Düşünce ve Kuram Dergisi

Devlet Öncesi Toplumda Aşiret Konfederasyonlarının Oynadığı Rol

Salih Adam 

Devletin Toplum Dışılığı

İnsanlık tarihi devletçi uygarlıkla başlayan bir süreç değildir. Devletçi uygarlık uzun insanlık tarihi bağlamında düşünüldüğünde kısa bir sürece tekabül ettiği bir gerçektir. Ve bu hiyerarşik devletçi yapıyı topluma karşılık biçiminde konumlandırmak mümkündür. Başka bir ifadeyle devletli toplum öz ve biçim olarak toplum dışıdır. Devletçi yapıyı Sümerlerde gerçekleşen ilk biçimiyle (şehir devletleri) günümüz kapitalist modern tekçi, tekelci ulus-devletlerine kadarki tüm devletçi iktidarcı oluşumları bu biçimiyle tanımlamak hakikate daha yakındır.

Elbette devlet kendiliğinden ortaya çıkmamıştır. Ahlaki, politik, komünal toplumun yarattığı değerler üzerinde gelişmiş ve kurulmuştur. Devlet oluşumu bir zorunluluk değildir. Toplumun herhangi bir ihtiyacından dolayı çıkmamış. Demokratik komünal toplumun bu tür örgütlenmelere ihtiyacı da esasen yoktur. Bu açıdan devlet gibi her türlü çelişkileri bünyesinden barındıran, tekleşmeye açık, sömürü ve sınıfları doğuran, geliştiren ilişkiler olarak çatışmayı, savaşı meşrulaştıran özellikleriyle yine toplumun ahlaki ve politik düzeyini bozan en önemlisi de toplumun tüm birleştirici dinamiklerini dağıtan yönleriyle bir fazlalık olarak görmek elzemdir. Devletin ilk gelişim ve kuruluş aşamalarında bazı yararları gözükse de sürekliliği anti toplumcu bir karakter taşımıştır. İster köleci dönemdeki devlet tipi olsun ister feodal devlet olsun ister kapitalist çağdaki tüm versiyonları da dahil öz itibariyle bu bireysel özelliğini taşır. Biçimsel olarak kimi değişiklikler olsa da dönemlere göre bir tanımlama getirilmişse de değişmeyen şey devletin despotik ve sömürücü karakteridir. Bu nedenle devlet hiçbir zaman azami bir kâr yasasından ve tekelci olma özelliğinden vazgeçmemiştir. Bu özellikler devlet tipi örgütlenmelerin esas varoluş gerekçeleridir. Bunlarsız varlıklarını sürdürme kabiliyetleri yoktur. Dolayısıyla “zora dayalı kavramsal otorite devlet”[1]  beş bin yıllık sürekli hali toplum için bir ilerleme değil, bir ihtiyaç ve gereklilik değil, bir gerileme “uygarlığı” ve gereksiz bir ur olarak görmek, değerlendirmek ve aşmak demokratik toplum için gerekli hale gelmiştir. Toplumun gerçek özgürlüğü, çıkarı ve gelişmesi devletli toplumda değil, toplum devlet dışı kalmayı başardığı oranda sağlayabileceği tarih bize göstermiştir.

Devletçi uygarlık öncesi insanlık uzun zaman diliminde (paleolitik, mezolitik ve neolitik) klan, kabile ve aşiret tarzı toplum form biçimlerinde varlık kazandılar. Klan, kabile ve aşiret tüm gereksinimlerini eşit ve özgür temelde karşıladılar. Toplumsallığın en küçük birim olarak klandan kabileye, kabileden daha yüksek bir aşamayı ifade eden aşiret oluşumlara doğal yollarla geçiş göstermiştir. Toplumsallığın bu doğal gelişimi evrensel bir karakter taşır. Kimi yerlerde farklı gelişme göstermiş olsa da zamansal olarak olarak da ayrılıklar olsa da toplumun bu doğal yollarla gelişmesinin özünü değiştirmiyor. Doğal yollarla gelişen her şey toplumla uyumludur. Topluma aykırılık arz eden şey hem içten hem dıştan dayatılan aykırı hususlardır.

 

Toplumu Doğru Tanımlama

Devlet öncesi toplumu kimi toplum bilimcileri ilkel komünal toplum olarak tarif etmiştir. 17. Yüzyılın modern ruhun temsilcilerinden Thomas Hobbes gibileri ise devlet öncesi bu toplumu barbarlıkla izah etmiş ve herkesin herkesle savaşı olarak ilan etmekten geri kalmamıştır. Aynı paralelde toplum, tarih ve devlet hakkında düşünce ileri süren Hegel, ilerlemeci devlet perspektifinde şunları söyler: “Bu nedenle doğal durum, daha çok haksızlık, şiddet dinginlenmemiş doğal içgüdü, insanlık dışı eylemler ve duygulanımlar durumudur.” devamla, “… ilerleme göstermeden önce halklar uzun bir süre devletsiz yaşamış olabilirler. Yukarıda söylediklerimizden de anlaşılabileceği gibi bu türden bir tarih öncesi bizi hiç mi hiç ilgilendirmiyor.”[2] diyebilmiştir. Hegel, hakikat bütündür sözüyle ünlü olsa da her zaman olduğu gibi bu konuda da hakikat kendi eliyle diyalektiğin kucağında uyutmuştur. Son tahlilde ise Abdullah Öcalan, hiyerarşik devlet öncesi toplumu yeni sosyal bilim perspektifinde doğal, ahlaki, politik ve de komünal olarak izaha kavuşturmuştur. “Esas almamız gereken tarih, hiyerarşik ve sınıflı toplumsal gelişmede zıt kutbu yaşayanların tarihidir. Tüm resmi, siyasi tarihler bu tarihin varlığından ya hiç bahsetmezler ya da bir anarşi grubu hikmeti olmayan kalabalıklar, amaçları için her istismara layık sürüler olarak görülür. Kuru, soyut idealist olduğu kadar zalimce duygusal bir anlayıştır bu tarih. Tarihimiz doğal toplumdan başlayıp hiyerarşiye ve siyasal iktidara karşı duran etnisite, sınıf, cinsiyet mahkûmlarının her türlü düşünce ve eylemlerine dayanarak anlam bulabilir.”[3]

Klan, kabile ve aşiretlerin elbette kendilerine göre sorunları vardır. Birçok zorluk yaşamıştır ancak yaşadığı sorunları da aşmayı başarmıştır. Zorluklarla mücadelede geliştirdiği ve bulduğu yöntemlerle üstesinden gelmiştir. Klan, kabile ve aşiretin kendilerine has sorumlulukları, Hobbes’un dile getirdiği gibi değildir. Birbirini yok etme ve ortadan kaldırma gibi sürekli amaçlı bir savaş ve çatışma devrede değildir. “Köyler arası ilişkilerde sürtüşmeler sonucunda kavgalar çıkabilir. Gene de iş sistemli, örgütlü kavgalara (savaşlar) varmaz. Öldürmeye, yenmeye, boyun eğdirmeye, egemenlik kurmaya yönelik savaşlar ise hiç bilinmez…”[4]Aşiretin tüm boyutlarıyla netlik kazandığı neolitik dönemde dahil toplumdaki çatışma ve savaş hali sürekli değildir. Çatışma ve savaştan ziyade bir arada yaşama ve barış hali egemendir. Hiçbir toplum biçimi ve toplumsal siyasal düzen sıfır problemli değildir. Sıfır sorunlu bir toplum ve politik düzen diyalektiğe terstir. Hiç kuşkusuz burada sorunların neliği ve niteliği önemlidir. Çıkarlar, amaçlar ve çelişkiler toplumsallın iç bütünlüğüdür. Amaçları belirleme ve çelişkileri çözme yaklaşımları toplumun güvenliği, savunması ve geleceği odak alındığında yararlı sonuçlar doğacaktır. Nihayetinde devlet öncesi tüm toplum süreçlerinde kabilelerin ve aşiretlerin fazla yıkıcı bir faaliyeti olmamıştır.

Toplumsal sorunlar çok derinlikli değildir. Sınıflaşmalar, toplumsal iş bölümleri antagonist karakterde olmayıp ancak gelişme halinde olduğu belirtebilinir. Toplum çok boyutlu sınıf ve bireysel, ailesel çıkarlara göre parçalanıp dağılmamış olduğunu da öne sürmek mümkündür. Neolitik dönem itibarıyla toplumu oluşturan aşiretler henüz böyle bir ayrışma zihniyetine yabancıdır. Doğal iş bölümünden kaynaklı kimi ayrımlar ve değişiklikler kültür olarak gelişmiş olduğu bilinen bir husustur. İş bölümünden kaynaklı en belirgin farklılık erkek ve kadın arasında baş göstermiştir. Çelişki iki cins arasında erkek lehine olmuştur. Bunu devlet öncesi erkek egemen bir yaklaşım olarak toplumsal bünyeye girdiğini belirtmek mümkündür. “Daha sınıflı devletli topluma geçiş olmadan kadın üzerinde sert bir erkek egemen (ataerkil) hiyerarşinin kurumsallaştığını görüyoruz.”[5] Ataerkil hiyerarşinin kadın cinsi ve toplumsallığı üzerinde gelişme göstermesi elbette toplumun aleyhine olan bir durumdur. Toplumu derinden etkilemişe benziyor. Bu ayrışma uzun toplumsal gelişmenin tüm süreçlerine sirayet etmemiş, daha fazla neolitiğin belli bir aşamasında belirginlik kazandığı büyük ihtimallidir. Avcı ve toplayıcı toplumsal iş bölümlerinde herhangi bir cinsin egemenliği yoktur. Avcılıktan kaynaklı erkeğin bazı hileleri, kurnazlıkları, akıl yürütme kabiliyetleri (avlama, yakalam, tuzağa düşürme ve elde etme) gibi gelişmiş olabilir. Bu da erkek cinsine bir avantaj sağladığı kuvvetle muhtemeldir.

 

Toplumsal İnşa

Toplumsal süreçler ve toplumsal inşalar elbette hiçbir dönemde basit olmamıştır. En kolay gibi gözükenler bile kendi içinde birçok zorluğu ve yoğunluğu vardır. Aşiretlerin toplumda yeri ve oynadığı rolü de öyledir. Birçok çelişki ve çatışmayı bünyesinde taşır. Bazı aşiretler daha devletli bir aşamaya geçmeden kadın üzerinde ve kadın emeği üzerinde egemenlik kurdular. İç ve dıştan kaynaklı sınıflaşmayı yaşadılar. Buna neolitiği derinliğine ve genişliğine yaşanan Kürt orijinli Guttilerden görebiliriz. “Kürtlerin tarih boyunca iç ve dıştan kaynaklı sınıflaşma eğilimleriyle yoğunca tanıştıkları rahatlıkla belirtilebilinir. Neolitiği derinliğine ve devrimci tarzda yaşayan Kürt orjinler, Sümer sınıflı toplumlarından biri giderek iç boyutlu olmaya taşınmaktadır. Örneğin Guti Hanedanlığı (MÖ 2150-2050) Sümer toplumunda sınıflaşmayı yaşayan Kürt orijinli bir kabileler federasyonuna dayanmaktadır.”[6] 

Devlet öncesi toplumsal örgütlenmenin en üst aşaması federe ve konfederasyonlardır. Burada bir ayrım koyarak şöyle izah edebiliriz: Aşiret içerisinde bazı aileler, daha fazla ön plana çıkarak güçlendiler. Kabilelerden oluşan aşiretlerin tümü aynı çizgide gelişme sağladığı söylenemez. Ayrıcalıklı konumu elde eden bu ailelere rağmen yinede aşiretler ahlaki ve politik yaşamayı bildiler. Özünde komünaldir. Aşiretin toplumsal formda kaldığı sürece yaşadığı sorunlar hiçbir zaman devletin yarattığı yıkıcı ve uzlaşmaz meseleler değildir. Aşiretlerin birleşim ve iç mantığından kaynaklı olarak her zaman demokratik yönü ağır basmaktadır.

Tarihsel olarak aşiretler ağır da olsa bir gelişme ve değişmeyi yaşamış. Dışarıdan ve içeriden zoraki dayatmalar olmazsa aşiretler kendiliğinden devletleri doğurmayabilir. Uzun süreler boyunca varoluş biçimiyle sürebilir. Özellikle dış tehditler ve saldırılar aşiretin doğal gelişim evrimini hızlandırmış olduğundan kuşku yoktur. Başka bir boyutta aşiretlerin yoğun olarak Mezopotamya, Eski Yunan, Avrupa ve Asya kıtalarında görüldüğü gibi sürekli merkezi uygarlık bölgelerine saldırı düzenlediklerini ve büyük göçler yaşadıklarını da unutmamak gerekir.

Neolitiğin artık ürünleri üzerinde gelişen sınıflı devletçi yapı doğal ve komünal toplumu bozmuştur. Toplumsal süreci tehdit etmiştir. Sümer şehir devletlerin ortaya çıkmasından günümüze kadar devletli toplum ve komünal, demokratik toplum arasında bir çelişki ve çatışma devam etmiştir. Komünal demokratik toplum bileşenleri etnisite, kabile ve aşiretin değerleri ve üretim biçimi sınıfları ve dolayısıyla hiyerarşik devletçi, iktidarcı oluşumlara kapalıdır. Bunları doğuracak ne zihniyet nede üretim araç-gereçleri buna müsaittir. Demokratik komünal eşitlikçi toplumun ahlaki yargıları ise kökten bu ayrımcı, çıkarcı ve özel mülkiyet birikimine müsaade etmemektedir. Dış tehdit ve saldırılar ki tümü sınıflı devletçi yapıdan ileri geliyor. Devletçi uygarlığın saldırıları sürekli demokratik komünal toplumun yaşam alanlarını baskı altına almaya yöneliktir. Tarihte ilk olarak sınıflı devletçi uygarlıkla, demokratik komünal toplum bileşenleri arasındaki çatışmalar ve savaşlar böyle başlar. Devletçi yapı doğal topluma yöneldikçe ve tehdit ettikçe kabileler, aşiretler ve etnisiteler karşı koymuş, demokratik toplumsal değerlerini öz savunma biçimiyle savunmuştur. Sınıflı devletçi güce karşı kabileler birleşerek aşiretleri, aşiretler bir araya gelerek konfederasyonlara gitmiş ve konfederasyon güçlerini meydana getirmiştir.

Doğal toplumun en temel unsurlarından biri olan aşiretlerin oluşturdukları konfederasyonların tümü dış tehditten, devletin saldırılarından kaynaklı değil, dış saldırılar önemli bir etken olsa da esasen doğal toplum üyelerinin kendini yönetme biçimidir. Her iki durumda da temel olan toplumun korunması, güvenliğini sağlaması, geliştirilmesi ve yönetilmesidir. Önemli olan toplumun bu tarz bir örgütlenme geliştirme yeteneğidir. Devlet olmadan da toplumlar farklı biçimlerde kendini yönetme seçeneğine sahip olduğunu bilmesidir. Devlet dışı bir yaşam tarihsel olarak sürekli olagelmiştir. Demokratik yaşam, komünal birlikler insanlık tarihinin esasıdır. Devlet gibi hiyerarşik yapılar sonradan ihtiyaç dışı gelişmiş ve varlık kazanmıştır. Demokratik komünal birimleri her yerde ve her zaman kendini korumayı, iyi güzel ve doğru olanı yapmayı, geliştirmesini bilmiştir. Devletçi yapılar içinde de bu ahlaki ve kültürünü çeşitli düzeylerde yaşamıştır. Kurulu düzenler dışında ise daha özgür olarak yüzyıllarca yaşamış olduklarına dair bolca kanıtlarına rastlıyoruz.

 

Aşiretlerin Örgütlenmesi Olarak Konfederasyonlar

Tarihte aşiret konfederasyonları, doğal toplumun gelişim evrelerine dek değişmemektedir. Dönemin koşulları uygunluk arz etmektedir. “Bir konfederasyon, hiç değil belli durumlarda, akraba aşiretleri birleştirir. Bu yalın örgütlenme, kendini doğuran toplumsal koşullara tamamen uygun düşer…”[7] Dikkat edilirse aşiret konfederasyonlarının tümü hem dönemin koşullarına uygun düşmekte hem de toplumun ihtiyaçlarına cevap verebilmektedir. Konfederasyonlar ne toplum üstü ne de toplum dışından empoze edilen bir örgütlenme modelidir. Komünal toplum bileşenlerinin onayı ve istemi doğrultusunda örgütlenmiş demokratik ve ahlaki bir yapıdır. Aşiret konfederasyonlarının bir yönü belki de en önemli boyutu yukarıda da vurgulandığı gibi güvenliğini sağlama ve kendini koruma iken diğer taraftan ise en azından birincisi kadar önem arz eden kendini yürütme modeli oluşturmalarıdır.

Akraba aşiret ve etnisiteler, komşu aşiret ve diğer toplum üyeleri çıkabilecek zorlukların üstesinden gelebilecek ve en önemliside olası risk ve çıkabilecek sorunların önüne geçebilme adına ve yine olası tahripkâr durumları konfederasyonun içinde barışçıl tarzda çözümünü kolaylaştırmıştır. Oluşumun bu yönü dikkate değerken diğer yönde ortak iş yapma ve ortak politika üretme kapasitesinin fazla ve yararlı olması bakımından önemlidir.

Toplumsal sorunlar ne olursa olsun, yapılacak işler nelerse, oluşması ve yürütülmesi gereken politika ne ise bunları konfederasyon içinde (ilgili kurullarda) tartışıp belirleme yeri ve mekanizmasıdır. Demokratik tarzda bir araya gelen konfederasyon aşiretlerin tarihte oynadığı yararlı rol bakımından önemlidir. Toplumsal fayda, toplumun kendini özgürce geliştirme ortamını ve ferasetini geliştirmiştir.

Aşiret konfederasyonların ayırt edici özelliklerinden bir tanesi de her aşiretin kendi içinde özerk olmasıyla dikkat çekicidir. Her aşiret aynı zamanda kendi dil, inanç ve geleneklerine de bağlıdır. Bunları yaşar ve geleneklerini yerine getirmekte de geri durmazlar. Özerk olma, yaşama durumları, konfederasyon üyeleri önünde engel değildir. Aşiret konfederasyonları tümü aynı dönemde meydana gelmedi. Bazıları daha sınıflı devletçi sistemleri oluştuktan sonra aynı devlet sınırları içerisinde oluştu. Günümüzde kapitalist uygarlık merkezi konumunda olan Avrupa hariç (Ki, burada özellikle kabile ve aşiretlerin daha önceki hem kurdukları konfederasyonların hem de diğer türlü varlıkları mevcut devlet sınırları içerisinde eritildi.) dünyanın hâlâ birçok bölgesinde kabile, aşiret ve etnisiteler varlıklarını şu veya bu düzeyde sürdürmektedir.

Demokratik komünal toplumsal ilişkileri sürdürmeye yatkındır. Aşiretler ve diğer komünal, doğal toplum üyeleri genel toplumun özünü teşkil etmektedir. Devletin tüm baskı, şiddet, asimilasyon ve yok etme girişimlerine rağmen bu toplumu dağıtamamakta, komünal demokratik toplumun zihniyeti, alışkanlıkları, ahlaki ret ve kabul ölçüleri çok köklüdür. Aşiret çok köklü tarihsel ve toplumsal yapıdan (geçmişten) geldikleri için kolay erimemekte ve otorite altına girmemektedir. Bu yönüyle aşiretler ve diğer devlet dışı halk kesimleri demokrasiye, ortak yaşam sistemlere açıktır. Bu anlamıyla demokratik uygarlığın objektif ve subjektif temel bileşenleri olmaktadır. Aşiretler, kabileler, etnisiteler tarihsel bağlamda, konum itibariyle demokratik çizginin sahipleridir. Yukarıda da vurgulandığı üzere tarihte bazı aşiret konfederasyonları birçok nedenden dolayı devletleşmeye gitmiştir. Özellikle aşiretin ileri gelen hanedan aileleri buna ön ayak olmuştur. Hanedan aileler otorite olma özelliğiyle ve birçok ayrıcalıklarıyla devlet tipi örgütlenmelere açıktır. Tarihsel aşiret konfederasyonları politika geliştirme noktasında ve yönetme organlarını geliştirmekle tam bir demokratik anlayış ve ruhu içinde genel toplumla uyumluluk arz etmiştir. Tarihte en eski kabile ve aşiret konfederasyonlar; özelde Mezopotamya’da genelde

Ortadoğu’da, daha sonraları Yunan, Roma, Avrupa’nın diğer birçok halkı, Amerikan kıtasında ve dünyanın diğer coğrafyalarında gelişme göstermiştir. Gutiler federasyon biçiminde örgütlenmiş. Dönemin Ortadoğu köleci devleti olan Asurlara karşı ise Med organizasyonu birçok etnik halkın ve aşiretin katılımıyla olmuş. Med konfederal gücü ve bileşenlerin Asur gibi tarihin en güçlü köleci despotik imparatorluğuna son verilmiştir. Daha uzak bölgelerde İrokua aşiret konfederasyonu, Yunan aşiretleri, Roma oluşumu ve gelişimi sürecinde halk örgütlenmeleri, Keltlerde ve Cermenlerde ailelerin, kabilelerin ve aşiretlerin meydana getirdikleri demokratik konfederal yapılar bilinen örneklerdir. İnsan toplum yaşamında devlet öncesi ve devletlerin ortaya çıkışından sonra oluşan aşiret konfederasyonları önemli düzeyde işler başarmış. Her bir konfederasyon kendi yönetim sisteminde demokratik kurumlarını geliştirerek örgütlenmelerini derinleştirmiş. Konfederasyonlarda yer alan aşiretler yılın belirli günlerinde bir araya gelirler. Oluşturdukları meclisler, konseylere, komünlere temsilciler gönderebilmektedirler. Demokratik toplum en iyi yöneticilerini (deneyimli, tecrübeli, iş bileni, cesur olanı) seçerek bu meclislere gönderebildikleri gibi olumsuzlukları olduğunda da üyelerini geri çekebilmektedirler. Konfederasyonu meydana getiren aşiretler ve diğer toplum kesimleri konfederal gücüne savaşçı veriyor veya gerekli durumlarda kendileri bizzat katılabiliyor.

Savaş ve barış dönemlerinde konfedere meclisi karar verip sözcüye ya da konfedere başkanına (şef) tam yetkili kılabiliyor. Savaş ve barış gibi hayati konularda konfedere güçlerinden herhangi birisi tek başına karar veremiyor. Tek başına ne savaş başlatabilir nede konfederasyon adına barışı sağlayabilir. Savaş ve barışla ilgili her politika mecliste ele alınıp tartışıldıktan sonra temsilciyi tam yetkiyle donatırlar. Konfederal meclisleri, komün, konsey ve diğer kurumları sadece dışa dönük kararlarda karar alma ve uygulamayla sınırlı değil, dış konularda olduğu gibi iç meselelerle ilgili de önemli demokratik tartışmalar yürütme yanında önemli kararlar alabiliyor.

Mal-mülk paylaşımları, idari ve hukuki işler gibi, kavga ve insan öldürme gibi suçlarla ilgili cezai müeyyide gerektiren durumlarda yaptırımlar devreye girebiliyor. Af ve cezalar toplumun genel ahlaki kültürü dikkate alarak uygulamakta.Konfederasyon her bir organı işlevi ve baktığı konular farklı olabilmektedir.

Konfederasyonlarda sadece tek bir kurumdan oluşmuyor. Kimi konfederal sistemlerde yönetim ve idari organları daha yaygındır. Bazılarında ise daha kısıtlıdır. Gerek yaygınlık kazanan konfederasyonlarda olsun gerekse yönetim, hukuki, idari bakımından kurumların daha kısıtlı olan konfederasyonlarda demokratik öz ve anlayış sekteye uğramakta. Her iki biçimde de demokratik işleyiş ve zihniyet esas alınmaktadır. Demokratik toplumun oluşturduğu bu ilk insan örgütleme kadınlar neredeyse eşit düzeyde katılım sağlamakta ve erkek cinsiyle eşit düzeyde hak ve hukuka sahip olduğu belirtilmektedir. F. Engels, Keltlorde ve Cermenlerde Gens başlığı altında şöyle söylemektedir: “Kadınlar, halk meclisinde oy hakkına sahiptirler… Kadınlar birçok nedenlerle, ayrılma sırasında haklarında hiçbir şey yitirmeksizin boşanmayı isteyebilirlerdi.” demektedir.En eski demokratik halk örgütlenmelerinde cins yaş farkına bakılmaksızın katılımcılığı esas almış ve bunu özgür yaşamın temel ilkesi olarak kavramış, sadece kavramakla yetinmemiş yaşama ve pratiğe geçirmiş olmaktadır. Özgür irade ve gönüllü katılım ise ahlaki bir tutum olarak ortaya çıkmaktadır. Konfederasyonlara içerilmiş bu demokratik, ahlaki tutum ve ilkeler hiç kuşkusuz doğal toplumun eşitlikçi-özgürlükçü yaşam anlayışı ve pratiğinden ileri gelmektedir. Doğayla uyumlu kendi içinde komünaliteyi esas almaları belirleyicidir. Sömürü, talan ve savaştan uzak olmaları, onları ahlaki kılmaktadır. Devlet dışı toplumlarda ister aşiretlerde ister şehirlerde birikmiş emekçi kesimlerde olsun bu ahlaki ve demokratik özellikler oranında korumaktadır.

Yetersiz de olsa tüm sağduyulu bilimsel çalışmalarda toplumun ilk yaşam biçimi komünal ve eşitlikçi olduğunu bildirmektedir. İnsanlaşmanın ve toplumsallaşmanın temellerinde böyle atıldığı da ileri sürülmektedir. Sonuç olarak insan toplumu devletle tanışmaları toplumda beş bin yılı geçmemektedir. Ama devletsiz toplum yaşamı on binlerce hatta yüz binlerce yılla ifade edilmektedir. Demek olur ki hem teorik olarak hem de pratik olarak insanlar sınıflar olmadan da, devletler olmadan da kendi yaşamlarını örgütleyebilir, yönetim sistemlerini inşa edebilir. Bu çerçevede devletçi uygarlık (eski ve yeni) bir ilerleme değil, toplumsallık açısından bir gerileme olduğu tüm yönleriyle ortaya çıkmış bulunmaktadır.

Dolayısıyla günümüz küresel, kapitalist kuşatma tüm dünyada insan hayatını tehdit etmektedir. Dünyamızı ve gezegeni zehirli gazlarla, artıklarla yaşanamaz hale getirmiş durumdadır. Kâr, çıkar ve sermaye gibi. Kapitalist sermaye kâr ve rant için demokrasiyi hiçbir zaman akıllarından bile geçirmiyorlar. İnsana, doğaya saygı kalmadığı gibi. İnsan özgürlüğü de hiçe sayılmaktadır. Bu anlamıyla denilebilir ki kapitalizmin son iki yüzyılda yarattığı yıkım ve tahribatı, tüm insanlık tarihi boyunca bu düzeyde olmamıştır. Kapitalist modernitenin küresel yayılmacı, tekelci karakterine karşı tüm dünyada tepki topladığı da bir gerçektir. Birçok kapitalist devlet ve bazı tekelci şirketlerin çıkarı uğruna çatışmalar, savaşlar çıkartılıp yürütülmektedir. Kapitalist kriz bünyesel olarak bütün dünya insanına ağır faturalar ödetmektedir. Kapitalist devletçi ve iktidarcı sisteme karşı demokratik tepkiler, çıkışlar ve örgütlenmeler de gelişme içindedir. Kapitalist küreselciliğe karşı demokratik uygarlığın ve küreselciliğini yerelde örgütlemek ve karşılık vermek, bölgesel çapta demokratik birlikler kurmak ve küreselde karşı koymak günümüzün en acil sorunu olmaktadır. Yerel, bölgesel ve küresel boyutlarda çeşitli etnisiteler, kültür ve kimlikler, halk toplulukları, sivil toplum kuruluşları, işçiler-emekçiler ve köylüler, devlet dışı kalmış bazı mezhep ve inanç sistemleri, sömürge ülkeler ve demokratik partiler nasıl ki demokratik güçler sayılıyorsa aşiretleri de bu düzeyde ele almak, değerlendirmek ve demokrasinin önemli bir parçası olarak görmekte yarar var. Bunu yaparken de elbette günümüzün aşiretini olduğu gibi kabul etmek doğru olmaz. Çünkü aşiretlerin de kendi açmazları vardır. Çelişkileri yoğundur. Kendi içindeki sınıflaşmaları derinleşmiştir. Kadın üzerinde tarihsel olarak olumsuz bir gelenek kurulmuştur. Ahlaki, politik ve ideolojik olarak daralmış, kendi tarihsel-toplumsal demokratik özüne büyük oranda yabancılaşmış ve bu özü çeşitli boyutlarda kaybetmiştir. Bu açıdan denilebilir ki aşiret birçok yerde düzen içileşerek devletin yedeği konumuna düşmüştür. Kendini sürdürmede zorlanmaktadır. Bu anlamıyla krizli bir yapıyı sergilediğine de kuşku yoktur. Konum itibariyle bu durumda olan aşiretler iktidarcı-devletçi zihniyetin sürekli istismar konusudur. Her türlü iş birlikçiliğe yatan aşiretin üst kesimi toplum üzerinde olumsuz bir etki yaratmaktadır. Dinci, milliyetçi, cinsiyetçi, işbirlikçi ve iktidarcı olabilmektedir. Aşiretin bu kesimini teşhir etmek ve aşireti devletin yedeği konumundan çıkararak ahlaki-politik ve demokratik ulus zihniyeti yönünden değiştirip dönüştürmek gerekir. Bu değişimi ve dönüşümü olmazsa olmaz kabilinde görmek gerekir.

Konumuz boyunca aşiretin tarihte (olumsuzluklara rağmen) daha fazla demokratik bir rol nasıl oynadığını, nasıl bir rol ve ferasete sahip olduğu serimlendi. Toplumsallığın en köklü bileşenlerinden biri olan aşiretleri küçük görmek, anti demokratik ve gerici görmek unutmayalım ki kapitalist ilerlemeci pozitivist bir yanılsamadır.

 

 

[1]     Abdullah Öcalan; Demokratik Uygarlık Manifestosu, Cilt 4
[2]     Hegel; Tarihte Akıl
[3]     Abdullah Öcalan; Bir Halkı Savunmak
[4]     Aladdin Şenel; İnsanlık Tarihi
[5]     Abdullah Öcalan; Demokratik Uygarlık Manifestosu,Cilt 4
[6]     Abdullah Öcalan; Demokratik Uygarlık Manifestosu, Cilt 5
[7]     F. Engels; Ailenin Özel Mülkiyeti ve Devletin Kökeni

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.