Düşünce ve Kuram Dergisi

‘Çözüm Süreci’nde Yaşananlar, Ortaya Çıkan Temel Sonuçlar

Ali Sinemilli

Bilindiği üzere 2011 yılında gerçekleşen genel seçimlerin ardından genel kamuoyu AKP hükümetinden Kürt sorununun çözümüne dair beklenti içine girmiş, hükümet ise bu talebi görmezden gelmiş başta siyasal demokratik alan olmak üzere tüm alanlarda Kürdistan Özgürlük Hareketi’ne yönelik bir saldırı politikasını devreye koymuştur. 2009 yılında yapılan operasyonları kat kat aşacak şekilde demokratik siyasetle uğraşan kişi ve kurumlara yönelik KCK adı altındaki operasyonlar, tam bir darbe havasında gerçekleşmiş, on bini aşkın yurtsever- demokrat insan tutuklanıp cezaevlerine doldurulmuştur. Aynı şekilde askeri ve diplomatik sahada Kürdistan Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmeye yönelik her türlü girişim geliştirilmiş adeta son bir darbeyle PKK boğulmak istenmiş ve bunun için her yol ve yöntem kullanılmıştır. Öyle ki gerillaya karşı kimyasal silah kullanımı artık rutin bir hal almış, sadece BDP’ ye gidip gelmek bile gözaltına alınmak, tutuklanmak için yeterli gerekçe olmuştur. Tabi ki bunlar büyük bir psikolojik savaş desteğiyle gerçekleştirilmiş ve AKP hükümetleri tarihinde belki de ilk defa bu düzeyde PKK bitti- bitiyor havası yaratılmaya çalışılmıştır. O nedenle de bu havayı etkili kılabilmek için AKP, hükümet ve medyasıyla tüm sahalarda saldırıya geçmiş, irade kırma savaşına yönelmiştir.

Tüm bu gelişmeler doğal olarak 2012 yılında başta askeri alanda olmak üzere tüm alanlarda Kürdistan Özgürlük Hareketi ve Kürt Halkı ciddi bir direniş göstermiştir. Bu direniş gerçeği öncelikle AKP hükümetini, devletini ve giderek tüm bölgeyi etkilemiş PKK’nin tutumunun önemini bir kez daha dost düşman herkese göstermiştir. Devrimci halk savaşı olarak adlandırılan bu süreçte, Türk ordusu başta Şemzinan- Botan hattı olmak üzere birçok yerde denetimini kaybetmiş, gerilla güçleri şehirleri kuşatmış, asker karakollardan çıkamaz hale gelmiştir. Öyle ki Türk genelkurmayı yenilginin itirafı anlamına gelen karadan asker sevkini durdurmuş, askeri personelin havadan yerlerine nakledileceğini söylemek zorunda kalmıştır. Bir ülkenin ordusunun- ki bu ordu kendisini dünyanın üçüncü büyük ordusu olarak addetmektedir- hâkim olduğunu iddia ettiği topraklarda rahatça gezememesi kuşkusuz durumu açıklamakta yaşanan kırılmayı dışa vurmaktadır. Yine legal demokratik siyaset yürüten kurumların tüm baskı ve zulüm politikalarına rağmen bu dönemde ayakta durması, direnmesi devletin sindirme siyasetini boşa çıkarmış, büyük oranda geçersiz kılmıştır.

Bu gelişmelerle paralel şekilde Rojava Kürdistan’ında yaşanan Halk Devrimi, Rojava Halkı’nın tüm etnik ve inanç kimliklerini içeren Öz Yönetim ilanı; hem Kürdistan’ın genelinde hem de dünyada ciddi bir yankı uyandırmış, kapitalizmin kriz ve kaos yaşadığı, bundan çıkış için türlü yol ve yönteme başvurduğu bir dönemde halklara büyük bir umut aşılamıştır. Gerek uluslararası emperyal güçlerin gerek de Ortadoğu’daki ulus devletlerin kirli politikaları ile gün gün karşı karşıya getirilerek birbirlerine boğazlatılmak istenen hakların Rojava’da yarattıkları birlik; özgürlük-eşitlik-adalet ilkeleri temelinde gerçekleştirdikleri ittifak, egemenlere güçlü bir cevap olduğu kadar, alternatif bir toplum ve yaşam iddiasında olan tüm insanlık için de yol gösterici olmuştur.

Rojava Halkı gelenekten – ki bu gelenek PKK ve Kürt Halk Önderi Öcalan’ın yarattığı direniş geleneğidir- beslendiği oranda alternatif olmuş, PKK’nin kurucu, inşacı yanını hayata geçirdiği oranda da öncülük yapmıştır. Böylece herkesin “en son özgürlüğe kavuşacak yerdir, önünde büyük engeller vardır” dediği bir durumdan Kürdistan Devrimi’ne oradan da Ortadoğu Devrimi’ne öncülük eden bir Rojava gerçekliği ortaya çıkmıştır.

Yine yılın sonlarına doğru 12 Eylül 2012’de cezaevlerinde başlatılan açlık grevi dışarda yürütülen mücadeleye içerden güçlü, anlamlı bir cevap olmuş, bir nevi Kürt Halkı’nın ve onun öncülerinin geldiği noktayı açıklar olmuştur. Biliniyor ki 1982’de Amed Zindanı’ nda yapılan büyük ölüm orucu eyleminden sonra cezaevlerinde bu düzeyde bir eylem gerçekleşmemiş, gelişmelere yön veren, devleti zorlayan bir durum ortaya çıkmamıştır. On bine yakın tutsağın yaşamını ortaya koyarak başlattığı açlık grevi tüm halkı ayağa kaldırmış, toplum adeta patlama noktasına gelmiş, AKP devleti girişimlerinin sonuç almaması üzerine tutsakların talebini dikkate alarak KCK Önderi Öcalan’ın yanına gitmek zorunda kalmıştır. Kürt Halk Önderi Öcalan’ın çağrısı ile bitirilen açlık grevinden Kürtler önemli dersler çıkarmış; bir kez daha devletin zoru gördüğünde geri adım attığını deneyimlemiştir.

Tüm bu gelişmelerin sonunda Öcalan inisiyatif alarak devletle kesilen görüşmeleri yeniden başlatmıştır. Bugün daha iyi görülüyor ki Öcalan her zamanki gibi gelişmeleri doğru okumuş, gerek bölge konjonktürü gerekse özgürlük hareketinin yakaladığı direniş düzeyini göz önünde bulundurup tam ipler kopuyor denilen bir aşamada sürece müdahale etmiş ve halklarımız açısından yeni bir kapıyı aralamıştır. Öcalan daha sonra ‘Eğer müdahale etmeseydim, PKK’nin önder kadroları katledilecek, milletvekilleri cezaevlerine girecek, büyük bir savaş gelişecekti’ diyerek o günleri değerlendirmiş, diyaloğun hayatiyetini ortaya koymuştur.

Devlet heyetiyle başlayan görüşmeler 3 Ocak 2013 de BDP heyetinin İmralı adasına gitmesiyle yeni bir boyut kazanmış, Öcalan heyetle yaptığı toplantı da “hakiki bir barışa, Türk- Kürt birlikteliği ile gidilecek, devlet Kürt halkının varlığını kabul edecek, sadece dilini değil, bedenini, gövdesini de kabul edecek,” demiştir. BDP heyetiyle yaptığı ikinci toplantı da değerlendirmelerine devam eden Öcalan “Eski yaşam alışkanlıklarını topyekûn bırakmak gerekir. Neden? Çünkü bu bir rejim değişikliği olacak. Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet ve 1950’deki çok partili hayata geçişten çok daha önemlidir. Bu hepsinden daha derinlikli olacak. Başarılı olursak yepyeni bir cumhuriyete geçeceğiz. Radikal demokrasi, tam demokrasi, Anadolu ve Mezopotamya’nın tam demokratikleşmesi!” diyerek geliştirmek istediği süreci Demokratik kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa süreci olarak tanımlamıştır.

Diyalog sürecinin daha başında bilinen güçler devreye girmiş PKK Önder Kadrolarından Sakine CANSIZ ile PKK kadroları fidan DOĞAN ve Leyla ŞAYLEMEZ Paris’de uğradıkları silahlı saldırı sonucu katledilmişlerdir. Sayın Öcalan bu durum üzerine 23 Şubat’ta BDP heyetiyle yaptığı toplantı da “Ha bizi, ha Sakine’yi vurmuşlar. Çok karanlık bir olay. Sakine’ye yapılan hepimize yapılabilir.” Demiş; devamında “Yalnız herkes bilmeli ki, ne eskisi gibi yaşayacağız ne de eskisi gibi savaşacağız.” Açıklamasında bulunmuştur.

Öcalan’dan Demokratik Modernite’ yi İnşa Çağrısı

Bir yandan bu gelişmeler yaşanırken diğer yandan ise Öcalan durduğu noktadan taviz vermemiş, her zaman olduğu gibi kendine güvenle çizdiği yolda yürümeye devam etmiştir. Ve tam da bu zeminde Kürt Halk Önderi 2013 Newroz ’unda Anadolu ve Mezopotamya halklarına tarihi bir çağrıda bulunmuş, “Tüm ezilen halkları, sınıf ve kültür temsilcilerini en eski sömürge ve ezilen sınıf olarak kadınları, ezilen mezhepleri, tarikatları ve diğer kültürel varlık sahiplerini, işçi sınıfının temsilcilerini ve sistemden dışlanan herkesi çıkışın yeni seçeneği olan demokratik modernite sisteminde yer tutmaya, zihniyet ve formunu kazanmaya çağırıyorum. Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Bu mücadeleyi bırakma değil daha farklı bir mücadeleyi başlatmaktır. Yeni mücadelenin zemini fikir- zikir – ideoloji ve demokratik siyasettir. Büyük bir demokratik hamle başlatmaktır.” demiştir.

Öcalan’ın çağrısı kamuoyunda ciddi bir yankı uyandırmış, toplumun hemen her kesimi bu sese kulak vermiş, kendi geleceğini bir manifesto olarak da adlandırılan mesajın içeriğinde bulmuştur. Öyle ki AKP tabandan gelen halkın bu istemini görmezden gelememiş, şekli de olsa geliştirilen süreci sahiplenmiş, hatta halkın ciddi desteğini görünce, “süreci ben başlattım,” dahi diyebilmiştir. Fakat pratikte değişen bir şey olmamıştır. AKP aksine somut hiçbir adım atmadığı gibi hep psikolojik savaş oyunlarına başvurmuş, PKK’nin adım atmadığını, kendisinin yapması gerekenleri yaptığı demagojisine sığınmıştır. PKK’nin elindeki esirleri bırakması, gerillanın Kuzey Kürdistan’dan Güney Kürdistan’a çekilmeyi başlatması ardından devlet tarafından, sürecin yasal bir çerçeveye kavuşturulması, müzakere için koşulların olgunlaştırılması vb. adımlar atılmamış, sürekli bir oyalama ve zamana yayma siyaseti izlenmiştir.

Gerek Kürdistan’da gerek Türkiye’de halkın yoğun desteğine rağmen AKP’nin “halk hazır değil, milliyetçi kesimlerin tepkileri var, seçimler yaklaşıyor” demesi, hep sorunları ileriye havale eden bir yol izlemesi, sürecin gidişatına dair kafalarda ciddi soru işaretlerine neden olmuştur. Hem Kürt Halk Önderi Öcalan’ın hem de Kürdistan Özgürlük Hareketinin tek yanlı girişimleri ve adımları karşısında zorlanan AKP, lafta sürecin devamından yana olduğunu söylemiş fakat uygulamada bunun tam tersini yapmıştır. Bazı dönemler bunu dahi yapmayan AKP ve lideri Erdoğan PKK’ye terörist demeyi sürdürmüş, var olan diyalog sürecinin devamlılığı konusunda ne kadar vurdumduymaz olduğunu göstermiştir. Yine Kürdistan ve Türkiye cezaevlerindeki hasta tutsakların bırakılmaması, seçim barajının düşürülmemesi konuları küçük gibi görünen fakat arka cephesine bakıldığında AKP’nin niyetinin ne olduğunu gösteren yönler olmuştur.

Görüşmeler devam ederken Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan adaya giden BDP heyetine “süreci başlatan taraf biziz ve geliştireni de biz olacağız” demiş. AKP’den beklemeden, onlar ne diyor, ne yapıyor diye bakmadan alternatif sistemi kurmanın olmazsa olmaz olduğunu dile getirmiş, 4 Nisan’da Amara’ daki kutlamalara gönderdiği mesajda: “Ben bu süreç için bugüne kadar üstüme düşeni fazlasıyla yaptım, yapıyorum. Ancak bundan sonrası halkın işi ve görevidir” diyerek özyönetim ve öz savunma temelinde herkesi demokratik özerkliğin inşasına çağırmıştır. Bu dönemde gerek içerden gerek de dışardan atılan adımları zayıflatmaya yönelik çabalar olmuş, Kürt Halkı’nın haklarının tartışma konusu yapıldığı propagandası yapılmış, Kürt Halk Önderi Öcalan bunlara “Öcalan bağımsızlıktan, federasyondan, özerklikten, bilmem neden vazgeçti dediler. Ben hiçbir şeyden vazgeçmedim. Ben sadece Demokratik Türkiye olmadan bunların hiç biri olmaz, zamanı da değil, arabayı atın önüne koymayın diyorum. Önce demokratik Türkiye olmalı.” şeklinde cevap vermiştir.

AKP hükümetinin tüm engelleyici çabalarına rağmen, -buna Kürdistan’ın her tarafında yapılan “Kalekol” lar, HES’ler birer örnektir- Öcalan’ın, Kürdistan Özgürlük Hareketi’nin yoğun çabasıyla var olan süreç ilerlemiş, kendisiyle beraber önemli bir kamuoyu desteğini de yaratmıştır. Bunu gören AKP somut adım atmakta zorlanmış fakat hiçbir şey yapmadan da sürecin devam etmeyeceğini, Kürt tarafını durduramayacağını hesap ederek biçimsel bazı düzenlemelere gitmiştir.

Yine bir yandan Rojava Kürdistan’ında yaşanan devrimi bastırmakla uğraşmış diğer yandan ise devrimin etkilerinden kendisini korumak için göstermelik adımlar atmış, sürecin devamından yana bir söylemin sahibi olmuş ve en azından görüntüyü kurtarmaya özen göstermiştir. Bu siyaset tarzının sonuç vermediği, tıkandığı noktada ise Öcalan’ın ve Kürt tarafının ısrarla üzerinde durduğu Müzakere Çerçeve Yasası’nı çıkarmak zorunda kalmıştır. Her ne kadar bu adımı, kendisini sağlama alma- ileride olabilecek bir iktidar değişikliğine karşı kendisini güvenceye alma- adına gerçekleştiriyor olsa da bir zorlanmayı yaşadığı ve böyle bir adım atmaya mecbur kaldığı görülmüştür. Bundan dolayıdır ki İçerik ve biçim olarak oldukça sıkıntılı da olsa Sayın Öcalan çıkan yasa için; “bu yasa ile bütün sorunlar çözülecek, muhataplık sorunu ortadan kalkacak” değerlendirmesinde bulunmuştur. Peki, neden böyle değerlendirmiştir?

Katı Devletçi Zihniyet Kırılma Yaşadı

Kuşku yok ki bu Türkiye cumhuriyeti tarihinde halkın sesine kulak verme anlamında bir ilk olmuştur. Katı merkeziyetçi ulus-devlet yapısı halkların özgür iradesiyle zorlanmış, klasik baskı zor politikalarıyla sonuç almayan sistem esnemek durumunda kalmıştır. Ortadoğu’daki ulus-devletlerin yapılarına bakıldığında, yine bunların içinde Türk ulus-devletinin kuruluş felsefesi incelendiğinde yaşanan gelişme daha iyi anlaşılmakta, direniş ve mücadele ile en zorba sistemlerin bile çatırdayacağı görülmektedir. Tebaa ile masaya oturmanın düşünülmediği, bunun görülmediği bir gelenekten var olan sorunların diyalog ve müzakere ile çözümüne adım atma devlet ile toplum arasındaki ilişkinin yeni bir forma kavuşması olmakta, devlet karşısındaki kulluk felsefesini sarsmaktadır. “Sosyalizm faydalı bir şey olsa neden devletimiz getirmesin” felsefesinden, halkın sesine kulak vermek zorunda kalan devlet aşamasına gelme, mutlak ki ciddi bir kırılmaya işaret etmektedir. Tanrının yeryüzündeki gölgesi olan devlet hata yapmazdı, yaptıkları ilahi adaletti ve Ortadoğu da böyle biliniyordu. Demek ki yanlış yapılanlar vardı ve bunlar düzeltiliyordu. Bu manada atılan adımın kendisi küçük görünse de yarattığı sonuçlar itibariyle oldukça büyük olmaktadır. Eski zihniyet kalıpları parçalanmakta, doğru bilinenler tek tek eleştiriye tabi tutulup aşılmakla yüz yüze kalmaktadır. Ortadoğu da çok da görülmeyen bir şey olmakta “ayaklar baş olmaktadır”.

Buradan hareketle daha da görünür kılmaya çalışırsak, çözüm süreci olarak kamuoyunda tartışılan, Öcalan’ın ‘Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa Süreci’ olarak adlandırdığı bu süreç nasıl sonuçlar doğurmuştur?

Anadolu ve Mezopotamya Halklarının Ortak Gelecek Umudu Güçlendi

Öncelikle belirtmek gerekir ki Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın girişimiyle başlayan bu süreç Anadolu ve Mezopotamya halklarını, Türkiye ve Kürdistan toplumunu birbirine yakınlaştırmış, bin yıllardır beraber yaşayan bölge insanının 20 yy. ulus-devlet zehriyle, birbirinden ayrıştırılmasının önünde ciddi bir set oluşturarak bölge halklarının ortak gelecek tasavvurunu güçlendirmiştir. Hem uluslararası güçlerin hem de statükocu bölge devletlerinin akıl almaz böl-parçala-yönet siyasetinin karşısında alternatif bir yaşam ve gelecek hayali ilk defa bu kadar somutluk kazanmış, PKK’nin 40 yıllık mücadele geleneğinin verdiği güvenle bu pekişmiştir. Tekçi- militarist düşünce büyük bir darbe yemiş, eşitlik ve özgürlüğe dayalı demokratik toplumcu felsefe yeniden umut olduğunu, hatta sorunların tek çözüm anahtarı olduğunu göstermiştir. Bundandır ki sürece sahip çıkan, böyle bir görüntü veren AKP, girdiği seçimlerden ciddi oy oranlarıyla çıkmış, toplum bir nevi yaşanan sorunu çözeceğim diyen, böyle bir söylemin sahibi olan AKP’ye destek sunmuştur.

Gelinen aşamada toplum, sorunların demokratik yol ve yöntemlerle çözümü konusunda bir irade beyanında bulunmakta, AKP de tüccar misali bu duygu ve düşünceleri sömürmekte ve kendisine göre kullanmaya çalışmaktadır. Nasıl ki Öcalan, “Erdoğan Kürtlere ve PKK ‘ye vurdukça uluslararası güçlerden destek aldığını bildiğinden her fırsatta Kürtlere ve PKK‘ye saldırmakta, iktidarını sürdürmektedir” demektedir. AKP de toplumsal hassasiyetleri gördüğünden ona göre hareket etmekte ve halktan olur almaktadır. Aksi durumda AKP’nin bu kadar halk desteği alması imkânsız olduğu gibi, uzun süre iktidarda kalması da mümkün görünmemektedir.

Rojava Devrimi Kalıcılaştı, İnşa Süreci Hız Kazandı

AKP her ne kadar El Nusra-DAİŞ gibi örgütler üzerinden, Rojava’da yaşanan devrimi bitirme, Kürt Halkı’nın bir statü kazanmasını engellemeye dönük bir çabanın sahibi olsa da geliştirilen diyalog süreci hükümetin, devletin Rojava siyasetini en azından görünür alanda düzeltmesine vesile olmuş bu da Rojava’ya ciddi bir nefes aldırmıştır. Kuşkusuz AKP Suriye’de yaşanan iç çatışmaların başından bu yana Rojava’ya yönelik bir saldırı içinde olmuş, bunu açık ya da gizli her şekilde uygulamaya koymuştur. Fakat Sayın Öcalan tarafından başlatılan süreç ile beraber AKP bu saldırılarını açıktan yapmakta zorlanmış, kapalı kapılar ardında oynanan oyunlar üzerinden sonuç almak istemiştir. Bu da halkın demokratik öz örgütlülüğüne çarpmış, toplum YPG ve YPJ üzerinden kurduğu sistemi savunmuş ve giderek bunu kurumsallaştırmıştır.

Kürt Halk Önderi tarafından geliştirilen yaşam felsefesinin Rojava Kürdistan’ında kısmi de olsa hayata geçirilmesi farklı halklardan ve inançlardan insanları, kadın ve gençleri bir araya getirmiş, halklar ve inançlar arası geliştirilmek istenen çatışmaya güçlü bir cevap verilmiştir. Oluşan kantonlarda Müslüman- Hristiyan, Süryani-Arap, Kürt-Ermeni her farklı topluluk aktif yer almış, Ortadoğu’da yeni bir siyasi kültürün, yeni bir toplumsal sözleşmenin zemini gün gün örülmüştür. Rojava Kürdistan’ında yaşanan devrimin tabi ki sadece son gelişmelerle bağı olmayıp on yıllara dayanan güçlü bir geçmişi vardır. Devrimin kökeninde Öcalan’ın belirleyici emek ve çabaları söz konusudur. Tüm bunlara rağmen Suriye’de yaşanan iç çatışma sürecinde herkes Kürtleri kendine yedekleme arayışı içine girmiş, iradeli bir Kürt kabul edilmemiştir. Kürtlere ya faşist BAAS rejiminden ya da İslam maskeli faşist radikal dincilerden yana taraf olun, yoksa yaşama şansınız olmaz çağrılarının içinde Rojava Halkı’nın öncülerinin –ki burada YPG ve YPJ’ nin hayati değerdeki emeğini görmek gerekir. Öcalan’ın felsefesini referans almaları, üçüncü güç olarak ortaya çıkmaları tarihi değerde gelişmelerin habercisi olmuştur.

Kürt Halk Önderi Öcalan tarafından başlatılan süreç genel olarak sadece Kuzey Kürdistan, Türkiye’ye yönelik olarak bilinir, tartışılır fakat atılan adımın özüne baktığımızda görürüz ki, Öcalan daha komple düşünmekte, attığı adımla Kürdistan’ın dört parçası, Ortadoğu ve hatta dünyaya yeni bir felsefik-ideolojik perspektif sunmaktadır. Öcalan’ın Rojava Kürdistan’ına yönelik yaklaşımı bu anlamıyla yerel değil evrenseldir ve içerisinde yeni toplumsal inşanın model çalışması gizlidir. Bundandır ki basına-kamuoyuna yansıyan her görüşme de Öcalan Rojava’da yaşanan gelişmelerle özel olarak ilgilenmekte, orada oluşacak sistemin tüm Kürdistan’a ve Ortadoğu’ya yansıyacağını dile getirmektedir.

Öcalan Komplo Çemberini Parçaladı. Temel Muhatap Olduğunu Gösterdi

Türk devletinin faşist karakteri gerçekleri ters yüz etmede, olup bitenleri halka yanlış-yanılgılı yansıtmada özel bir hünere sahiptir. Neredeyse bu konuda ellerine su dökecek kimse bulunmamaktadır. Bu yalan ve çarpıtma siyaseti kendisini en fazla Öcalan ve PKK gerçekliğinde göstermektedir. Akla hayale gelmeyecek türlü yol ve yöntemle PKK ve onun önderi Abdullah Öcalan karalanmış, halkın gözünden düşürülmeye çalışılmış-çalışılmaktadır. Düşünün ki sıralamaya çalıştığımız tüm bu gelişmelerin yaratıcısı Öcalan ve örgütü PKK, kamuoyuna hep kötü, bölücü, sorun çıkaran bir şekilde yansıtılmış yansıtılmakta, ellerinden gelse bu günde bu politika sürdürülmek istenmektedir. Çağ değişmiş, devran dönmüştür, kimin ne yaptığı, neye hizmet ettiği artık gün gibi ortadadır. Fakat bunu görmemekte ısrar edenler vardır. Hâlbuki Öcalan’ın başlattığı bu diyalog süreci gerek PKK gerek de Öcalan konusunda toplumda oluşturulan yanlış algıları büyük oranda yıkmış, hem Öcalan’ın hem de PKK’nin öz kimliği ile topluma hitap etmesinin, kendisini var olan potansiyelinin ötesine taşımasının önünü açmıştır. Nereden bakılırsa bakılsın Öcalan da PKK de daha fazla büyümüş, daha fazla etkili olmuştur.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan için terör ve terörist sıfatlarını kullananlar, onu okumadan, izlemeden ahkâm kesenler gelinen noktada Öcalan’ın barışçı karakterini, toplumsal sorunlar karşısındaki çözüm gücünü, halkları birbirinden uzaklaştıran değil de yakınlaştıran duruşunu görmüş ve merakla yönünü ona çevirmiştir. Yılların önyargıları ile bırakalım Öcalan’a kulak vermeyi, ona saldırmak, etkisizleştirmek için bin bir türlü yol izleyenler bugün “Öcalan’ın durduğu yer en makul yerdir, herkes Öcalan’ı dinlese, söylediklerini yapsa sorunlar çözülür” demektedir. Herhâlde bu da Öcalan’ın siyaset tarzı olmaktadır. O siyaset tarzı ki PKK’yi küçük bir gruptan bugün dünyanın dikkate alınan temel güçlerinden biri yaptı, Kürt Halkı’nı dünyanın en direngen, en saygın halklarından biri haline getirdi. Dikkat edilirse Kürtler için lider arayanlar-muhatap tartışması yürütenler artık böyle bir tartışmaya girmemekte, girdiklerinde de komik bulunmaktadır. Öcalan attığı her adımla on adım sonrasını düşünmüş, Kürt sorununda temel muhatap olduğunu herkese göstermiş, bununla da kalmamış bölgede ve dünyada yaşanan sorunlara dair de Demokratik-Ekolojik- Kadın Özgürlükçü paradigma ile cevap olmuştur.

PKK Halkların Çözüm Gücü Olarak Dünyanın Gündemine Girdi

Öcalan’ın yarattığı PKK – ki bu parti kendisini hep bir önderliksel hareket olarak tanımlar- bugün sadece kuzey Kürdistan’da değil tüm Kürdistan parçalarında ve bölge ülkelerinde temel siyasi güç haline gelmiştir. Rojava da olduğu gibi Şengal’de, Kerkük’te de zora düşen, saldırıya uğrayan her güç PKK’ye çağrıda bulunmuş, PKK de halkların çözüm gücü olarak orada olmuştur. PKK gerillaları Şengal’e gitmeseydi, Maxmur’da gerillanın direnişi olmasaydı bugün acaba Güney Kürdistan’dan söz edilebilir miydi? Irak ve Suriye coğrafyasında yaşananlar olacakları anlamak açısından yeterince çarpıcıdır. Kürt Özgürlük Hareketi’nin özellikle son bir yılda gerek Rojava Kürdistan’ında gerek de Güney Kürdistan’da yaptığı hamleler sadece yerel ölçekli zaferlerle sınırlı olmamış, dünya ölçeğinde sonuçlar yaratmış, kapitalizm ve onun ulus devlet modeli karşısında halkların seçeneksiz olmadığını herkese göstermiştir. Öyle ki direniş dünyada geniş çevrelerin dikkatini çekmiş, Afganistan’dan- ABD ‘ye, Rusya’dan Brezilya’ya kadar hemen her yerde 1 Kasım Dünya Kobanê günü nedeniyle halklar meydanlara çıkmış, bu direnişi yaratanları selamlamıştır. Ve giderek dünya devrimci-sol muhalefeti, ezilenler, başka bir yaşam iddiasından bulunanlar için öncü güç PKK olmuş, bir dönemlerin Vietnam’ının, Rusya’sının yerini Kürdistan ve PKK almıştır. Bu da kuşkusuz Öcalan’ın felsefesi ve ideolojik-politik yaklaşımıyla olmuştur. Denilebilir ki PKK’nin İmralı da başlatılan bu süreçten önce de bir gücü vardı ve etkiliydi. Bu doğrudur. Fakat PKK bu düzeyde ne Kürdistan ve Ortadoğu’da ne de dünyada meşruiyet sahibiydi. PKK’nin gücü hep görmezden geliniyor, PKK‘nin geriletilmesi ve tasfiyesi için hesaplar yapılıyor, engeller konuluyordu. Bugün ise PKK Irak Başbakanı’nın da belirttiği gibi sorun çözen aktör olarak değerlendirilmekte öyle yaklaşılmaktadır. Bunun yaratılmasında Öcalan‘ın İmralı’da başlattığı süreç ve bununla bağlantılı PKK’nin iradeli-gelişmeler karşısında müdahaleci tarzı belirleyicidir.

Demokratik Siyaset Zemini Güçlendi

Geliştirilen sürecin demokratik siyaset arenasında yarattığı etkiyi değerlendirmeden geçmemek gerekir. Malum Türk ulus-devlet yapısı tekçiliği esas almış, farklılıkları hep bir tehdit unsuru olarak görerek engel olmaya, yok etmeye çalışmıştır. Bu anlayışın son on –on iki yıllık temsilciliğini AKP üstlenmiştir. AKP her ne kadar demokratik bir karakter taşıdığını iddia etse de özünde tekçi, faşist bir yapısı bulunmakta, neredeyse her şey benimle başladı- benimle devam edecek demektedir. Bu siyaset tarzını gören, bu tarz bir siyasetin toplumsal gelişmenin önünde nasıl bir engele dönüştüğünü değerlendiren Öcalan, 23 Şubat 2013 tarihli basına yansıyan açıklamalarında; “AKP’nin hegemonyasına izin vermeyeceğiz. Biz eskisine doyduk, yeni kambur istemeyiz” diyerek daha başından gelişecek siyasi ortamın karakterini dile getirmiş ve sonraki dönemlerde de bu yaklaşımının katı savunuculuğunu yapmıştır. İşte tam da bu gerekçelerle geliştirilen süreç kendisini demokratik siyaset alanında da ifadeye kavuşturmuş, toplumun farklı kesimleri, kadınlar- gençler geleceklerini belirleme adına demokratik siyasette yerlerini almışlardır.

BDP-HDP hem girilen yerel seçimlerde hem de cumhurbaşkanlığı seçiminde büyük başarılar elde etmiş, toplumdan ciddi bir destek almıştır. Toplum gelişen sürece desteğini seçimlerde demokrasi ve özgürlük blokunu destekleyerek ortaya koymuş, bu sayede hem Öcalan ve PKK’nin yanında olduğunu göstermiş hem de sürecin ilerlemesi için rol almaya hazır olduğunu deklare etmiştir.

O halde sonuç itibariyle diyebiliriz ki, Öcalan tarafından başlatılan “demokratik kurtuluş ve özgür yaşamı inşa süreci” daha şimdiden önemli sonuçlar doğurmuş, halkların özlediği güneşli günlerin yakın olduğunu göstermiştir. Rojava deneyimi; çalıştıkça, emek harcadıkça, inşaya yöneldikçe sonuç almanın mümkün olduğunu, toplumsal örgütlenmede boşluk bırakmanın da ciddi tehlike barındırdığını göstermiş, bu anlamda yeterli bir örnek oluşturmuştur. Yine kuzey Kürdistan’da 6-9 Ekim serhıldan’ıyla ortaya çıkan durum devrimci potansiyelin düzeyini açığa vurmuştur. 40 yıllık Kürt Özgürlük Hareketi deneyimi devrimci bir toplumsal inşanın önünde engel olmadığını her haliyle söylemektedir. Yeter ki Öcalan’ın deyimiyle “Ahlaki-Politik-Entelektüel görevlerimize sahip çıkalım”, bunun pratikçisi olalım.

 

 

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.