Düşünce ve Kuram Dergisi

Demokratik Ulusun İnşasında Entelektüel Görevler

Zamani PİR

“Entelektüel” kavramı, Latince intellectus kelimesinden türeyip anlamak sözcüğüne karşılık gelmektedir. Günümüzde ise bu kavram yakın anlamlara gelecek aydın, düşünür, akademisyen, bilim insanı gibi birçok sıfat ile eşdeğer görülmektedir. Dar anlamda düşünce, bilim, teknik, felsefe, kültür, sanat vb. ile ilgilenen; bu konuları kendine meslek edinmiş ve derinliğine ele alan kimselere entelektüel denir.

Daha geniş bir açıdan bakarsak, tarihin her dönem ve yerinde; en basitinden en karmaşığına düşüncenin gelişmesine ön ayak olan, bunun için uğraşan ve hakikatin peşinde olan kişiye entelektüel diyebiliriz. Entelektüellik; bir zihniyet, anlam verme ve kavrayış dünyasıdır. İlk toplumlardan bu yana; insanın kendine, çevresine, doğaya, evrene, yaşama anlam verme çabası ve düşünce emeğidir.

Entelektüellik, aynı zamanda teori ve ideolojiler alanıdır. Şüphesiz her teori ve ideoloji de kendini genişletmek, yaymak ve buna göre siyasi-politik-yaşamsal bir sistem oluşturmak ister. Kaba tabirle nasıl ki başsız bir beden düşünülemiyorsa, zihniyetsiz bir sistem de düşünülemez. Tarihte gerçekleşmiş her devrim, geniş bir entelektüel çaba ve geniş bir düşünce yelpazesine dayanarak yaşam bulmuştur. İnsanın günümüz gelişmişlik düzeyine erişmesi ve tarihte yaşadığı her özlü dönem bu düşünsel emekler sonucu gelişmiştir. Tabi ortaya çıkan düşünce gücü ve bilimsel ürünleri etikten yoksun, ya da başka bir deyişle ahlaki ve politik toplumdan kopuk bir şekilde kullanmak da bilindiği üzere birçok felaket ve merkezi uygarlık sistemine yol açmıştır.

Düşüncenin Gelişimi Ve Entelektüel Devrimler

Düşüncenin gelişimini, tarihi boyutlarıyla ele alıp, ana duraklar üzerinde biraz durursak, entelektüelliğin tanımı ve öneminin de daha iyi anlaşılacağına inanıyoruz.

Düşünce, insan ve insan toplumsallığıyla başlamıştır. Hatta evren ve doğanın kendi içinde bir sistematiğe ve canlılığa sahip olduğunu düşünürsek, düşüncenin evren ile yaşıt olduğunu iddia edebiliriz. Ama doğa içerisinde düşünceyi en iyi geliştiren ve bütün yaşamını buna borçlu olan canlının insan olduğu tartışma götürmezdir. Özelikle Dünya’da buzulların erimesiyle oluşan yaşam alanları ve toplumsallığın gelişimi, düşüncenin temel koşullarını da oluşturmuştur. Toplumsal yaşamını sürdürmek -beslenme, korunma ve çoğalma- için insanın arayışlar içinde olması ve ilk araçları kullanabilir duruma gelmesi, düşünce sayesinde olmuştur. Tersi de doğrudur; her yeni bir araç, her yeni bir buluş arayışın artmasına ve düşüncenin gelişimine neden olmuştur. İnsan topluluğunun kendine ve çevresine anlam vermek ve yaşamını sürdürebilmek için içerisine girdiği bu arayışlar, düşüncenin de temellerini atmıştır. Bu dönemdeki düşünsel gelişme yavaş ve küçük adımlar ile gelişse de ilk olması açısından önemlidir.

İlk entelektüel devrim, MÖ 12 000’lerden itibaren Neolitik dönem diye adlandırılan dönemde Kuzey Mezopotamya’da gerçekleştirilmiştir. Bu dönemde buzulların tamamen erimesi, toplumsal yaşamın gelişmesi; yerleşik köy yaşamına geçiş ve hayvanların evcilleştirmesine neden olmuştur. Bu da düşüncenin bir sıçrayış yapmasına ve birçok konuda buluş ve yeniliklere neden olmuştur. Özellikle MÖ 6-4 bin yılları arasında neolitik devrimin sistemleşmesiyle entelektüel alanda bir devrim yaşanmıştır. Günümüz biliminin temellerinin de burada atıldığını belirtebiliriz. Neolitik dönem üzerine geniş araştırmalar yapan Gordon Child, bu dönemde yaşanan devrimleri, 16. yüzyıldaki gelişmelerle eşdeğer görüyor. Evreni ve doğayı anlama ve tanıma fikri burada toplum şahsında bir kurumlaşmayı yaşamaktadır. Doğanın muhteşem gücünün farkına varılmaktadır. Güneş, ay, yıldız ve gökyüzü anlamlandırılmaya çalışılmakta, doğa kutsanmaktadır. Özellikle topluma öncülük eden kadının eliyle ilk ilaçlar, ilk tarım aletleri, ilk din, ilk geometrik ve matematiksel hesaplamalar, dilin simgesel bir şekilde kullanılması, ilk zanaat, ilk edebiyat, ilk resim, ilk mimari, ilk üretim araçları, ilk yerleşim yerleri bu dönemde geliştirilmiştir. Bu dönemde entelektüel bir devrimin gerçekleşmesinin iki temel sebebi var. Birincisi, yerleşik yaşama geçmenin ve üretimin gelişmesinden kaynaklanan zaman boşluğudur. Tarihin farklı evrelerinde de bundan kaynaklı entelektüel çıkışlar olmuştur. İkincisi ve en önemlisi ise, toplumsal yaşama geçişin verdiği avantajlardır. Toplumsallık ile birlikte insanlar sezgisellikten sonra, somut ve soyut düşünebilme yetisini geliştirmiştir. Bu düşünce biçimi kadın öncülüğünde geliştiği ve toplum yararına olduğu için kadın şahsında bu düşünüş biçimine bir kutsallık atfedilmiştir. Duygusal ve analitik zekâ bir denge içerisinde gelişerek düşüncede bir sıçrama açığa çıkarmıştır. Buradaki entelektüel devrim, bütün bu toplumsal gelişmelerin de zemini olmuştur. Entelektüel gelişim ile toplumsal gelişim arasında simbiyotik bir bağ vardır.

İkinci entelektüel devrim, Sümer ve Mısır kent uygarlıkları döneminde gerçekleştirilmiştir. Buna neolitik dönemde gerçekleştirilen ilk entelektüel devrimin ya da neolitik dönemde geliştirilen ‘ilk’lerin kurumsallaştırılması ve yeni bir evreye ulaştırılması da diyebiliriz. Mekânsal açıdan da, Kuzey Mezopotamya’dan, Güney Mezopotamya’ya bir kayış olmuştur. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın deyimiyle, “İlk dönemde hem zihinsel hem de araçsal olarak neolitik devrimin kazanımlarını uygarlık sistemine dönüştürme becerisi gösterilecektir.” Bu dönemde tıp, matematik, biyoloji, edebiyat, teoloji, yazı, mimari, astronomi vb. alanlarda önemli gelişmelere imza atılacaktır. İlk entelektüel devrimden farklı olarak, bu dönemde entelektüel faaliyetler rahiplerin tekelindeki elit bir grup eli ile yapılmakta ve merkezi uygarlık dediğimiz hiyerarşik ve köleci sistemin hizmetine koşulmaktadır. Buradaki ziguratlar entelektüel birikimlerin tekelleştirilme ve sisteme dönüştürülme okullarıdır. Sümer rahiplerinin arkasındaki bu güçlü entelektüel ve zihniyetsel güç olmadan, doğal toplum gibi sınıfsız ve hiyerarşisiz bir sistemden, köleci bir sisteme geçmek imkânsızdır.

Üçüncü entelektüel devrim, MÖ 600’lerde İyonya’daki felsefik gelişmelerdir. Ondan önce veya başlangıç zamanlarına denk düşen Zerdüşt, Buda ve Konfüçyüs’ün yarı dinsel, yarı felsefi ve ahlaki çıkışları vardır. Bu entelektüel çıkışlar, İyonya’da gelişen felsefi devrime ve daha sonrasındaki gelişmelere de zemin olmuşlardır. İyonya döneminde din-mitoloji ve tanrısal merkezli düşünce biçiminden felsefi düşünce biçimine, yani hakikati yorum ve doğayı inceleme yolu ile açıklama biçimine geçilmiştir. Bu da bilim olarak tanımlanacak yeni düşünce yöntemini açığa çıkaracaktır. Mitolojik ve teolojik düşünce yöntemine karşın, daha esnek ve tanrı sisteminden arındırılmış bir düşünce sistematiği geliştirilmiştir. Bu da beraberinde yaşamın ve var olan dogmaların daha fazla sorgulanmasına yol açmıştır. Bu dönemde edebiyat, fizik, biyoloji, tarih, matematik, sanat, politika gibi birçok alanda yeniliklere ve devrimsel gelişmelere imza atılmıştır. Bu dönemin tanınan öncüleri Thales, Pythagoras, Herakleitos, Sokrates, Aristo, Eflatun’dur.

16.yüzyılda Avrupa merkezli gelişen entelektüel devrim, tüm bu ana durakların ve ismini sayamadığımız yer ve zamanlarda gelişen entelektüel arayışların ve birikimin mirası üzerinde gelişmiştir. Karanlık ortaçağ Avrupa’sından, Rönesans, Reformasyon ve aydınlanma gibi akımlarla çıkış yapmasının en önemli nedeni budur. Bu dönemdeki düşünce akımları; bilimsel araştırmalar, felsefi doğuşlar, aydınlanma gibi bir entelektüel devrim ile patlama yaratmıştır. Bu dönemdeki entelektüel devrim, daha öncekilerin bir devamı ve sürdürücüsü olmakla birlikte daha kapsamlı ve derin anlamlar ile yüklüdür. Avrupa entelektüel devrimi, hem bu entelektüel tarihin diyalektiği içinde yer almış hem de kendine özgü çıkışlar yapmıştır.

Böylesi bir entelektüel devrimi sermaye ve iktidar tekellerine, kapitalizme mal etmek yanlıştır. Tam tersine bu dönemin öncüleri hem ortaçağ gericiliğine, hem de entelektüel gelişmeleri saptırmak veya tekeline almak isteyen kapitalistlere karşı yaşamları uğruna bir mücadele vermişlerdir. Hiçbir felsefe, din, bilim, sanat ve edebiyat (iktidarlara maddi veya manevi bağlılıkları yoksa) birileri iktidarlarını palazlasın diye yapılmaz. Ama neticede, özelikle 19-20 yüzyıllarda bilimin ve felsefenin gücünü gören dönemin kapitalistleri, onu tekeline alarak ve toplumsal değerlerden soyutlayarak, üzerinde yükseldiği bir zemin haline getirmeyi bilmiştir.

Abdullah Öcalan, bu dönemdeki entelektüel devrimi şöyle özetlemektedir. “Bu devrimin öncülerinin önceki çağların din, bilim, felsefe ve sanatını öncelikle iyi özümsediklerini belirtmek gerekir. Bu alanlardaki katkılarını bu özümsemeye dayandırdıkları açıktır. Avrupalı entelektüellerin hakikate yaklaşmada büyük bir aşama kat ettiklerini kabul etmek gerekir. Metot ve uygulama olarak başarılı oldukları kesindir. Özellikle Birinci Doğaya (fizik, kimya, biyoloji, astronomi alanlarına) ilişkin başarıları bu yönlüdür. Fakat İkinci Doğa olarak topluma ilişkin bilimsel, felsefi, sanatsal ve ahlaksal yaklaşımları için aynı hususu belirlemek mümkün değildir. Avrupalı entelektüeller anlamlı açıklamalar (manifestolar), bilimsel disiplinler, felsefi ekoller, sanatsal eğilimler ve etik öğretiler geliştirdiler. Fakat toplumun ahlaki ve politik karakterini koruyacak kadar başarılı olamadılar. Tersine, sermaye ve iktidar tekellerine bağlandıkça, ahlaki ve politik toplumun imhaya varana dek hedef haline getirilmesinde sadece yetmezlik, eksiklik ve yanlışlıklarla izah edilemeyecek denli suç ortaklığı yaptılar. Entelektüel kriz işte böyle başladı.” Entelektüel çıkışlar ve devrimleri bu şekilde ana hatlarıyla özetleyebiliriz. Ama altını çizerek ve tekrar tekrar vurgulayarak belirtmeliyiz ki, tarihin hiçbir döneminde entelektüel faaliyet ve çabalar birileri güç ve iktidarının büyütsün diye gerçekleştirilmemiştir. Özellikle düşüncenin ilk nüveleri ve ilk entelektüel arayışlar tamamen toplumun sürdürülmesi amaçlıdır, dar anlamda yaşamın kolaylaştırılması amacıyladır. Entelektüel faaliyetlerin dar-elit bir çevrenin eline geçtiği dönemlerde bile buna karşı koyuşlar ve alternatif entelektüel faaliyetler ve hakikat arayışları olmuştur. Diğer önemli bir konu ise düşünsel, entelektüel çabaların birbirinden kopuk ele alınamayacağıdır. Günümüzde bu çabalar bilim adı altında bir zirveleşmeyi de yaşayabilir, ama unutmamak gerekir ki halen bin yıllar önce açığa çıkmış bazı düşünceler çürütülememiş, bazı buluşların sırı açıklanamamıştır. Her yeni düşünce ve buluş, ancak kendinden öncekini sentezleyerek yeni bir sıçrama yapabilmiştir. Bu temelde önemle belirtmek gerekir ki hakikat arayışı halen süren bir olgudur.

Entelektüel Sorunlar Ve Kriz

Bugün uygarlık karşıtı güçlerin hemfikir olduğu konu, entelektüel sorunların ve krizlerin yaşandığına dairdir. Özellikle kendisi bir kriz sistemi olan merkezi uygarlık sisteminin, tekeline aldığı ve üniversite, akademi ve iktidar üreten “düşünce kuruluşlarına” hapsettiği entelektüel faaliyetlerde bir krizin ve sorunlar yumağının olmaması düşünülemez. Geniş anlamda uygarlık, dar anlamda kapitalist sistemin, bir zihniyete dayalı geliştiği ve sürdürüldüğü düşünüldüğünde, bu entelektüel kriz daha yakıcı olmaktadır. Entelektüelliğin tarih taslağında da vurgulamaya çalıştığımız gibi, tarih bize birçok entelektüel miras bırakmıştır. Günümüzde kendi içinde çelişkiler yaşasa da muazzam bir entelektüel birikime sahibiz. İnsan toplumu taş araçları kullanmaktan, uzaya füze gönderebilme yetisine sahip olmuştur. Madem öyle, neden bir taraftan kimyasal silahlara varacak düzeyde bir savaş sanayii geliştirilirken; diğer yandan insanlar açlıktan ölüyor? Neden halen kültürel soykırımlar, katliam ve jenositler gerçekleştiriliyor? Neden bilim geliştikçe doğa ve Ekolojik sistemimiz tahrip ediliyor? En temel amacı toplumun sürdürülmesi olan bilim, neden bugün toplumu nefessiz bırakan en temel araç oluyor? Entelektüel alanın ilklerin içinde yer alan olan kadın, neden bugün entelektüellik adına bir nesne konumuna düşürülüyor?

Tabi ki bunlar sermaye ve iktidar tekellerinin bilimi denetimlerine almaları ve kullanmalarından bağımsız ele alınamaz. Ama bunun da ötesinde bugün yaşanan kriz yapısaldır. Yani bilimin kendi iç evrimindeki bazı sapmalardan kaynaklanıyor. Bilimde en önemli sapma, uygarlığın gelişiminde olmuştur. Daha önce her türlü entelektüel faaliyet, toplumun hayati çıkarları için yapılıyordu. Temel amaç toplumun sürdürüle bilirliğiydi . Ahlaki ve politik bir karaktere sahipti. Ama uygarlık sistemi temelleri doğal toplumda atılan bütün bilgi ve bilimleri tekelleştirerek; toplumdan, kadından, doğadan kopardı. Bilgi ve bilim üretenler, artık Zigguratlarda iktidar ve devleti besleyen araçlara dönüştüler. Özellikle bilimin kadınla bağının koparılması, duygusal zekâ ve analitik zekânın arasındaki dengenin bozulmasına ve her geçen gün aralarındaki mesafenin büyümesine neden olmuştur. Bu da pragmatik, faydacı bilimin gelişmesine ön ayak olmuştur. Bu bilim tarzı Avrupa merkezli entelektüellere de bu şekilde yansıdı ve en başından toplumdan koparılmış ve daha çok birinci doğa bilimleri olarak geliştiler. Bu yıllarda kilise otoritesi ve krallıkların çelişki ve çatışmaları da, özerk ve kısmen bağımsız bir zeminde düşünceyi geliştirme ve devrimsel bir entelektüel çıkış yapmalarına imkân veriyordu. Ama diğer yandan kapitalizmin ve ulus devletin kurumsallaşmasından dolayı; 19. ve 20. yüzyılda bu entelektüel gelişmeler, sermaye ve iktidar tekellerinin oluşmasına neden oldu. Bu da beraberinde toplumu ve doğayı yutan endüstriyalizm gibi bir canavara dönüştü.

Abdullah Öcalan, bilimin bu yeni durumunu şöyle değerlendirmektedir: “Bilim artık iktidar ve sermaye üretirken, sermaye ve iktidar da bilimi iyice kendine mal ediyordu. Bilimin ahlâk ve politikayla bağının sonuna kadar koparılışı kapıyı ardına kadar savaşlara, çatışmalara, kavgalara ve her tür istismara açıyordu… Bilim ile iktidar ve toplum arasındaki bu ilişkinin temel paradigma ve yönteme yansımaması düşünülemezdi. Toplumun devreden çıkarılması aynı zamanda nesneleştirilmesi anlamına geliyordu. Tıpkı daha önce kadın ve kölelerin nesneleştirilmesi gibi. Ardından F.Bacon ve Descartes ile başlayan nesne-özne ayrımları tüm bilimlere taşınmış oldu.” Böylelikle toplum, kadın, doğa nesneleştiriliyorken; iktidar, tanrı, insan, erkek özneleştirildi. Bu yaklaşım hemen hemen bütün bilimlerce de meşrulaştırılmış oldu. Bu temelde gelişen pozitivist, pragmatik ve determinist bilim akımları; bir bütünlüğe tabi tutmadan, bilimleri de ayrıştırarak entelektüel çabaların esas amacı olan hakikati de parçalamış oldular. Bu nedenlerden dolayı entelektüel alanda ve yansıması olarak var olan toplumsal sistemde kriz ve ur gibi büyüyüp çoğalan sorunlar ile karşı karşıyayız.

 

Entelektüel Görevlerimiz

Genel anlamda demokratik uygarlık, özelde ise demokratik ulus sistemi; bir yandan tarihi toplumsal nehrin devamı niteliğindeyken, diğer yandan var olan merkezi uygarlık sistemi ve ulus devletlerine alternatif teşkil etmektedir. Bu merkezi uygarlık ve kapitalist sisteme karşı olan bütün hareket ve güçlerin, demokratik ulusun birçok alanda ve boyutta inşa edilmesi anlamında görevleri vardır. Ama her sistemin zihni ve entelektüel bir zemine dayandığını düşündüğümüzde ve asıl değişim ve devrimlerin burada gerçekleştirildiğini göz önünde bulundurursak; demokratik ulusun inşasında entelektüel görevler başta gelmektedir.

Uygarlık karşıtı güçler olarak, mirasçısı olduğumuz hareketlerin pratiğinden de anladığımız üzere, bazen entelektüel ve zihni anlamda güçlü sistem çözümlemeleri yapılmakta ve demokratik, özgürlükçü bir zihniyet dünyası ortaya koyulmaktadır. Ama bahsettiğimiz entelektüel camianın temel sorunu, teorik düzeyde kalması ve bu zihniyeti bir sistem ve mücadeleye dönüştürmemesidir. Tersine var olan sisteme en radikal karşıtlığı ve çatışmayı yaşayan, yer yer bu alanda başarılar da elde eden; ama mücadele ettiği sistemin zihniyet dünyasını çözümleyip, ondan kopamayan hareket ve akımlar da bulunmaktadır. Günümüz hareketleri ve sistem karşıtı akımları bu iki temel olguyu birlikte ele almak zorundadır. Demokratik ulusun inşasında entelektüel görevleri ele alırken, aynı hataya düşmemek önem arz etmektedir. Bundan dolayı entelektüel çabalar ve görevlerin ahlaki ve politik boyutlar ile kopmaz bir ilişkisi vardır. Özellikle demokratik ulus sisteminin, merkezi uygarlık ve bunun zirvesi olan kapitalist sisteme alternatif politik ve entelektüel boyutları birlikte ele alması şarttır. Önemle belirtmek gerekir ki; çağımızda entelektüel bir devrime ve zihniyet yapısına dayanmadan, var olan zihniyet yapıları ve toplumu tükenişe götüren düşünce kalıplarını aşmadan başarıya ulaşması mümkün değildir.

Bu temelde demokratik ulusun, entelektüel görevlerini ele alırsak;

1-Demokratik ulus, entelektüelliğin tarihçesinde de ele aldığımız devrimsel gelişmeler ve tarihin farklı zamanlarında insanlığa ilham olmuş “düşünce pırıltılarını” kendine miras edinmelidir. İktidar ve sermaye tekellerinin zihniyetleriyle çarpıtılmış bakış açıları dışında, bütün düşünsel ve entelektüel faaliyetler bizi hakikate ulaştıracak kilometre taşlarıdır.

2-Düşünsel ve entelektüel faaliyetlerin iktidar ve sermaye sisteminin tekelinden kurtarılması gerekmektedir. Sistemin hizmetinde veya güdümünde olan bilimsel faaliyetlerin nasıl felaketlere yol açtığı tüm çıplaklığıyla ortadadır. Maddi olanaklarla bu sistemin güdümündeki kurum ve kuruluşlarda faaliyet yürüten her bilim insanı ve düşünürün, bu sistemin nasıl bir toplumsal tükenişe ve hakikat yitimine sebep olduğunu görmesi gerekir.

3-Entelektüel faaliyetlerin örgütlendirilmesi ve bir çatı altında toplanması gerekmektedir. Yakın tarihte ve günümüzde sistem zihniyeti ve kurumlaşmalarına karşı gelişen birçok düşünce akımı ve mücadele hareketleri bulunmaktadır. Entelektüel çalışmaların yapısı gereği esnek ve çeşitli olmaları beklenebilir. Ama söz konusu olan demokratik, eşit ve özgürlükçü bir sistemin inşa edilmesi ise, bu konuda mücadele eden her kişi ve hareket düşünsel anlamda da ortaklaşmayı ve örgütlenmeyi esas almalıdır. Dünyanın en ücra köşesinde bile yaşanan bilimsel bir gelişme, bu ortaklaşma sayesinde bütün insanlığa mal edilebilmelidir. Bununla birlikte ulusal, bölgesel ve yerellerde özgünlüğe dayalı düşünsel, kültürel, edebi, sanatsal, felsefi, bilimsel çalışmalar yapılabilir.

4-Buna bağlı olarak Abdullah Öcalan’ın da önerdiği gibi, “Dünya Kültür ve Akademiler Konfederasyonu” kurulmalıdır. Bütün düşünce ve entelektüel devrimleri kendine miras edinen ve günümüzdeki bilimsel çalışmaları kendi çatısı altında toplayacak ve buna öncülük edecek bir akademi sistemi gerekmektedir. Konfederasyon şeklinde örgütlendirilmesi, düşüncenin yapısına denk esnekliği ve özerkliğini korumasına neden olacaktır. Dünya çapında konfederasyon tarzında akademilerin kurulması şart iken, ulusal ve bölgesel akademi çalışmaları da gerekmektedir. Ayrıca özgünlüğüne göre kadın, gençlik, basın, kültür, ekonomi, diplomasi, siyaset akademileri geliştirilmelidir. Özellikle geliştirilen entelektüel faaliyetlerin halka mal edilmesi için yoğun halk akademileri geliştirilmesi gerekmektedir. Bu akademiler için şaşaalı binalara, resmi eğitim saatlerine ihtiyaç yoktur. Yeri ve zamanı koşullara göre belirlenebilir. Katılım gönüllülüğe ve düşünsel tercihe göre olmalıdır. 5-Geliştirilecek entelektüel faaliyetlerin bağımsız ve özerk olması gerekmektedir. Sistemin akademi, üniversite ve düşünce kuruluşlarından, yeni bir zihniyet üretmeleri beklenemez. Yeni entelektüel devrim kendi kadro ve öncülerini yaratmak zorundadır. Bu kadro gerektiğinde öğretmen, gerektiğinde öğrenci olabilecektir. Demokratik ulusun entelektüel görevlerini yerine getirecek kurum ve kadroların uygarlık zihniyetini aşmış vasıflara sahip olmaları gerekmektedir. Maddi ve manevi olarak sistem ile bağlarını kesmiş olmaları gerekmektedir. 6-Demokratik ulus zihniyeti ile gerçekleştirilecek entelektüel faaliyetlerin ahlaki ve etik olması gerekmektedir. Ahlak ve etikten yoksun bilimsel çalışmaların kimyasal silah gibi toplumu ve doğayı yok eden sonuçlar doğurması, en çıplak şekliyle ders alınması gereken gerçektir. Uygarlık tarihi boyunca ahlaki ve politik toplumdan kopuk geliştirilen bilimsel çalışmalar, ahlaki ve politik toplumu yok etme aşamasına vardırmıştır. Ayrıca yapılacak entelektüel faaliyetlerin temel amaçlarından biri, toplumun varoluşunu tehdit eden bu gidişata dur demesidir. 7-Buna bağlı olarak Abdullah Öcalan’ın da belirttiği gibi, “Geliştirilecek bilim öncelikle ‘sosyal bilim’ olarak düzenlenmek zorundadır. Sosyal bilim tüm bilimlerin ana tanrıçası olarak kabul edilmek durumundadır. Ne Birinci Doğa ile ilgili diğer bilimler (fizik, astronomi, kimya, biyoloji) ne de İkinci Doğa’yla ilgili diğer beşeri bilgiler-bilimler (edebiyat, felsefe, sanat, ekonomi vb.) asla öncülük misyonu taşımaz; bunlar hakikatle anlamlı bağ kuramazlar. Her iki alan ancak sosyal bilimle bağını başarıyla kurabilirse hakikatten pay alabilir.” Ayrıca geliştirilecek entelektüel çalışmalar, pozitivizm ve postmodernizmin eleştirisi üzerinden gerçekleşmelidir. Olgucu, göreci, determinist ve pragmatist bakış açılarını aşmasını bilmelidir. Hakikati parçalayan bilim ayrışmalarını ret etmelidir.

8-Bu temelde yaygınlaştırılacak kültürel, edebi ve sanatsal çalışmalar; hem entelektüel devrimi besleyecek ve kalıcılaştıracak, hem de toplumun entelektüel düzeyini yükselterek, entelektüel devrimi topluma mal edecektir. 9-Sermaye ve iktidar tekellerinin güdümünde olan bilimlerin insan, toplum ve ekoloji açısından nasıl bir tükeniş ile sonuçlandığı göz önünde bulundurulduğunda, demokratik ulusun entelektüel öncülüğü toplum lehine bir direnişçi karaktere de sahip olmalıdır. Ayrıca zor aygıtları ile kuşanmış bu sistemin alternatif entelektüel çıkışlara müsamaha göstermesi beklenemez. Bu yönüyle de bütün entelektüel devrimlerin çıkış yaptığı dönemlere benzer bir direnişçi karaktere sahip olunmak gerekmektedir. Hakikat uğruna; İsa gibi çarmıha gerilmeyi, Hallacı Mansur gibi yakılmayı ve yeri geldiğinde Sokrates gibi onurlu bir şekilde baldıran zehrini içmesini bilmek gerekir.

 

 

 

Kaynakça
Abdullah Öcalan, Kürt Sorunu Ve Demokratik Ulus Çözümü Özgürlük Sosyolojisi
-Abdullah Öcalan, Kürt Sorunu Ve Demokratik
Ulus Çözümü
-Düşünce Tarihi (Orhan Hançerlioğlu) -Dinsel İnançlar ve Düşünce Tarihi (Mircea Eliade)
-21. yy’da siyaset (Immanuel Wallerstein)
-Wikipedia

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.