Düşünce ve Kuram Dergisi

Büyük Ekim Devrimi ve Uygarlığa Müdahale

Enes Pir

19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren dalga dalga gelişen sosyalist mücadeleler, kapitalizmin peşinde bir heyula gibi dolaşıyordu. Her an nefesini ensesinde hisseden kapitalizm, hiç beklemediği yerde ve zamanda Çarlık Rusya’sında yakalandı.

Tarih, 24 Ekim 1917’yi kaydederken, Lenin’in önderliğinde dünyayı sarsacak denli, heyecanı da halen devam eden sosyalist devrim gerçekleşir. Bu devrimin etkisi büyük olur: Dünya ölçeğinde işçilerin, köylülerin, ezilenlerin, yoksulların, sömürülenlerin ve sömürgelerin umudu olur; demokrasi, özgürlük, eşitlik, kardeşlik ve barış hayallerinin gerçekleşebileceğine olan inanca somutluk kazandırıp gözler önüne serer; yeni bir yaşam için insanlığı aydınlatan meşale işlevi görür; çeşitli toplumsal, sınıfsal ve etnik mücadelelere moral katıp motive ederek, başarı ve zafere kilitlenmelerini tetikler. Bu ise özünde diyalektik etki ve etkilenmenin, evrensel bütünlük içindeki işleyişidir. Ekim Devrimi’nin yaptığı tam da budur. Yine, geçmişten günümüze gerçekleşen tarihsel- toplumsal devrimler az veya çok çevrelerini etkileyip tarihsel işlevlerini ve rollerini oynamışlardır. Değişik zaman, mekan ve koşullarda sömürü ve iktidar tekellerinin korkulu rüyaları olmuşlardır.

Hiyerarşik-iktidarcı-devletli yapılar, oluşumundan itibaren sömürücü, gaspçı ve baskıcıdırlar. Fakat insanlık bu zulme, talana ve hırsızlığa sessiz kalmamış, sürekli bir mücadele içinde olmuştur. Kaybettiği demokratik, özgürlükçü ve eşitlikçi komünal yaşamın peşine düşmüştür. İnsanlık özgürlük arayışını sürekli olarak devam ettirirken; değişik inançlar, ideolojiler, düşünceler, politikalar, farklı yol-yöntemlerle mücadele yürüterek yoluna devam etmiştir. Bunun için de çeşitli biçim ve tarzlarla savaşımını sürdürerek yitirdiği “cenneti” olan demokratik uygarlık nehrine ulaşmaya çalışmıştır. O nedenle de ahlaki-politik toplum özlemini hep diri tutmak için doğal toplum hatıralarını hafızasında canlı kılmıştır. İşte bütün bu tarihsel yürüyüş ve arayışın son 2-3 yüzyıllık güncelleşmiş hali sosyalizmdir.

İnsanlığın oluşum ve varlık temeli olan sosyalizm, özü ve karakteri gereği, birlik ve eşitlik üzerinden toplum esaslı yaşamı hedefler. Ayrıca sosyalizm bir ideoloji, bilinç, irade ve hayat mücadelesidir. Mevcut sömürücü tekel ve devletlerin sistem ve adaletsizliklerini kabul etmez. Kapitalist moderniteye karşı, paradigmasal ve ilkesel tavır alır. Ahlaki ve geleneksel, tarihi ve kültürel değerlere uygun demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü, komünal demokratik bir yaşamı benimser ve savunur; bunun gerçekleşebileceğine inanır. Bu doğrultuda amaçlarını bir program dahilinde stratejik bir yaklaşım olarak ortaya koyar. Koşullara denk politika ve taktikler geliştirir. Böylece ideolojik, felsefi ve politik düşünceler sistematiğini tamamlar. Sömürüsüz, sınıfsız ve ayrıcalıksız bir dünya hedefler. Demokratik uygarlık nehrinde kulaç atarken, miras-değerlerle buluşur ve onun bir halkası haline gelir. İşte 1917 Ekim Devrimi de demokratik uygarlık nehrinde oluşan gür bir şelale olarak bugüne kadar ses vererek akmaya devam etmektedir.

Bolşevik Devrimi’ne kadar Rusya yarı-kapitalist, yarı-feodal bir yapıda Çarlık diye tanımlanan bir mutlakıyet rejimiyle yönetiliyordu. Güçlü bir ordusu vardı. Geniş topraklara sahipti. Avrasya kıta sahanlığının kuzeyini kaplamıştı. 100’e yakın etnik yapı yaşıyordu. 100’den fazla dil ve lehçe konuşuluyordu. 130 milyonu aşan nüfusun yüzde 80’i kırsalda yaşayan, tarım işlerinde çalışan yoksul köylülerden oluşuyordu. Sanayi sınırlı şekilde gelişmişti. İşçiler, Petrograd ve Moskova gibi kentlerde atölye ve fabrikalarda ağır şartlarda ve düşük ücretlerle çalışıyorlardı. Günbegün işsizlik artıyor, işsizler çoğalıyordu. Ülkede açlık, kıtlık, yoksulluk ve sefalet kol geziyordu. Baskı, şiddet ve yasaklara her gün yenileri ekleniyordu. Keyfi uygulamalar had safhadaydı. Demokrasi, hak ve özgürlükler ekseninde oluşan talepleri dile getiren muhalefet, acımasızca bastırılıyordu. Şiddet uygulamaları ölçüsüz ve sınırsızdı. İşçi ayaklanmaları ezilip geçilirken, köylü isyanları katliamla bastırılıyordu. Çar’la birlikte ülkeyi yöneten otokrasi, söz konusu idamlar, tutuklamalar ve sürgünler olunca, oldukça cömert davranıyordu.

İmparatorluğun merkezini Çar ve kilise oluşturuyordu. Rusya’daki her şey bu ikili odağın mutlak hakimiyeti altındaydı. Bunların çevresinde aristokrasi ve büyük toprak sahipleri yer almıştı. Köylüler ise köleler gibi, toprağa-feodale bağlıydı. İmparatorluk ise tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişi sürdürüyordu. Ülke emekçileri ağır yaşam koşulları altında inliyordu. Sıkıntılar, tepkiler ve öfkeler her gün yükseliyordu. Sosyolojik değişimin sancıları vardı. Bunu aşmanın yolu ise toplumu ve doğayı gözeten, politik-ahlaki projeleri hayata yedirmekten geçiyordu. Tabii ki iktidar ve sermaye tekellerinin böylesi dertleri olamaz. Onların tek amacı kâr ve itaattir. Eğer biat edip katlanılmaz ve çalışılmazsa, karşılığı acı ve ölümdür. Beş bin yıllık iktidar, devlet ve sermayenin bu zihniyet ve geleneği, hem uygarlık tarihiyle hem de demokratik uygarlık tarihiyle tescil edilmiştir. Rusya İmparatorluğu’nda süreklilik halindeki istibdat, uygulamalarıyla dehşet ve nefret yaratmıştı. Bu özellikleriyle “halklar hapishanesi” diye tanımlanan Çarlık Rusya’sında insanlar zor ve şiddetle disiplin altına alınmaya çalışılmıştır. Toplum ağır yaşam koşullarıyla yüz yüze kalmıştır. 1891-1892’lere gelindiğinde açlık ve kıtlık baş göstermiş, yoksulluk ve sefalet insanları canından bezdirmişti. Hayat dayanılmaz bir aşamaya varmıştı. Kan, gözyaşı ve ölüm, insanların yaşamında rutin hale gelmişti. Artık “yönetenlerin yönetemediği, yönetilenlerin ise yönetimi ve yönetilmeyi kabul etmediği” zamanlardı. Devrim dönemi gelmiş, koşullar olgunlaşmıştı.

 

Hegemonyanın Değişmez Taktiği: Milliyetçilik ve Savaş
Rusya İmparatorluğu, içinde bulunduğu siyasal, sosyal ve ekonomik bunalımdan kurtulmak istiyordu. Bunun için öncelikle muhalefeti bastırıp, şiddet ve korku sarmalına alarak toplumsal dinamikleri parçalayıp yok ederek ülkeyi denetim altına alacağını zannediyordu. Böylece, Çarlık monarşisi iktidarda kalacaktı. Ayrıca Çar, Japonlarla olan tarihsel çelişkileri temcit pilavı gibi ısıtıp Slav–Rus milliyetçiliğini körüklüyor, bunu da içe ve dışa dönük kullanarak doğuya doğru yayılma emelini canlandırma ve dikkatleri dışarıya yöneltme politikası izliyordu. Bu politika sonunda ortaya çıkan Rus-Japon savaşlarında Çarlık ağır darbeler alarak yenilgiye uğramaya başlayınca iç siyasette durumu daha da ağırlaştı. Bu anlamsız savaşın acısını, bedelini ve faturasını ise halk ödemeye başlamıştı. Çünkü yoksulluk, açlık ve işsizlik ciddi bir şekilde artmıştı. Bunların sonucunda dış askeri yenilgiler, içteki siyasal, sosyal ve ekonomik krizlerle birleşmişti. Çar monarşisi aleyhine olan iç ve dış gelişmeler, kendi aralarında simbiyotik bir ilişki oluştururken, bu da tikel ve evrensel işleyişin bütünlük sergileyen doğasıyla uygunluk gösteriyordu.

İç sorunlar derinleştikçe, huzursuzluk ve tepkiler de artarak sürer, arayışlar çoğalır. İktidar dışı yaşam arzulanır hale gelir. Demokratik uygarlık nehrinin akışı, farklı yer ve zamanlarda kendi doğası içinde ve bileşenleriyle sürer. Nihayetinde de değişik ideoloji, politika ve yapılanmalarla toplumsal mücadele devam eder.

Kısaca da olsa Rusya’yı bu noktaya getiren gelişmelere göz atmakta bir yarar vardır. Rus Çarı II. Alexander, 1 Mart 1881’de Narodnaya Volya1 adlı örgüt tarafından suikastla öldürülür. Yerine oğlu III. Alexander geçer ve ülkenin üzerine bir karabasan gibi çöker. En zaliminden bir monark olur. İmparatorluğu demir yumrukla yönetir. 1894 yılında öldüğünde yerini oğlu II. Nikolay alır. “Gelen gideni aratır,” cinsinden bir durum söz konusudur. İşkenceler, kıyımlar ve ölümler katlanarak devam eder. Halklar ve toplumlar nefes alamaz dereceye getirilir. Her türden demokratik mücadele illegalleşir. Her kesimin, grubun, sınıfın, inancın ve etnik yapının örgütsel hareketleri oluşur. Değişik fikirlerde ve biçimlerde toplumsal mücadeleler açığa çıkar. Buna bağlı olarak yer yer dayanışmalar, ortaklaşmalar da gelişir. Ve 1904 yılında Petersburg’da, Putilov fabrikasında grev başlar. Kentin diğer fabrikalarının destekleriyle grevcilerin sayısı 80 bine ulaşır. Eylemciler Çar’ın bulunduğu kışlık saraya doğru akarak barışçıl bir biçimde taleplerini iletmek isterler. Talepler şunlardır:

1)  İş gününün 8 saate indirilmesi;

2)  Asgari ücretin adil olması;

3)  Fazla mesainin kaldırılması.

İyileştirme istekleri barışçıldır. Fakat topluluğun üzerine yoğun bir şekilde ateş açılır. Katliam yapılır. binden fazla insan ölür, iki binin üzerinde insan yaralanır ve 22 Ocak 1905 günü de tarihe “Kanlı Pazar” olarak geçer. Olayın etkisi ülkenin her yerinde duyulur. Yankısı çok büyük olur. Milyonlarca işçi ve eylemci harekete geçer. Grevler, protesto eylemleri bir zincirin halkaları gibi açığa çıkar. İmparatorluk monarşisi, yaptıkları katliamın ve gerçekleşen olayların altında kalır. Çar’ın oyalama ve kandırma çabaları etkisiz olur. Ekim 1905’te, Petersburg’da halkın ve devrimcilerin çabaları ve örgütlenmeleriyle Kent Sovyeti (meclisi) kurulur. Kent Sovyeti, genel grev çağrısıyla birlikte halkı vergi vermemeye, bankalardaki paralarını çekmeye davet eder. Çar, çaresizlik içinde ortamı yumuşatmaya, olayları denetim altına almaya çalışır. 5 Şubat günü Duma’nın kurulmasını onaylar. Aslında görevi, Çar II. Nikola’ya danışmanlık yapmaktır. Fakat bu işlevi sözde ve yazıda kalır, pratiğe geçmez. Ekim ayı geldiğinde genel greve gidilir. “Ekim Manifestosu” diye adlandırılan kısmi iyileştirme düzenlemeleri hazırlanarak Çar’a sunulur. Bu arada kongre yapılır. Duma yasa koyucu olarak belirlenir. Çar, 30 Ekim 1905’te manifestoyu onaylar. Bu olay ülkede sevinçle karşılanır. Genel grev sonlandırılır. Siyasi genel af uygulanır. Liberaller istediklerini aldığını düşünürler. Fakat iyileştirme havası soğumadan, sosyalistlere ve devrimcilere dönük tutuklama furyası başlatılır. Sağ partiler ve örgütlerce grevci işçilere, sosyalist devrimcilere ve Yahudilere dönük baskı ve saldırılar geliştirilir. Liberaller sevinçle Duma seçimlerine hazırlanırken, sosyalistler ise Çar’ı devirmenin planlarını yapar ve silahlı ayaklanmaya hazırlanırlar. Kasım 1905’te Sivastopol’de işçiler, yoksul köylüler ve isyan eden askerler ayaklanmaya katılırlar. Devrim ateşi birçok şehirde alevlenir. Sokaklar, caddeler ve meydanlar direnişçilerle dolar. Cephelerden dönüp terhis edilen askerler halkla buluşur, mücadele saflarında yer alırlar. 5-7 Aralık 1905 günü, tüm ülkede işçiler genel greve gider ve Çarlık iktidarını adeta sallayarak deprem etkisi yaparlar. Çar, bütün gücünü ve özel kuvvetlerini kullanır. Önce Moskova’ya yönelirler. 7 Aralık’ta başlayan göğüs göğüse süren şiddetli çatışmalar, 18 Aralık’ta sonlandırılır. Kent teslim alınır. Ardından diğer şehirlerdeki ayaklanmalar bastırılır. Kan ve gözyaşı her yeri kaplar. Ölümlerin hesabı bilinmez olur. Tutuklamaların sonu gelmez. Ülke adeta cehenneme dönmüştür. Nisan 1906’ya gelindiğinde 15 bin ölü, 75 bin tutuklu vardır. Böylece Çar’ın mutlak otoritesi yeniden sağlanmış olur. Fakat bastırılan devrimin “kazanımları” da olur. Otokrasi kimi yetkilerinden ve bazı ayrıcalıklarından vazgeçer: Duma (parlamento) açılır; çok partili sisteme geçilir; sendikalar kurulur; 1906 Anayasası kabul edilir; 25 yaşını dolduran herkese oy hakkı tanınır.

Duma seçimleri, Mart 1906’da yapılır. Kurulan ve yasallaşan liberal partiler seçime katılırlar. Bunlar Kadetler2 (Liberal aydınlar), Trudovikler (Köylü liderler), Oktobristler3, milliyetçiler ve bağımsızlardan oluşur. Bolşevikler ve SR (Sosyalist Devrimciler) seçimi boykot edip katılmazlar. Duma’nın yarısı seçimle oluşurken, diğer yarısını Çar atar. Böylece işlevi ve rolü sıradanlaşır; devlet Konseyi’nin alt kanadına dönüşür. İşlevi ve önemi, Çar ve Devlet Konseyi’nden sonra gelir. İkinci Duma seçimine, sosyalistler de katılır. Fakat, Haziran 1907’de Çar tarafından kapatılır. Sosyalist üyeler tutuklanır. Böylece Çarlık rejimi, göreceli olarak mücadeleyi kazanmış olur. Rus otokrasisi ömrünü uzatmış olur. Grevler, mitingler, gösteri ve protestolar oldukça azalıp, cılızlaşır. Fakat Bolşevik gruplar, SR’ ler, Narodnikler vb. sosyalist örgütler eylemlere yönelirler. Devrimci şiddet yükselişe geçer.

Devrim sürecinde kimi iyileştirmeler yapılsa da sonraları baskılar artırılır. Toplum adeta cendereye alınır. 1906-1909 yılları arasında binlerce sivil idam edilir. Ordu içerisinde de aynı şekilde ayaklanmalara katılmış olan binlerce asker divan-ı harp yoluyla idama gönderilir. Kafkaslar, Sibirya ve Baltık bölgeleriyle diğer kırsal alanlardaki köylü ayaklanmalarında binlerce insan öldürülür.

Böylece 1905 Devrimi imha ve kıyımla tasfiye edilmiş olur. Fakat tarihe, “Yarı devrim, yarı zafer yılları” diye geçerken, mücadeleye büyük deney ve tecrübeler kazandırır. Çünkü özellikle işçilerin, köylülerin ve askerlerin meclis ve konseylerini açığa çıkarmıştır. Paris Komünü’nden sonra demokratik Sovyet deneyimleri ilk kez yaşanmıştır. Bu da geniş halk kesimlerine tartışma, kararlaşma, iradeleşme ve pratikleşme iradesi kazandırdığı için çekici gelmiştir. Diğer yandan kimi Rus askerleri, halktan ve devrimden yana tavır alıp, ayaklanmalara katılarak, politize olmuştur. Böylece işçi, köylü ve asker birlikteliğinin oluşup siyasallaşması, mücadeleye güç ve moral katmıştır. Lenin’in deyimiyle, “1905 devriminin yenilgisi, 17 Ekim Devrimi’ne ışık olmuştur.” Yine, tarihsel-toplumsal süreklilik ve dinamizm açısından 1905 devrimi, adeta 1917 (Şubat ve Ekim) devrimlerinin parolası gibidir.

1905 devrimine RSDİP (Bolşevikler ve Menşevikler) ile Liberal burjuvalar öncülük eder. Fakat birçok yerde Bolşevikler öne çıkar. Özellikle Moskova’daki ayaklanmalarda başat rol oynarlar. En büyük katliam ve tutuklamaları da onlar yaşar. RSDİP (Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi) 1898’de Minsk’te kurulmuştur. Çeşitli Marksistlerin, Kiev grubunun öncülüğünde bir araya gelmesiyle kuruluş kongresi yapılır. İskra gazetesini çıkaran Lenin, Plehanov ve Martov’un öncülüğünde ikinci kongre yapılır. Parti yönetim örgütü, Parti Merkez Komitesi, Parti Konseyi ve Merkez Organı Gazetesi şeklinde 3 organdan oluşturulur. Fakat kongre tartışma sürecinde, parti üyeliği için görüş farklılığı ortaya çıkar. Lenin, üyelerin parti faaliyetlerine aktif katılmalarını şart koşar. Martov ise, üyelerin partiyi desteklemelerini yeterli bulur. Martov’ un önerisi kabul görür. Lenin atak yaparak, İskra’nın yönetim kurulunu 6 kişiden 3 kişiye indirir (Lenin, Martov ve Plehanov) ve kongredeki oylamada kabul edilir. Kabul edenlere çoğunluk anlamında olan “Bolşevik”, kabul etmeyenlere de azınlık manasında olan “Menşevik” denilerek ikiye bölünmüş olurlar. Bu durum, ideolojik, politik ve stratejik farklılıklarla derinleşerek sürer.

Devrim mücadelesi ilerlerken, I. Emperyalist Paylaşım Savaşı başlar. Rusya İmparatorluğu da yayılma emelleri uğruna savaşa katılır. Yeni topraklar kazanıp işgal alanları elde etmek, sömürüden pay almak için İtilaf (Müttefik) devletleri bloğunda yer alır. Cephelerde başarısızlık baş göstermesine rağmen, savaşta ısrar eder. Savaş süresince yüz binlerce köylü askere alınır. Topraklar işlenmez olur. Tarım alanında sıkıntılar baş gösterir. Ekonomik kriz derinleşir. Gıda, hammadde ve yakıt sıkıntıları had safhaya varır. Savaş yılları, dehşet ortamına dönüşür. Ordunun kısıtlı donanımı ve kötü yönetimi, büyük kayıplara neden olur. Ve 1917’ye gelindiğinde Rusya her cephede kaybettiği için neredeyse yenilmiş durumdadır. Savaş yılları boyunca, işçi ve köylülerin hayat şartları kötüleşir, yaşamlarını idame edemez hale gelirler. Böylece koşullar, halklar lehine değişir. Mücadele ivme kazanır. Artık Çarlık otokrasisinin topluma biçtiği elbise dar gelmeye başlamıştır…

Devrimi hızlandıran, iktidarın çatlaklarını derinleştirip ayrışmaya sürükleyen olay ve olgular ise şunlar olur:

1) Çarlık Rusya’sının, I. Emperyalist Paylaşım’a girmesi ve Almanya’ya karşı savaşta yer alması;

2) Alman Sosyal Demokratik Partisi (Komünist Partisi) ile II. Enternasyonal’in bu savaşa destek vermesi, politik tutum takınması.

Bu durum uluslararası alanda da ses verir. Çatlak her yerde yankı bulurken, ayrışmalar da gerçekleşir. Bu politik tavırlar hem Alman Sosyal Demokratik Partisi’nde hem de II. Enternasyonal’de bölünmelere neden olur. Tabii ki, RSDİP’i de etkiler. Var olan bölünmüşlükler kesinlik kazanır:

1) Alman Sosyal Demokratik Partisi ve II. Enternasyonal, “anavatanın savunulması” ve “demokrasinin korunmasını” savunur.

2) Menşevikler ise, “Silahlarınızı kendi bur-juvalarınıza çevirin,” der. Menşevikler bu durum karşısında iç ayrışmayı yaşarlar. Kimileri savaşı desteklerken, kimileri de karşı çıkar. Bolşevikler savaşa, yoksulluğa ve adaletsizliğe karşı mücadele edenler içinde devrimci saflara akını sağlarlar. Ayrıca dar politik çalışmalardan sıyrılıp daha geniş halk kesimleri içinde propaganda ve örgütleme imkanı bulurlar.

8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde, “eşit işe eşit ücret isteyen” kadınlar meydanlara akarlar. Fakat çarlığın güvenlik güçleri bu barışçıl gösteriye kan bulaştırırlar. Zor ve şiddet kullanarak dağıtırlar. Çok sayıda kadın ve erkek öldürülür. Yüzlercesi yaralanır. Bu olay bardağı taşıran son damla olur. Yılların rahatsızlıkları, tepkileri ve öfkeleri bilinçlenmiş ve bilenmiş olarak fırtınaya dönüşür. Akın akın işçiler ve köylüler isyana katılırlar. Bu durum askerlerde de huzursuzluk yaratır. Onlar da isyandan yana tavır alıp, saflarda yer alırlar. 1905 Devrimi’nin kazanımı olan Sovyetler, tekrardan inşa edilir. Devrim baskısı sonucu, 15-16 Mart 1917’de Çar görevini bırakır. Kendi ve oğlu veliaht adına, imparatorluk tahtından feragat ettiğini açıklar. Ramanov Hanedanlığı son bulur. Otokrasi yıkılır. Yerine liberal burjuvalardan ve toprak sahiplerinden oluşan ve Menşeviklerce desteklenen geçici bir hükümet oluşturulur. Alternatif olarak da işçilerden, köylülerden ve askerlerden oluşan Sovyetler kurulur. Böylece ikili iktidar süreci başlar. Nisan’da Petersburg’a gelen Lenin, “Ekmek, Barış ve Özgürlük” sloganıyla geniş halk kesimlerini etkileyip, desteklerini sağlar. Fakat geçici hükümet ne barışı sağlayabilmiş, ne halkın birikmiş sorunlarına çözüm olabilmiş ne de yaşama nefes aldırabilmiştir. Esas olarak halkı oyalamayı tercih etmiştir. Bunun karşısında talepler ve tepkiler gelişince, özellikle sosyalistlere ve Bolşeviklere karşı şiddetle bastırma yolunu seçmiştir.

Şubat Devrimi’nden bir süre sonra, geçici Kerenski Hükümeti’ne bağlı ordunun başına getirilen General Kornilov, paylaşım savaşının sürdürülmesinden yanadır. Sosyalizm düşmanıdır. Devrim karşıtıdır. Ona göre; “Lenin gibiler asılmalıdır”, “Sovyet oluşumları iptal edilmeli, askeri disiplin sağlanmalıdır”, “Bunun için de geçici hükümet yeniden yapılandırılarak, güçlendirilmelidir”. Kornilov’un bu anlayışı ve bu temelde geliştirdiği saldırılar, Bolşeviklerin daha da güçlenmesine zemin sunar. 24 Ekim 1917 günü, Lenin’in önderliğinde Bolşevikler, kışlık sarayı basıp, iktidarı alırlar. 8 aylık geçici hükümete son verirler. Şubat ayında başlayan devrim, Ekim ayında iktidara el konulmasıyla tamamlanmış olur. İşçiler birçok şehirde kendi seçtikleri temsilcilerden oluşan Sovyet yönetim birimlerini kurarlar.

Böylece yarı-kapitalist, yarı-feodal Rusya’da, eşitsiz ve birleşik gelişim kuralının bir sonucu olarak, işçi-köylü iktidarı kurulmuş olur. Sosyalist iktidarın yaptığı ilk iş komiserlikler oluşturmaktır. Buna bağlı olarak da;

* Lenin’in başkanlığında halk komiserleri

konseyi kurulur;

* Bütün bankalar ve banka hesapları kamu-laştırılır (devletleştirilir);

* Bütün üretim araçları ve topraklar üze-

rindeki özel mülkiyet kaldırılıp kamulaştırılır, devlet mülkiyeti haline getirilir;

* İşçiler bütün üretim süreçlerinde denetim

ve kontrolü sağlar;

* Serbest piyasa yerine, demokratik bir plan-

lamaya geçilir;

* Dış borçlar reddedilir, ödenmez;

* Topraksız köylülere toprak dağıtılır.

* Sovyet iktidarı, emperyalist paylaşım sa-

vaşından çekildiğini ilan eder. Barış antlaşması imzalar ve başta Skyes-Picot olmak üzere tüm gizli antlaşmalar açıklanır.

* Çarlık Rusya’sında halklar, zalimce baskı altında tutuluyordu. Ulusların kendi kaderini tayin hakkı temelinde Finlandiya, Estonya, Polonya ve Gürcistan’ın bağımsızlığı tanınır. Diğerleriyle de gönüllülük temelinde hiçbir ırkı, ulusu çağrıştırmayan, Sovyet Halklar Federasyonu inşa edilir.

 

“Tüm İktidar Sovyetlere” mi, Devlete mi?

Lenin’in önderliğinde gerçekleşen toplumsal mücadelenin seyri özetle böyledir. Ardından karşı-devrim saldırıları gelişir. 1918-1922 arası, amansız bir iç savaş yaşanır. Karşı-devrim 1922’de yenilir. Fakat devrim düşmanları, dış güçlerin desteği ve yönlendirmesiyle 1932’lere kadar, sınırlı ve parçalı bir savaşı sürdürürler. Reel sosyalizm 1990’lara kadar varlığını korur. Tarihte ilk defa büyük bir mücadele sonucu ezilenler adına kurularak gerçekleşen sosyalizm, devlet sosyalizmidir; iktidar sosyalizmidir. Ekonomik ve teknik gelişmelere yön veren ise, devlet kapitalizmidir. Adına “proletarya diktatörlüğü” denilen bir devlet yapısı, yıkılan devletin yerine ikame edilmiştir. Bu durum her ne kadar “yarı devlet”, “sönmek için kurulan devlet” diye tarif edilse de gerçekte olan tam tersini göstermiştir. Ortaya 5 bin yıllık tarihi olan ve onun birikimleri üzerinde çelikleşen ve bugün tüm çıplaklığıyla daha net görülen bir ceberut devlet ortaya çıkmıştır. Bu devletin yönlendirmesi ile bir mühendislik ürünü olarak kurulan sosyal-ekonomik, kültürel yaşama da “Firavun sosyalizmi” demek bugün daha da uygun görünmektedir. Reel sosyalizmde yaşanan ya da gerçekleşen, devletli sosyalizmdir. Yani demokrasisi olmayan ya da çok tali kalan, doğal olarak da toplumcu olmayan bir “sosyalizm” ortaya çıkmıştır. O nedenle de tüm yaşamın düzenlenmesini, yönlendirilmesini ve belirlenmesini planlayan ve uygulayan devlet ve iktidar olmuştur. Aynı zamanda hiyerarşik ve mülkiyetçidir. Ülkedeki tüm maddi değer ve zenginliklerin sahibi toplum ya da topluluklar değil, devlettir. Tüm tasarruflar iktidarındır. Toplum, devlet ve devlet tekellerince çepeçevre kuşatılmıştır. Her şey toplum adına ve toplum için denilmiş, fakat gerçekleşen ise devlettir. Devlet içinde de bir avuç asker, sivil bürokrasi ve parti hiyerarşisi her şeye kadirdir. Dar bir oligark yapı, kendini ülkenin sahibi ve savunucusu haline getirmiştir. İşçinin ve köylünün kendini yönetme hakkını gasp etmiştir.

Sınıfsız, sömürüsüz, mülkiyetsiz ve ayrıcalıksız bir dünya öngörülmüş, fakat oluşan tamamen tersi olmuştur. Gerçekleşen ve yaşananları sosyalizm saymak ve onun hanesine yazmak, sosyalizme yapılabilecek en büyük kötülük olur. Abesle iştigal etmek olur. Sorun tabii ki salt pratik uygulamalar değildir. Ya da birkaç kişinin art niyeti veya kötü oluşu ile de ifade edilemez. Aksine burada toplumsal yaşamı kurgulayan ve düzenleyen temel alana, yani ideolojik-teorik yaklaşımlara bakmak gerekir. Teorik tespitler, kuramsal çerçeve, kavramsal tanımlar, kullanılan araç-gereçler ile yol ve yöntemler neye göre ve nasıl yapılmıştır? Bunlar karşıtı olunduğu iddia edilen uygarlığa göre ise o zaman karşıt olunanın kötü bir kopyası olmaktan kurtulunamaz ve ona hizmet etmenin farkına bile varılamaz. İşte reel sosyalizmin realitesi budur. Kapitalizm karşıtlığıyla yola çıkar. Fakat uygulamaları, kendi demokratik toplum kültürünü yaratamaması ve devlet odaklı karakteri uyarınca, onun kötü bir versiyonu olmaktan kurtulamaz.

Sonuçta; Marks ve Engels’in ortaya koyduğu kuramlar ve yaşanan pratik deneyimlerden yola çıkarak uygulama geliştiren reel sosyalistler, bırakalım onları aşmayı, aksine kaba materyalist bir yaklaşımı aşamayarak, daha da çok dogmatizme boğularak liberalizmin bir mezhebi olmaktan kurtulamadılar. Böylece egemenlikçi-devletçi topluma karşı tahlilleri eksik kaldı. Toplumsal ilerlemenin gerekli bir aşaması olarak ele alınan kapitalizm, tarihsel ve ekonomik bir sistem olarak görüldü. Onun toplum karşıtlığı ekonomi karşıtlığı ve tarih düşmanlığı görülemedi. Kapitalizm ne sosyolojiktir ne ekonomiktir ne de tarihseldir. Topluma ait ne varsa karşıttır ve düşmandır. Çünkü toplumsallık onun ölümüdür. Nerede toplumun yararına bir gelişme varsa orada kapitalizm yoktur.

Ekim Devrimi’nin sosyalizmi, her ne kadar belirttiğimiz hususları içerse de yarattığı mücadele değerleri yadsınamaz; özellikle ulusal kurtuluş hareketlerine ve devrimlerine katkısı küçümsenemez. İdeolojik ve stratejik aktarımlarıyla yol göstericiliği, dünyanın birçok yerinde başarı kazandırmıştır. Ulusal, sınıfsal ve toplumsal mücadelelere moral-değer olmuştur. Dünya ezilen halklarının öncüsü ve umut yaşatıcısı olmuştur. Avrupa ülkelerindeki demokrasi, özgürlük ve sosyalist mücadelelerin umudu haline gelmiş; bu ülkelerdeki demokrasi, özgürlük, insan hakları ve hukukun üstünlüğü hususlarındaki gelişme ve düzenlemelerdeki rolü ve etkisi temel önemde olmuştur. İkinci Emperyalist Paylaşım (II. Dünya Savaşı) Savaşı’nda Nazi faşizmine karşı vermiş olduğu varlık-yokluk savaşıyla ödediği bedeller asla unutulamaz. Hem kahramanca direnişleri hem de destansı olayları gerçekleştirmiştir. Dünya insanlığına manevi değer sunmuştur.

Tüm bu gelişmeler, Ekim Devrimi’nin yaratımları olup, aynı zamanda uygarlığa müdahalesidir. Lenin önderliğindeki Ekim Devrimi, uygarlığa müdahale etmek istemiş, ancak sonuçta bu uygarlığın soldan sürdürücüsü olmaktan kurtulamamıştır. Kendi kapitalist modernite çeperlerini kırarak demokratik modernite paradigmasını oluşturamamıştır. Çağın modernitesini yaşamıştır. Onun hayat tarzını kabullenmiştir. Bu, onun en büyük handikabıdır.

 

 

 

 

 

Kaynakça ve Dipnot
[1] Narodnaya Volya (Rusça: Наро́дная во́ля; İnsanların İradesi veya İnsanların Özgürlüğü). Rusya İmparatorluğu’nda bulunmuş bir aşırı sol örgütlenmedir. Örgüt, 1881’de II. Aleksandr’ı suikast etmesiyle ünlenmiştir. Üyeleri arasında Nikolay Morozov ve Vladimir Lenin’in ağabeyi Aleksandr İlyiç Ulyanov gibi isimler de vardı. 1883 yılında örgüt üyeleri III. Aleksandr’a suikast yapmaya çalışırken tutuklanınca, örgüt dağılır. Tutuklanmayanlar, Sosyalist Devrimci Parti’nin kurulmasında öncülük eder.
[2] Anayasal Demokrasi Partisi veya Kadetler, Rusya İmparatorluğu’nda liberal bir siyasi partiydi. Parti üyelerine
Kadetler denilirdi. Bu isim partinin Rusça isminin kısaltmasından ileri gelir; K-D (Rusçası: Конституционная
Демократическая партия) harflerinden oluşan parti adının kısaltmasının Rusça okunmasıdır. Kadetler ismi,
Rus İmparatorluğu’nda askeri okul öğrencilerine verilen “kadet” ismiyle karıştırılmamalıdır. Partinin teorik hattını Konstantin Kavelin’in eserleri çizmiştir. Tarihçi ve siyasetçi Pavel Milyukov partinin varlığı süresince tek lideri olmuştur. Kadetler özellikle teknokratlar ve sanayiciler tarafından destek görmüştür. Ekim Devriminden sonra yasadışı ilan edilmiş ve kapatılmıştır. (Bkz: http://tr.wikipedia.org/wiki/Kadetler)
[3] Yarı Liberal Toprak Sahipleri Birliği, gerici büyük toprak sahipleri
 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.