Düşünce ve Kuram Dergisi

Demokratik İslam Kongresi

Berrin Sönmez

10,11 Mayıs 2014 tarihinde yaklaşık 350 delege, çok sayıda konuşmacı ve davetlinin katılımıyla gerçekleşmiştir. Diyarbakır’da basının ve halkın yoğun ilgi göstermesiyle ortaya çıkıyor ki, çağrıcıların büyük emek sarf ettiği hemen anlaşılan başarılı bir hazırlık yapılmıştır. İçerik itibariyle de oldukça doyurucu bir program hazırlandığı söylenebilir. Medine Vesikası ekseninde tarihe ve günümüze ışık tutan konu başlıklarıyla kendi alanlarında uzman konuşmacılar katılmıştır. Paneller arasında görüş bildiren katılımcıların sunduğu fikirler ise günümüz insanının sorunlara bakışını, savaşlarda yaşanan acıları ve barışa özlemi açıkça ortaya koymuştur.

 

Diyarbakır Halkının ve Katılımcıların Kongreden Beklentileri

Kongre günlerinde küçük aralıkları değerlendirerek çarşıda dolaşma fırsatı bulduğumuz sınırlı zamanlarda esnafın ve şehir halkının kongreden haberdar oluşu, ilgiyle çalışmaların nasıl gittiğine ilişkin fikirlerimizi sormaları önemlidir. Hem yerel medyanın sürekli canlı yayın yapışı hem de hazırlık çalışmalarının başarılı oluşu etkili şüphesiz halkın ilgisinde. Ancak geniş kitlesel bir ihtiyaca cevap veriyor oluşu daha önemli sanırım. Kongrenin gerçekleştiği otele çağrılı olmadığı halde gelerek çalışmalara katılmak, izlemek isteyen insanlar vardı. Evinde yemek yaparken ocağı kapatıp orda olmalıyım diyerek geldiğini söyleyen bir kadının göz yaşları içinde canlı yayını izleyip, hissettiklerini anlatırken de yine gözyaşlarına hakim olamayışı toplumsal ihtiyacı açıkça ortaya koymaktadır. Çözüm sürecinin sağladığı barış havası, aynı zamanda barışa duyulan özlemin de açıkça dile getirildiği bir özgürlük ortamı sunmuş. Bir sene önce, 2013 Mayıs’ında “Ortak Geleceğin İnşasında Buluşan Kadınlar” toplantısı için gittiğimde de gördüğüm gibi ülkemizin her yerinde hissedilen barış hasreti, Diyarbakır’da elle tutulup gözle görülecek kadar somut biçimde dikiliyor karşımıza.

Kongrenin amaç ve kararlarına uygunluk ölçüsünü anlamak için önce halkın duygularını, beklentilerini kavramak gerekli. Dile getirilenlere bakarak halkın beklentilerini ve hissettiklerini iki grupta toplamak mümkün. İlk olarak geçmiş ve mevcut durum hakkındaki duygu ve düşüncelerin çözüm sürecine kesin destek sunmalarını sağlayan savaştan, acıdan, kandan ve cenazelerden kurtulmak isteğinde yoğunlaştığını görmek gerek. Yine barış sürecinin diyalog aşamasını geçip müzakere aşamasına evrileceğine, oradan da Kürt sorununun çözüme kavuşacağına ve Türkiye’nin demokratikleşeceğine olan inanç ve umut korunmak isteniyor. Çözümün gerçekleşmesi halinde, barışın refah getireceğini, üretim yapabilme şartlarının doğacağını umut ediyor ve destekliyorlar çözümü. Çözüm sürecinin kimi aksaklıklara rağmen hala işliyor olmasını sağlayan çatışmasızlık ortamından “memnunlar”.

İkinci konu ise Rojava. Suriye çok dile getiriliyor ve iç savaşın açıları konuşuluyor demek pek doğru olmaz çünkü Suriye’ye ilişkin söylenenler hep Rojava ile sınırlı. Rojava içlerine oturmuş büyük bir yürek acısı. Suriye Kürtleriyle muazzam bir empati, güçlü bir yakınlık hissi her sözde açıkça görülüyor. Savaşın acıları yanı sıra Rojava Kürt yönetimi bir gurur ve geleceğe dair umut da sunuyor. Burada Rojava Devrimi olarak tanımlıyorlar mevcut hali. Ülkemizdeki çözüm sürecine biraz da Rojava penceresinden bakmak gerektiği çıkıyor ortaya. Barış beklentisi, çözüme destek tam ama sınırsız değil. Kendilerini dayatılması muhtemel bir barışa mahkum hissetmiyor, Suriye Kürtleri gibi çareleri olduğunu düşünüyorlar. Dayatılması muhtemel yani ihtiyaçlarını karşılamayacak, taleplerine cevap vermeyecek düzenlemeler içerir biçimde sonlanması çözüm sürecinin, sineye çekecekleri, kader deyip oturacakları bir sonuç olmayacağı dile getiriliyor. Tam bu noktada gelecek kaygıları giriyor devreye ve amalar konuşulmaya başlanıyor. Çözüm sürecinin aşındırmayı başaramadığı “ama” ları var Diyarbakır halkının, Türkiye’nin geri kalanında da olduğu gibi. Bu amaların ülkemiz insanını iki ayrı kampa ayıran ilk maddesi doğrudan sayın Öcalan. Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılması ihtimali nedeniyle ama diyerek çözüm sürecine şüpheye bakan Türkler karşısında Kürtler de Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılmamasını süreci tıkayacak şartların başında sayıyorlar.

Demokratik İslam Kongresinin amaç ve kapsamı üzerine düşünmek için öncelikle halka kulak vermek gerektiği belki doğru bir çaba ama asla yeterli değil. Çünkü halka duyurulanlar veya duyurulanlardan insanların anlamak istediği şeylerle çağrıcıların planladıkları kongre muhtevası birbirinden hayli uzak kalmış gibi görünüyor. Kısacası halkın yoğun ilgi göstermesine rağmen Demokratik İslam Kongresi hakkındaki düşünceleri demokrasi ve İslam ile değil doğrudan Kürt sorununa Kürtlerin içine sinecek bir çözüm bulunmasıyla ilişkili. Sokaklardan kongre salonuna çevirdiğimiz zaman bakışlarımızı oradaki durum da pek farklı görülmüyor. Katılımcıların belirttikleri görüşler dikkate alındığında Irak’tan gelenler kendi bölgelerindeki, İran’dan gelenler ülkelerindeki, Suriye’den gelenler Rojava’ daki ve Tabii Türkiye Kürtleri de ülkemizdeki Kürt sorunlarını dile getiriyor, hükmü haksız olmayacaktır. Hepsinin ortaklaştığı hususlar ise Öcalan’a sevgi ve bağlılık yanı sıra Kürtlerin kendi sorunlarını çözecek kudrete sahip oldukları inancı ile çözümün İslami değerlerle elde edilmesi gerektiği kanaati.

 

Kongrenin Hedefleri

Demokratik İslam Kongresi adıyla çağrı gönderilen, çağrıya icabet eden ve tabii etmemeyi tercih eden herkes bu kongrenin salt demokrasi ve salt İslam ile sınırlı olmadığını biliyordu sanırım. Ülkemizde ana akım Kürt siyasetinin ve geçmişte Kürt halk hareketinin genel olarak Kürtlerin dini duyarlılıklarını anlamaktan uzak olduğu bilinir. Aynı zamanda ülkenin ve Kürtlerin sorunlarına demokratik çözümler üretmek gerektiği hususunda, çözüm sürecinin başından itibaren çeşitli vesilelerle verdiği mesajlarla, Abdullah Öcalan’ın tavsiyeleri de herkesin malumudur. Öcalan tarafından İslam ve demokrasi vurgusunda ısrar edilmesi kendisinin reel-politik üzerine hayli kafa yorduğu ve ülke şartlarını çok iyi teşhis ettiği kanaati oluşturmaktadır. Öcalan’ın gerek tespitlerinin isabetli oluşu gerekse Kürt halkı üzerindeki tartışılmaz etkisi düşünüldüğünde Kürt siyasetinin bu vurgulara duyarsız kalamayacağı aşikârdır. Dolayısıyla kongrenin amaçlarından birisi Kürt siyasetinin İslam’la “tanışması”, dindar Kürtlerin de Kürt siyasetiyle barışması, barıştırılmasıdır diyebiliriz. Delegeler ve katılımcılar arasında, kanaat önderi niteliğini haiz çok sayıda Melle ve Seyda ünvanlı saygın ismin yer alması bu amacı ortaya koyar. Diğer taraftan İslam dünyasındaki doğal farklılıklardan Kürtlerin azade olamayacağı gerçeği de gözden uzak tutulmamış ki İslam, demokratik sıfatıyla belirlenerek isimlendirilmiştir, kongre. Kültürel, sosyolojik, coğrafi ve siyasi özellikler tarihte ve günümüzde İslam toplumlarının dini yaşama biçimlerini farklılaştırmıştır. Son derece doğal olan bu sonuç dört ayrı ülkenin sınırları içinde kalan Kürtlerin de birbirlerinden farklı dini algılar geliştirmesine yol açmıştır elbette ama konumuz bakımından asıl önemli olan doğal farklılıklar değil yorum farklılıklarıdır. Yorum farklılıkları yanı mezhepler ve mezheplerin altında gelişen nispeten yeni anlayışlar Kürtler arasında da çeşitli bölünmelere yol açmaktadır. Ehl-i sünnet ve Şia ayrımı tarih boyunca halkların değil ama devletlerin siyasetlerinde kullandıkları kılıf olmak suretiyle çatışmasına yol açmıştı. Günümüzde aynı tehlike özellikle Ortadoğu coğrafyasındaki Müslümanlar için geçerlidir. Mezhepler ve mezhep altı yeni anlayışlar, devletler ve devlet altı yeni oluşumlar tarafından hem İslam dünyası için hem dünya için potansiyel tehdit içermektedir. İslam’ın barış (İslam=selam, emin) dini olduğu gerçeğini görmezden gelerek neredeyse kendisi dışındaki tüm anlayışları tekfir edip çatışmaya giren bu mezhep altı oluşumlar Avrupa tarihindeki uzun ve kanlı mezhep savaşlarının benzerlerini İslam dünyasında yaşatma tehlikesi arz ediyor. Anılan tehlikeyle mücadelenin yolu da ancak demokraside, İslam’ın modern demokrasiyle de örtüşen temel değerlerinin hatırlanmasında ki şahsen kongre davetine icabetimin de sebebidir. Medine vesikası referans alınarak hayata geçirilecek bir demokratik İslam anlayışı sadece Kürtlerin ve Türklerin değil tüm Müslümanların hatta insanlığın ihtiyaç duyduğu uzun soluklu barışı hazırlayabilir.

İki günlük kongrenin genel havası, bu kongrenin Kürtler arasında ve demokratik İslam perspektifinde birlik oluşturmak şeklinde yansımıştır. Yıllardır dile getirilip gerçekleştirilemeyen Kürt kongresine bir alternatif diyemesek bile siyasi aktörler değil ama halklar nezdinde bir hazırlık toplantısı olarak planlanmış olduğunu da düşünebiliriz. Öcalan, Demokratik İslam Kongresiyle kendisinin Türkiye dışında kalan Kürtler üzerindeki etkisini de bir nevi test etmeyi, görmeyi ve göstermeyi amaçlamış olmalı. İronik biçimde uzun yıllar Türkiye’nin birlik ve beraberliğini bozacak bir “tehdit” olarak algılanan Abdullah Öcalan bu gün barışın mimarlarından birisi hatta Kürtler için bu barışın en önemli aktörü olmakla, Türkiye’nin bütünlüğünün garantisi olarak çıkmakta karşımıza. Diğer taraftan Kürtlerin birlik ve beraberliğini sağlamayı hedefliyor diyebiliriz. Kongre çerçevesinde düşünerek Kürt halkları arasında yaratılacak birliğin demokratik kriterlere uygunluğunu, Türkiye tarihinin görece güçlü demokrasi tecrübesi ve Türkiye’deki Kürt siyasetçilerin demokratik deneyimlerinden yararlanarak oluşturmak için bu toplantı iyi bir fırsat sunmuştur. Aynı zamanda çözüm sürecinin arzulandığı şekilde sonuçlanmaması ihtimaline de bir hazırlık mahiyeti taşıdığı açıktır.

 

Abdullah Öcalan Tarafından Kongreye Gönderilen Kutlama Mesajı

Tilavet-i Kur’an ile başlayan kongrede açış ve selamlama konuşmaları ardından Abdullah Öcalan tarafından gönderilen kutlama mesajı okundu. Bitiminde ayakta alkışlanan mesajın Kürdistan Demokratik İslam Kongresi hitabıyla yazılması önemlidir. Mesajın başlarında yer alan:

“Özellikle İslam’ın iki büyük merkezi olarak kendini günümüze de dayatan iktidarcı Arabî, Selefî akımlarla İranî Şia akımların devletçilik bağlamında yol açtıkları büyük tahribatlara karşı mekan, halk ve demokrasi merkezli kavramlarla mücadele bayrağı açmayı, aynı dinin özündeki doğruya sadakatle bağlı olmanın gereği saymaktayım.” cümlesiyle çağrı metninde bulunmayan Kürdistan ismini, kutlama mesajına başlık yapışını açıklaması bakımında kıymetlidir. Aynı zamanda İslam’ın geçmişte ve günümüzde parçalanmışlık ve çatışmalara yol açan ayrışmalarına derman sunacak olan vahdet ruhunun coğrafi merkezini de Mezopotamya adını anmadan, işaret etmiş oluyor. Devamında ise:

“Her iki ana merkezci, iktidarcı ve devletçi akım, kapitalist-emperyalist yükselişin bağlamında gelişmiş olup, dönemin egemen saltanat bloğu olan Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünde kullanılmıştır.” ifadesi açıkça Kürdistan coğrafyası ve Kürt halkının Türkiye ve Türk halkıyla tarihi ortak paydalarının geleceğin inşasında kullanılmasını işaret etmektedir bana göre. Nitekim kongre günlerinde bazı katılımcıların Kürt tarihi hakkında bilgi verirken Büyük Selçuklu İmparatorluğu dönemine ve Sultan Sencer zamanında Kürdistan isminin ilk defa siyasi yapı, bağlı eyalet adı olarak kullanılışını hatırlatması bu cümlenin bir izdüşümü gibi.

Abdullah Öcalan tarafından kongreye gönderilen kutlama mesajında şüphesiz çok önemsediğim ifadeler kadar katılmadığım hatta tartışmayı gerekli gördüğüm fikirler de yer almaktadır. Bu nedenle kongrenin devamı veya benzeri toplantıların daha sıklıkla tekrarı ufuk açıcı olacaktır. Mesela Kültürel İslam kavramının birleştirici değil ayrıştırıcı niteliğe sahip olduğu oysa demokratik İslam kavramının ilkeli ve hukukî birliktelikleri mümkün kılmakta yeterli olacağına ilişkin farklı fikirlerin etraflıca tartışılması gerekmektedir. Ayrıca mesajın sonunda yer alan:

“Çağdaş bir Hüseynî, çağdaş bir Selahaddin’i hareketin sentezi olmak” ümidine katılmakla birlikte böyle bir hareketin İslam dünyasına, dünyaya sunacağı barış ve özgürlük ortamında yeni ve çağdaş Farabî’ler, İbn-i Sina’lar, İbn-i Rüşd’ler, İbn-i Haldun’lar yetişmesi amel ve emelini önemsiyorum. İslam toplumunun açık fikirli tartışmaların yaşanacağı demokratik bir ortamda tüm Müslümanlara ve insanlığa sunacağı katkının hayalini hayata geçirmek temel hedefimiz olmalı. Demokratik İslam Kongresi çağrısında ve kongrede özenle vurgulanıp detaylarıyla ele alınan Medine Vesikası’ na uygun olarak, sözleşmeye taraf tüm grupların “ümmetün vahidun” kabul edildiği bir toplum düzenine beşik olmalı. Arap-İslam, Türk-İslam, Acem-İslam, Kürt-İslam gibi kültürel ve kavramsal ayrışmalar yerine Demokratik İslam adı altında “Medine Vesikası”nı referans alıp, inanan inanmayan her bir ferdi, farklı etnik, dini, kültürel zümreleri “tek ümmet” halinde yaşatacak, İslam’ın evrensel niteliğine uygun yeni bir toplum düzenini işaret etmeli.

 

Medine Vesikası

Demokratik İslam Kongresi’nden bir hafta önce gerçekleştirilen Kadın Çalıştayı sırasında aldığım çağrı metni

“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve karşılıklı birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık” (Hucurat, 13) ayet-i kerimesi ile başlamakla kıymetini ortaya koymuştur. Devamında ise:

“Demokratik İslam Kongresi adıyla gerçekleştirilecek toplantıda silahların susup fikirlerin konuşması çerçevesinde her türlü siyasi, mezhebi, etnik mülahazalardan uzak bir şekilde “tevhid” mesajının aslında ne olduğu, İslam’ın demokrasi, hukuk ve özgürlükle ilişkisi, “Medine Sözleşmesi” temelinde halkların eşit, adil, özgür ve çoğulcu birlikteliğinin nasıl sağlanabileceği, İslam’da şiddet, savaş ve barışın hükümleri, İslam ve sömürü, İslam ve kadın, İslam ve iktidar, İslam ve ekoloji, Kürt sorununa ve çözümüne yönelik konuların tartışılması…” şeklinde açıklanan içeriğe uygun biçimde gerçekleşen kongre Medine vesikası üzerine yoğunlaşıp bu tarihi sözleşmeyi anlamlandırmak için mesai sarf etmiştir.

Hz. Muhammed’in ve Mekke’li Müslümanların Medine’ye hicretiyle birlikte değişen şehir yapısını yönetilebilir kılmayı hedefleyen ve şehirde bulunan tüm grupların taraf olduğu bir toplumsal sözleşmedir, Medine Vesikası. İlk maddesinde sözleşmenin tüm taraflarını “ümmetün vahidun” olarak isimlendirmesi, günümüz toplumsal ve siyasal sorunlarına ışık tutacak, çözüm sunacak kıymettedir. Çünkü ümmeti bir dini birlik olarak değil bu toplumsal sözleşmeye taraf olanların birlikteliği olarak kullanmıştır. İrade ortaya konularak, ilkeler belirlenerek teşkil edilmiş, tek bir ümmet olmuştur, Medine halkı bu sözleşmeyle. Sosyal mühendislik çalışmalarıyla “hayali cemaat” şeklinde “üretilen” modern fenomen ulus dayatmasının ve milliyetçilik, kavmiyetçilik çatışmalarının yol açtığı insani sorunların, dünyayı esir aldığı çağımızın acılarına ilaç sunmakta bu haliyle. Aynı zamanda inanç farklılıklarının toplumun siyasal ortaklaşmasına engel olamayacağını da ortaya koymaktadır. Çünkü bu sözleşmeyi imzalayanlar Medine’de yaşayan tüm kesimlerdir. Yahudiler, Müşrikler, Müslümanlar kendi içlerinde de ayrıldıkları çok sayıda kabileleri hepsi ayrı ayır taraf olmuşlardır. Böylece gerek kabile gerek inanç yönünden hiç bir üstünlük ya da sınıfsal çıkar ortaklığına göz yumulmadan eşitlikçi, özgürlükçü ve adil bir toplumsal yapıyı amaçlamıştır, Medine vesikası. Şüphesiz yukarıda verilen Hucurat suresinin 13. ayetinde açık bir hüküm olarak dile getirildiği gibi bir erkek ve bir dişiden yaratılmış olan tüm bu toplumsal kesimlerin her birinin içinde kadınların da aynı eşitlikten nasiplendiği açıktır. Zira Medine Vesikasının hazırlanmasından ve Hicretten çok önce gerçekleşen Akabe biatında peygamberimiz Müslüman olup kendisine biat etmek için gelenlerle görüştüğü vakit grubun içinde bulunan kadınlardan da tek tek biat almıştı. Sade kendi çağının değil bizim çağımızın da çok ötesinde kalan bir uygulama ile o gün Müslüman kadınlar erkeklerle aynı safta ve eşit olarak iradelerini ortaya koymuşlardı, peygamberimizin bu uygulamasıyla. Dolayısıyla Medine vesikasını anlamaya, anlamlandırmaya çalışırken Akabe biatının aynı zamanda bir siyasal tercih olduğu gerçeğini göz önüne alıp peygamberimizin kadınla erkeği eşit tutan biat uygulamasının ışığında değerlendirmek gerekir.

 

Demokratik İslam Kongresinde Kadın 

Ayrı bir kadın oturumunda İslam’da kadının yeri ve günümüz Müslümanları arasında kadınının konumu etraflıca tartışıldı. Kongrenin son günü ve son oturum olarak planlanması bir eleştiri konusu olmakla birlikte asıl sorun hala kadınlarla ilgili konuların sadece kadınlar tarafından dile getirileceği özel bölümler ayrılması. Müslüman kadının camilerde ücra ve ayrıksı kadın mahfillerine ötelenmesi gibi… Kongrenin sonuna bir sığıntı şeklinde iliştirilmiş kadın oturumu, söylenenlerin sonuç bildirgesine yansımasını da imkansız kılan bir zamanlamayla gerçekleşti. Fakat gerçekten önemli noktalara dikkat çekilen doyurucu bir oturum oldu. Akabe biatı üzerinde tüm konuşmacılar ısrarla durarak bunu siyasal ve toplumsal hakların temeli kabul ettiklerini belirttiler. Akabe biatı vurgusu ne yazık ki sonuç bildirgesine yansımadı ama oturum sonunda katılımcıların belirttiği görüşler sunumların maksadına ulaştığını ortaya koymuştur. Son gün son oturum olması sebebiyle salonda pek dinleyici kalmayacağına ilişkin ön yargımın yanlış çıkmasına hayretle sevindiğim güzel bir tecrübe oldu. Her ne kadar kadınların hakları ve hukukunun çiğnendiğine ilişkin tarihi örnekler ve bu uygulamaların dine aykırılığını gösteren Kur’anî deliller dile getirilirken yerlerinden ayrılmamış olsa da pek çok sayıdaki Melle ve Seyda ünvanlı saygıdeğer din aliminin dişini sıkarak, sabrının son kertesini de kullanarak dinlediğini sanıyorum. Sunumlarda geçen “Allah’ın verdiğini peygamberin uyguladığını bizden aldınız, onları geri istiyoruz; Kur’an’ın kadına verdiği değeri erkekler, buna göz yuman din alimlerinin sessizliği sayesinde yok etti; İslam alimleri İslam’ın hilafına kadını, toplumun dışına atmıştır vb.” cümleleriyle doğrudan muhatap alınan din adamları nezaketle dinliyor görüntüsünü bozmadılar. Ama bir tek din adamının oturum sonunda söz alarak sarf ettiği tek bir cümle kadınların sözünün yerini bulduğunu göstermiştir. “Biz, Kürtler ümmetin yetimidir diye hayıflanıyorduk ama bu konuşmalar gösterdi ki kadınlar da Kürtlerin yetimi imiş, çok haksızlık etmişiz” mealindeki sözlerini bir İslam aliminden duymak yukarıdan sayılan tüm eleştirileri bertaraf edecek kadar kıymetli olmuştur. Kongrenin ilk konuşmalarından itibaren gerek selamlama, gerek sunumlar ve gerekse katılımcı konuşmalarında aslında kadın ve kadınlara zulüm hemen herkes tarafından dile getirilmişti. Bu haliyle kongre baştan sona kadının, ismen, cismen ve söz sahibi olarak var olduğu bir toplantıydı. Ancak son oturuma gelinceye kadar kadın hakkında hem erkeklerin hem kadınların söyledikleri Rojava’da yaşanan din ve insanlık dışı savaş mağduriyetleriydi. Suriye iç savaşında da diğer bütün savaşlarda olduğu gibi kadın bedeninin bir savaş aracı olarak kullanılması, taciz ve tecavüzlerin bir silaha dönüştürülüp sistematize edilmesiydi. En önemlisi de kimi haddi aşmışların sözüm ona din adına fetvalarla Rojaval’ı kadınları, kendi savaşçılarına helal kılmasıydı. Böyle bir fetvanın İslam dünyasında kabul görmesi asla mümkün olmadığı halde kimi oluşumların azgınlıklarına bu fetvayı kılıf yaptıklarını biliyoruz maalesef. İnsanları kahreden, insanlığından utandıran böyle bir hüküm İslam’a da züldür. Ancak yaşayanların genel kanaati, başta Türkiye Diyanet İsleri Başkanlığı olmak üzere İslam dünyasından anılan bu fetvaya karşı yeterli tepki gösterilmediği yönünde ve bu inanç acılarını katmerleştirmiş görünüyor. Asla kabul edilemeyecek ve en keskin şekilde cezalandırılması, derhal sonlandırılması gereken bu tecavüzler, kadınlara ve çocuklara karşı işlenen kıtal ve işkenceler İslam savaş hukukunun da tümüyle dışındadır. Uluslar arası hukuka göre de savaş suçlarının en başında gelmektedir. Bu konunun bana acı veren bir diğer boyutunu da bu vahşetlerin toplum tarafından kadının ruh ve beden sağlığı, haysiyeti açısından değil de ailenin, toplumun şeref ve namusu açısından konuşulmasının, kadınlara çifte mağduriyet yaşattığı gerçeğini, yanlış anlaşılma pahasına belirtmek gerekiyor. Diğer taraftan Suriye iç savaşı, sadece Rojava’da değil tüm bölgelerde savaşın ortasından kalmış her kadına aynı tehlikeyi yaşatmakta. Üstelik savaştan kaçıp komşu ülkelere sığınmış olanlar da iğrenç bir kadın ticaretinin kurbanı olmakta. Komşu Müslüman ülkelerde Suriyeli kadınlar güya yardım adı altında ticari meta olarak kullanılıp sözüm ona din maskesiyle ikinci üçüncü eş olarak pazarlanmakta. Yazık ki kongre katılımcıları konunun bu boyutlarını anlatıp anlamaktan uzak kaldı. Bu ilk kongrede insanların empati gücü Kürtlerle sınırlı kaldı ancak giderek demokratik İslam tanımına uygun biçimde kuşatıcı ve kapsayıcı yaklaşımların artacağını ümit etmek gerekir.

Konuşmamda dile getirdiğim gibi Demokratik İslam Kongresi yeni bir siyasal ve sosyal düzen hedefliyor ve biz kadınlar bu yeni düzen kurulurken eski hatalara düşmemeliyiz. Geçmişte Halide Edip’in “Millî Mücadele verilirken milletim can derdine düşmüşken kadın haklarından söz edecek değilim” diyerek fedakarlık yapmış olmasının sonuçlarını Cumhuriyet tarihinde gördük, bugün bile atlatamadık bu sözlerin travmasını. Sovyet ihtilali sırasında canla başla çalışan kadınların sonradan kendilerini “proleterin proleteri” olarak tanımlamak zorunda kaldığını unutmuyoruz. Geçmişte Fransız ihtilaliyle ortaya insan hakları bildirgesinde tüm insanların eşitliği açıkça belirtilmiş olduğu halde bu bildirgeden kısa süre sonra kadınların insan hakları beyannamesi yazılmıştır. Çünkü tüm insanların eşitliği anlayışı kadınları kapsamadı. Özel çaba harcanması gerekti, uzun mücadeleler verilmesi gerekti. Bizler artık biliyoruz toplum yararına haklarından fedakarlık eden kadın toplum tarafından feda ediliyor. Dolayısıyla bir yeni oluşum esnasında eşitlik kurulmalı. Başlangıçta tesis edilmeyen eşitliğin sonradan sisteme entegre edilmeye çalışılması zaman ve enerji kaybı olduğu kadar sistemin adil olmasını da engelliyor. Buna göre demokratik İslam kongresinin tekrarı durumunda kongre planlanırken çalışmanın tüm aşamalarında kadınların da erkeklerle aynı safta, aynı masada, aynı oturumlarda ve her konuda yer almasına özen gösterilmesi gerekmektedir. Ayrı bir kadın oturumunda değil ortak oturumlarda birlikte söylemeliyiz sözümüzü.

 

SONUÇ

Sonuç olarak Demokratik İslam Kongresi aynı coğrafyayı paylaşan farklı kesimlerin birbirine yakınlaşmasına hizmet etmiştir. Bu yakınlaşma siyaseten parçalanmış coğrafyanın Kürtleri arasında gerçekleştiği kadar, aynı dinin içinde iki farklı parça oluşturan Şiî ve Sünnî Müslümanlar için de geçerlidir. Aynı zamanda Anadolu’nun Alevileri, Ermenileri, Süryanileri, Mıhallemileri burada yer almıştır. Kadını ve erkeğiyle insanlık ortak paydasında kucaklayıcı bir siyasal ve toplumsal yapı oluşturmanın şifrelerini İslam’ın özünde aramış ve bulmuştur da.

Dinin esaslarına aykırı parçalanmışlıkları reddeşimize Kur’an’dan ve sünnetten deliller getirerek evrenselliği başlıca vasıflarından olan İslam’ın, tüm dünya ve insanlık için sunduğu müjdeleri ortaya koyma fırsatı bulduk. İslam’ın barış dini oluşu doğrultusunda tüm siyasi, iktisadi, etnik, dini ve sosyal sınıflandırmaların ötesinde ama bugerçekleri reddetmeden bütünleşebileceğimiz, bireysel ve toplumsal olarak özgür yaşayabileceğimiz bir toplum düzeninin inşası için çareler aradık. Aslında zaten İslam’ın bize bunları sunduğunu, Allah’ın Kur’an’da bunu emrettiğini hatırlattık. İktidar hırsıyla kimi Müslümanların, hanedan ve devlet çıkarları, kimilerinin de hanedana dönüştürülmüş din adamı sınıfının çıkarları için çatışmasının dine aykırılığını ortaya koyduk. İktidar hırsıyla insan haysiyetinin çiğnenmesine hiç bir dini mazeret bulunamayacağında hem fikir olduk.

Ülkemizde çözüm sürecinin kalıcı, adil, eşitlikçi ve özgürlükçü bir barışla sonuçlanması için; Suriye iç savaşının insan onurunu kurtarmak adına derhal sonlandırılıp tüm kesimlerin özgürce yaşayabileceği yeni bir Suriye inşası için; Tüm Kürtlerin yaşadıkları coğrafyalarda hür ve eşit olması için bölgenin tüm başkentlerine sorumluluk düştüğü inancıyla ayrıldım kongreden. Ankara, Erbil ve Bağdat’la olduğu kadar Tahran ve Rojava ile de ilişkilerini güçlendirdiği takdirde çözümün başarıya ulaşması ve Suriye iç savaşının sonlandırılması mümkün olacaktır zannediyorum. Ülkemizde kalıcı adil bir barış ortamı, Demokratik İslam Kongresinin ortaya koyduğu çerçevede hem İslam’ın özüne hem de evrensel demokratik kriterlere uygun bir düzene bizleri kavuşturacaktır ümidini kuvvetle hissettim.

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.