Düşünce ve Kuram Dergisi

BOP ve Siyasal İslam

Halil Dağ

Kapitalist modernitenin yapısal kriziyle bağlantılı olarak ortaya çıkan, küresel hegomonik güçlerin özellikle de ABD’nin bu krizi, yeni egemenlik alanları üzerinden fırsatlara dönüştürme projesi olarak da yorumlanabilecek olan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) tarihsel ve güncel boyutuyla yeni bir takım tartışmlara vesile olmuştur. Halen devam bu sürecin karakterinin, dayandığı itifaklarının, politik, askeri ve ekonomik özelliklerinin analizi, sadece içinde bulunduğumuz konjonktür açısından değil, egemen güçlerin değişen politikalarını daha sağlıklı tahlil edebilmek için de önem taşımaktadır. Çünkü söz konusu proje, Ortadoğu’ya yönelik yeni bir hegomonya oluşturma operasyonu olmasının ötesinde, son ikiyüz yıllık müdahalelerin birikimleri üzerinde yürütülen bir operasyondur. BOP ile başlatılan süreç, kapitalist modernitenin Ortadoğu’daki küresel hegomonyasını pekiştirme girişimlerinin son değil ama yeni bir halkasını ifade etmektedir. Dahası bizzat bu projenin yaratıcıları gelecek 50 yıla yönelik bir dizayn operasyonu gerçekleştirdiklerini açıklıkla vurgulanmaktadır.

Sovyetlerin çöküşü ve 2000’li yıllarla birlikte yaşanan bir dizi gelişmeyle söz konusu müdahale, yeni bir takım argümanlar ve enstrümanlar kullanılarak hayatta geçirilmeye çalışılıyor. Tam da bu noktada birkaç soru etrafında müdahalenin karakterini analiz etmek gerekiyor. Birincisi; finans çağı ve onun hegemonik güçlerinin bu yeni koşullarda dünyayı nasıl yönetmek istediği sorusudur. İkinci ve bununla bağlantılı diğer bir soru da; kapitalist modernitenin yapısal krizi, ülkelerinin temel siyasetlerinin belirlenmesi hususunda nasıl bir yol izlenerek yumuşaltılmaya çalışılıyor ve sistemin dışında kalan güçler hangi metotlarla hizaya getirilerek sisteme dahil edilmeye çalışıyor? Bu sorular müdahalenin özelliklerini anlamak açısından oldukça önem taşıyor. Çünkü bu yeni dönemin temel özellikleri ve kriz alanları sistemin bu sorulara yanıt olarak geliştirdiği politikalarda gizlidir. Yaşadığımız bu sürece “III. Dünya Savaşı” denmesi doğru bir saptamadır. Küresel güç merkezlerinin (kimi aktörleri değişmiş olsa da) I. ve II. Dünya Savaşlarında yarım bıraktıkları hesaplaşmalar bugün Ortadoğu üzerinden yürütülmektedir. Bu hegomanya kavgasında başat rolü ABD oynamaya çalışıyor. Ortadoğu’da hegemonyasını başarıyla kurumlaştıracak olan güç, küresel hegemonya yarışında diğer merkezlere karşı sarsılmaz bir avantaj elde edeceğinden, bölgeye yönelik kesintisiz müdahaleler ve yeni projelerle sürekli olarak geliştirilmektedir. İşte “Büyük Ortadoğu Projesi” de bu kapsamda değerlendirilmelidir. Küresel finans sisteminin önünde hiçbir engel bırakmamak ve dünyanın her yerinde istediği biçimde hareket etmesini sağlamak, bu projenin başlıca hedeflerinden birini oluşturmaktadır.

BOP’un küreselleşme bağlamında iki yönü önplana çıkmaktadır. Bunlardan birincisi, neoliberalizm olarak kavramlaştırılan ekonomik yönü, ikincisi ise, politik açıdan bölgenin yeniden dizaynıdır, ki bu her iki yönü de içiçe geliştirilmektedir. Ekonomik açıdan Otadoğu’nun kaynakları üzerinde hakimiyet sağlama yoluyla küresel kapitalizmin krizini yumuşatma, küresel finans sistemine bağlı, onunla bütünleşmiş tek bir ekonomik düzenin oluşturulması hedeflenirken, politik açıdan ise bölgedeki yapıların değiştirilmesi, yeniden düzenlenmesi ön görülüyor. Ortadoğu’ya yönelik böyle bir proje geliştirilmesi bölgenin kendine has bazı özelliklerinden kaynaklanmaktadır. ABD, çıkarlarının uzun vadede korunabileceği kalıcı bir düzen oluşturma arayışı içindedir. Bu amaçla BOP bölgesinde enerji kaynaklarını kontrol altına almayı ve bunun üzerinden Rusya-Çin-AB gibi büyük güçleri bloke etmeyi hedeflemektedir.

Kapitalist sistemin yapısal krizinin daha da derinleşmiş olması, enerji kaynaklarındaki sınırlılık, yavaşlayan büyüme hızı ve bunun döngüsel olarak sistemin krizi daha fazla büyütmesi, ABD’nin sınırlı olan ekonomik kaynakların diğer güçlerce kontrol edilmesinin önüne geçmeyi amaçlayan politikaları geliştirmesine neden olmuştur. Ancak bu düzen oluşturma hedeflerinin bir takım yeni çelişki ve çatışmaları beraberinde getirdiği görülmektedir. Irak müdahalesi ve sonrası ortaya çıkan tablo göstermiştir ki, ABD, Ortadoğu’da tek başına hegemon bir güç olma konumu edinmekte oldukça zorlanmaktadır. Amaçlarına ulaşmada dirençle karşılaşması, oluşturduğu koalisyonun çatlaması ABD’yi politika ve stratejilerini gözden geçirmesine ve yeni ensturmanlar ve ittifaklarla güçlendirmeye yöneltmiştir. 11 Eylül saldırıları tam da bu noktada ABD’nin elini güçlendiren bir durum yaratmıştır ve amacına ulaşmak için daha saldırgan bir konsepti yürürlüğe koymasını kolaylaştırmıştır. G.W.Bush’un 11 Eylül saldırılarından sonra “önleyici savaş doktrini” olarak ifadendirdiği şeyde tam da bununla ilgilidir. 11 Eylül sürecinde aynı şekilde NATO’da yeniden organize edilmiştir. 2003’te Prag’da gerçekleştirilen “NATO ve BOP” başlıklı konferansta, “NATO’nun geleceğinin Doğu’da ve Güney’de olduğuna inanıyoruz. Bu da büyük Ortadoğu’dur… Hem kavramsal yönelimimizle hem de askeri gücümüzle doğuya ve güneye konuşlanmalıyız” denilerek bu adım atılmıştır. Peşi sıra NATO Avrupa müttefik kuvvetler komautanı James Jones 2003’te “İttifakın stratejik önceliği, Doğu Avrupa’dan Ortadoğu ve Afrika’ya kaydı” demiştir. Adına “Bush doktirini” de denen, ABD’nin ulusal güvenlik stratejisine göre de “ABD’nin gücünü aşma ve ona denk olma ümidiyle yeniden askeri yapılanmaya giden potansiyel düşmanları caydıracak güce ulaşma” politikasıyla Ortadoğu’da kendisi dışında hiçbir güce zemin bırakmak istemediklerini ortaya koymuşlardır. Buna meşruiyet kazandırmak için yine Bush tarafından “Bütün Ortadoğu’da özgürlüğün yayılması çağımızın zorunluluğudur” denilerek projenin startı verilmiştir. NATO’nun yeni görev sahası Ortadoğu olarak belirlenmiştir. Burada dikkat çekici olan NATO’nun tehdit algılamasına ek olarak ilk defa “yaşamsal kaynakların korunması” görev kapsamına eklenerek enerji hatlarının ve kaynaklarının kontrol altına alınması hedeflenmiştir. “Avrupa-Atlantik güvenliğinin sağlanması, caydırma ve savunma, kriz yönetimi, silahların kontrolü” NATO’nun görev alanına dahil edilen diğer hususlardı.

11 Eylül sonrası Afganistan, bu projenin sıçrama tahtası olarak belirlendi. Aynı dönemlerde dillendirilen “medeniyetler çatışması” tezi de bu sürecin ideolojik ayağı olarak kullanıldı. Ortadoğu’nun enerji kayankalarının Hint Okyanusu’na aktarılmasında, Çin’in batıdan, İran’ın ise doğudan kuşatılmasında ve Avrupa’nın tüm nükleer güçlerinin (başta Rusya) kontrol edilmesinde büyük bir jeostratojik değeri olan Afganistan’da “terörle savaş” adı altında proje hayata geçirildi. BOP ile bu coğrafi saha potansiyel petrol rezervleriyle önem kazanan Afrika’nın kuzeyini de kapsayacak şekilde genişletildi. Hegemonik güçler, Tunus, Mısır ve Libya’da gelişen ve ‘Arap Baharı’ olarak adlandırılan ayaklanmaların sonuçlarını kendi lehine çevirme yoluyla Kuzey Afrika hattını da kontrol altına almaya çalışmaktadır. “Büyük Ortadoğu’da ABD çıkarlarını güvence altına alma” stratejisi daha geniş ölçekli olarak kuzeyde Türkiye’den güneyde Afrika boynuzuna, batıda Fas’tan doğuda Pakistana kadar uzanan bir hattı içeriyor. Projenin, yayılma alanlarına bakıldığında petrol ve doğalgaz rezervlerinin bulunduğu bütün önemli bölgeleri kapsadığı görülecektir.

 

BOP’un Asma Yaprağı: Demokrasi ve Özgürlük!

Projenin engelsiz hayata geçirilebilmesi için bir takım “ikna edici” gerekçelere, “meşru”, bir zemine ve yeni ittifaklara dayandırılması gerekiyordu. Bu konuda iki boyutlu bir politika izlendiğini belirtmek gerekiyor. İlki, 11 Eylül sonrası “önleyici savaş doktirini” adı verilen ve Afganistan’dan Irak’a kadar uzanan şiddetli bir saldırı ve askeri yıkım politikasıydı. Bu yöntemle BOP’un kurgulamasına ve pratikleştirilmesine engel olabileceklerin askeri anlamda atılan adımlarla bertaraf edilecekleri gösterilmeye çalışılmıştır. İkincisi ise, BOP olarak adlandırılan hegemonya operasyonunun asıl amacını gözden kaçırmak için dile getirilen “Ortadoğu’ya özgürlük, insan hakları, demokrasi ve diktatör rejimlerin ortadan kaldırılması” argümanlarıydı. Nitekim Irak operasyonuna “özgürleştirme operasyonu” denmişti. Küresel sermaye ve özellikle onun hegemonik gücü ABD’nin Ortadoğu’daki kirli sicili gözönüne alındığında operasyonun bu gibi argümanlara dayandırılması bir çözüm olarak düşünülmüştür. Buna göre, askeri zorun caydırıcı ve yok edici gücü her koşulda esas alıacaktı ancak “meşru” bir temel oluşturulabilmesi içinde kulağa hoş gelen şeylerin söylenmesi gerekiyordu. Irak operasyonu döneminde kimi ABD’li yetkililerin “BOP, daha çok demokrasi, insan hakları, kadın hakları, eğitim, uygarlık, yaşam stardantlarınıın yükseltilmesi, bölgenin ekonomik durumunun iyileştirilmesidir” biçimindeki açıklamaları da bununla ilgilidir. Bu tür açıklamalar, 19. yüzyıldan farklı olarak şimdi yapılan şeyin, sözkonusu politikanın çok vektörlü olarak uygulanmasından farklı bir şey olmadığının ifadesidir. BOP’un sorunsuz uygulanması için üretilen bu ‘demokrasi’ söylemi, proje kapsamında hedef seçilen ülke ve bölgelerin iç dinamiklerini herkete geçirmek için askeri müdahaleleri de kapsamaktadır. İşbirlikçi yapılar ve çoğunlukla dışarıdan organize edilmiş “muhalif güçler” bu amaçla örgütlendiriliyor. Bölge ülkelerinin varolan muhalif tabanı küresel güçlerin global organizasyonuna tabi kılarak, yapay batı tipi parlementerizmin yeni örneklerini yaratıp bölgenin tümünün stabilize edilmesi hedefleniyor. Mısır-TunusLibya ve en son Suriye’deki hareketlenmelerin ve ayaklanmaların nasıl kontrol altına alınmaya çalışıldığı ve devrilen diktatörlüklerin yerine ikame edilmeye çalışılan yapıların demokrasiyle uzaktan yakından bir alakalarının olmadığı gerçeğini gözönüne aldığımızda söz konusu “liberalizasyonun” neyi ihtiva ettiğini anlayabiliriz.

 

Projeyi daha somut olarak birkaç başlık biçiminde ele almak mümkün.

  1. BOP, Avrasya stratejisinin bir devamı olarak “yeni bir Amerikan yüzyılı projesi” bağlamında ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik geliştirdiği son 50 yıllık politika ve konseptlerle biçimlenmiştir. Bu yanıyla, proje eski konseptlerin daha konsantre edilmiş ve yeni koşullara göre işlevlendirilmiş biçimidir. Temel argümanları, Ortadoğu’da “yeni bir düzen” kurma üzerinden kurgulanmaktadır. Bu yeni yapılanma, kapitalist modernitenin hegemonik gücü ABD’nin, siyasal, ekonomik ve askeri üstünlüğünün kesintisiz yeniden inşaası ve ekonomik sömürgeleştirme süreciyle daha derin bir birliktelik içinde yürütülmektedir. Soğuk savaş döneminde uluslararası jeo-politiğin fay hatları iki blokun kesiştiği alanlardan geçiyordu. İki blokun (Sovyetler ve ABD +Avrupa) ekonomik ve siyasi yayılma alanının mücadele seyri, uluslararası jeopolitiğin seyrini belirlemekteydi. Soğuk savaşın bitmesiyle birlikte bu hatlar, küresel sermayenin yayılma alanlarına duyduğu ihtiyaç dolayısıyla yer değiştirerek enerji kaynakları üzerinde hakimiyet sağlama mücadelesine göre şekillenmeye başladı. Önce YDD ve ardından bağlantılı biçimde BOP hayata geçirildi. Ortadoğu, büyük ölçüde dünyanın enerji jeopolitiğinin düğüm noktasını oluşturduğu için küresel güçlerin bu dönemdeki ana hedeflerinden birini oluşturuyor. Proje kapsamlı bir içeriğe sahiptir. Bir yandan ABD’nin Rusya-Çin-AB gibi güç merkezleri karşısında üstünlük kurma arayışını içerirken diğer taraftan Ortadoğu’nun siyasal coğrafyasını önemli ölçüde değiştirerek gelecek 50 yılın planları hayata geçirilmeye çalışılıyor. Öncekilerden biraz farklı olarak bu kez daha geniş ölçekli bir ittifak üzerinden müdahale geliştirilmeye çalışılıyor. Ancak projenin sorunsuz işlediği-işleyeceği düşünülemez. Çünkü küresel anlamda farklı güç merkezlerinin varlığı (Rusya-Çin vb.) beraberinde kimi engelleri de getiriyor. Bu engellere Ortadoğu’nun sosyo-politik psikolojisini ve direnç noktalarını da eklemek gerekiyor. Proje her ne kadar Bush ve Neo-con olarak adlandırılan eğilimin hakim olduğu dönemde geliştirilmiş olsa da Obama döneminde de yeni bazı söylem ve ittifaklarla olduğu gibi sürdürülmektedir.
  2. Projenin önemli bir diğer ayağını Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesi sürecinde varolan geleneksel ulus-devlet yapılarının (ABD’nin kayıtsız şartsız itaatkarı olanların tolere edilmesi kaydıyla) büyük çoğunlukla değiştirilmesi hedefi oluşturuyor. Irak, Suriye, İran, Libya gibi ülkeler öncelikli hedefler olarak belirlenirken, bölgedeki bu gibi statükocu yapıların bir şekilde tamamlayıcısı olan radikal İslamcı hareketlerin yok edilmesi, yine Kürt Özgürlük Hareketi ve bölgede gerçek anlamda demokrasi mücadelesi yürütenlerin sistem içine çekilerek etkisizleştirilmesi amaçlanıyor. Dolayısıyla “Demokrasi, insan hakları, liberalizasyon” dedikleri şey küresel sistemin politikalarına mutlak itaati içermektedir. Bu argümanlarla sistem karşıtı hareketler etkisizleştirilmeye çalışılmaktadır.

Bilindiği üzere, finans çağının siyaset, devlet, politika ve askeri aksiyonları Endüstriyalizm çağında farklı bir kararkter taşıyor. Endüstriyalizm, esas olarak milliyetçilik, ulus devlet gibi olgular ve bu eksendeki politikalar üzerinde odaklanırken tekelleşmeyi temel bir amaç olarak ele aldı. Finans çağı ise farklı olarak bu neviden bir tekelleşme sürecini kendisi için engel kabul ediyor. Çünkü Finans kapital kendisini bir dünya sistemi olarak tasarlıyor. Dolayısıyla klasik anlamdaki ulus devlet tekelini ortadan kaldırmayı önceliyor. Ulus devlet olgusunun hem klasik hem de yeni modellerinin toplumsal sorunu derinleştirmede oynadığı başat rolü bir kenara koyarsak, günümüzde özellikle BOP bağlamında düşürüldüğünde içe kapanan ve küresel finans sistemin önünde engel teşkil eden ulus devlet yapılarının ortadan kaldırılması bu projenin önemli hedeflerinden birisidir. Bunun için Ortadoğu’da bölünmüş ve küçük ama küresel finans sisteminin birer şubesi gibi çalışan yeni devletçikler tercih edilmektedir. Bu olmasa bile varolan yapıların sisteme uyumlu hale getirilmesine çalışılmaktadır. Çünkü endüstriyalizmin tekelci güçlerinden farklı bir yapıya sahip olan Finans çağının tekelci güçleri engelsiz bir ortam arzulamaktadır. “… tüm, iktidar süreçlerini kontrol eden, geliştiren, bozan yeniden kuran bir güç konumuna erişilmiştir. Yeni küreselliğin özü budur. Ekonomiyle siyasetin siyasi tekelin hiç örneği görülmemiş biçimde küresel çapta içiçe geçmesi, özünü oluşturmaktadır. Tüm yerel, ulusal, siyasi ve ekonomik iradelerin küresel süper tekel güçlerinin kontrolüne girmesini ifade etmektedir. Yeni bir durumdur ve oldukça üzerinde yoğunlaşmayı gerektiriyor…”

  1. BOP dünyanın neresinde olursa olsun sistem dışı devrimci demokratik hareketleri başlıca tehditlerden sayan ABD’nin aynı algıyla bölgeye dönük kurguladığı bir projedir. Bu açıdan projenin önemli bir diğer hedefi, Ortadoğu’daki devrimci-demokratik örgüt ve halk hareketlerini tasfiye etme, parçalama veya sözkonusu oluşumlar içinde eğilim devşirerek etkisizleştirmektir. Çünkü dizayn sürecinde ortaya çıkan kaostan sistem dışı devrimci halk hareketlerinin çıkması istenmemektedir. Bu yöntemin yakın zamanda Gürcistan ve Ukranya’da denendiğini gördük. Oradaki halk hareketlerinin niteliği tartışılabilir ancak uygulanan politikayla söz konusu hareketler küresel sistemin uzantısı kimi isimler etrafında toplanarak bu hareketin farklı bir mecraya akması engellenmiş ve sonrasında ABD bu süreci Rusya’nın egemenlik alanlarına sarkmanın dayanağı olarak kullanmıştır. Aynı şeyin Mısır-Tunus-Libya-Suriye ayaklanmalarında da yaşandığını görmekteyiz. Bu ülkelerdeki meşru ve demokratik halk hareketlerinin, küresel güçlerin ve onların bu ülkelerdeki işbirlikçilerinin eliyle demokratik-devrimci niteliklerinden uzaklaştırlmaya çalışılması, küresel sistemin çıkarlarını tehdit etmeyecek kukla yönetimler oluşturularak kontrol altına alınması istemi önplana çıktı. Sistem dışı hareketlerin kontrol altına alınması için bu yöntem sıklıkla kullanılmaktadır. “Kontrol edemiyorsan içine gir ve özünde boşalt” kuralı işletilmektedir.

Aynı politika Kürtlere ve Kürt Özgürlük Hareketine karşıda kullanılmaktadır. A. Öcalan’ın uluslararası komployla Türkiye’ye teslim edilmesi bu politikayla bağlantılıydı. Nitekim bu komplonun sonrasında –ve halen deKürtlerin KDP ve YNK gibi küresel sisteme angaje olmuş güçlerin etrafında biraraya getirilmesinin hedeflendiği açığa çıkmıştır. Kürtler KDP-YNK önderliği üzerinden küresel sisteme bağlanmak istenmiştir. Aynı politika daha sonra Kürt Özgürlük Hareketi içinden işbirlikçi kimi eğilimler devşirme biçiminde devam etti. Osman Öcalan ve Nizamettin Taş gibi kişilikler üzerinden küresel sistemin, ABD’nin yedeğine alınmış ve onun işbirlikçisi bir PKK yaratılmaya çalışıldı. O dönemde sözkonusu tasfiyeci eğilimin, ABD’nin Irak üzerinden Ortadoğu’ya yönelik müdahalesini “Demokratik Emperyalizm” olarak nitelendirmesi tesadüf değildi ve BOP’un bahsedilen özüyle bağlantılıydı. Ve bugün de aynı politiklar yürütülmektedir. Bir yandan Kürt Özgürlük Hareketi içinde bölünme-parçalanma yaratma girişimleri, diğer yandan da dışardan getirilmiş ve Kürt halkı nezdinde hiçbir karşılığı olmayan işbirlikçi kişiliklerin (örneğin Kemal Burkay ve Suriye muhalefetine dahil edilen A.SEYDA gibi) kullanılmasıyla kendine bağlı oluşumlar yaratma çabaları, Suriye’deki demokratik devrimin KDP üzerinden sisteme eklemenmeye çalışılması; cemaat ve siyasal İslamcı yapılar üzerinden Kürtlerin “ılımlı İslam” projesine dahil edilmek istenmesi… Tüm bunlar Kürt hareketlerinin devrimci-demokratik dinamiklerini etkisizleştirme politikalarıyla bağlantılı ele alınabilinir.

  1. BOP’un Ortadoğu’daki ideolojik zemini kontrol altına alma amaçlı geliştirdiği eğilimlerden biri de “ılımlı İslam”dır. Ilımlı islam modeli bölgedeki İslami eğilimi sisteme eklemleme projesi olarak hayata geçirilmeye çalışlmaktadır. Bu amaçla bölgedeki kimi yapı ve ülkelere rol model pozisyonu yüklenerek truva atı rolü oynatılmaktadır. Bununla hedeflenen demokratizasyon değil, işbirlikçi yapılanmalar üzerinden radikal İslami eğilimlerin etkizleştirilmesi, sistem dışı dinsel hareketlerin kontrol altına alınmasıdır. Bu açıdan ‘siyasal İslam’ kavramı tam da bu noktada tartışılması gereken bir kavram oluyor.

 

BOP ve Siyasal İslam’ın Kan Kardeşliği:

Siyasal İslam olgusu üzerinde yürütülen tartışmalar oldukça eskiye dayanır. Ancak bu olgu, BOP bağlamında günümüzde ağırlıklı bir tartışma konusu haline gelmiştir. Özellikle AKP üzerinden yürütülmeye çalışılan ‘ılımlı İslam’ projesi konuyu daha önemli kılıyor. Siyasal İslam, özü itibarıyle İslam’ın iktidarcı-devletçi amaçlar etrafında kullanılmasını ifade etmektedir. İktidar ve devletin, özellikle de ulus devlet yapılarının İslamiyeti egemenlik süreçlerinin ideolojik dayanağı olarak kullanması siyasal İslam’ın tanımı olmaktadır. Şüphesiz din, devlet, iktidar arkeolojisini farklı boyutlarıyla genişçe yapmak mümkündür ki bu, başta da vurgulandığı gibi oldukça eskilere; uygarlık ve devletin ortaya çıkış sürecine kadar uzanan bir geçmişe sahiptir..

ABD, BOP ile birlikte Ortadoğu’da geçmişten beri güçlendirdiği siyasal İslamcı yapılara yeni bir misyon yüklemeye çalışmaktadır. Bu çercevede ilk adım olarak, Şii jeopolitiğinin karşısında Sunni jeopolitiği oluşturmaya yöneldi. Güncel anlamda Suudi Arabistan, Katar, AKP üzerinden Türkiye bu Sunni jeopolitiğinin oluşturulmasında başlıca aktörler haline getirildi. Çünkü Şii radikalizmi BOP açısından bir tehlike olarak algılanıyordu. Özellikle İran-Suriye ve müdahale sonrası kısmen Irak, yine bu güçlerin eksenindeki radikal İslamcı örgütler bu tehditin baş aktörleri olarak algılanıyor. Bu tehlikenin bertaraf edilmesi için Sunni jeopolitiğini oluşturmak stratejik bir yaklaşım olarak belirlendi. Son zamanlarda AKP’nin ve adı anılan diğer ülkelerin Sunni kartına sarılması sadece kendi iradeleriyle geliştirdikleri bir politika değildir. Bu büyük oranda BOP kapsamında belirlenen bir politikadır. Sunnilik baştan itibaren elit, iktidarcı bir eğilimi temsil ettiğinden kapitalist-devletçi geleneğe daha fazla yatkın bir çizgi oluşturmuştur. Onun devletleşmiş biçimi Ortadoğu’da ulus devlet yapıları üzerinden küresel güçlerle sürekli olarak işbirliği içinde oldu. Bu özelliğinden dolayı BOP’un önemli mütefiklerinden biri haline geldiği söylenebilir.

Daha geniş ölçekli ele alındığında son 200 yılın dış müdahaleleri ve ulus devlet modelinin Ortadoğu’da kurumlaştırılmasıyla birlikte siyasal İslam’ın, kaynağını tarihsel olarak Muaviye’den ve Emevilerden alan siyaset ve iktidar kültürü hakim hale gelmiştir. Bir anlamda “Ehl-i hak” ile “Ehl-i sunnet” arasındaki savaşın, İslamiyet’in toplumcu-adaletçi anlayışını temsil eden “Ehli hak” kültürünün bertaraf edilmesiyle sonuçlanması ve Muaviye anlayışının din ve iktidar kültürünün hakim hale gelmesi durumu yaşanmıştır. Bu kültür özü itibariyle İslam’ın toplumcu-adaletçi anlayışını red eden, iktidar ve devleti kutsayıp bunun için her türlü kirli politikayı meşru gören bir anlayıştır. Daha da önemlisi bu anlayış, Ortadoğu’ya yönelik tüm dış müdahalelerde işbirlikçiliği temel bir politika olarak belirlemiştir ve devletçiliğin, milliyetçiliğn, iktidarcılığın örtüsü olarak İslamiyet’i kullanmıştır. Kapitalist modernitenin, özellikle ABD’nin bölgedeki ittifaklarına bakıldığında bu yapıların, çoğunlukla bu anlayıştaki Arap ülkeleri, krallıklar, şeyhliklerden oluştuğunu görebiliriz. Aynı şekilde radikal İslamcı olarak tanımlanan hareketler için de aynı şeyleri belirtebiliriz. Bunların da esas olarak kapitalist moderniteyi aşma gibi bir projeleri olmadığı gibi toplumu daha uç bir politik ve ideolojik çizgi üzerinden ele geçirmeyi hedeflemektedirler. Hemen hepsinde milliyetçilik temel bir anlayıştır. Saltanatçı bir iktidar anlayışına sahiptirler ve siyasal İslamcılığın diğer bir ucunu temsil etmektedirler. Bunun da ötesinde alternatif olarak önerdikleri çözüm dinsel fanatizmle soslanmış ulus devletçiliğin geleneksel versiyonundan başka bir şey değildir.

Siyasal İslam’ın bu karakterini doğru çözümlemek Ortadoğu’ya yönelik geliştilen müdahalelere karşı sağlıklı çözümler üretmeyi de kolaylaştıracaktır. BOP kapsamında tedavüle sürülen “ılımlı İslam” tam da bu zemin üzerinde ortaya çıkmaktadır. ABD Ortadoğu’ya yönelirken bölgedeki İslami kültürün direnç noktalarını kırmak için projeyle uyumlu bir model geliştirmeyi hedefliyor. Bunun hayat bulabilmesi için de projeye daha sonra “genişletilmiş Ortadoğu” denilmiştir.

Genişletilen ittifakın içinde AKP’ye önemli bir misyon yüklenmiştir. AKP’nin politikalarına, söylemlerine, ilişki ve ittfaklarına bakıldığında tümünün projeyle uyumu olduğu ve verilen görev kapsamında geliştirildiği rahatlıkla görülecektir. Dolayısıyla “ılımlı İslam” modelinin ne olduğu ve siyasal İslam’ın burada nasıl bir rol oynadığını anlamak için AKP’nin politikalarına bakmak yeterlidr. Zaten AKP gibi bir oluşumun ortaya çıkması ve uluslar arası desteği de arkasına alarak palazlanması da tamamen bu yeni durumla ilgilidir ve bizzat ABD tarafından önü açılarak vitrine yerleştirilmiştir. “Ilımlı İslam” projesi için AKP gibi küresel sermayenin teşaronluğuna derinden razı başka bir oluşum bulunamazdı.

Projenin başarısı için ABD, Türkiye’deki üslerini ve askeri etkinlik alanlarını yeniden yapılandırma-güçlendirme arayışı içine girmiştir. Bununla birlikte Türkiye’ye de askeri-politik bir rol yüklemiştir. Bu rol taşeronluk rolüdür. BOP’nin masaya yatırıldığı G-8 zirvesinde “demokrasi ve yardım diyalogunun” eşbaşkanlığı görevinin Türkiye’ye verilmesini bu kapsamda değerlendirmek gerekiyor. Yine G-8 zirvesi sonrasında Erdoğan, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’yu kastederek: “Bölgeye karşı sorumluyuz. Bush da Türkiye’nin üzerine düşeni yaptığını ve ABD’nin desteğinin süreceğini..” diyerek kendisine yüklenen görevi dile getirmiştir. Türk askerinin Afganistan’da konuşlandırılması da zaten bununla bağlantılı bir gelişmeydi. Hakeza NATO’nun değişen komuta yapısında Türkiye’ye yeni görevler verilmiştir. Türkiye’de 3 yeni eğitim merkezi kurulacağı açıklanmıştır. Bunlar; İzmir’de bölge kuvvet komutanlığı, Konya’da taktik hava eğitim merkezi, Ankara’da barış için ortalık merkezidir. Bu şekilde BOP ekseninde NATO’nun yeniden yapılandırılması sürecinde Türkiye’ye üs görevi verilmiştir. En son Malatya Kürecik’te kurulan füze savunma sistemini de buna dahil etmek gerekiyor.

AKP’nin sürece hazırlanması 28 Şubat sürecine kadar dayandırılabilir. AKP, hem Türkiye’deki siyasal krizi kontrole almak hem de bölgeye dönük projede kullanılmak için güçlendirilmiştir. “Ilımlı İslam” projesi ve Ortadoğu müdahalesinde sağlam bir üs oluşturma ihtiyacı AKP’yi önplana çıkarmıştır. Bu açıdan AKP Türkiye’den çok Ortadoğu’da rol oynaması için görevlendirilmiştir, dersek abartmış olmayız. Örneğin İsrail’le yaşandığı iddia edilen krizin sanal bir kriz olduğu açığa çıkmıştır. AKP’ye biçilen rol truva atı rolüdür dolayısıyla Ortadoğu zemininde prestijini arttırmak için Ortadoğu’nun sinir uçlarından birini oluşturan ve neredeyse bütün siyasal İslamcı ulus devlet yapılarının üzerinden siyasal ve ideolojik rant devşirdiği Filistinİsrail çatışması, AKP tarafından ajitatif bir malzeme olarak kullanılmıştır. Oysa gerçekte olan şey AKP’nin yüklendiği bu misyonla İsrail’in güvenliğinin garanti altına alınmasından başka bir şey değildir. Aslında sahte bir çatışma yaratılarak halkla ilişkiler operasyonu yürütüldü.

Siyasal İslam’ın AKP şahsında “Ortadoğu’da lider ülke”, “Neo Osmanlıcılık” diye dillendirdiği ve tasarladığı projelerin tümü bağımsız bir iç ve dış politikadan ziyade ABD’nin BOP bağlamındaki uluslararası güvenlik stratejisinin bölgesel ayağından başka bir şey değildir. Türk egemenlerinin yayılması ve alt emperyal bir ülke olma hayali vardır. Ancak bu sadece küresel güçlerin belirlediği sınırlar içindedir. Onu aşabilecek güç ve olanaklara sahip değildir. Nitekim son Suriye meselesinde, yine İran’la olan sorunlarda bu gücün ve onca iddialı sözün pratik bir karşılığının olmadığı ortaya çıkmıştır. AKP’nin bölgesel aktör olma iddiası ters tepmiştir. Kaldı ki ne Ortadoğu jeopolitiği ve politik psikolojisi ne de jeokültürel zemini AKP’nin “yeni Osmanlıcılığını” sindirir. Uzun vadede bunu başarabilecek siyasal gücü de yoktur. ABD’nin desteğiyle AKP’nin canlandırmak istediği Sunni İslam ümmetçiliği de BOP kapsamında yürütülen bir stratejidir. Sonuçları düşünülenin aksine AKP açısından trajik olacak gibi görünüyor. Nitekim Türkiye daha şimdiden bölgedeki diğer ulus devletlerle (İran-Suriye-Irak) çatışma düzeyine gelmiş ve neo Osmanlıcılık, bu fikrin akıl hocalarının ayağına dolanmaya başlamıştır.

Tüm bu tablodan şu ortaya çıkıyor. Siyasal islam, sahip olduğu argumanları, politik çizgisi ve iktidar tasarımları nedeniyle Ortadoğu’nun köklü sorunlarına bırakalım çözüm üretmeyi onları bizzat tetikleyen, milliyetçilik, çözümsüzlük politikalarında başrolü oynamaktadır. İster siyasal İslam’ın bölgedeki, İslami tandanslı geleneksel ulus devlet biçimleri isterse de AKP gibi küresel sistemin taşeronluğuna soyunmuş “ılımlı İslam” menşeili biçimleri olsun, bunların hiçbirisinin Ortadoğu’da toplumsal sorunları çözme anlayışı ve potansiyeli yoktur. Dolayısıyla ne küresel kapitalist sistemin ne de onun kan kardeşi siyasal İslam’ın Ortadoğu’da demokrasi ve özgürlük diye bir derdi ve önceliği yoktur.

Sonuç olarak, kapitalist modernitenin yapısal kriziyle bağlantılı olarak ortaya çıkan güç savaşları Ortadoğu zemininde kaos durumu yaratmaktadır. Bu kaos salt askeri çatışma anlamında değil verili sistemlerin toplumsal özgürlük sorunu önünde engel teşkil etmesi ve bunun yarattığı yeni arayışlarla ilgilidir. Kaos süreci bölge halkları açısından yeni fırsatlar da yaratmaktadır. Ortadoğu’nun bir çok ülkesinde patlak veren halk ayaklanmaları bu fırsatı halklar lehine değerlendirme imkanlarını artırmıştır. Küresel kapitalizm, BOP ile birlikte üçüncü büyük küresel hamlesini gerçekleştiriyor ve bunu yaparken de özellikle bölgedeki işbirlikçi yapıları dahil ederek kaostan kendi lehine bir düzen çıkarmaya çalışıyor. Bu hamlenin başarısızlığı küresel kapitalizm ve ABD açısından krizin daha fazla büyümesi sonucunu doğuracaktır. Aynı şekilde başarısı da başta Ortadoğu halkları olmak üzere tüm bölge halkları için sorunların daha fazla büyümesine yol açacaktır.

Yaşanan bu kaostan nasıl ve hangi yöntemle çıkılacağı sorusu bugün ve yakın gelecek için hayati önemdedir. Bölgedeki gerici ulus devlet yapıları, siyasal İslam, milliyetçilik, kaostan çıkışı sağlayacak olgular değildir. Aynı şekilde küresel kapitalizmin de Ortadoğu’da gelişrtirebileceği yeni bir şey yoktur. Sundukları tüm seçenekler Ortadoğu halklarının boynuna yeni prangalar takmaktan başka bir anlam taşımıyor.

Dolayısıyla yeni çözümlere ihtiyaç vardır. Ortadoğu’da sistem dışı demokratik seçenekler geliştirmek için güçlü bir potansiyel mevcuttur. Eskisiyle yenisiyle ulus devlet yapılarının red edilmesi ve alternatif olarak demokratik konfederal örgütlenmelerin geliştirilmesi küresel güçlerin bölgedeki politikalarını büyük ölçüde etkisiz hale getirecektir. Ulus devletçi, milliyetçi ve dinci çatışmaların bölge kültürüne ve demokratik geleneklerine dışarıdan dayatılan, kapitalist modernitenin yayılmacı politikaları olduğu açıktır. Dolayısıyla çözüm bu zeminde ve onu besleyen araç ve yöntemlerde değil sistem dışı toplumsal örgütlenmelerle süreci halklar lehine geliştirecek bir yol izlenmesindedir. Bu dinamikler mevcuttur..

 

Yararlanılan Kaynaklar

  • Özgürlük Sosyolojisi A.Öcalan
  • İmparatorluğun yeni av sahaları, Volkan Yaraşır
  • Ortadoğu Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü, A. Öcalan
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.