Düşünce ve Kuram Dergisi

Devlet Artı Demokrasi*

Fikret Çalağan

Devlet ve toplum (demokrasi) tarihsel ve güncel olarak üzerinde en çok tartışma yürütülen kavramlar olmalarına rağmen pozisyona ve devlete biçilen göreceli anlama göre tanımlanan ve en çok kafa karışıklığının da yaşandığı kavramlardır. Ancak devlet ve toplum sadece birer kavram değil, toplumsal tarihi ve bu toplumsal tarihin mücadele yoğunluğunu ifade etmektedir. Sadece toplumlar arası ilişkiyi değil aynı zamanda doğa ile kurulan ilişki ve çatışma/mücadeleyi anlatmaktadır. Bu kısa girişle birlikte öncelikle bu ikiliye biçilen anlam ve kurulan ilişkileri ifade ederek güncelde yaşananları anlamaya çalışmak ve durduğumuz yeri tanımlamaya ihtiyaç vardır. Bu aynı zamanda nasıl bir yaşamın ve mücadele hattının da kurulacağını ifade etmektedir.

Devlet, topluma karşı egemenlik ilişkilerinin iktidar yoğunluğuna göre biçim aldığı haldir. En yoğunlaşmış hali ise ulus-devlettir. Toplum ve onun yaşamsal eylem hali, var olma hali olan demokrasi ise toplumun doğa ile birlikte kendini gerçekleştirme, genel anlamda ise devlet dışı kalmış ya da devlete/iktidara karşı toplumun var olma ve kendini savunma hali olarak ifade edilebilir.

Toplumun gelişim sürecini sakatlayan devlet; yaşamımıza, zihnimize sirayet edişinden kaynaklı olarak geçmişte ve günümüzde en çok kullanılan kavram olmasına rağmen, en az tanınan ve tanımlanan kavramdır. Bu durum devlete olması gerekenden başka anlamlar yüklenmesine neden olduğu için doğal olarak devletle kurulan ilişkilerde bir muğlaklığa yol açmıştır. Egemenler açısından egemenlik/tahakküm aracı olan devletin toplum nezdinde anlaşılmamış olması, büyük avantajlar sağlamaktadır. Bizzat sorunların kaynağı olan devletin, sorunların çözüm alanı olarak değerlendirilmesi, devletin varlığının da bir zorunluluk gibi algılanmasına neden olmaktadır.

Düzenin, güvenin ve özgürlüğün sağlanması için devlet kendi varlığının zorunluluğunu salık vermektedir. Devletin zorunluluğu bazı düşünürlerin ; insan soyunun mükemmelleşmesi için devlet şarttır( Lasalle), insanın bencil ve rekabetçi oluşundan kaynaklı insan insanın kurdudur, bunun için güçlü bir denetleyiciye ihtiyaç vardır ( Hobbes) şeklindeki söylemleriyle sürekli olarak pekiştirilmiştir. Kötü insanların da yaşaması için iyi bir devlete ihtiyaç vardır. İyi insanlar ile devlet toplumu iyi yapar; denilerek toplumsal mühendislik aklıyla devletin değerini ifade etmişlerdir.

Tarihsel olarak toplum organize olmuş bu kötülüğe karşı kendini savunmak için direnişini sürdüregelmiştir. Toplumun kendini savunmak ve var olmak için sürdürdüğü mücadele ve direniş hattı demokrasi olarak tanımlanmaktadır. Toplumsal tarih bir taraftan devlet ve iktidarın sürekli olarak toplumu sömürüye tabi tutmak için sürdürdüğü savaş, işgal ve gasp iken öbür taraftan ise toplumun kendini korumak ve varoluşunu sürdürmek için geliştirdiği direniş hattıdır. Tarih tam da devlet ve toplum/demokrasi arasındaki iki hattın mücadelesidir. Bu aynı zamanda günümüzde yaşanan mücadelenin tarafları açısından geleneği temsil etmektedir. Tarih bu bütünlükle okunmadığı takdirde devletin toplum karşıtı özelliği görülmediğinden sosyalizm/toplum adına yola çıkanlar da yeni bir toplum inşası için devleti temel araç olarak görmektedir. Her ne kadar devlet araç denilerek geçici bir süreç olarak görülse de bu durum iktidara bulaşılması ile birlikte en katı yapıya dönüşebilmektedir. Alfred Doblim’in ifade ettiği gibi  “devleti ele geçirirsen, o senindir, sen de onunsundur ve artık sen yoksundur. Böylelikle devletin toplum karşıtı olan tarihsel mirası devralınmış olunur.” Öz olarak ifade edersek sosyalizm ve toplum; devlet tarafından organize edilemez. Ancak toplulukların özgür birliktelikleri ile var olur.

Devlet ; devletçi sosyalistlerin ifade ettiği gibi;

a-Sınıf çatışmasını ya susturmak, ya da dengede tutmak değildir. Ağır basan yanı olarak dile getirilen sınıfsal baskı aracı kavramı da pek geliştirici değildir.

b-Kaos halinin ortadan kaldırılması hiç değildir. Güvenlik, düzen ideaları gerçeği ifade etmekten uzaktır.

c-Sorunların, hedeflerin çözüm alanı ise hiç değildir. Tersine sorunları kangrene, krize sokma ve sürdürme platformudur.

d-Tanrısallıklarla, kutsallıklarla ilişkisi ise sadece mitolojiktir, ideolojiktir.

e-Ulusun, dinin, kültürün oluşturucu, yönetici gücü olarak da hiçbir şey ifade etmez.”(A.Öcalan)

Sosyalizm için yola çıkanlar, inşa yerine karşıtlıklar üzerine yol yürüdüklerinden farkına varmadan demokrasi yerine devleti tercih eder hale geliyorlar. Daha az devlet-daha çok toplum hattında ilerlemesi gereken sosyalizm, devlet sosyalizmi eliyle; liberallerin daha az devlet söylemine karşıt olarak otoriter devleti geliştirmiştir. Ekonomik eşitlik için daha çok devlet denilmiş ve devleti ele geçirerek sosyalist inşayı gerçekleştireceklerini düşünmüşlerdir. Ancak devlet/iktidar onları ele geçirmiştir. Özelleştirme eleştirisi, merkezileşmeyi geliştirmiş, özyönetim hedefinden vaz geçilmiştir. Aşırı merkezileşme ile beraber, bürokrasinin büyüdüğü ve başlangıç ilkelerine bağlılıktan uzaklaşılan bir karşıtına dönüşme hali gerçekleşmiştir.. Karşı devrimi durdurayım derken kendileri otoriterleşerek karşı devrimci bir duruma gelmişlerdir.

Devlet ve kapitalizm iç içeliği gözden kaçırıldığı için, kapitalizmin sac ayaklarından biri olan ulus-devleti görmeme hali büyük bir sapmayı getirmiştir. Kapitalizm için devlet bir zorunluluktur. Liberallerin devlet eleştirisi ile dile getirdikleri daha az devlet çağrısı ile amaçları devleti küçültmek değildir. Devletin toplumsal meşruiyet açısından tarihsel olarak üstlendiği bazı toplumsal rollerinden arındırılması ve daha çok toplum üzerinde kuracağı tahakküm alanlarında yoğunlaşma isteğidir. Toplum yaşamının sürdürmesi olan ekonominin toplumdan alınarak tekellerin hakimiyetindeki piyasa denetimine bırakılması talebidir. Devlet gerek şiddet gerekse kendi belirlediği yasalar yolu ile de toplumun bu alandaki var oluşunu ve denetimini engellemektedir. Devletin bu rolü es geçildiği için daha az devlet denildiğinde bazı sol ve sosyalist çevrelerce bu söylem devletin küçültülmesi piyasanın büyütülmesi olarak anlaşılmaktadır. Esasen daha az devlet toplumun daha çok öne çıkarılmasıdır. Sosyalizm adına yola çıkanların temel hedefi toplumu büyütmek olması gerekirken bunun yerine devleti ikame etmeleri devlet ve sermaye ilişkilerinin anlaşılmamasındandır. Daha doğrusu devleti tanımamaları ve tanımlayamamalarındandır.

Toplumsal artı değeri yağmalamak ve sömürmek için devlet kapitalistler için her zaman gereklidir. Devletin kendisi tam olarak budur. Fernand Bradudel’in de ifade ettiği gibi; kazanan iktidar/devlet kapitalizm salgılar. Öcalan ise iktidarın/devletin bizzat tekel ve sermaye olduğunu belirtmektedir. Esasen devlet olmadan ticari tekelin yürüyemeyeceği açıktır.

Kapitalizmle birlikte devletin aldığı biçim olan ulus-devlet ve iktidar giderek hızlanacak biçimde toplumun tüm gözeneklerine sızmaya çalışmaktadır. Bu durum sömürüyü tüm topluma yaymakta ve ulus-devlet sınırları (ülke) içine hapsettiği toplumu derinlemesine sömürüye tabi tutmaktadır. Vatandaşlık kavramı ile de topluma/bireylere sorumluluklar tanımlayıp zaman içinde toplum nezdinde bu durumun bir zorunluluk olduğu algısını hakim kılmaktadır. Buna karşılık olarak ise toplumda artan bilinçle birlikte direnişler de yaygınlaşmaktadır.

Ancak geliştirdiği resmi ideoloji ile ulus-devlet, iktidar/devlet toplumdur fikrini yaygınlaştırarak, toplumu var olma hali olan demokrasi hattından uzaklaştırmaya çalışmaktadır. Ulus-devlet, öz itibariyle toplumun devletle, devletin toplumla özdeşleşmesi olarak tanımlanabilir ki, faşizmin tanımı da budur.

Bu hakikat ortada dururken demokrasi/toplum ve devlet tartışmasında karmaşıklığın neden sürdüğünü anlamak mümkün değildir. Devlet ve sermaye karşısında demokrasiyi inşa etmesi gereken sistem muhaliflerinin demokrasiyi bir burjuva aldatmacası olarak ele alması sonucu, tarihsel olarak toplumsal mücadeleler tarafından biriktirilmiş demokrasi hattında bir kaymanın yaşanmasına neden olunmaktadır. Toplumsal tarihi okurken; geçmişten bugüne dersler çıkarmak, ayrıca geleceği inşa etmek için devlet ve toplum/demokrasi hattının sürekliliğini gözden kaçırmamak gerekir. Devlet/iktidarın toplumda yayılmak için demokrasi gibi görünmeleri egemenler açısından anlaşılabilir. Ancak demokrasi hattının devlete yönelmesi toplum açısından sürekli kayıpları getirmiştir.

Devlet toplumun ortak işlerini üstlenerek kendisine meşruiyet kılıfı yaratmıştır. Bu işleri üstlenirken toplumu dışlamış, toplumu bağımlı kılmaya çalışarak toplumsal var olma halini sakatlamıştır. Demokrasi ise ortak işlerin bizzat toplum tarafından yerine getirilmesini önermektedir. Tarihsel olarak var olan ve günümüzde devam eden devletli uygarlık ile demokratik uygarlık arasındaki ayrım da buradan kaynaklanır. Mücadele de karşılıklı toplumsal inşa hattı da buradan yürümektedir. Bağımlılık ve özgürlükte bu ayrımın netleşmesi, bilincin oluşumu ve eylemin gerçekleştirilmesi ile mümkündür. Eğer demokrasi, dağıtıp imha etmeyi hedeflediği devlet gücünü ve zorunu ele geçirmeye kalkışırsa , kendi kendini parçalayıp yok eder. Bütün sorun, devlet mekanizmasından nasıl kendimizi uzak tutacağızı cevaplamaktır. Ulus-devletin temel amacı bütün bir toplumu devletleştirmektir. Ya da devleti toplumsallaştırarak toplumun ekonomik, sosyal ve siyasal özerkliğini yok ederek kültürel olarak da tektipleştirerek homojen bir toplum oluşturmak, daha doğrusu devlet ulusu yaratmaktır. Hakikat ise şudur; ne devlet toplumsallaşır, ne de toplum devletleşir. Bu hakikat ortadayken toplumsal tarihin sürekliliğini ve aynı zamanda anda yaşanan oluş halini görmezden gelerek, egemen tarih kuramcıların “son”a dayalı hiyerarşik zaman tanımlarının etkisinde kalan devletçi sosyalistler egemenlerin aracı olan devlet ile başarılı bir sonuca ulaşmayı hedeflediklerinden tüm iyi niyetlerine rağmen sonuç almaktan uzaktırlar. Geçmiş tarihsel deneyimler ve yakın tarihimizde reel sosyalizm deneyimleri bunu açıkça göstermiştir.

Devlet eliyle demokrasi olmayacağı gerçeğinden hareket ederek, demokratik uygarlık inşası için mücadele etmek ve devletin-iktidarın bize dayattığı gerçeklikten uzaklaşarak kendi hakikatimizle yol almak önemlidir. Bugün şöyle bir hakikatle karşı karşıyayız; devletli uygarlığın ve onun güncel hali kapitalist uygarlığın gittikçe daha da ağırlaşan krizsel yapısı nedeniyle demokratik uygarlık sistemiyle uzlaşma zorunluluğu doğmuştur. Bu uzlaşı hali uzun bir süreyi kapsayacağı için uzlaşı ile birlikte iç içe bir mücadele de sürecektir. Bu durum demokratik uygarlık güçlerinin geçmiş dönem pratiklerinin yaratmış olduğu sonuçların toplumsal hafızada yarattığı tahribat ve aynı zamanda kapitalist uygarlığın toplum ve doğa yıkımını artık sürdürülmesi mümkün olmayan bir safhaya ulaştığından zorunlu bir uzlaşıdır ve bunun formüle edilmiş hali devlet artı demokrasidir.

Devlet artı demokrasi uzlaşı ile birlikte uzun süreye yayılacak bir mücadeledir. Önem kazanan şey ise günlük olarak yaşamı yeniden inşa etmektir. Ancak inşa edilen şey ne olacak, devlet mi yoksa toplum mu? Burada fikir-zikir- eylem birliğini sağlamak gerekir. Güncel olarak söylediğimiz, yaşadığımız ve eylediklerimiz, pratiklerimiz önem kazanmaktadır. Güncel pratiklerimizde devleti ve iktidarı-aynı zamanda kapitalist uygarlığı-mı üretiyoruz, yoksa demokratik uygarlığı mı kuruyoruz? An be an bu değerlendirmeye ihtiyacımız var. David Graeber günlük pratiklerimizi, “Çok sevmediğimiz bir dünyayı her gün kolektif olarak yaratıyoruz. Hatta kapitalizm ya mevcut bile değil ya da bize dayatılan bir şey ve onu biz yaratıyoruz. Her gün kalkıyoruz ve kapitalizmi yaratıyoruz, neden başka bir şey yaratamıyoruz? Devrimsel büyük soru budur. Bu önemli oranda zor bir sorudur ve bir şekilde tüm sosyal teoriler bu konuyla ilgilidir: Neden bir sabah uyanıp başka bir şey yaratamıyoruz?” sorularını sorarak sorgulamayı denemiştir.

Peki devlet/iktidar hangi eylemlerimizde kendini var ediyor?

  • İdeolojik alanda yaşanan savrulmalar, ütopyadan kopuşa, gelecek iddiasının ve kendine güvenin yitirilmesine neden olmakta, aynı zamanda topluma karşı da güvensizlik yaratmaktadır. Toplum içinde yerine devlete güvenme ön plana çıkmakta ve devlet ile yol alma anlayışı hakim kılınmaktadır. Egemen devlet anlayışı, toplum üzerinde hegemonya kurmak için başvurduğu dincilik, devletçilik, milliyetçilik, “bilimcilik” ideolojik araçlarıyla toplumsal hakikatin yitimine neden olmaktadırlar. Buna karşılık hakikat arayışçısı olmak kapitalizm tarafından kurulan baskının önünde durarak topluma güçlü bir duruş sağlayacak, bu da devletin yukarıda saydığımız ideolojik araçlarla toplum üzerinde tahakküm kurmasını engelleyecektir. Toplumun düşünsel olarak var olma hali ve geleceği kurma istemi toplumun varoluşunu güçlendirecek, devlet karşısında toplumu güçlü kılacaktır. İdeolojik hegemonya ile muhaliflerin düşün dünyası zayıflatıldığı için meşrebine göre muhalifler güncel ilişkilerde ve söylemlerde iktidarın-devletin yedeğine düşebilmekte, devletin farklı yüzlerine karşıtlık üzerinden başka bir yüzünün yanında saf tutmaktadırlar. AKP karşıtlığı üzerinden 30 Ağustos ve 29 Ekim’de ulusalcıların söylem ve eylemlerine ortak olunmaktadır.
  • Devletli uygarlık kapitalizmle birlikte ve onun düşünsel arka planı olan aydınlanma ve modernizm anlayışıyla kalkınmayı ve ilerlemeyi mutlak bir doğru olarak hakim kılmaya çalışmaktadır. Bu düşünsel yaklaşım toplumsal ihtiyaçları ve doğayı görme yerine daha çok kapitalizmin gelişimi için sürekli üretimi dayatmakta ve üretilen şeyin tüketimi için ihtiyaçlar tanımlaması yapmaktadır. Bu tanımlama ile toplumsal üretim ve tüketim ilişkisini belirlemekte, toplum için değil sermaye için üretmeyi ve tüketmeyi zorunlu hale getirmektedir. Her üretilen ve tüketilen şey toplum yerine sermaye ve devleti büyütmektedir, aynı zamanda iktidarı tüm toplumsal ilişkilere yaymaktadır. Doğayı gözeterek, toplumsal var olma hali için yeterli üretim ve tüketim kooperatifleri kurulması ile tekellerin hegomanyası kırılarak toplum güçlü kılınmalıdır.
  • Topluluklar ve bireylerin birbiriyle ilişkileriniengellemek/sakatlamak; toplumun kendini sağaltım, eğitim, ulaşım, barınma, güvenlik vb. ihtiyaçlarını gidermek için kurumsallaşmasını engellemekte, onların yerine devletli kurumlarla tahakküm güçlendirilip toplum devlete bağımlı kılınmaktadır. Devlet kurumlarına bağımlılık yerine toplumsal ilişki ve toplumsal kurumsallaşmalarını geliştirmek gerekir. Bununla birlikte devlet kurumlarını meclisler ve konseyler aracılığıyla denetlemek, bu kurumları demokratik işleyişler aracılığıyla toplum lehine ve demokrasiye duyarlı hale getirmek gerekir. Toplumsal parçalanmayı (eğitim aracılığıyla çocuğu toplumdan, kreş ve bakım evleri aracılığıyla çocuğu yaşlıdan tamamen ayırarak) durdurmak gerekir.
  • Demokrasinin eylemi, düşünceyi gerçekleştirme etkinliği olan siyasetin daha doğru bir ifadeyle politikanın yapılma biçimi devlet+demokrasi denkleminde önemli bir yer tutmaktadır. Siyaseti nasıl yaptığımız, Kiminle yaptığımız, Hangi hukuksal düzlem ve mekanı esas aldığımız önemlidir. Toplum adına yapıldığı söylemesine rağmen siyaset toplumun yerine ve toplumun dışında, kadroya ve mekanlara daralmış bir şekilde yapılmaktadır. Meclisler yerine parti yöneticileri ile karar alınan, halktan kopuk halk adına yapılan siyaset biçimiyle toplum yerine içimizdeki devlet ve iktidar büyütülmektedir.
  • Devletin merkezleştirmesine karşı toplumun örgütlülüğüne dayalı konfederalizm ile yerel özerk yapıları yaygınlaştırmak gerekir. Ayrıca merkezi devlet yerine yerel yönetimlerin güçlendirilmesi önemlidir. Bu anlamda belediyeler önemli bir işlev görmektedir. Yerel demokrasinin güçlü kılınması yerel yönetimleri nasıl ele alacağımızla ilgilidir. Yerel yönetimler mevcut haliyle devlet + yerel devlet demektir. Bu formülasyonda toplum yerine yerel devlet eliyle toplum denetim altına alınmaktadır. Merkezi devletin çevresinde küçük yerel devletler var olmuş olur. Toplumun güçlendirilmesi için yerel demokrasinin geliştirilmesi gerekir. Bunun için meclislerin örgütlenmesi önemlidir. Yerel yönetimler yerel demokrasi perspektifi ile ele alınırsa yerel devlet (dar anlamda belediyeler) topluma/demokrasiye duyarlı hale gelir. Öncelikle belediye meclisleri gerçek anlamda meclis gibi işletilirse ve başkan yerine meclis öne çıkarılırsa, ayrıca kent konseyleri/kent meclisleri/ mahalle meclisleri karar ve denetim süreçlerine etkin katılırsa yerel demokrasinin güçlenmesi sağlanır. Başkanın öne çıkması devleti, meclislerin öne çıkarılması demokrasiyi güçlendirir. Kürdistan’daki yerel yönetim pratiğinde toplumu zayıflatanlardan biri de toplumsal olan bazı kurumların (kültür, kadın vb.) belediyeye bağlı kurumlar haline getirilmesidir. Yerelde ise yerel devlet+yerel demokrasi denklemiyle hareket etmeyi esas almak gerekir.

Devletli uygarlık demokratik uygarlık güçlerinin geçen yüz yılda geliştirdiği direniş karşısında uygarlığını korumak için sosyal devlet formülasyonu ile sosyal ihtiyaçları üstlenerek toplumsal olan sosyal alani devletleştirmiştir. Böylelikle toplum içine doğru yaygınlaşan iktidar ve devlet, toplumu devletli kurumlara bağımlı hale getirilmiştir. Merkezileşme artmış, bürokrasinin büyümesi ile birlikte orta sınıf genişlemiştir. Toplum yararına görünen bu yanılgı sonucunda devlet daha çok artarken toplum güçsüz kılınmıştır. Sosyal alan toplum açısından önemli olduğu için bu alanın devletten arındırılması ve toplumsallaşması gerekir. Devlet + demokrasi denkleminde “merkezîleşmeyi çözerek; bürokratik yapıları dağıtarak; demokratik süreçleri ilerleterek” (Pierre-Joseph Proudhon ) sosyal alanın toplumsallaşması sağlanabilir.

Demokratik uygarlık çağı denilen bu dönemde devlet ve demokrasi bir arada yaşama olanağı bulurken, uzun sürecek ve belirli ilkeler noktasında uzlaşıya dayanmakla birlikte iç içe süren bu mücadelede devlet mi (devletli uygarlık mı) yayılarak toplumu tümüyle denetim altına alacak, yoksa demokrasi mi (demokratik uygarlık güçleri mi) toplumsal inşayı gerçekleştirerek devleti geriletip toplumu güçlendirecektir. Bunu yukarıda başlıklarını ifade ettiğimiz düşünme biçimi ve pratiklerimiz belirleyecektir.

 

Yararlanan Kaynaklar

  •  Rolf Kantzer-Daha Az Devlet daha çok toplum
  • Jamec C. Scott-Devlet Gibi Görmek
  • Abdullah Öcalan-Demokratik Uygarlık Manifosu  (İmralı Savunmaları)

 

* Abdullah Öcalan
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.