Düşünce ve Kuram Dergisi

Devrimlerin Kadınlarından Kadın Devrimi Rojava’ya Bırakılan Miras

Münevver Azizoğlu Bazan

“Devrimlerin kadınları”nı ya da kadın vurgusunu öne çıkaran, başka bir ifadeyle “kadınların devrimleri”ni tasvir eden çok sayıda resim, fotoğraf vardır. Fransız Devrimi’nin tasvir edildiği Eugéne Delacroix tarafından resmedilen “Halka Yol Gösteren Özgürlük” adlı tablo belki de en çok bilinen kadın ve devrim temalı resimdir. Bu resimde özgürlüğü simgeleyen Marienne -Fransa Devrimi’nin sembolü olan kadın figürü- sağ elinde Fransa bayrağı, sol elinde ise bir tüfek taşıyarak yürümekte, arkasından gelen halkın her kesiminden savaşçısına öncülük etmektedir. Yine geçtiğimiz devrimler yüzyılından çok bilindik bir kare olan bebeğini emziren Nikaragualı Sandinist gerillanın gülerek objektife poz veren fotoğrafı, anne ve militan figürünün en bilindik örneğidir. Bu fotoğrafta bebeğini elleriyle sımsıkı sarmalamış ve emzirmekte olan genç kadının silahı da omzunda asılı durmaktadır. İran’da İslam Devrimi’nin gerçekleştiği süreçte baştan sona kara çarşafa bürünmüş, sadece öfkeli yüzünün bir kısmı ve tetiğe basmaya hazır baş parmağı ile eli görünen kadınların fotoğrafları tüm dünyayı sarsmaya yetmişti. Aynı şekilde Cezayir Kurtuluş Savaşı’nda özgürlüğün ve sömürgeye karşı başkaldırının simgesi olan “başörtüsü”, seküler kadınlar tarafından bile takılıyor, objektiflere öyle poz veriliyordu.

En yakın kadın ve direniş tarihimizden örnekler verecek olursak; literatüre “Kırmızılı Kadın” olarak geçen fotoğrafta, kendisine yakın mesafeden sıkılan biber gazına rağmen edasını ve duruşunu koruyan kırmızı elbiseli kadın Gezi hareketinin sembolü haline geldi. Ve son olarak, yine bir Gezi eylemi sırasında sosyalizm propagandası yaptığı gerekçesiyle gözaltına alınan ve buna kanıt olarak kırmızı fuları gösterilen ve hafızalara “Kırmızı Fularlı Kız” olarak kazınan kırmızı fularlı kızın fotoğrafı veya resmi değil, ama özgürlüğe yürüyüşünün hikayesi…

Tarihten günümüze kadar istisnasız tüm devrim ve hatta karşı-devrim süreçlerinde kadınlar çok önemli rol oynamışlardır. Bu, tersinden bir tarih okuması biçiminde olacaksa ya kadının devrimin öncü özne gücü olarak görülmesi ya da kadının her iki taraf açısından da nesneleştirilmesi olarak okunmalıdır. Her ne kadar bu yazı daha çok modern zamanların sistem karşıtı devrim süreçlerini ele alacaksa da “uygarlık” tarihine geçişten bu yana tarihe “devrim” olarak geçen tüm aşamalarda kadınların konumlarının o devrime yön vermede, devrimi gerçekleştirmede ve devrimin ulaştığı evrede çok belirleyici olduğu kuşku götürmez bir gerçektir.

Amerikalı feminist tarihçilerin mevcut tarih biliminin eril ve iktidarcı yönünü vurgulamak için kullandıkları bir kavram olan “his-(s)tory”, mevcut yazılı tarihin aslında erkek tarihinden ibaret olduğuna gönderme yapan eleştirel bir söylemdir. Bu eleştirinin yapıldığı 1960’lı yıllardan bu yana tarih yazımındaki eril söylemin ne kadar aşıldığı ya da alternatifinin ne kadar yaşam bulduğu kadının kendi tarih yazımındaki gelişme(si) ile paralel orantıdadır. Öte yandan egemen tarih yazımının dahi görmezden gelemediği ve literatürde genelde “sıra dışı kadınlar” alt başlığı ile yer alan, hemen hemen tüm tarihsel süreçlerde etkin, öncü ya da değiştirici rol oynayan kadınların araştırıldığı yazıların bir açıdan aslında mevcut bilime hizmet ettiği çoğunlukla göz ardı edilir. Sıra dışı kadınların tarih sahnesinde kalma çabaları ve mücadeleleri araştırılıp buna büyük paye verilirken, geride kalan ve toplumsal değişim ve dönüşüm süreçlerinde en az erkekler kadar ve hatta daha belirleyici rol oynayan kadın yığınları bu araştırmalarda yer bulmazlar. Bu açıdan özellikle kadın tarihi araştırmacıları verili bilime destek sunan ve sadece bir kısım kadının yer alma hakkını bulabildiği tarihçi anlayışın bu tehlikesine dikkat etmelidir. Buna karşılık 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, özellikle kadın tarihçilerin ve araştırmacıların büyük çabası ile kadını tarihte görünür kılma mücadelesi kısmen de olsa karşılığını bulmuştur. Bu yazının konusu olan “devrim süreçlerinde kadın”, kuşkusuz ki alternatif bir tarih okumasını gerekli kılmaktadır. Genellikle baskıcı yönetim ve devletlere karşı başlatılan ayaklanma ve devrimlerin dahi başlı başına bir alternatif okuma gerektirdiği düşünülürse kadın konulu bir yazının bazen alternatifin alternatifi bir okumayı gerektirdiği görülecektir.

 

Ekmek İçin İsyandan Adalet İçin Devrime

Her ne kadar bu yazı modern devrim süreçlerinde kadını ele alacaksa da “kadınların devrimlerle ilişkilenme” nedenlerine yanıt bulmak ve kadınları devrime götüren motivasyonları irdelemek devrimin biraz daha öncesine bakmayı gerektirir.[1] Araştırmacı Arlette Farge, devrim öncesi ayaklanma-isyan süreçlerini irdelediği “İsyanlarda Kadın” adlı makalesinde, genel düz tarih yazım anlayışından farklı olarak 16.yüzyıldan itibaren özellikle Avrupa’da başlayan halk hareketlerini ve modern çağın devrim süreçlerini inceleyen protesto araştırmalarında (Protestforschung) kadının daha sıklıkla görünür olmaya başladığını vurgular.[2] 16.-18.yüzyıl arasında baş gösteren köylü ayaklanmaları, şehir ayaklanmaları, politik, dini ya da ekonomik nedenli tüm ayaklanmalarda kadınlar öncü güç olarak aktif bir şekilde yer almışlardır. Kadınların bu ayaklanmalardaki öncü rolü yine “doğal” olarak karşılanmış, aileyi öncelikli kılan kadının, örneğin ailesini, çocuklarını açlık tehlikesine karşı koruma istemi, buna karşı mücadelede en ön safta olması “doğası gereği” biçiminde açıklanmıştır. Kadınların isyanlardaki rolünü görmezden gelemeyen araştırmalar, kadınların bu ayaklanmalara katılım motivasyonlarını incelememiş, bunu kadının doğası ile tanımlamaya çalışmış ve sonraki bütün ayaklanma, isyan ve devrimlerde kaçınılmaz bir son olan “eve geri dönüş” sürecini sorunsallaştırmamıştır. Hemen hemen tüm devrim süreçlerinde aslında hem kadın hem erkek açısından rastlanılan bir durum olan eski gündelik hayata geri dönme, sadece kadınlar açısından bir problematik olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira ayaklanmadan ya da devrimden sonra eve dönen kadın, artık bir daha asla eski kadın olmayacaktır.[3] Kadınların 18.yüzyıla kadar süren ekmek, toprak, vergi vs. temalı ayaklanmalardaki aktif rolü bir sonraki yüzyılda eşitlik, iş hakkı, eğitim vb. gibi talepler için mücadele etmeyi miras olarak bıraktı.

1793 tarihli Paris Haziran Ayaklanması’nda bir milletvekili, “Kadınlar, hareketi başlatacaklar, erkekler de onların yardımına gidecekler,”[4] diyerek kadınların ayaklanmadaki gücüne vurgu yapar. Ancak bu vurgu, daha sonra kadının “erkeğin yanında yer almak, ona destek olmak üzere”[5] eylemlere ve gösterilere katıldığı kabulünü değiştirmez. Kadınlar silahlı erkek ulusal muhafızların yanında “kundakçı”[6] olarak yer alırlar. Kadınların Fransız Devrimi öncesi ve sürecinde halk ayaklanmalarındaki aktif duruşu özellikle ayaklanma önderleri, politik aktivistler tarafından da desteklenmiş ve propaganda edilmiştir. Zira kadına “isyan ve toplum” arasında bağlayıcı bir köprü rolü biçilmiştir. Yine mevcut cinsiyet rollerini vurgulayan ama devrimsel söylemlerle pekiştiren, cumhuriyetçi yurtsever anne ve kadın söylemi halk açısından bir halk ayaklanmasının normal olarak değerlendirilen bir durumu olarak ortaya çıkar.[7]

Ayaklanmalardan farklı olarak devrim, somut bir organizasyon ve yapılanma gerektirir. Bu açıdan Godineau’nın da belirttiği üzere bir organizasyonun olmadığı ayaklanmalarda her iki cinsiyet için de yeteri kadar mücadele alanı vardır.[8] Ama bu denge hep cinsiyetlerden birinin halkı temsil eden rolüne girerek politik bir yapılanma yaratmasıyla diğerinin aleyhine bozula gelmiştir. Bu da kadının politik öncü yönetim organlarından uzak tutulmasına neden olmuştur. Kadınlar, devrimin tüm aşamalarında ve barikatlarında erkeklerle birlikte mücadele ettikleri halde devrimin yapısal organizasyonlarından –komiteler, ordu, toplantı üyesi, politik gruplar vs.- tamamen uzak tutulmuşlardır. Kadınların eşit yurttaşlar olarak görünür olma istemleri yurttaş olmama gerçeklerine çarpmıştır. Buna rağmen tüm Fransız Devrimi süreci boyunca kadınlar vatandaşlık hakkı elde etmek için ve Fransız halkının bağımsız birer üyesi olabilmek için pek çok alanda politik mücadeleler yürütmüşlerdir. Karar mekanizmalarında yer almasalar da dinleyici sıralarından istek, talep ve protestolarını sesli biçimde dile getirmişlerdir. Bu ısrarlı çabalarından ve sözlerini sakınmayan tavırlarından dolayı kadınlara “örgücüler”[9] lakabı takılarak onların politik özne olma mücadeleleri cinsiyetçi söylemlerle aşağılanmaya, değersizleştirilmeye çalışılmıştır.

Kadın mücadele tarihi açısından bir dönüm noktası niteliğindeki Fransız Devrimi, kendisinden sonraki devrim mücadelelerinde de devamını bulan cinsiyet ilişkilerini ve rollerini temelden etkileyen bir sorgulama başlatmıştır. Fransız Devrimi içerisinde başat rol oynayan kadın mücadelesi sayesinde ilk kez kadın sorunu formüle edilmiş, politik anlayışın merkezine oturtulmuştur. Devrimin aslında cinsiyet sorunu üzerine kafa yorma gibi bir derdinin olmadığı ama kadınlar tarafından buna zorlandığı, devrimin değil devrim sürecinde mücadele veren kadınların kadına yurttaş statüsünü kazandırdığı gerçeği çoklukla analizlerde göz ardı edildi.

 

Devrimler ve Karşı-Devrimler Yüzyılı

Fransız Devrimi öncesi 18. yüzyıla değin devam eden halk ayaklanmalarında toplumun temel bileşkesini oluşturan kadının “baskı, zulüm ve açlıkla terbiyeye” karşı ön saflarda yürüttüğü mücadele, 18.yüzyıldan itibaren, Fransız Devrimi süreci ile birlikte “eşitlik, adalet ve yurttaş hakları” taleplerini de içerisine alarak 20. yüzyıla güçlü bir kadın mücadelesi mirası bırakmıştır. 20. yüzyıl, kadın mücadele tarihinde en hızlı ve kalıcı dönüşümlerin olduğu yüzyıldır. Fransız Devrimi’nde rol alan kadınların kazanımlarıyla bayrağı devralan kadınlar bu yüzyıla “özel olan politiktir” gibi devrim niteliğinde olan bir kavramı hediye etmiş; eğitim, seçme seçilme hakki taleplerinin yansıra, aile, cinsellik, toplumsal cinsiyet kavramları gibi toplumun cinsiyet algısını sorgulayan kavramları politik bir söyleme kavuşturmuşlardır. Tüm bu talep ve isteklerin 20. yüzyılda ortaya çıkan devrim süreçlerine etkisi de kaçınılmaz olarak büyük olmuştur.

20. yüzyıla damgasını vuran devrim, kuşkusuz ki Ekim 1917 Devrimi olmuştur. Etkisi ve sonuçları hala konuşulan ve tartışılan Ekim Devrimi de kadından ayrı ve bağımsız değerlendirilemeyecek denli kadın eksenli bir devrimdir. Daha çarlık rejimi sürecinde muhalif düşüncelerde kadın sorunu önemli bir argüman olarak ortaya çıkmaktadır. Devrimci hareketler içerisinde yüzde 15-20 oranında örgütlenen kadınlardan söz edilmektedir.[10] Bağımsız kadın örgütlenmeleri mevcuttur. Tüm bunlara en önemli neden olarak tabii ki on milyonun üzerinde savaşa giden erkekler, buna karşılık tarım ve köy faaliyetlerini sürdüren yüzde 70’lik kadın çalışan gösterilebilir. Dolayısıyla diğer bütün devrimlerde olduğu gibi Ekim Devrimi’nde de temel motivasyon kadınların toplumsal değişimlerden en fazla etkilenen kesim olmalarında ve haliyle olumsuz etkilenmelere karşı ilk tepkiyi ortaya koyan olmalarında yatmaktadır. Öyle ki Ekim Devrimi’nin ateşleyicisi durumundaki Şubat Devrimi sürecinde ilk kıvılcımı çakan kadın işçilerin sokağa çıkması oldu. 8 Mart tarihinde -eski takvimle 23 Şubat 1917’de- Petrograd’da kadın işçiler çocukları ile birlikte ekmek ve barış taleplerini haykırdılar.[11] O günden itibaren her anlamıyla devrimle birlikte yürüyen kadınlar büyük kazanımlara imza attılar. Sovyet Devrimi, kadın kurtuluşunun ilk ve temel koşulunu yaratma iddiasıyla kadının köleleşmesine neden olan özel mülkiyeti ortadan kaldırıp yerine toplumsal mülkiyeti koyarak kadın sorununun köklü bicimde çözüleceğini düşündü. Gerçekten de kadının erkekle her anlamda eşit olduğunu kabul eden yasal değişikliklerle kadına yönelik her türlü baskıya karşı mücadelelere girişildi: 8 saat çalışma izni, evlilik ve boşanma yasalarında kadının lehine yapılan düzenlemeler, kreş hakkı, çamaşırhane, vs. gibi haklar kadının toplumsal yaşama katkısını artırmaya yönelikti.[12]

Sovyet Devrimi’nde kadın ve erkek arasındaki eşitsizliği gidermek üzere atılan yasal adımların güncel ve pratik yaşamda karşılığını bulamamasının nedenleri üzerine düşünmek gerekirse, ilk olarak bunu erkek egemenlikli iktidarcı sistemin nüveleriyle yaşanan çelişki üzerinden tanımlayabiliriz. Yasal düzenlemelerle üstesinden gelinebileceği düşünülen eşitsizlikler ve kadının ikincil konumu zihniyetinde bir değişiklik geçirmeyen erkek ve erkeğin iktidar anlayışı bu düzenlemeleri kanıksamamıştır. Kadın yine öncelikle evde, kocanın kadını, çocukların annesi; işyerinde, patronun ve şefin akıl verdiği, yönlendirdiği emekçi pozisyonundadır. Yine Sovyet Devrimi sürecinde politik militan kimliği kanıksanamayacak denli baskın olan kadınların politik düzlemde teorik ve pratik alanda yetkin ve söz söyleyen konumda kalma çabaları her zaman engelsiz olmamıştır. Devrim sonrası süreçte karar mekanizmalarında yer alan kadın sayısı oldukça azdır. İktidar anlayışının başlı başına kadının özgürlüğü ile tezat düştüğü analizinden yola çıkarsak iktidar hedefli tüm yönetim sistemlerinin egemenliklerini sürdürebilmeleri ve toplumsal düzlemde bunu içselleştirebilmeleri için temel kurumlara ihtiyacı vardır. Bu kurum ataerkil sistemin kadını hapsettiği “aile” kurumundan başkası değildir. Öyle ki Stalin döneminde sosyalizmin inşasının stabil bir toplum gerektirdiği ve bunun için de çekirdek kurum olan ailenin bekasının esas alınması gerektiği tespiti yapılarak, aile, ekonomik ve ideolojik olarak kutsanır. Kuskusuz ki burada anne temel rolü oynayacaktır. Stalin, Nisan 1916’da Trud dergisinde söyle yazar: “Yaşamı yok eden kürtaj bizim ülkemizde yasaktır. Sovyet kadını erkekle eşit haklara sahiptir. Ama bu onu doğanın kendisine verdiği büyük ve soylu görevinden alıkoyamaz. O annedir ve yaşam bahseder.”[13]

20. yüzyıl devrim mücadelelerinde temel motivasyon olan ulusun bağımsızlığı ilkesi, kadınların önceki yüzyıllardan edindikleri miraslarla bu mücadelelere katılımını daha teorik ve stratejik kılmıştır. Avrupa’daki devrim deneyimlerinden –kadın açısından- çok farklı sonuçlanmayan diğer kıta devrimlerinde de kadın, devrimin tüm saflarında silahlı ve silahsız olarak mücadele ettiği halde, daha sonraki süreçlerde politik arenadan eliminize edilmiş, cephenin geri tarafına itilmiştir. Yine bu yüzyıl devrimlerinin kadın mücadelesine kazandırdığı diğer bir alan ise kadınların kendi bağımsız örgütlenmelerine gitmeleri ve “kız kardeşlik” şiarını yükseltmeleri oldu. İspanya İç Savaşı sırasında mücadele eden kadınların daha sonra politik karar mekanizmalarından uzak tutularak iç bölgelere gönderilip oralarda toplumsal görevlerde yer almalarının desteklenmesi, kadınların kendi aralarında dayanışma ve örgütlenmesini beraberinde getirdi. Siyasi görüşleri çerçevesinde örgütlenen kadınlar, toplumun sorunlarına karşı -siyasi görüşlerinden bağımsız olarak- ortak kararlar alma, birlikte çalışabilme iradesini gösterdiler.[14] Bir kadının başarısı tüm kadınların başarısı olarak kabul edildi.

Avrupa’da, “Ekmek de istiyoruz gül de!” şiarında vücut bulan kadın ve devrim mücadeleleri deneyimi, Afrika, Latin Amerika deneyimlerinde, sömürgeci güçlere karşı yürütülen mücadelelerde ulus-ırk-dil-aidiyet bilincinin kadınlık durumundan önce vurgulanması biçiminde oldu. Latin Amerika’daki devrim dalgalarında gerilla mücadelelerine katılan kadınların oranı yüzde 30-40 civarında olmuştur. Politik ve ekonomik değişikliklerden en fazla etkilenen kesim olan kadınlar, her ne kadar stabil bir diktatörlüğü stabil olmayan bir demokrasiye tercih etseler de[15] dogmatik Katolik kilisesine karşı bir öğreti olarak ortaya çıkan ve baskıya karşı silahlı mücadele çağrısı yapan “özgürlük dini”nden etkilenerek aktif bicimde gerilla mücadelelerine katıldılar. Nikaragualı Sandinist gerilla Dorotea Wilson diktatör Somoza’ya karşı mücadelede kendisini büyüleyenin her şeyi paylaşma olduğunu söyler; “cinsiyet bilincimiz yoktu ama inanılmaz bir dayanışma vardı.”[16] Cinsiyet çelişkilerinin kaybolmadığı ama “ulus, millet ve kurtuluş”a önceliğin verildiği ulusal bağımsızlık savaşlarından kadın tam bağımsız olarak çıkmamış ama kadın kurtuluşunun ancak özgün bicimde örgütlenmekten geçtiği tespitini yaparak kendi bağımsız örgütlenmelerini kurma yoluna gitmiştir.

 

Rojava Devrimi: 21. Yüzyıl Kadının Yüzyılı

Ortadoğu uygarlık tarihini bir yönüyle karşı-devrim tarihi olarak yorumlayan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan bu karşı devrimin uygarlık sisteminden dışlanan tüm toplumsal unsurlara karşı yapıldığını söyler[17]. İkinci bir kadın devrimine ihtiyaç olduğunu söyleyen Öcalan, bu kadın devriminin erkeğin ve kadının zihniyet ve yaşam değişikliğini esas aldığını belirtir. İktidar ve devlet aygıtlarının en küçük birimi olan aile kurumu ve onun üzerinden şekillenen hiyerarşik ataerkil sistem, bekasını, kadını köleleştirerek eve hapsetmede bulur. İktidar ve devlet eksenli tüm yönetim şekilleri kadının öncelikli yerinin ev olduğunu vurgulayarak onu erkeğin güdümüne sokar. Dünya devrim deneyimlerinin bu ataerkil zihniyetten arınmamış olması kadın sorununu aşamamaları, dolayısıyla toplumsal bir değişim ve dönüşümü temelden gerçekleştirememeleri sonucunu doğurmuştur. Kürt Özgürlük Hareketi’nin, “Kadını özgür olmayan toplum özgür olamaz,” tespiti üzerinden yola çıktığı “Özgür kadın, özgür yasam,” perspektifini cins çelişkisinin en yoğun yaşandığı Ortadoğu coğrafyasında hayata geçirmeye başlaması kuskusuz ki tesadüf değildir.

Kadınları en değersiz meta konumuna getiren Ortadoğu’daki sistem günümüzde en barbar ve hoyrat yüzünü kadınlara karşı göstermektedir. Şimdiye kadar anlatılan devrim deneyimlerinde kadınların aktif duruşu, onları devrime sevk eden motivasyonların yanı sıra devrim sonrası süreçte atıl bırakılmaları işlendiyse de göz ardı edilmeyecek bir diğer gerçek daha var ki o da kadınların karşı devrim unsurları tarafından en tehlikeli düşmanlar olarak görülmeleridir. “Önce Kadınları Vurun” adıyla bilinen Eileen McDonald’in kaleme aldığı kitap, adını dönemin Hamburg Anayasa Koruma Sözcüsü Christian Lochte’ nin cümlesinden alır aslında. Lochte 1970 ve 80’li yıllarda Avrupa’da faaliyet yürüten anti terör birliklerine bu komutu verir; zira kadınlar birlikte savaştıkları erkek yoldaşlarından daha tehlikeli ve insafsızdırlar.”[18] Kadınların devrim mücadelelerinde daha kararlı ve inançlı oldukları düşüncesi Lochte’nin tezi değildir kuşkusuz, ama buna karşı geliştirilen strateji tüm dünyada aynıdır. En planlı ve organizeli örneğini Paris’te üç Kürt kadınının katledilmesinde gördüğümüz bu karşı devrimci kadın kırımı politikası hali hazırda Ortadoğu’da DAİŞ’in eliyle uygulanmaktadır.

Dünya devrim mücadeleleri tarihine “Rojava Devrimi” olarak geçen ve hala devam eden bir süreç olan Batı Kürdistan Devrimi, şimdiye dek anlatılan devrim süreçlerinden farklı bir özelliğe, tamamlayıcı bir özelliğe sahip: Rojava Devrimi, kadın devrimi olarak geçmişten günümüze özgürlük, eşitlik ve adaleti savunarak yola çıkan tüm devrim deneyimlerinin mirasını devralmış, bunu kadın kurtuluş ideolojisi perspektifi ile bütünleştirmiş bir devrim modelidir. Kürt Özgürlük Hareketi’nin 30 yılı aşkındır sürdürdüğü bir mücadelenin ürünü olan bu devrim, elbette ki yukarıda anlatılan devrimlerde yaşanan zorlukların hemen hemen tümünü bir biçimiyle yaşamıştır. Şimdiye dek yaşanılmış olan devrim deneyimlerinden öğrenilecek çok şey olduğunu görmek kadar, çıkarılacak dersler olduğunu da gören, yetmezlikleri ve eksiklikleri analiz ederek özgürlük perspektifini oluşturan Kürt Özgürlük Hareketi’ni başarılı ve durdurulamaz kılan belki de en önemli özellik inatla mücadele alanlarını hiç bir zaman terk etmemiş olmasından kaynaklanmaktadır. Son mermiyi, “Gerek olabilir,” diye kendine saklayan bir hareketin kadın devrimcileri “eski tarza ve eve geri dönüşü” imkânsız kılmayı başarmışlardır.

 

 

 

* Kürt Kadın Hareketi Aktivisti
[1] Burada sorunlu bir dile dikkat çekmek gerektiğini düşünüyorum. Genelde bu temayı işleyen benzer araştırmalarda “kadınların devrime katılımı” incelenir. Bu sunumlarda daha henüz başlıktan itibaren kadını ikincil konuma koyma vardır. Oysa ki hemen hemen tüm devrim süreçlerinde kadın devrimin fitilini ilk ateşleyen konumundadır. Kadın katılan değil, başlatan konumundadır.
[2] Farge, Arlette; İsyanlarda Kadın. s.507.
[3] Arlette; s.508.
[4] Godineau,Dominique; Özgürlügün Kızları ve Devrimci Yurttaş Kadınlar. s.27.
[5] Hatta Paris şehir direnişine katılan kadınların kendileri de saflarda yer almalarını bu şekilde tarif ederler.
[6] “Kundakçı” kavramı, daha sonraki örneklerde de görüleceği üzere, kadınin devrimci pozisyonunu görmezden gelip onu ikincilleştiren, araçsallaştıran egemen tarih söyleminin vurgularından biridir.
[7] Godineau. s.27.
[8] Godineau; s. 28.
[9] Tarih kitaplarında Fransız kadınların giyotine gönderilen insanları örgü örüp dedikodu yaparak izledikleri yazar.
[10] Navailh, Francoise; Sovyet Modeli, s.257
[11] Francoise; s. 258.
[12] bkz. http://m.friendfeed-media.com/5530a02a3997ee593219c47784b47bd9264a7a9b
[13] Navailh, Francoise; Sovyet Modeli, s.275.
[14] Genevois, Bussy Daniele; İspanyol Kadınlar, s.205.
[15] Kampwirth Karen; Gerilla Hareketlerinde Kadınlar. S. 43, 120,122.
[16] Karen; age.S.33.
[17] Bkz. http://www.ozgur-gundem.com/yazi/115100/ortadogu-toplumunda-bunalim-ve-sorunlar-viii
[18] Bkz. http://www.ozgur-gundem.com/yazi/115100/ortadogu-toplumunda-bunalim-ve-sorunlar-viii[18] Nûdem; Servin; Kurdistan Report 166 März/April 2013
Farge, Arlette; Frauen im Aufstand; . in: (hg.)
Duby, Georges; Perrot, Michelle.Geschiche der Frauen, Frühe Neuzeit. Band 3.Campus Verlag. S. 507524.
Godineau, Dominique; Töchter der Freiheit und revolutionäre Bürgerinnen. in: (hg.)
Duby, Georges; Perrot, Michelle.Geschiche der Frauen, 19. Jh. Band 4.Campus Verlag. S. 25-44.
Genevois, Bussy Daniele (1995); Spanische Frauen. Von der Republik zum Franko Regime. in: (hg.) Duby, Georges; Perrot, Michelle.Geschiche der Frauen, 20. Jh. Band 5.Campus Verlag. 2012. S.205-222.
1.Sledziewski, Elisabeth; Die Fransösische Revolution als Wendepunkt. in: (hg.)
Duby, Georges; Perrot, Michelle.Geschiche der Frauen, 19. Jh. Band 4.Campus Verlag. S. 45-62.
Ida, Reyhan; Kadın Cinsinin Kurtuluşunda Tarihsel Bir Adım: Ekim Devrimi
[http://m.friendfeed-media.com/5530a02a3997ee593219c47784b47bd9264a7a9b]
Navailh, Françoise (1990); Das sowjetische Modell. in: (hg.)
Duby, Georges; Perrot, Michelle.Geschiche der Frauen, 20. Jh. Band 5.Campus Verlag. 2012. S. 257-283.
Nûdem; Şervin; Kurdistan Report 166 März/April 2013. S. 10-13.
Kampwirth Karen; Women in Guerrilla Movements. Nicaragua, El Salvador, Chiapas, Cuba. Pennsylvania: The Pennsylvania State University Press, 2002, S. 43 und 120–122.
Öcalan, Abdullah; Ortadoğu Toplumunda Bunalım ve Sorunlar
[http://www.ozgur-gundem.com/yazi/115100/ortadogu-toplumunda-bunalim-ve-sorunlar-viii]
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.