliği, sosyal, kültürel, politik konumlanması, mimarisiyle tam bir halkın eviyken, iktidarın, devletin dininin yani şirkin, şeytanın tapınakları ev değildir. Evden çok daha üstündür, halk içinde istediği gibi davranamaz, konuşamaz, içinde belirli tiyatral tapınmalar ve iktidarın sözü vardır. Anadil değil din dilciliği vardır, mimarisi halkın evlerinden farklı, büyük, şatafatlı, görkemli, cezbedicidir. Benzer yüzlerce önemli örnekler verilebilir, bilim ve bilimcilik arasında da işte böyle farklılıklar vardır. Din ne kadar iktidarlaştırılarak sermaye düzeninin en güçlü dayanağı haline getirilmişse, bilim de iktidarlaştırılarak bu düzenin en güçlü dayanaklarından biri olmuştur. Öyle ki, anti-kapitalist mücadele bile bilimcilikle yoğrulmuştur. Bilimcilikten kopmayan anti-kapitalist hareket kapitalizme dolaylı destek sunmuştur. Kadını dinciliğin, törenin, erkek egemenliğinin baskılarından kurtarmak isteyen batı radikal feminizminin kadını kapitalist moderniteye sunması gibi. Ya da aynen dinciliğe karşı mücadele ettiklerini sananların dinciliğin beslendiği kaynaklarla halkçılık, yerellik adına bağını koparmaması ve dolayısıyla karşı dinin hizmetinde olmaları gibi. Peygamberler elitist ve konformist (kolaycı-üstten ve korkularına halkı bahane eden) değildir. Halk adına üsttenciliğe, yukarıdan söylem ve eyleme karşı aşağıdan söylem ve eylem içindedir. ‘Aşağının’ sesi Allah’ın sesidir. İktidara karşı ilahi çözüm iktidar olmak değildir, amaç başarmak da değildir, sorumluluğu yerine getirmektir. Sosyo-kültürel yaşantı da toplumla beraberdir ancak halkı eleştirilemez, sorumlu tutulamaz görmez, tek bir kalıba sokmaz (elitistler de, konformistler de, kariyeristler de halktandır). Kur’ anın pek çok ayeti toplumları eleştirir, sorumlu tutar, itham eder, tavır alır, doğru ve yanlış, gerçek ve yalan konusunda tavizsiz, açık ve nettir. Ben/biz biliriz kibrine karşı mücadele verir, bildiklerine ‘biliyorum’ demekten, çözümlediklerini, şahitliklerini bildirmekten, ‘bilmiyorsunuz’ demekten imtina ettirmez. Firavun ve işbirlikçilerini itham eden ilahi söylem bu bezirgân saltanatını gerçeklerden yüz çevirme pahasına tercih eden kitleye de sözünü esirgemez, ‘müstahaksınız’ der. Benciliğe/bizciliğe karşı olunur ama benliğe/bizliğe kör kalınmaz,önder önderdir, bilge bilgedir, bilgin bilgindir, usta ustadır. Tüm bunlar ‘aşağı’nın saflarını sıklaştırır, bağları güçlendirir, zaten amaç ‘büyük iş yapmak’, ‘başarmak’, zafer elde etmek değildir. Barış, barış yolunun kendisidir, sevgi ve sorumluluktan başka bir azığı olmayanların amacı sürekli bu yolun yolcusu olmaktır.

Elitizm karşıtlığını kalkan bilen konformizme kaymış tavırda halkçılık, yerellik adına yerele ve toplumun özüne yabancı eylemler ve söylemler hemen göze çarpar, gizli elitisttir. Aşağıyla beraber yaşamı örgütleme yerine, arada bir dayanışma babından tehlikesiz olan ‘aşağıya’ ziyaretler dışında yaptıkları, sadece orta sınıftan aşağı ve yukarıyı kendilerince çözümlemektir. (Bu aslında her kesimde görülen orta-sınıfçı hastalıktır.) Mesela dincilik kökü dışarıda, sosyo-kültürü ezip geçen ve anadili sönümlendiren yayılmacı milliyetçi akımın ideolojisi olduğu halde popülistçe sahiplenir, uyum sağlanır, güzelleştirmelere başvurulur. Muhafazakâr orta-sınıfta farklılık hazzını yaşamak için popüler olabilirliği yüksek, bedeli olmayan ya da az olan birkaç kaba yaklaşımın popülist eleştirisinden geri durulmaz. Toplumsal gerçekliği olmadığı halde ‘aşağının’ değil sadece muhafazakar orta sınıfı halk ve yerli olarak gören, yaşadıkları toplumun ve dünyanın başka tüm gerçeklerine kör olan ‘entelektüel’ler, ana dillerinde karşılığı var ve daha anlaşılır olduğu halde sık sık ‘din dili’ne (bu sözcükleri kullananların tümünü itham etmek istemem ama misal vermek gerekirse; mesela Müslüman Türklerse ‘oy’ yerine ‘rey’ demeyi, ‘saygıdeğer’ yerine ‘muhterem’i, ‘adı geçen, anılan’ yerine ‘mezkur’u, ‘bilim’ yerine ‘ilim’i tercih ederler. Daha İslami ve bilgili konuşmuş olurlar. Bilimsel terimlerin kullanımında da yine yabancı olan makbuldur) başvurur. Bu daha cazibeli yapmacık söylemler bilmişlik, halkçılık gösterisidir ve asıl yerelden, özden, kökten kopmak budur. Bunun (doğal) dinde yeri yoktur, (yapay)karşı dindendir. Aydınlanmacılığın bilimsel olmaması, karşı bilimden olması gibi. Aydınlanmacıların da dünyası seküler orta sınıftan ibarettir. Aydınlanmacılıktan çıkabilecek halkçılık ne ise iktidarlaşmış dinden de çıkabilecek halkçılık odur, sadık kalabilecekleri tek şey popüler olan, olabilen şeydir ama gerçeğe asla sadık kalmazlar.

Bilimcilik ve dincilik eril zihniyetin ürünüdür.

Bilim adamları ve din adamları aynı şeye hizmet ederler. Aslında iktidarlaşmanın kendisi erkekçidir. Erkeğin iktidarı kadına ‘sahip olabilmek’le eş değer olduğu gibi din ve bilim iktidarının da ilk hedefi kadın ve doğaya sahip olmak olmuştur. Dinci geleneğin tahakkümündeki kadın ve ‘helal mal-doğa’ ne kadar tutsaksa, bilimci modernitenin ‘özgür kadını’ ve fabrikaya çevirmek istediği ‘mekanik tabiat’ da o kadar tutsaktır. ‘Ruh, anlam, can, mâna körü olan modern bilimin ve materyalist yaklaşımın çözümsüzlükleri, açmazları da kendini en çok kadın ve doğaya yaklaşımında belli eder. Din ve bilimin doğayla ilişkisinin temeli aynıdır; doğa bize değil biz doğaya aidiz. Aynı şekilde karşı dinin ‘helal malımız doğa’ ile karşı bilimin ‘mekanik tabiat’ yaklaşımı arasında hiçbir fark yoktur.

Evrenin döngüsel uyumunu, işleyişini göremeyen modern bilim ‘ileri, ileri’ diyerek bugün dönüp dolaşıp, doğanın tüm görünür maddi-bedeni yüzünün karşısında özünü oluşturan ruhu, canı, mânayı muhatap almak, görmek zorunda kalmıştır, kalmaktadır.

 Ve bu gerçekliklere kör kalınarak nelerin kaybedildiğinin farkına varılmıştır/varılmaktadır. Madde ve mâna ayrıştırılamayan, bölünemeyen bir bütündür. Farklılıkların hatta bazen çelişkilerin uyumu, yani evrendeki farklılıkların ‘bir’lik düzenidir. Varlık maddi ve manevi birliğiyle varlıktır. Tarihte ana-kadınla varoluşunu anlamlandıran toplumsal düzenlerin temelinde ruhu tanıyan, canlı doğa anlayışının olması da tesadüf değildir.

Kuşatıcı ve bütünsel olmayan bir barış, barış değildir. Mikrodan makroya bir bütünlük ve aitlik bilinciyle gerçek barış inşa edilebilir. Varlığı maddeye, metaya indirgenen robot-insan, robot-doğa anlayışı kapitalizmin, endüstriyalizmin, erkek egemenliğinin şahlanmasında aktif rol oynamıştır. Mal-meta, mekanik muamelesi gören insan ve doğanın tüm değerleri acımasızca tüketilmekte, tüketildikçe tükenmektedir. Kapitalizmin canlıya özellikle de doğaya ve kadına dair paradigmasıyla anti-kapitalist harekete büyük ölçüde etki etmiş bu yaklaşımın paradigması özdeştir, aşılması gerekir. Materyalizme, bilimciliğe, ilericiliğe, aydınlanmacılığa sadık kalarak özgürlüğün esasına inebilmek çelişkiden ibaret olacaktır. Önce bu iktidar aygıtı prangalardan kurtulmak gerekir.

Tüm yönleriyle öze dönüşçü (hanif) olmak gerekmektedir. Öze (iç ve dış doğaya) dönüş, ekonomik modellerle değil, ahlaki-politik dönüşümle, ahlaki dönüşüm doğaya dönüşle ve doğaya dönüş anakadın toplumun inşasıyla mümkündür.

Sadece yeryüzü değil tüm bir evren döngü içerisindedir. Elektronlar döner, su, toprak döner, gezegenler ve galaksiler döner. Yaşamın sembolü ve yolu döngüdür. (Müslümanların anlamından tamamen kopardığı hac; özünde eşitlikçi doğal toplum amacından başka bir şey taşımayan, insanlığı bu döngüyle (tavaf) evrensel barışa, döngüye uyum sağlamayı hedef edinen bir eylemdir) Kadında biyolojik olarak bu döngü aylık kanamalarla, yaratıcı doğal yaşam akıntısına uyum haliyle belirgindir. Doğrusal akıl, mekanik akıldır, merkezcidir, duyumcudur, hep ‘ileri’ der, erkek doğrusal akıla daha çok yatkındır.

Kadın döngüsel akıla yani doğanın, evrenin aklına yatkındır, çözümü yaşamın, doğanın içinde arar. ‘İlericilik’ le ilerlenemez.

Dinler yeryüzünü cennete/barış yurduna dönüştürenlere cennetlik, cehenneme dönüştürenlere cehennemlik der. Mesaj bu kadar basit ve nettir. Din de bilim de bu amaca mebni araçlardır. Kapitalist modernite karşısındaki güçler karşı din ve modern bilimle hesaplaşarak, din ve bilim hakikatininin bilinciyle oluşturulan yeni paradigmayı hep beraber sahiplenmeli, beraber geliştirmelidir.

 

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.