Düşünce ve Kuram Dergisi

Cezaevinde Direnişin Önemi ve Anlamı

Kariane Westrheim*

Özet

Bu makale Türkiye hapishanelerinde bulunan, büyük çoğunluğu Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile bağlantılı olmakla suçlanan Kürt siyasi mahkumlara odaklanmaktadır. Tartışmaya açılan temel sorular şunlardır: “Mücadelenin geneli için direniş ne kadar önemlidir?” ve “Görünüşte anlam içermeyen hapishane koşullarında siyasi mahkumlar nasıl anlam yaratır?” Kürt siyasi mahkumlar arasında yapılmış olan (Westrheim, 2008)[1] kalitatif bir mülakat çalışması ve araştırma literatürünün de ortaya koyduğu üzere, cezaevinde yapılan eğitim ve benzeri diğer etkinlikler, mahkumların kişisel gelişiminin güçlenmesine katkıda bulunarak bilinç, direnç ve anlam inşa etmek, mahkumların kolektif birliğini ve mücadelenin genelini güçlendirmek için önemli araçlar oluşturur.

 

Giriş

1978 yılının Kasım ayında bir grup Kürt öğrenci, Lice kırsalındaki Fis köyünde Kürdistan İşçi Partisi’ni (PKK) kurdu. Marmara Denizi’nde bulunan İmralı Adası’nda müebbet hapis yatmakta olan Abdullah Öcalan, partinin ilk Genel Sekreteri oldu. Parti, Türkiye’de Kürtlerin Türklerden gördüğü baskı ve zulüm, Kürt illerinde kesintisiz sürdürülen asimilasyon politikası, takip ve gözetlemeler, zorla kaybetmeler, cinayetler ve askeri müdahalelere tepki olarak kurulmuştu. 1984 ile 1999 yılları arasında PKK’nin Türkiye’ye karşı yürüttüğü savaşın sonuçları,[2] Kürt nüfus için felaket olmuştur. Bu sonuçlardan birisi de çoğunluğu PKK ile ilişkili olmakla suçlanan muazzam sayılara ulaşan siyasî mahkumlardır. 1980 yılında Türkiye’de yapılan askerî darbe sonucunda siyasî sol neredeyse ortadan kaldırılmışsa da zulüm ve tutuklama dalgaları 1980 ve 1990’larda da sürmüş, hatta günümüze kadar gelmiştir (Westrheim, 2008).

PKK’nin kuruluşundan bu yana eğitim faaliyetleri, partinin politik ve ideolojik programının önemli bir parçası ve cezaevinde direnişin bir yolu olagelmiştir. Buna ek olarak, eğitim hapishanede günlük hayata da anlam katmaktadır (Westrheim, 2008). Tüm zamanların en önemli siyasi tutsaklarından biri olan PKK lideri Abdullah Öcalan, tarihsel, ideolojik ve politik açıdan eğitim ve yenilik için önemli bir itici güç olmuş ve partinin kuruluşundan bu yana bir dizi toplumsal dönüşüme öncülük yapmıştır.

Öcalan’ın 1999 yılında yakalanıp hapsedilmesinden bu yana PKK 2000’li yıllarda köklü bir dönüşüm geçirdi. Bu dönemde PKK, örgütlenme, ideoloji ve siyasi-askeri mücadelesini kapsamlı bir şekilde yeniden yapılandırdı ve rotasını radikal demokrasi projesine doğru çevirdi (Akkaya ve Jongerden, 2012). PKK ve Öcalan’ın en büyük başarıları arasında, İmralı Cezaevinde PKK’nin geçmişteki görüşlerini yeniden gözden geçirerek ortaya sürdüğü kadın özgürlüğü ve Demokratik Toplum Hareketi olarak bilinen KCK bulunmaktadır. Öcalan’ın yeni fikirleri, kapitalist moderniteye alternatif olarak devletsiz bir demokrasi önerisiyle “Demokratik Konfederalizm” kavramı altında sunuldu. Temel unsurları ise kadın özgürlüğü, toplumsal cinsiyet, etnik dinsel eşitlik, ekoloji ve en alt seviyelerin makro düzeydeki karar alma süreçlerinde yer aldığı doğrudan demokrasidir. (Omrani, 2015).[3] Cezaevinde uygulanan tecridin, yalnızlaştırmanın, avukat ve aile temaslarının engellenmesinin getirdiği insanlık dışı koşullara rağmen Öcalan en önemli yazılı eserlerinden bazılarını tam da bu şartlar altında yazmıştır. Yazıları, Kürt hareketinin çok ötesinde halklara harekete geçmeleri için motivasyon kaynağı oldu. Aşağıdan yukarıya örgütlenen bir hayattan politik düzeye kadar Kürtler, tüm Ortadoğu’ya fayda sağlayacağına inandıkları bir geleceği inşa etmeye başladılar. Öcalan’ın fikirleri siyasi mahkumların hapishane hayatında anlam üretmeleri bakımından da büyük bir anlam taşıyordu. Öcalan’ın fikirleri gelecek için umut, direniş için motivasyon kaynağı oldu.

Siyaset bilimciler, hukukçular, tarihçiler ve antropologlar (McDowell, 2000; Romano, 2006;

Beyaz, 2000; Özcan, 2006; Gunter, 1990; Green, 2002) yetmişli yıllardan günümüze Türkiye’de zulüm, baskı ve hapishane koşulları ile ilgili dikkate değer çalışmalar yürütmüştür. 1980’lerde siyasi mahkumlara yönelik işkence ve kötü muamele, eski belediye başkanı ve siyasetçi Mehdi Zana tarafından da ayrıntılı olarak anlatılmıştır (Zana, 1997). Eski tutuklu Milletvekili Leyla Zana (1999), başlangıçta siyasi bir mahkum olarak kişisel gelişiminin Kürt özgürlük mücadelesinin gelişimiyle nasıl eş anlamlı hale geldiğini ortaya koymuştur. Buna ek olarak, İnsan Hakları örgütleri; Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Norveç Helsinki Komitesi düzenli olarak raporlar hazırlayarak Türk cezaevlerindeki koşulların tespit edilmesine katkı sunmuştur. Daha önceki kaynaklar ya Türkçe ya da Kürtçe olduklarından geniş kitlelere ulaşamamıştır. Ancak, son 15 yıldır önemli bir değişiklik yaşanmıştır. Kürt gençleri yüksek öğrenim görmeye başlamış, hatta pek çoğu doktora derecelerini tamamlamıştır. Dünya çapında büyük bir Kürt diasporası olduğundan Kürt gençleri birkaç dile hakimdir. Bunun sonucu olarak Kürt olmayanlar, Kürt halkı ve yaşadıkları ülkelerdeki siyasi durum hakkındaki kaynaklara çok daha fazla erişime kavuşmuştur.

 

Siyasi Mahkumlar Kimlerdir?

Zamanının dünyaca ünlü siyasi mahkumlarından Nelson Mandela, bir zamanlar bir toplumun vicdanını test etmenin en iyi yolunun söz konusu toplumun mahkumlara, özellikle de siyasi mahkumlara nasıl davrandığına bakmak olduğunu söylemiştir (2003). Geoffrey Bould (1991/2005) hapishane yazıları antolojisinde, siyasi mahkumların, devlet otoritesine meydan okudukları, fikirleri ve faaliyetleri hükümet tarafından tehdit olarak algılandığı için esaret altında tutulan kişiler olduğunu belirtir (2005, p. xvii).

İtalyan Marksist filozof, gazeteci, dilbilimci, yazar ve siyasetçi Antonio Gramsci, 1926 yılında siyasi nedenlerden dolayı hapse atılmış, 1936 yılındaysa ağır sağlık sorunları nedeniyle serbest bırakılmıştır. Gramsci hapishanede eğitim faaliyetleri organize etmiş ve hatta tutulduğu Ustica adasında bir hapishane okulu (scuola dei confinati) kurmuştur (Borg ve Mayo, 2002, p. 93; Westrheim, 2008).

Devletler, mahkumlara tecrit yoluyla yalnızlık hissi aşılamayı ve morallerini bozmayı elzem görür. Mahkûmlar ne kadar tecrit edildilerse kendilerini o kadar terk edilmiş hissederler. Buna iyi bir örnek, daha sonra milletvekili olan İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA) aktivisti Bobby Sands’dir. 66 gün süren açlık grevi sonrasında 27 yaşındayken hapishanede hayatını kaybetmiştir. Sands, artık dışarıdaki halkın onu desteklemediğini, eski destekçilerinin ona sırtlarını döndüğünü ve yalnız bırakıldığını hapishane yönetiminin kendisine söylediğini yazmıştır (Sands 1998, p. xx). Siyasi mahkûmlar için, dışarıdaki parti arkadaşlarının veya mücadelelerine katılanların dayanışma duygusu, cezaevinde “hayatta kalma” iradesini korumak ve hapsedilmenin kendileri ve mücadeleleri için önemli olduğu duygusunu sürdürmek için mutlak bir gerekliliktir. Çok sayıda tanınmış siyasi mahkûm, cezaevi memurlarının yanı sıra devlet temsilcilerinin sık sık onları ziyaret ederek aynı moral bozucu tutumu sergilediklerini ifade etmiştir.

Kieran McEvoy’un Avukatlar, Çatışma ve Geçiş projesi (2015) için hazırladığı, Kuzey İrlanda’daki siyasi mahkumlar, direniş ve yasalar raporunda bahsettiği gibi bir diğer demoralizasyon aracı da kriminalize etmedir. “Kriminalize etmek, cezaevlerini özellikle IRA’yı çökertmek için bir alan olarak kullanma çabasıydı,” der. “Bu yöntem, mahkumları suçlu (p.vi) olarak tanımlayarak siyasi amaçlara sahip insanlar olduklarını kabul etmeyi reddeder.” Bir strateji, bu mahkumları muhalif (siyasi) gruplar ve adi suçlularla zorla bir arada tutmak ve mahkumları çalışmaya, hapishane üniforması giymeye zorlamak ve ‘sıradan’ hapis cezasının diğer tuzaklarını zorla kabul ettirmeye çalışmaktır. Bu ise doğrudan mahkumların battaniye eylemleri, yıkanmama eylemleri ve açlık grevi stratejilerine yol açmıştır” (2015, s. iv). Bu strateji, Türk cezaevlerinde sadece siyasi mahkumları kriminalize etmek için değil, aynı zamanda mahkumların ailelerini, arkadaşlarını ve politik müttefiklerini de kriminalize etmek için de sıklıkla kullanılmaktadır.

Bir diğer örnek olarak Kürt hareketiyle çarpıcı benzerliklere sahip, apartheid karşıtı bir hareket olan Afrika Ulusal Kongresi (ANC) verilebilir. ANC’li siyasetçi ‘Mac’ Maharaj (1978), Robben adasında Nelson Mandela ile birlikte on iki yıl geçirmiştir. Maharaj’ın ifadesiyle, devletin amaçlarından biri siyasi mahkumları sessizleştirmek için tecrit etmekti. Amaçları, ileri gelen siyasi liderlerin halkı devletin çıkarlarını tehdit edebilecek fikirlerle beslemesine engel olmaktı (1978, s. 179-80) (Westrheim, 2008).

 

Eğitim Unsuru

PKK tarihinde, Mandela ve Maharaj gibi, bilgileri ve takipçilerine fikir verme yolları ile mücadelenin siyasi sembolleri haline gelmiş çok sayıda mahkum örneği vardır. Öcalan gibi Mandela (2003) da takipçilerine eğitimin önemini vurguladı. Ona göre mahkumların cezaevinde gerçekleştirdikleri çoğu faaliyetin güçlü eğitimsel yönleri vardı:

“Mücadelede Robben Adası ‘Üniversite’ olarak biliniyordu. Bu, kitaplardan öğrendiklerimiz yüzünden değildi […]. Robben Adası’nın ‘Üniversite’ olarak anılmasının nedeni birbirimizden öğrendiklerimizdi. Kendi profesörlerimizle, kendi müfredatımızla ve kendi derslerimizle kendi fakültemiz olduk (Mandela 2003, s. 556).”

Genç siyasi mahkumlar genellikle tarihsel bilgi ve eğitimden yoksun olduklarından, eğitimli ANC üyeleri onlara Mandela’nın (2003) “Sokratik tarz” dediği yöntemle eğitim sunmaya başladılar. Belirli bir lider etrafında gruplar halinde toplanarak, fikirler ve teoriler açıklanır, tartışılır, görüşülürdü (age, s. 454). Bu model, Brezilyalı eğitimci ve akademisyen Paulo Freire’nin (1972) kültürel çevreler[4] olarak adlandırdığı, toplumsal iktidar yapılarının ortaya çıkarıldığı ve toplumun okur yazarlık edindiği, öz bilince kavuştuğu ve gelecek gelişiminin sorumluluğunu üslendiği modele hayli benzer. Bu, PKK’nın köylerdeki insanları ziyaret ettikleri ilk aşamalarındaki uygulamadan farklı değildir: Bu ziyaretlerin amacı onları yeni kurulan partiye katılmaya ikna etmek değil, halkın topluma ve dünyaya yeni yollarla bakmasını sağlayacak bir bilinçlendirme sürecine katkıda bulunmaktı (Westrheim, 2008, 2010).

Ancak, cezaevindeki faaliyetler cezaevi dışındaki çalışmalarla kimi yönlerden bağlantılı olmasaydı çok az başarı elde edilebilirdi. ANC’nin ve Kürt hareketinin tarihinde, siyasal eğitim ve direniş için bazı temel alanlar var gibi görünmektedir. Bu alanlar eşit derecede önemlidir ve bir parti ofisi, hapishane, sokak, diaspora toplulukları ve Kürtler örneğinde-gerillaların ilk askeri ve ideolojik eğitimlerini gördükleri dağ kampları olabilir. PKK için hapishaneler, tüm özgürlük hareketinin gelişimi ve bilginin inşası açısından önemli görünmektedir.

 

Siyasi Eğitim ve Farkındalık: Direnişin Temeli

Pek çok siyasi mahkum-mevcut örnekte HDP temsilcileri-hapishanede geçirdikleri süreleri yazmak ve yazılarını hapishane dışındaki takipçilerine iletmek için kullanmaktadır. Hatta bazıları önemli edebi eserler de vermektedir. HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, yakın tarihli kitabı Seher’de (2018) istemsiz bir şekilde siyasi bir gösteriye karışan Nazan’ın hikayesini anlatır. Yaralanıp hastaneye kaldırılır ve ardından birkaç eylemciyle birlikte tutuklanır. Uzun lafın kısası, çok zor şartlar altında ve eğitimsiz büyüyen yoksul bir genç kadınken, kısa süren cezaevi hayatı Nazan’ın kendi toplumsal statüsü ve Kürtlerin siyasi durumunun farkına varmasını sağlar. Öykünün sonunda Nazan kendi hâli hakkında şunları düşünür:

“Ben babamın kızıyım. Mustang hayalleri eski, paslı bir belediye otobüsünün altında ezilen bir adamın kızı. Hapishaneye düşen, işçi bir kadınım. Hayatım boyunca bir kez bile bir eyleme katılmadım. Burada mahallemi tamamen farklı bir şekilde görmeye başladım. Hapiste uzun süre kalmış olmasam da bu altı ay kendimi tanımama yetti. Burada öğrendiğim önemli bir ders oldu: Cesaret ve kararlılıkla yürürseniz, bazen bir arabadan daha hızlı gidebilirsiniz. Benim adım Temizlikçi Nazan – dikkat et Ankara, ben geliyorum.” (Demirtaş, 2018, s. 62).

Nazan’ın hikayesi, sebepsiz yere Türk hapishanelerinde siyasi tutuklu olarak bulunan, ancak diğer siyasi tutukluların kolektifiyle kendi geçmişleri hakkında bir şeyler öğrenen, cehaleti ve bilinçsizliği geçmişte bırakarak bunları Kürt halkının durumu hakkında bilgi ve farkındalığa dönüştürmeyi öğrenen birçok Kürt’e bir tanıklık niteliğindedir.

Hapishane koğuşlarında neler olur? Hapishanede olmak, mahkumların siyasi inançlarını azaltmaktan ziyade genellikle güçlendirir. PKK ile bağlantılı birçok mahkum, yoksul köylü veya işçi sınıfından geliyorken kimi diğerleri ise yüksek öğrenim görmüştü veya siyasi görevlerde bulunmuşlardı. Sert cezaevi koşullarına rağmen birçoğu aynı anda eğitim alma fırsatı buldu. Daha önce eğitimi olmayanlar, çoğu hayatlarında ilk kez olmak üzere, ciddiye alınma deneyimini yaşadılar. Daha sonra serbest bırakılanların pek çoğu ya dağa gitti (Westrheim, 2010) ya da Kürt topluluklarında çalışma yürüten vefakar üyeler oldular. Bağlılık, adanmışlık ve kimliğe yönelik güçlü bir aidiyet duygusu, tüm siyasi hareketlerde can alıcı unsurlardır.

Türkiye’deki cezaevleri, 1990’larda kısmen öz örgütlenme sahibi koğuşlarken, 2000 yılından sonra eğitim faaliyeti için sınırlı imkân bulunan tecrit hücrelerine dönüşmüştür. Green’e (2002) göre pek çok koğuşta yasadışı silahlı bir siyasi gruba üye olmaktan mahkum olan kişiler bulunuyordu, koğuşta neler ile bağlantılı eski siyasi tutuklular arasında yapılan bir araştırmada (Westrheim, 2008) eski tutuklular cezaevinde, duvarların dışındakinden oldukça farklı, kendine özgü bir atmosfer içerisinde hissettiklerini söylüyorlardı. Eski tutuklulardan biri şöyle diyordu:

“Benim koğuşumda en fazla 180 mahkum vardı. O hapishanede kaldığım süre boyunca binlerce mahkumun gelip gittiğini gördüm. Buna rağmen tutuklular arasındaki atmosferin ne kadar dostane ve saygılı olduğu dikkate değerdi.”

Bugün dahi Türk yetkililer, açık cezaevi koğuşlarının terör ve suç örgütlerinin büyümesini teşvik etmesinden ve terör eğitimi merkezleri haline gelmesinden korku duymaktadır (Green, 2002, s. 98). Bu nedenle öz örgütlenme içerisindeki cezaevleri, Türkiye’nin siyasi[5] tutukluları ‘rehabilite etmek’ için F-tipi adı verilen cezaevlerinde siyasi mahkumların tecrit edilmeye başlandığı 2000 yılından bu yana köklü bir değişim geçirmiştir. Küçük gruplar hâlinde tecrit, siyasi mahkumların diğer birkaç mahkumla paylaştığı hücrelerinde kaldığı ve uzun süreler boyunca etkinlikler, gerekli egzersizler veya eğitim programları için çok az olanağın bulunduğu veya hiç imkanın olmadığı bir rejimdir. Bu aynı zamanda mahkumlar arasında topluluk oluşturma ve dayanışma olasılığını da sınırlamaktadır. Çalışmaya katılan eski mahkumlardan biri mahkumların birbirlerine nasıl mesaj yazdıklarını ve bunları gizlice hücreden hücreye nasıl gönderdiklerini anlatmıştır. Cezaevi personeli, mahkumlar arasındaki iletişimi ve dolayısıyla her türlü eğitim faaliyetini engellemek için ellerinden geleni yapmıştır (Westrheim, 2008).

Hapishanedeki kimi siyasi mahkumlar için eğitim faaliyetleri, geçmişle bugün arasında köprü olmuştur. Tutukluluk süreçleri boyunca hayata, politik duruma ve kendi gelişimlerine dair yeni perspektifler edinmişlerdir. Nazan gibi bazı kadınlar içinse cezaevi, toplumsal cinsiyet bakımından adeta yeniden doğuş olmuştur. Hapishaneler hâlâ mahkumların olduğundan haberdar olsalar dahi hapishane personeli normalde koğuşlarda bulunmuyordu. Mahkum grupları, gündelik hayatlarını örgütleyerek siyasi tartışma ve eğitim oturumlarını düzenliyorlardı. Koğuş, özellikle siyasi örgütlerin üyesi olanlar için mahkumlar, örgütlenme ve yakın bir topluluk duygusu arasındaki bağların kurulmasını kolaylaştırdı (2002, s. 98). PKK kişisel gelişimleri üzerinde derin etkisi olan ve Kürt hareketinin genel mücadelesine önemli katkılarda bulunan önemli eğitim alanlarıdır. Görüşme yapılan eski siyasi mahkumlar (Westrheim, 2008) cezaevindeki siyasi eğitimin Kürt toplulukları ve Diaspora için sahip olduğu önemli rolü vurgulamaktadır. Şu alıntı, bu hususu aydınlatmaya yardımcı olabilir:

Diğer siyasi mahkumlarla yaşamak ve birlikte eğitim görmek dünyaya ve Kürt halkına, kendi halkıma karşı tutumumu değiştirdi. PKK’nin bir parçası olmak sizi güçlendirir, size güven, güç verir, sizi cesaretlendirir ve risk almaya istekli yapar. Hapse girmeden önce, hapiste ve sonrasında çok korkunç şeyler yaşadım. Artık hiçbir şeyden korkmuyorum.

Bu alıntı, cezaevinde kalmanın, son derece korkunç ve zor da olsa, siyasi mahkumların hayatlarına anlam kattığını ve onları duvarların dışındakilerin anlayamadığı bir şekilde güçlendirdiğini açıkça göstermektedir.

 

Türkiye’de ki Siyasi Mahkumlar

Middle East Eye’a (MacDonald, 2020)[6] göre Türkiye’nin cezaevi nüfusu 2016 Temmuz darbe girişiminden bu yana büyük ölçüde arttı. Ocak 2019 itibarıyla cezaevlerinde terör veya darbe girişimiyle bağlantılı olduğu iddiasıyla 30 bin 947 kişi bulunuyordu. Bunların büyük çoğunluğu Kürtlerdi. Dış dünya sadece Abdullah Öcalan, Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve diğer Kürt siyasetçiler ve liderler gibi en önemli mahkumları tanırken, binlerce tutuklu Kürt Türkiye’deki çeşitli cezaevlerinde unutulmuş durumda, isimsiz kalmaktadır.

Türkiye’nin, akademisyenler ve öğrenciler de dahil olmak üzere muhalif isimlere yönelik zulüm ve baskı dolu uzun bir geçmişi vardır. En az 70 bin öğrencinin Türk cezaevlerinde hapsedildiği tahmin ediliyor. 1994 yılında, Kürt bir coğrafya öğrencisi olan İlhan Çomak, İstanbul Üniversitesi’nde Türkiye hükümetinin Kürtlere yönelik muamelesine karşı düzenlenen barışçıl bir gösteriye katıldığında tutuklandı. PKK ile siyasi bağlantılara sahip olmakla suçlanarak müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Çomak 26 yıldır hapiste.[7] Hayli erken bir zamandan beri şiirler yazmaya başladı, zaman içerisinde Pen International bu şiirlerin farkına vardı ve şimdi tahliye talebiyle yürütülen uluslararası bir kampanya bulunuyor. Çomak’ın yazdıkları hapishane duvarlarının dışında tanınmasını sağlamakla kalmadı, daha da önemlisi bu katlanılmaz, sonu gelmez cezaya dayanabilmesini sağladı. Bu da yetkililerin onun iradesini kırma girişimlerine karşı direnmekten vazgeçmeyeceğinin açık bir işareti oldu.

Zulüm, işkence, öldürülme ve hapsedilme, tarih boyunca Kürtlerin peşini bırakmamıştır (McDowell, 2000; Romano, 2006). Bould (2005), baskıcı rejimlerde insan gruplarının ve hatta Kürtlerin örneğinde olduğu gibi bütün bir halkın, devlet tarafından meşru gösterilen bir şiddetten mağdur olabileceğini ileri sürer. Totaliter rejimlerde ise birey sürekli korku içinde yaşarken tüm toplum hapsedilir (age, s. xvii). Türkiye, Kürdistan’da daha sıkı bir rejimin gelmesini sağlayan 12 Eylül 1980 askeri darbesine kadar uzanan ağır bir yaygın şiddet ve işkence mirasına sahip. White’a göre (2000, s. 148) PKK özellikle askeri baskılar nedeniyle ağır bir darbe aldı. Bu toplu tutuklama dalgasında aralarında PKK merkez komitesi üyelerinin de yer aldığı, PKK üyesi olduğundan şüphelenen yaklaşık 1790 kişi yakalandı. Bu sayı, diğer tekil Kürt gruplarından önemli ölçüde yüksekti (Mc Dowell, 2003, s.420). Hapishane koşulları o zamanlar o kadar sertti ki pek çok siyasi mahkum uzun süreli açlık grevleri ve intihar eylemleri gerçekleştirdi (Kutschera, 1994). Eski siyasi mahkumlar yıllarca maruz kaldıkları işkence ve dehşeti ayrıntılı olarak anlatmıştır (Zana 1997). Yalnızca Diyarbakır cezaevinde 1981-1984 yılları arasında 32 mahkumun hayatını kaybettiği resmi olarak kabul edilirken resmi olmayan kaynaklar bu sayının birkaç katı şeklinde tahminlerde bulunmaktadır (McDowell, 1984, s. 425)[8]. Askeri darbenin ardından Diyarbakır cezaevinde PKK tarafından örgütlenen bazı direniş biçimleri, kendini feda etme olgusuyla diğer Türk ve Kürt muhalefetinden farklıydı (Özcan, 2006, s. 195-96)[9].

Şehitlik anlatıları PKK tarihi boyunca sürmüştür. Bunun ilk örneklerinden biri, 1982 yılında hücresinde kendini asan Mazlum Doğan’dı. Birkaç hafta sonra ise ‘Dörtler’; Mahmut Zengin, Ferhat Kurtay, Eşref Anyik ve Necmi Öner el ele kendilerini yakmıştır. Yoldaşları alevleri söndürmeye çalışırken dörtler söndürülmeyi reddediyor, yananın ‘özgürlük ateşi’ olduğunda ısrar ediyorlardı (Kutschera, 1994, p. 13).

Birçok tutuklu PKK kadrosu, televizyonlara çıkıp itirafçı olmaktansa hapishanede intihar etmeyi tercih etti (Romano, 2006, p. 72) ve bu ilk şehitler ileriki yıllarda birçok PKK taraftarına ve siyasi mahkuma örnek oldu.

HDP’nin dış ilişkiler eş sözcüleri 25 Eylül 2020 kadar yakın tarihli bir bildiride Halkların Demokratik Partisi’ne (HDP) yönelik bir saldırıyla 82 tutuklamanın gerçekleştiğini bildirdiler. 2015 yılından bu yana 16 bin HDP üyesi ve yöneticisi gözaltına alınmış, 5000’den fazla HDP’li tutuklanarak cezaevlerine gönderilmiştir. Önceki eşbaşkanlar Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ, milletvekilleri, düzinelerce seçilmiş belediye başkanı ve sayısız üye ve yönetici şimdiden demir parmaklıklar ardında. Hükümet, ilk seçimlerde HDP’nin Türkiye’nin demokratik geleceği için önemli bir siyasi rol oynayacağı (ve bunun aynı zamanda AKP-MHP ittifakının çöküşü anlamına geleceği) düşüncesiyle HDP’den korkuyor. Kürdistan’da Barış Kampanyası[10] verilerine göre (PIK 27.09.20), tutuklanan 82 kişi, cinayet, cinayete teşebbüs, hırsızlık, mülke zarar verme, yağmalama, Türk bayrağını yakma ve 326 güvenlik görevlisi ile 435 yurttaşı yaralama suçlamalarıyla karşılaşmıştır. Yukarıda belirtildiği gibi, siyasi tutukluları kriminalize etmek, tutukluları gerçekte oldukları gibi kabul etmeyerek morallerini kırmanın bir yoludur.

Bu gibi kitlesel tutuklamaların partinin siyasi yollarla mücadeleye devam etme iradesini kıracağı varsayılsa bile, dış ilişkiler eş sözcüleri Feleknas Uca ve Hişyar Özsoy, hükümetin hukuka aykırı saldırıları karşısında diz çökmeyeceklerini, hapishane içinde ve dışında özgürlük, adalet ve onur için mücadele etmeyi sürdüreceklerini ifade etmiştir. Tutuklanan akademisyenler, göstericiler ve gençler ile Erdoğan’ın en yeni stratejisi olarak kadınlara yönelik zulüm, tutuklama ve cinayetler bu rakamlara dahil değildir.

COVID-19 salgınının patlak vermesinden sonra Erdoğan 90 bin tutuklu adi suçluyu serbest bırakırken siyasi tutuklular cezaevinde kalmıştır. Bu yolla Türkiye devleti, cezaevlerinin varlık amacının devletin belirli düşmanlarını cezalandırmak olduğunun altını çizmiştir. Cinayet ve hırsızlıkla kişilerin haklarını ihlal edenler daha az tehlikeli olarak değerlendirilmektedir.

Türkiye’deki toplam hapishane nüfusu 300 bin civarındayken Erdoğan’ın bir numaralı devlet düşmanı olarak gördüğü PKK ile bağlantılı terör suçlamasıyla tutulanların sayısı ise 50 bindir. Terör suçlamalarıyla tutuklananlar arasında Türkiye’nin Kürt yanlısı siyasi partisi HDP’nin eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş, tanınmış gazeteci ve yazar Ahmet Altan, hayırsever iş adamı Osman Kavala da bulunmaktadır. Kısacası Erdoğan rejimi, rejimin siyasi tehdit olarak gördüğü gruplarla ilişkili olmak dışında herhangi

bir suç işlememiş olan, aralarında akademisyenler, gazeteciler, siyasetçiler ve devlet memurları da bulunan on binlerce kişiyi cezaevinde tutmaktadır.[11]

 

Direniş Yolları

McEvoy’a (2015) göre bir topluluk olarak siyasi mahkumlar, adi suçlardan ceza almış mahkumlardan hayli farklıdır. Aralarındaki önemli bir fark, siyasi mahkumların eylemliliklerinin sadece günlük hapishane hayatıyla baş etmekten öteye gitmesidir. Ya kendileri ya da koğuş arkadaşlarından bazıları daha önceden de cezaevi deneyimine sahiptir. Örgütsel, askeri ve entelektüel becerilere de sahip olabilirler. Farklılıklar içeren bu uzun deneyim direnişin stratejik ve koordineli planlaması içerisinde mahkumları daha da güçlendirmekte ve onları cezaevi dışındaki, geniş çaplı direnişten fayda sağlamaya uygun bir konuma getirmektedir. Yetkililer, siyasi mahkumların hapsedilmesini bir ceza, cezaevlerini ise psikolojik ve fiziksel olarak kolayca ezilebilecekleri bir kontrol ve disiplin yeri olarak görürken mahkumlar ise cezaevini bir direniş alanı ve ek bir mücadele alanı olarak görmektedir. Bu yolla genellikle cezaevi yöneticilerinin kontrol ve gözetiminin etkinliğini azaltmayı başarırlar. Çoğu durumda siyasi tutukluları destekleyen siyasi gruplar, hevesli avukatlar ve elbette yardımlarına güvenip çağrıda bulunabilecekleri örgütler vardır (McEvoy, 2015, s. 8-10).

Siyasi tutukluların çoğu, cezaevi dışındaki bir kolektif örgütle, bir siyasi partiye, örgüte, siyasi harekete veya aktivist gruplarıyla ilişki içerisindedir. Cezaevi içerisinde kolektif siyasi yapıyı yeniden düzenlemek ve bu yapıyı cezaevi koşullarına uyarlamak büyük önem taşımaktadır. McEvoy (2015, s. 9), Buntman’ın (2003) Robben Adası’ndaki siyasi ANC mahkumlarının Apartheid’a karşı direnişlerini nasıl örgütlediklerini aktarmıştır. Hem ANC hem de IRA “hapis cezalarının ‘komünal’ doğasına vurgu yapmıştır. Örneğin, kaynakların ortak kullanımıyla sosyalist eğilimlerini uygulamaya koymuşlardır.” Bu ise, daha önce de belirtildiği gibi, Kürt siyasi tutukluların hapishanedeki yaşamı eski deneyimlere ve dışarıdaki güvenilir ağlara dayanarak nasıl organize ettiklerini ve bu şekilde mücadele için olduğu kadar mahkumların statüsü ve saygısı bakımından da ne denli büyük önem kazandıklarını ortaya koymaktadır.

Dramatik bir direniş biçimi, “siyasi, etnik ve toplumsal çatışmalarda iyi bilinen bir direniş stratejisi” olan açlık grevleridir. İngiltere’deki tarihi süfrajetlerden öğrencilere, pasifistlerden insan hakları aktivistlerine ve savaş karşıtı eylemler yapan gazilere kadar (…). Bununla birlikte örgütlü ölüm eylemleri daha çok siyasi motivasyonlu mahkumlarla ilişkilendirilmektedir. Güney Afrika, İsrail ve Filistin, eski Sovyetler Birliği, Batı Almanya ve Türkiye’de (…), siyasi tutuklular uzun zamandan beri açlık grevine başvuruyor. (McEvoy, 2015, s.16). Türkiye’den bir örnek, 7 Kasım 2018 tarihinde açlık grevine başlayan HDP’li Kürt Milletvekili Leyla Güven’in etkili direnişidir. O dönemde parlamentoya seçilmesine rağmen yasadışı olarak cezaevinde tutulan Güven, açlık grevine başlamıştı. Siyasi mahkumlar için en önemli kaynaklardan biri, güçlü ve çoğu zaman baskıcı bir rejim karşısında kitlelerin sempatisini toplama potansiyelleridir. Dünyanın dört bir yanından binlerce tutuklu ve onlarca eylemci, Güven ile ve Kürtlerin mücadelesiyle dayanışma sergileyerek Abdullah Öcalan’a yönelik tecridin kaldırılması talebiyle açlık grevine başladı. Bunlardan on dördü, Strasbourg’da açlık grevine başlayan tanınmış Kürt aktivistlerdi. Söz konusu açlık grevcilerinin çoğu, eylemlerini ölüm orucuna çevirdi.[12]

Türkiye, siyasi mahkumlara yönelik kötü muamelenin yanı sıra korkunç hapishane koşulları bakımından da karanlık bir geçmişe sahiptir. 2002-2003 döneminde 107 tutuklu açlık grevinde öldü, ancak cezaevlerindeki bu olaylara rağmen siyasi çatışmalar önemli bir değişiklik olmadan sürmekteydi (McEvoy, 2015, s. 13). Türkiye’de ve tabii ki diğer baskıcı devletlerde siyasi tutuklu olmak, hem psikolojik hem de fiziksel işkenceyle karşılaşmak ve bu zorluklara göğüs germek zorunda olmak anlamına gelir. Bu şekilde açlık grevlerinde beden, sembolik bir mücadele alanı haline gelir. Diğer bir deyişle, açlık grevindeki Leyla Güven ve diğer siyasi tutukluların bedenleri, yetkililerinin başvurduğu zorla besleme pratikleriyle, birer mücadele alanı haline gelmiştir.

Cezaevi içerisindeki kolektif ve örgütlü toplantılar, açlık grevleri, dış dünyaya yazılan mektup ve mesajlar, siyasi ve ideolojik eğitim faaliyetleri ile cezaevi yazıları, siyasi tutukluların cezaevi rejimine ve yetkililere karşı çıkmak için kullandıkları güçlü direniş stratejileridir. Bunlar yalnızca baskıcı sisteme karşı etkili tepki eylemleri olmakla kalmayıp aynı zamanda siyasi eylemleri ve düşünceleri yüzünden kendilerine dayatılan dört duvar arasında mahkumlara anlam yaratma imkânı sağlayan eylemlerdir.

 

Sonuç: Direnişin Anlamı

İçerideki Mücadele: ABD’de Cezaevleri, Siyasi Tutuklular ve Kitle Hareketleri (Struggle Within: Prisons, Political Prisoners and Mass Movements in the United States, Berger, 2014) kitabına yazdığı incelemede, Angela Y. Davies şöyle demiştir:

“Siyasi tutuklular meselesi bireysel bir mesele değil, topluluk direnişinin derin ve kalıcı bağlarıyla ilgilidir. Hapishaneler, çağdaş özgürlük mücadelelerinin merkezinde yer almaktadır.” Her bir siyasi tutuklu, kökleri bir hareketin veya belirli bir topluluğun kolektif tarihine dayanan güçlü bir tanıktır. Bu ise, bir kişinin siyasi tutuklu olarak hapsedilmesinin, devletin faaliyetlerini kendine tehdit olarak gördüğü anlamına geldiği gerçeğine işaret etmektedir. Rejime karşı direniş ve muhalefet, mahkumun halkı adına devlet tacizinin pasif bir izleyicisi olmayı reddetmesi anlamına gelir.”

Bu sözler, inandıkları yüzünden hapsedilen insanlar ile onları destekleyen dış toplum arasındaki bağlantının ne kadar güçlü olduğunu gösterir. Bu şekilde hapishane, insanlık dışı olan her şeyin bir tezahürü haline gelirken siyasi tutuklular ise insaniliğin somut tecessümü hâline gelir ki bunu hiçbir despotik sistem kıramaz. Hapishane, kırılmaz bir direnişin, umudun ve özgürlüğün sembolü haline gelir.

Her türden tutuklulardan bahsederken dahi Ugelvik (2014) çok önemli bir noktaya işaret etmektedir: Pek çok “tutuklu, kendilerini devlet iktidarının pasif nesnelerine değil, çeşitli yöntemlerle hapishane rejiminin aktif muhaliflerine dönüştürür (…).”

Bu bizlere, Türk yetkililerin PKK ile bağlantılı gördükleri Kürt özgürlük hareketinin muhalefetini bastırma ve desteği ortadan kaldırma girişimlerinin boşuna olduğunu göstermektedir. Siyasi tutukluların hapsedilmesi ve Kürtlere yönelik kesintisiz zulüm, yalnızca bağlılığı güçlendirirken en önemlisi, hapishane bir disiplin arenasından çok bir eğitim ve bilinçlendirme kurumu işlevini görecektir.

Angela Davies’in sözleriyle, topluluk direnişi ile siyasi mahkumlar arasındaki derin ve kalıcı bağlar var olduğu sürece hapishaneler çağdaş özgürlük mücadeleleri için birer alan olmaya devam edecektir. Siyasi mahkumların tutukluluklarına anlam katması ancak bu şekilde, toplulukları ile aralarındaki neredeyse organik ilişki yoluyla mümkün olmaktadır.

 

Kaynakça
  • Akkaya, A. H. ve Jongerden, J. (2012). Reassembling the Political: The PKK and the project of Radical Democracy (Politik Olanı Tekrar Birleştirmek: PKK ve Radikal Demokrasi projesi). European Journal of Turkish Studies (Avrupa Türk Araştırmaları Dergisi) 14. https://doi. org/10.4000/ejts.4615 (10 Eylül 2020 tarihinde erişildi) 14.
  • Berger, D. (2014). İçerideki Mücadele: ABD’de Cezaevleri, Siyasi Mahkumlar ve Kitle Hareketleri. Montreal ve Oakland: PM Press/ Kersplebedeb
  • Borg, C. ve Mayo, P. (2002). Gramsci ve Üniteryen Ekol: Paradokslar ve Olasılıklar (Gramsci and the Unitarian School: Paradoxes and Possibilities). In C. Borg, J. Buttigieg ve P. Mayo (Ed.). Gramsci ve Eğitim. Lanham, boulder, New York, Oxford: Rowman & Littlefield Publishers, Inc.
  • Bould, G. (ed.) (2005). Rehberim Vicdan (Conscience be my Guide). Hapishane Yazıları Antolojisi. Londra, New York: Zed Books.
  • Buntman, B. (2003) Robben Adası ve Apartheid Karşısında Tutukluların Direnişi (Robben Island and Prisoner Resistance to Apartheid). Cambridge: Cambridge University Press.
  • Demirtaş, S. (2018). Seher (Dawn). Londra, New York: Hogarth
  • Freire, P. (1972). Ezilenlerin Pedagojisi (Pedagogy of the Oppressed). Londra: Penguin.
  • Green, P. (2002). Türkiye hapishaneleri, açlık grevleri ve Avrupa’nın hapishane reformu hamlesi (Turkish jails, hunger strikes and the European drive for prison reform). Ceza ve toplum (Punishment and society) Sayı 4(1): 97-101. Londra, Thousand Oaks, CA ve New Delhi: SAGE Publications.
  • Gunter, M. (1990). Türkiye’deki Kürtler: Siyasi bir İkilem (The Kurds in Turkey: A Political Dilemma). Boulder, CO: Westview Press.
  • Kutschera, C. (1994). Çılgın Bağımsızlık Düşleri: Türkiye’deki Kürtler ve PKK, (Mad Dreams of Independence: The Kurds in Turkey and the PKK) Middle East Report, No. 189, Kürtlerin Tecrübesi (The Kurdish Experience, Temmuz – Ağustos 1994), 12-15.
  • Maharaj, S. R. ‘Mac’ (1978). Nelson Mandela içerisinde Robben Adası, Hayatım mücadele (The struggle is my life). Londra: Güney Afrika için Uluslararası Savunma ve Yardım Fonu, s. 179-180.
  • Mandela, N. (2003). Özgürlüğe Uzun Yürüyüş (Long Walk to Freedom). Londra: Abacus.
  • McDowell, D. (2000). Kürtlerin Modern Tarihi (A Modern History of the Kurds). New York, NY: Taurus & Co Ltd.
  • McEvoy, K. (2015). Avukatlar, Çatışma ve Geçiş (Lawyers, Conflict & Transition). Kuzey İrlanda’da Siyasi Mahkumlar, Direniş ve Hukuk: Filistinli Aktivistler İçin Bir Makale (Political Prisoners, Resistance and the Law in Northern Ireland: A Paper for Palestinian Activists, Nisan 2015). 22 Eylül 2020 tarihinde https://lawyersconflictandtransition. org/themainevent/wp-content/uploads/2015/04/POLITICAL- PRISONERS- RESISTANCE- AND- THE- L AW- ENGLISH- APRIL-2015.pdf adresinden erişildi.
  • Omrani, Z. (2015). Rojava’da Demokratik Özerkliğin politik ve toplumsal yapılarına giriş (Introduction to the political and social structures of Democratic Autonomy in Rojava.) Kurdish Question (Kurdish Question), 4 Ekim 2015. 10 Eylül 2020 tarihinde https:// mesopotamia.coop/introduction-to-the-political-and-social-structures- of-democratic-autonomy-in-rojava/ adresinden erişildi.
  • Özcan, A. K. (2006). Türkiye Kürtleri (Turkey’s Kurds). PKK ve Abdullah Öcalan üzerine kuramsal bir analiz (A theoretical analysis of the PKK and Abdullah Ocalan). Londra ve New York: Routledge.
  • Romano, D. (2006). Kürt Milliyetçi Hareketi (The Kurdish Nationalist Movement). Fırsat, Mobilizasyon ve Kimlik (Opportunity, Mobilization and Identity). New York: Cambridge University Press.
  • Sands, B. (1998). Hapishaneden Yazılar (Writings from Prison) (Önsöz, Gerry Adams). Dublin: Mercier Press.
  • Ugelvik, T. (2014). Hapishanede İktidar ve Direniş – Ceza yatmak, özgür olmak (Power and Resistance in Prison – Doing time, doing freedom). Londra, New York ve Şanghay: Palgrave Macmillan.
  • Westrheim, K. (2010) Dağları Seçmek: Alternatif bilgi projesi olarak PKK (Choosing the Mountains: the PKK as alternative knowledge project). Politika, Kültür ve Sosyalleşme (Politics, Culture and Socialization), Cilt. 2, Sayı 2, 2010, s. 99-122.
  • Westrheim, K. (2008): Politik Eğitim Mekanı Olarak Cezaevi: PKK üyeleri ve sempatizanlarının anlatımıyla cezaevinden eğitim deneyimleri (Prison as Site for Political Education: Educational experiences from prison narrated by members and sympathisers of the PKK). Eleştirel Eğitim Politika Çalışmaları Dergisi (Journal for Critical Education Policy Studies), 6 (1). http://www.jceps.com/
  • White, P. (2000). İlkel isyancılar mı Modernleştiren Devrimciler mi? (Primitive rebels or Revolutionary Modernizers?) Türkiye’de Kürt Ulusal Hareketi (The Kurdish National Movement in Turkey). Londra, New York: Zed Books.
  • Zana, L. (1999). Cezaevinden Yazılar (Writings from Prison) Cambridge, MA: Blue Crane Books, İnsan Hakları ve Demokrasi Serisi.
  • Zana, M. (1997). Holle Nr. 5. Türk Hapishanesinden Günlükler (Tagebuch aus einem turkishen Gefangnis). (No. 5. Göttingen: Verlag die Werkstatt.

 

*İngilizceden Çeviren: Oğul Köseoğlu

 

[1] Westrheim, K. (2008). Politik Eğitim Mekanı Olarak Cezaevi: PKK üyeleri ve sempatizanlarının anlatımıyla cezaevinden eğitim dene- yimleri (Prison as Site for Political Education: Educational experien- ces from prison narrated by members and sympathisers of the PKK). Eleştirel Eğitim Politika Çalışmaları Dergisi Cilt 6, Sayı 1, s 1-18.              http://www.jceps.com/print.php?articleID=120 12.02.2009
[2] Çoğu bilim insanı, 30 bin kişinin öldürüldüğünü, 4 bin köyün yakıldığını, 3 milyon kişinin evlerinden ve topraklarından sürüldüğünü ve 20 bin kişinin siyasi nedenlerle hapse atıldığını tahmin ediyor.
[3] Yazar Zaynar Omrani, Kurdish Question (Kürt Sorunu) içerisinde yayınlanmıştır, 4 Ekim 2015. Https://mesopotamia.coop/introdu- ction-to-the-political-and-social-structures-of-democratic-auto- nomy-in-rojava/ adresinde yeniden yayınlanmıştır (15 Eylül 2020 tarihinde erişildi)
[4] Öğretmen okuryazarlık sürecinde kolaylaştırıcı rolünü oynadığın- da, sınıfın yerini kültürel bir çevre alır.
[5] 1999 yılında Adalet Bakanlığı, Terörle Mücadele Yasası (1991) uya- rınca ceza almış mahkumlar için küçük gruplar hâlinde tecrit (F tipi cezaevleri) uygulamalarını başlatmıştır. Bu mahkumların çoğu PKK ile bağlantılı oldukları için ceza almıştır. Mahkumlar tecrit edildik- çe, eğitim faaliyetleri yürütme fırsatlarını kaybettiler. Koğuşların daha küçük hücrelerle değiştirilmesi süreci başladığından beri Türk hapishanelerinde açlık grevleri ve ölümlerle sonuçlanan büyük pro- testolar ve çatışmalar olmuş ve bunlar sayesinde uluslararası dikkat- ler üzerlerine yönelmiştir (Green 2002).
[6] Yazar Alexander MacDonald, Middle East Eye, 12 Haziran 2020. Erişim tarihi 20 Eylül 2020.
[7] BIA News Net, 04.04.18; Welt, 31.05.16
[8] Diyarbakır (Kürtçesi Amed) Türkiye’de Kürtlerin başkentidir.
[9] Abdullah Öcalan’ın 1999 yılında Kenya’da kaçırılmasının ardından yüzden fazla parti kadrosu fedai eylem koymuştur.. Pek çoğu yanarak ölmüştür.
[10] https://www.peaceinkurdistancampaign.com/peace-in-kurdis- tan-condemns-the-attack-on-the-hdp/
[11] The Conversation (23 Nisan 2020) https://theconversation.com/ turkey-releasing-murderers-but-not-political-opponents-from-pri- son-amid-coronavirus-pandemic-136466 (15 Eylül 2020 tarihinde erişildi)
[12] ANF News 26 Mayıs 2019 https://anfenglish.com/news/leyla-gue- ven-200-days-on-hunger-strike-35212
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.